HUKUKUN TEMEL KAVRAMLARI II - Ünite 4: Anayasa Hukukunun Esasları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Anayasa Hukukunun Esasları

Giriş

Anayasa hukukunun esasları ünitesinde, öncelikle devlet ve iktidar kavramı, anayasacılık hareketleri, devlet biçimleri, siyasi sistemler, seçim kavramı ve hükümet sistemlerine yer verilmiştir.

Devlet Kavramı

Toplumsal yaşamın çeşitlenmeye başlaması, iktidar olgusunun belirginleşmesine ve yöneten–yönetilen ilişkisinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu süreçteki belirleyici kavram devlet olmuştur. Ortaya çıkışına ilişkin olarak çok çeşitli kuramlar bulunan devlet, belli bir coğrafî alan içinde yaşayan insan topluluğunca kurulmuş, üstün buyurma gücü bulunan, sürekli ve örgütlü hukukî kişilik olarak tanımlanabilir. Devlet tanımında ön plana çıkan öğeler ülke, insan topluluğu, kişilik ve egemenlik unsurlarıdır.

Fizikî bir unsuru ifade eden ülke olmaksızın devletten bahsedilmesi mümkün değildir. Bu yüzden devlet örgütlenmesinin oluşturulabilmesi için üzerinde sürekli biçimde yaşanabilecek yeterlilikte bir toprak parçasının varlığı gerekmektedir.

Devletin oluşumundaki en yaşamsal unsurdan bir diğeri de «insan topluluğudur». Bu topluluk ifadesine ilişkin olarak millet (=ulus) ve halk kavramlarının gündeme gelmesi söz konusudur. En yalın ifadesiyle millet, geçmişten beri bir arada yaşayan, hâli hazırda bir arada bulunan ve gelecekte de birlikte yaşama niyetinde ve isteğindeki insan topluluğu olarak tanımlanabilmektedir. Halk terimi ise daha çok konuşulan anda belli bir coğrafî alanda bir arada yaşayan insan topluluğunu anlatmakta kullanılmaktadır.

Kişilik bakımından yapılan değerlendirme devletin kendine özgü bir yapısı olduğu yönündedir. Devletin tüzel kişiliğe sahip olması da bu kendine özgülüğün bir sonucudur. Çünkü hukukun diğer tüzel kişiliklerinden farklı olarak devletin kişiliği, hukuk yaratıcısı olarak aslında yine kendisinin kendisine tanımış olduğu bir durumu ifade etmektedir. Bu tanıma, fiilî durumun hukukîye çevrilmesi yoluyla gerçekleşmiştir.

Devletin kişiliğinin «devamlılık» ve «hukuken korunacak çıkarlarının varlığı» olmak üzere iki başlıkta toplayabileceğimiz sonuçları mevcuttur. Buna göre;

  • Devlet yalnızca belli bir dönemde yaşayan insan topluluğunun örgütü değildir. Dolayısıyla sonraki kuşakları da ilgilendiren bir boyutu vardır. Bu yüzdendir ki, yapılan devlet işlemleri işlemi gerçekleştiren gerçek kişiler değişse hatta yaşamlarını yitirseler bile devlet adına yapıldığı için geçerliliklerini koruyacaklardır.
  • Devamlılık dışındaki ikinci önemli sonuç, devletin aynı zamanda bir kişilik olması sebebiyle çeşitli haklara ve borçlara sahip olabilmesi kudretidir. Bunun yapılabilmesi için devletin de hak ve fiil ehliyetine sahip olması gerekmektedir.

Devlet tanımı içerisindeki belirleyici öğelerden birini oluşturan egemenlik kavramı ise «üstün buyurma gücü» olarak nitelendirilmektedir.

