İDARE HUKUKUNA GİRİŞ - Ünite 8: İdârenin Denetlenmesi ve Mâli Sorumluluğu Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: İdârenin Denetlenmesi ve Mâli Sorumluluğu

Ünite 8: İdârenin Denetlenmesi ve Mâli Sorumluluğu

Giriş

Anayasamıza göre, Devletimiz hukuk devletidir ve bu

niteliği değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez.

Diğer taraftan idâre hukukumuzun en önemli ilkelerinden

bir tanesi, idârenin kanuniliği ilkesidir. Bu iki ilke

gereğince, üstün ve ayrıcalıklı yetkilerle donatılmış olan

idârenin denetlenmesi ve gerektiğinde sorumluluğuna

gidilmesi zorunludur.

Denetleme Kavramı ve İdârenin Yargısal

Denetlenmesi

Denetleme Kavramı

Sosyal bilimlerde denetim denince, örgütün beklenen

başarı ölçütlerine ne kadar ulaştığını belirlemek üzere bu

ölçütlerle yapılan işlerin karşılaştırılması, yapılan

işlemlerin örgütsel amaçlara ve hukuka uygunluğunun

araştırılması anlaşılır. İdâre de nihayetinde bir örgüttür.

Böyle olunca idârenin işlerinin plan ve programlara uygun

ve verimli bir biçimde yürüyüp yürütülmediğinin

denetlenmesi gerekir. Bu anlamda denetim yöneticilerin

temel görevlerinden biridir.

İç hukuktaki idârenin denetlenme yol ve yöntemlerini,

hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesine hizmet etmesi

açısından idârenin;

• Yargısal denetimi ve

• Yargı dışı yollardan denetimi olmak üzere ikiye

ayrılabilir.

İdârenin Yargısal Denetimi

İdârenin yargısal denetimi, yapılan idârî işin hukuka

uygunluğunun yürütme ve idâreden yansız ve bağımsız

mahkemeler tarafından denetlenmesidir. Bu denetim

sonucunda çıkan “hüküm”, kanun yolları tüketildikten

sonra “kesin hüküm” halini alır ve bu kesinleşmiş hükme

karşı olağanüstü yargı yolları dışında başka hiçbir

mahkemede yeniden başvuru yapılamaz. İdârenin yargısal

denetiminde başlıca iki sistem bulunmaktadır:

• Birincisi, Anglo-Sakson ülkelerinde uygulanan

“yargı birliği” sistemidir.

• Diğeri de Fransa ve Türkiye gibi Kara Avrupası

hukuk sistemi içinde yer alan ülkelerde uygulanan

“yargı ayrılığı” sistemidir.

İdârenin Yargısal Olmayan Yollardan Denetimi

İdârenin yargı dışı denetimi;

• İdarî denetim,

• Siyasî denetim ve

• Kamuoyu denetimi olmak üzere üç farklı yoldan

yapılır.

İdârenin İdâre Tarafından Denetlenmesi

İdârenin idâre tarafından denetlenmesine kısaca idârî

denetim denmektedir. İdârî denetim, yürütme organı

içinde yer alan makamlar tarafından denetlenmesi işidir.

İdârî denetim çeşitli biçimlerde karşımıza çıkabilmektedir.

Bunlar;

• İç idârî denetim ve

• Dış idârî denetimdir.

İç Denetim; bir idârî birimin kendi kendini

denetlemesidir. Dört şekilde gerçekleşir ve kısaca şöyle

açıklanabilir:

• İdârenin Kendini Denetlemesi: İdârî işlem veya

eylemden zarar gören kişiler, bu işlem veya eylemi

gerçekleştiren idârî makama başvurarak işlemin

geri alınmasını, kaldırılmasını, değiştirilmesini,

iptal edilmesini, eyleme son verilmesini veya varsa

zararlarının giderilmesini isteyebilir. Yapılan

başvurular, başvurunun konusu olan idârî işlemin

veya eylemin, o işlem veya eylemi yapan idâre

tarafından denetlenmesini hedeflemektedir.

Başvuru üzerine idârî makam, kendi yaptığı işlem

veya eylemin hukuka uygunluğunu veya

yerindeliğini tekrar inceleyebilir. Hakkının ihlal

edildiğini iddia eden ilgili kişi idâreye başvurarak,

uğramış olduğu zararın sulh yoluyla giderilmesini

de dava açma süresi içinde isteyebilir. Buna da

uzlaşma denir.