Günümüz egemenlik anlayışının bu üstün buyurma gücünün bir kişi elinde toplanması biçiminde kurgulandığını söylemek mümkün değildir. Birbirleriyle belli bir neden – sonuç ilişkisi içinde bulunan bazı siyasî, ekonomik, toplumsal ve hukukî gelişmeler sürekli olarak bu mutlak egemenlik anlayışını kısıtlamak ve sınırlamak yönünde cereyan etmiştir.

Anlamsal olarak «iç» ve «dış» olmak üzere egemenlik kavramının iki boyutu bulunmaktadır. İç egemenlik, devletin kendi ülkesi içindeki üstün buyurma gücünü ifade ederken; bağımsızlık olarak da nitelendirilen dış egemenlik, devletin diğer devletler karşısındaki konumunu ifade etmektedir. Dış egemenliğin iki sonucu bulunmaktadır. Bunlardan ilki, her devletin egemenlik yetkisi bakımından eşit olması iken; ikincisi devletlerin birbirlerinin içişlerine karışmaması ilkesidir.

Siyasi İktidar Kavramı

Egemenlik gücünü elinde bulunduran ve onu kullananları ifade eden siyasî iktidar, aslında devlet içinde karar verme kudretinin kime ait olduğu sorunuyla ilgilidir. Başkalarının davranışlarını etkileyebilme, yönlendirebilme ve denetleyebilme olanağını anlatan salt iktidar kavramının bir yönünü meydana getiren siyasî iktidar kavramı, yöneten–yönetilen ilişkisinde ilkinin ikincisini etkileyebilme ve yönlendirebilme gücü olarak tanımlanabilmektedir. Bu çerçevede siyasî iktidarı diğer iktidar türlerinden ayıran dört farklılık bulunmaktadır. Buna göre;

  • Siyasî iktidar kapsam itibarıyla diğer toplumsal iktidar türlerinden farklıdır ve onları da kapsayacak biçimde bütün ülke üzerinde söz konusudur.
  • Siyasî iktidar ile toplumdaki diğer iktidar türleri arasında bir eşitlik ilişkisi yoktur. Aksine, bu ilişki hiyerarşik olup, siyasî iktidar diğerlerine göre daha üstündür.
  • Siyasî iktidar en önemli karakteristik özelliği onun zor kullanma yeteneğidir. Buna göre fizikî zorlama gücünü tekelinde tutan siyasî iktidar bu sayede toplumsal düzeni sağlamaktadır.
  • Siyasî iktidarın ayırıcı bir diğer önemli özelliği ise rıza ve itaat unsurudur. Çünkü iktidarın süreklilik kazanması bu manevî boyutun var olmasına bağlıdır.

Kurucu iktidar, devletin temel hukuk düzenini kuran, siyasî iktidarın hangi organlar eliyle, nasıl ve hangi sınırlar içinde kullanılacağını belirleyen, herkes için bağlayıcı üstün anayasa normlarını koyan iktidardır. Kurucu iktidar, kendi içinde “aslî” ve “tali” kurucu iktidar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır:

  • Aslî kurucu iktidar, herhangi bir güçlük ya da sınırlama ile karşılaşmaksızın yeni ilkelere, dünya görüşüne veya siyasî sisteme dayanan bir anayasayı meydana getiren iktidarı ifade etmektedir.
  • Tali kurucu iktidar ise bir anayasayı yine o anayasada öngörülmüş usullerle değiştirme iktidarı olarak tanımlanmaktadır.

Anayasacılık Hareketleri ve Anayasa Kavramı

Çok eski bir geçmişe sahip olan anayasacılık akımı esas olarak iktidar olgusunun kötüye kullanılmasına karşı çeşitli garantilerin oluşturulması ve korunmasıyla ilgilenmiştir. Anayasacılıkta iki ana görüş ortaya çıkmış olup bunlardan ilki, kişinin manevî bütünlüğünü önemseyen ve bunu ahlaki kayıtlarla korumak isteyen anlayıştır. İkinci görüş ise kuvvetin kuvvetle önlenebileceğini savunan ve çeşitli güvence kurumlarına dayanan bir anayasacılık hareketini öngörmüştür.