• Hiyerarşik Denetim: Üstün ast üzerindeki denetimi

olarak ifade edilen hiyerarşik denetimde, hukuka

uygunluk ve yerindelik denetimi yapılır. Hiyerarşik

denetim kendiliğinden veya başvuru üzerine

yapılabilir. Eğer başvuru üzerine yapılırsa, bu

başvuru dava açma süresini durdurur.

• Organik İdârî Denetim: Her kamu tüzel kişiliğinin

içerisinde bulunan denetleme organlarının yaptığı

denetime, organik idârî denetim denmektedir.

Organik idârî denetim, aynı tüzel kişilik içinde yer

alan bir organın yapmış olduğu işlemin yetkili

başka bir organ tarafından denetimidir.

• 5018 Sayılı Kanuna Göre Kurulan İç Denetim

Birimlerince Yapılan Denetim: İlgili Kanun

maddesine göre iç denetim, kamu idâresinin

çalışmalarına değer katmak ve geliştirmek için

kaynakların ekonomiklik, etkililik ve verimlilik

esaslarına göre yönetilip yönetilmediğini

değerlendirmek ve rehberlik yapmak amacıyla

yapılan bağımsız ve nesnel güvence sağlayan

danışmanlık faaliyetidir. Bu faaliyetler, idârelerin

yönetim ve kontrol yapıları ile malî işlemlerinin

risk yönetimi, yönetim ve kontrol süreçlerinin

etkinliğini değerlendirmek ve geliştirmek yönünde

sistematik, sürekli ve disiplinli bir yaklaşımla ve

genel kabul görmüş standartlara uygun olarak

gerçekleştirilir. İç denetim, iç denetçiler tarafından

yapılır.

Dış Denetim; bir idârî birimin, bir başka kamu kurumu

tarafından denetlenmesine denir. Dış denetim ikiye ayrılır:

• Vesayet Denetimi: Yerinden yönetim

kuruluşlarının, kendi dışındaki bir başka idârî birim

HUK103U-İDÂRE HUKUKUNA GİRİŞ

Ünite 8: İdârenin Denetlenmesi ve Mâli Sorumluluğu

2

tarafından yasanın gösterdiği sınırlar içinde

denetlenmesidir.

• Özel Denetim Kuruluşlarının Yapılan Dış Denetim:

Özel yetkili denetim kuruluşları tarafından idâre

üzerinde yapılan denetime özel denetim

denmektedir. Özel denetim, Vesayet makamı

olmayan ve denetim konusunda uzman birimlerce

yapılan denetimdir.

Türkiye’de özel denetim yapan diğer uzman kuruluşlar;

• Devlet Denetleme Kurulu,

• Sayıştay,

• Kamu Denetçiliği Kurumu,

• Bilgi Edinme ve Değerlendirme Kurulu ile

• İnsan Hakları Kurulu’dur.

Devlet Denetleme Kurulunca Yapılan Denetim: Devlet

Denetleme Kurulunun kuruluş yasası, 703 sayılı KHK ile

yürürlükten kaldırılmış, Anayasa değişikliğine uygun

olarak, 5 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle, yeni

hükümet sistemine uygun olarak yeni baştan

düzenlenmiştir. Cumhurbaşkanı, devletin başı olarak bu

kurul sayesinde idâre cihazının yanında, bazı sivil toplum

kuruluşlarını da denetleyebilmekte ve belirlediği ölçütler

doğrultusunda yönlendirebilmektedir. Kurul kendiliğinden

araştırma ve inceleme yapamaz, Cumhurbaşkanı

tarafından açıkça görevlendirilmesi gerekli ve zorunludur.

Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’nca Yapılan

Denetim: 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, gerçek

ve tüzel kişilere, kamu kurum ve kuruluşları ile kamu

kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının sahip oldukları

her türlü bilgi ve belgeye erişim hakkı amacıyla başvuru

yapma hakkını tanımıştır.

İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunca Yapılan Denetim:

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanununun 8.

maddesine göre kurulan İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu,

Bu (6701 sayılı) Kanunla ve diğer mevzuatla verilen

görevleri yerine getirmek ve yetkileri kullanmak üzere,

idari ve mali özerkliğe sahip, özel bütçeli ve kamu tüzel

kişiliğini haiz, Cumhurbaşkanının görevlendireceği bakan

ile ilişkili Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu

kurulmuştur. Cumhurbaşkanı bu teşkilatın yönetimi ile

ilgili yetkilerini gerekli gördüğü hallerde bakan vasıtasıyla

kullanabilir. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu;

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanlığı ile

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulu olmak üzere iki

organdan oluşmaktadır.