Özellikle erkler ayrılığı ilkesi, anayasacılığın vazgeçilmez bir unsurudur. Çünkü bu ilke sayesinde devlet faaliyeti üzerinde etkili bir sınırlama sistemi kurulabilmiştir.

Bir yandan insan haklarının sağlanması öte yandan erkler ayrılığına uygun bir devlet şemasının belirlenmesi suretiyle siyasî belge olma özelliği gösteren anayasalar, aynı zamanda bu süreçte mutlak monarşileri meşrutî (anayasal) monarşilere dönüştüren bir işlev de göstermişlerdir.

Bir devletin temel yapısını, kuruluşunu, temel organların yetki ve görevlerini, iktidarın devrini ve devlet iktidarı karşısında bireylerin hak ve özgürlüklerini düzenleyen temel metin olarak tanımlayabileceğimiz anayasalar hakkında çeşitli ayrımlar söz konusudur. Bunlardan ilki, anayasanın hazırlanma yöntemi ve kapsamına ilişkin olan ayrıntılı ve çerçeve anayasa ayrımıdır. Bir diğeri anayasanın yazılılık özelliğine binaen yapılan yazılı ve yazılı olmayan anayasa ayrımı iken; sonuncusu da anayasanın değiştirilme usulüne göre gerçekleştirilen sert (=katı) ve yumuşak (=esnek) anayasa ayrımıdır.

Ayrıntılı anayasa, anayasanın hazırlanma sürecinde anayasa koyucunun genel ilkelerle yetinmeksizin önemli bulduğu her konuyu ayrıntılı biçimde düzenlediği anayasalardır.

Yazılı anayasalar bir anayasa içinde olması düşünülen kuralların yetkili bir organ tarafından belirli bir belge içinde toplanmasını ifade ederken; teamül ya da geleneksel anayasalar olarak da adlandırılan yazısız anayasalar, toplumun içinde uzunca bir süre kesintisiz biçimde yinelenen ve bağlayıcı olduğuna inanılan uygulamalar bütünüdür.

Olağan kanunlarla aynı usullerle ve aynı organlarca değiştirilebilen anayasalar olarak tanımlanan yumuşak anayasaların aksine sert anayasalar, olağan kanunlardan farklı organlarca ve / veya daha zor usullerle değiştirilebilen anayasalar olarak tanımlanırlar.

Devlet Biçimleri

Devletler yapılarına göre üniter ve bileşik olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bileşik devletler de kendi içinde devlet birlikleri ve devlet toplulukları olarak sınıflandırılırlar.

Tek ya da basit devlet olarak da adlandırılan üniter devlet, ülke, millet ve egemenlik unsurları ile yasama, yürütme ve yargı organları bakımından teklik özelliği gösteren devlet biçimini ifade etmektedir. Üniter devlette, devletin il ve ilçe gibi bölümlere ayrılması bu teklik özelliğini zedelememektedir. Çünkü bu birimlerin idarî yetkileri dışında ayrıca sahip oldukları yasama ve yargı yetkileri mevcut değildir.

Bileşik devletlerin ilk kategorisini oluşturan devlet birlikleri kendi içinde hakikî birlik ve şahsî birlik olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hakikî birlik, iki devletin başkanının tek bir monark olduğu ve dış ilişkilerde ortak organların bulunduğu ve şahsî birlikten daha ileri bir aşamayı ifade etmektedir. Devletlerin bütünleşme gösterdiği bu birliklerde, iç işlerde bağımsızlık korunurken; dış ilişkilerde ortaklaşma söz konusudur.

Şahsî birlikler ise iki devletin uluslararası ilişkilerdeki yetkilerini koruyarak, tek bir monarkın ortak başkanlığını kabul etmeleri ile oluşmuşlardır.

Federasyonlar ya da bir diğer deyişle federal devletler, devlet faaliyetlerinin federe yönetimlerle merkezî yönetim arasında, bir anayasayla ve her yönetim türünün bazı faaliyetler hakkında kesin kararları tek başına verebileceği biçimde bölündüğü bir siyasal örgütlenme biçimidir.

Arend Lijphart federal devlette olmazsa olmaz üç ölçütün bir arada olması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu ölçütler;

  • Federal devletin mutlaka bir anayasayla oluşturulması gerekliliği,
  • Federal devletin yasama organının mutlaka çift meclisten oluşması zorunluluğu,
  • Federal devlette mutlaka yerinden yönetim ilkesinin hayata geçilmiş olmasıdır.

Birden fazla bağımsız devletin, kendi hukukî kişiliklerini koruyarak bir uluslararası antlaşmayla kurdukları ve daha çok ortak savunma veya ekonomik nedenlerle oluşturulan devletler topluluğunu ifade eden konfederasyonlar gerçekte bir devlet biçimi değildirler. Konfederasyona üye devletler arasındaki hukukî bağ gevşek olup, konfedere devletler kendi istekleriyle bu topluluk yapısı içinden istedikleri zaman ayrılabilmektedirler.

Siyasi Sistemler

Toplumdaki yöneten–yönetilen ilişkisinin kurulmasını, devamlılığını ve yönlendirilmesini gerçekleştirmeye çalışan siyasî kurumların anlamlı bütünü olarak tanımlayabileceğimiz siyasî sistemler açısından “katılım” ve “çoğulculuk” ölçüt kavramlardır.

Bu iki ölçüt kavramı kullanarak bir sınıflandırma yapan, J. Juan Linz’e göre, dört tip siyasal sistem söz konusudur.

  • Buna göre;
  • Geleneksel sistem,
  • Totaliter sistemler
  • Otoriter sistemler
  • Demokratik sistemler

Kelime anlamı itibarıyla halkın iktidarı/yönetimi anlamına gelen demokrasi terimi bugün bir siyasal sistem olarak algılanmakta ve kullanılmaktadır. Normatif olarak demokrasi bir ideali yansıtmakta ve halkın tümünün arzularına uygun bir sistem olarak tanımlanmaktadır.

Ampirik ya da bir diğer deyişle uygulamaya dayanan bu demokrasi teorisine göre, bir ülkedeki insan topluluğunun çoğunun gereksinimlerini ve isteklerini karşılayabilen bu demokratik sistemlerin olmazsa olmaz bazı koşullara sahip olması gerekmektedir. Bu koşulları;

  • Etkin siyasal konumların seçimle işbaşına gelmesi,
  • Düzenli aralıklarla serbest seçimlerin yapılması,
  • Çok partili bir siyasal yaşamın oluşturulması,
  • Muhalefet partilerinin de bu sistem içinde iktidar olabilme olanağının bulunması,
  • Temel kamu haklarının tanınması ve güvence altına alınması olarak özetlemek mümkündür.

Demokratik devletlerin yönetim anlayışları bakımından belli ölçülerde birbirinden ayrılan dört tarzı bulunmaktadır. Bunlardan üçü bir biçimde yönetenyönetilen ilişkisi üzerine kurulu olan temsilî demokrasi, yarı–temsilî demokrasi ve yarı doğrudan demokrasi iken; dördüncüsü yöneten–yönetilen kurgusunu teorik olarak tamamen ortadan kaldıran doğrudan demokrasidir.