Siyâsî Denetim: İdârenin TBMM Tarafından

Denetlenmesi

Siyâsî denetim, yasama organı olan Türkiye Büyük Millet

Meclisi tarafından yapılan denetimdir. Bu denetim ya

doğrudan TBMM tarafından yapılmakta ya da dolaylı

olarak Sayıştay ve Kamu Denetçiliği aracılığıyla

yapılmaktadır. Böyle olunca siyasî denetimi de;

“Doğrudan siyasî denetim” ve “Dolaylı siyasî denetim”

olmak üzere ikiye ayırıp incelemek gerekmektedir.

Doğrudan Siyasî Denetim: Doğrudan siyasî denetim

denince anlaşılması gereken, parlamentonun bir başka

kuruma veya devlet organına gerek duymadan kendi genel

kurulunu veya komisyonlarını kullanarak idâreyi

denetlemesi anlaşılır. Bu tür siyasî denetim,

Cumhurbaşkanlığı sisteminde sırasıyla;

• Yazılı soru,

• Genel görüşme,

• Meclis araştırması,

• Meclis soruşturması,

• Dilekçe komisyonu aracılığıyla veya

• İnsan hakları inceleme komisyonu aracığıyla

yapılan siyasî denetim olmak üzere altı biçimde

gerçekleşmektedir.

Dolaylı Siyasî Denetim: Sayıştay aracılığıyla veya Kamu

Denetçiliği Kurumu aracılığıyla yapılan denetimler ise

dolaylı denetim yoludur. Türkiye Büyük Millet Meclisinin

kendisine bağlı veya kendisi adına denetim yapan kamusal

kuruluş veya makamlar aracılığıyla idâre üzerinde yaptığı

denetime dolaylı siyasî denetim denmektedir. Bu tür siyasî

denetim ya Sayıştay aracılığıyla yapılmakta ya da Kamu

Denetçiliği Kurumu aracılığıyla yapılacaktır.

Sayıştay Aracılığıyla Yapılan Denetim: Anayasanın 160.

maddesine göre Sayıştay, merkezi yönetim bütçesi

kapsamındaki kamu idâreleri ile sosyal güvenlik

kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye

Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların

hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla

verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini

yapmakla görevlidir.

Kamu Denetçiliği Kurumu Aracılığıyla Yapılan Denetim:

Bazı ülkelerde idâre “ombudsman” (kamu hakemi),

médiateur (arabulucu) gibi kamu denetçileri tarafından

denetlenebilmektedir. 6328 sayılı Kanunun 5. maddesine

göre, Kamu Denetçiliği Kurumu, idârenin işleyişi ile ilgili

şikâyet üzerine, idârenin her türlü eylem ve işlemleri ile

tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet

anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk

yönlerinden incelemek, araştırmak ve idâreye önerilerde

bulunmakla görevlidir. İlgili Kanun maddesine göre,

hiçbir organ, makam, merci veya kişi, Başdenetçiye ve

denetçilere görevleriyle ilgili olarak emir ve talimat

veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde

bulunamaz. Başdenetçi ve denetçiler, görevlerini yerine

getirirken tarafsızlık ilkesine uygun davranmak

zorundadır.

Kamuoyu Denetimi

Kamuoyu denetimi, idârenin her çeşit toplum kümesi

tarafından örneğin sivil toplum örgütleri, medya, kamu

kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, sendikalar vb.

tarafından denetlenmesidir. Kamuoyu denetimi, bazen

yargısal denetimden bile daha etkili olabilmekte, daha

olumlu sonuçlar doğurabilmektedir. Kitlesel iletişim

(medya) demokratik toplumlarda idâre üzerindeki en etkin

araçlarından birisidir. Kitlesel iletişim, yönetenlerle

HUK103U-İDÂRE HUKUKUNA GİRİŞ

Ünite 8: İdârenin Denetlenmesi ve Mâli Sorumluluğu

3

yönetilenler arasında bir çeşit aracıdır. İletişimin geliştiği,

farklı görüşlerin ifade edildiği ortamlarda kamuoyu,

idârenin uygulamalarını eleştirdiği gibi, yapılan hukuka

aykırılıkları ve yolsuzlukları da ortaya çıkarır. Bu yüzden

demokratik toplumlarda kitlesel iletişim, “dördüncü

kuvvet” olarak adlandırılır.