Temsilî demokrasi, egemenliğin sahibi olan milletin bunun kullanılmasını kendi seçtiği temsilciler ve bu temsilcilerin oluşturduğu organlar eliyle kullanması esasına dayanmaktadır. Yarı–temsilî demokrasi ise temsilî demokrasi ile yarı–doğrudan demokrasi arasındaki bir aşama olarak kabul edilebilir. Halk egemenliği anlayışına dayanan yarı–doğrudan demokrasi, temsilî ve doğrudan demokrasinin uzlaştırılmasıyla ortaya çıkan demokratik bir yönetim tarzıdır. Saf demokrasi olarak da adlandırılan doğrudan demokrasi temsil esasına dayanmamaktadır. Bu yönetim tarzında yöneten–yönetilen ilişkisi kalmadığı için halk aynı zamanda hem kural koyucu hem de bu kuralı yürüten ve ona muhatap olan özne durumundadır.

Siyasi Partiler

Günümüz siyasî sistemlerinin en önemli unsurlarını oluşturan siyasî partiler, demokrasilerin olmazsa olmazını meydana getirmektedirler. Siyasî partiler, bir ülkenin siyasî sisteminin nitelendirilmesi ve değerlendirilmesi bakımından önemli yere sahip olduğundan her iki kavram arasında birbirini de etkileyecek biçimde karşılıklı bir ilişki bulunmaktadır.

Merkezî ve yerel düzeyde kurulmuş, siyasî iktidarı elde ederek kullanmayı amaçlayan, bunun için de halkın desteğini sağlamaya çalışan, sürekli ve örgütlü yapı olarak tanımlayabileceğimiz siyasî partilerin dört ana işlevi bulunmaktadır. Bunları şu başlıklar altında özetlersek;

  • Toplumdaki dağınık düşünce, görüş ve eğilimlere açıklık kazandırarak benzer görüşleri birbiriyle kaynaştırmak,
  • Seçimlerde aday göstermek yoluyla iktidarı kullanacak ve sorumluluk yüklenecek kadroların seçmenlere tanıtılmasına yardımcı olmak,
  • Seçim yarışı sonucunda çoğunluğu elde edenleri iktidara taşımak ve aynı zamanda azınlıkta kalanları da sistem içinde muhalefet olarak konumlandırmak,
  • Geleceğin yönetici kadrolarını yetiştirecek eğitimi vermek.

Siyasî partiler, kendi aralarında kurdukları ilişkiler bakımından değişik yapıdadırlar. Her ülkede partilerin sayısı, boyutları, kurdukları ittifaklar çerçevesinde göreceli bir istikrarlı yapı meydana getirirler. Bu yapı ve ilişkiler ağının bütününe parti sistemi denmektedir. Parti sistemi kavramının ele alınışı bakımından çok partililik ve yarışma esasları ön plana çıkarılmaktadır. Buna göre, “çok partili”, “iki partili” ve “bir partinin üstünlüğüne dayanan” kategorilerden bahsetmek mümkündür.

Seçim Kavramı ve Seçim Sistemleri

Temsilî siyasal sistem, yurttaşların kamu işlerinin yönetilmesine belli ölçüde katılımını gerektirmektedir.

Demokratik toplumlarda iktidarın kaynağı, halkın uzlaşmasına dayanmaktadır ki; bu uzlaşmanın aracı da belli aralıklarla yapılan serbest seçimlerdir.

Seçimle ilgili ilk sorun kimlerin seçmen olacağıdır. Seçim kavramına ilişkin bir diğer önemli kavram da seçimin eşitliği ve seçme hakkının gizli oluşudur.

Seçimin eşitliği, her seçmenin eşit ve tek oy hakkının bulunması demektir. Gizlilik esası ise seçmenin oy hakkını herhangi bir baskı altında kalmadan kullanabilmesini ifade etmektedir.

Seçim sistemleri çoğunluk esası veya orantılı esas olmak üzere iki sistem üzerine şekillendirilmektedir. Çoğunluk esası da kendi içinde “tek isimli tek turlu çoğunluk sistemi”, “tek isimli iki turlu çoğunluk sistemi” ve “listeli çoğunluk sistemi” olarak üç ana seçim modeline kaynaklık etmektedir.

  • Tek isimli tek turlu çoğunluk sistemi
  • Tek isimli iki turlu çoğunluk sistemi
  • Listeli çoğunluk sistemi

Orantılı ya da bir diğer ifadeyle nispi seçim sistemi ise yasama organı temsilciliklerinin seçime katılan partilerin listeleri ve/veya bağımsız adaylar arasında aldıkları oy oranına göre paylaştırılması esasına dayanmaktadır.

Hükümet Sistemleri

Hükûmet sistemleri, siyasî iktidarın içine yerleştiği yasama ve yürütme erklerinin karşılıklı ilişkilerinin belirginleştirdiği yönetim örüntülerinin bir bütünü olarak tanımlanabilir. Bu yüzden bağımsızlığı ve tarafsızlığı esas olan yargı erkinin hükûmet sistemleri tartışmasında yeri hiçbir zaman olmamıştır.

Kural koymak, bütçe kanununu çıkarmak ve yürütme organını denetlemek biçiminde özetleyebileceğimiz işlevleri yerine getiren yasama organı yapısal olarak tek meclisli veya çift meclisli bir biçime sahip olabilmektedir.

Üniter devletler de çift meclisin ortaya çıkışının “aristokratik”, “demokratik” ve “sosyo–ekonomik” olmak üzere üç temel nedeni bulunmaktadır.

Yasama organının koyduğu kuralları yürütmek, idarî örgütlenmeyi sağlamak, iç ve dış siyaseti belirleyerek bunu hayata geçirmek ve kanun tasarısı sunmak yoluyla yasama sürecine katılmak gibi işlevleri yerine getiren yürütme organı, “tek yapılı”, “iki başlı” ve “ortaklaşa” yürütme olarak adlandırabileceğimiz üç türlü biçimsel yapıya sahip olabilmektedir.

Devletin birbirinden farklı işlevlerinin farklı organlarca yerine getirilmesini ve bu işlevleri yerine getiren organların birbirlerinin faaliyet alanlarına karışmamasına dayanan erkler ayrılığının sert ve yumuşak biçimde gerçekleşmesine göre değişik hükûmet modelleri ortaya çıkmıştır.

Erklerin sert ayrılığı esasına göre biçimlenen hükûmet biçimi başkanlık sistemi olarak adlandırılmaktadır.

Erklerin yumuşak ayrılığının tipik örneğini parlamenter sistem meydana getirmektedir. Parlamenter sistem, yasama ve yürütme erkleri arasındaki yoğun işbirliği ve işbölümü esasına dayalıdır. Sistemin temel özelliklerini şöyle maddeleştirmek mümkündür:

  • Parlamenter sistemde yürütme iki başlı olup, birinci kısmı devlet başkanı, ikinci kısmı ise hükûmet oluşturmaktadır.
  • Parlamenter sistemde yasamaya karşı siyasal sorumluluk hükûmete ait olup, devlet başkanı siyasal olarak sorumsuzdur.
  • Parlamenter sistemde asıl icra organı bakanlar kurulu olup, devlet başkanının anayasal yetkileri törensel ve semboliktir.
  • Parlamenter sistemde yasamanın güvenoyunu dengelemek üzere hukukî bir araç olarak yürütmenin yasamayı feshedebilmesi öngörülmüştür.

Yumuşak erkler ayrılığı ile sert erkler ayrılığının bir karması olarak nitelendirebileceğimiz yarı–başkanlık sistemi ise her iki hükûmet modelinden belli özellikleri bünyesinde toplamıştır. Bir ülkede yarı–başkanlık sisteminin kurgulanabilmesi için üç ana ölçütün varlığının işaret edilmesi gerekmektedir. Bu ölçütleri özetlersek;

  • Halk tarafından doğrudan seçilen bir devlet başkanlığının bulunması,
  • Devlet başkanının anayasaca tanınmış güçlü yetkilere sahip olması,
  • Yürütmenin ikinci ayağı olarak yasama organının güvenine dayanan bir hükûmetin var olması gerekmektedir.