İdârenin Mâli Sorumluluğunun Tabi Olduğu

Hukuk Dallarına Göre Türleri

Mâli Sorumluluk Kavramı

Mâli sorumluluğa, çoğu zaman, “hukukî sorumluluk” da

denmektedir. Mâli (hukukî) olarak sorumluluğun,

birbirlerinden farklı iki anlamı bulunmaktadır: Birincisi

alacaklının borçluya ait malvarlığına zora başvurarak

alacağın yerine getirilmesini sağlama gücünü ifade

etmektedir. İkincisi ise, genel davranış kurallarına veya

kendisine ait olan bir borca aykırı davranan kişinin, bu

eylemi ile verdiği zararı tazmin etme zorunluluğu

anlamına gelmektedir. İkinci anlamı ile sorumluluk

tazminat borcunun kaynağıdır.

Sorumluluk kavramının temelinde yatan düşünce, “herkes

neden olduğu zararları gidermek zorundadır” prensibine

dayanmaktadır. Hukuk devleti ilkesinin gereği olan

idârenin mâli sorumluluğu; birey için bir hukukî koruma

alanı olarak varlık göstermesi nedeniyle aynı zamanda

hukuk devleti ilkesinin de ayrılmaz bir parçasıdır.

İdârenin Mâli Sorumluluğunun Tabi Olduğu Hukuk

Dallarına Göre Türleri

İdâre, çoğu zaman idâre hukuku kapsamında, bazen özel

hukuk kapsamında faaliyette bulunmaktadır. Dolayısıyla

idârenin mâli sorumluluğunu da idârenin faaliyetinin tabi

olduğu hukuk dalına göre ikiye ayırarak incelemekte fayda

vardır. Bu ayırımda, idâre adına yapılan işlem, eylem veya

idâre ile hukukî ilişki kurulan olayın muhatapları ile idâre

arasında hukukî eşitlik bulunup bulunmadığıdır.

Anayasanın 125. maddesindeki “İdâre, kendi eylem ve

işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür”

hükmü, idârenin her iki hukuk dalına ait sorumluluğunun

Anayasal dayanağını oluşturmaktadır.

İdârenin Özel Hukuka İlişkin Mâli Sorumluluğu: Bu

sorumluluğa, idârenin medenî sorumluluğu da denir. Bu

en geniş anlamıyla, idârenin, özel hukuk öznesi olarak

diğer kişilere özel hukuk alanında verdiği zararı

karşılaması demektir. İdârenin özel hukuka ilişkin mâli

sorumluluğunun kaynakları;

• İdârenin özel hukuka göre yapmış olduğu

sözleşmeler,

• İdâre tarafından gerçekleştirilen özel hukuka ilişkin

eylemler ve

• İdâre lehine gerçekleşen sebepsiz

zenginleşmelerdir.

İdârenin Özel Hukuk Hükümlerine Göre Yaptığı

Sözleşmelerden Kaynaklanan Sorumluluğu: İdârenin özel

hukuka göre yaptığı sözleşmelerden kamu ihale

sözleşmeleri, abonman sözleşmeleri, yap-işlet-devret

sözleşmeleri, yap-işlet sözleşmeleri ve diğer özel hukuk

sözleşmelerinden doğan borçlar idârenin yerine getirmekle

yükümlü olduğu borçlardan olup, idâre bu açıdan sorumlu

tutulur.

İdârenin Özel Hukuk Hükümlerine Göre Yaptığı

Eylemlerinden Kaynaklanan Sorumluluğu: İdârenin özel

hukuk kapsamındaki bir diğer sorumluluğu, eylemleridir.

Bu anlamda idârenin eylemleri, idâre tarafından kişilerin

şahıs varlıklarına veya malvarlıklarına zarar verilmesidir.

İdârenin eylemlerinden kaynaklanan mâli sorumluluğu;

• Kusura dayanan haksız fiil sorumluluğu ve

• Kusura dayanmayan sorumluluk olmak üzere ikiye

ayrılmaktadır.

İdârenin Kusura Dayanan Haksız Fiil Sorumluluğu:

İdârenin gerçekleştirdiği haksız fiillere fiilî yol denir. Fiilî

yol, idârenin mülkiyet hakkına ve kamu özgürlüklerine

ağır ve hukuk dışı bir tutumla müdahelesi durumunda

ortaya çıkar. Bu zararlardan idâre mâli açıdan sorumludur.

Bu davalar adlî yargıda görülür.

İdârenin Kusura Dayanmayan Özel Hukuk Sorumluluğu:

Kusura dayanmayan sorumlulukta ise idârenin haksız fiil

(fiilî yol) olarak nitelendirilmeyen eylemlerinden doğan

zararlarından sorumlu olmasıdır. Bu tür sorumluluğa

idârenin özel hukuka ilişkin objektif sorumluluğu

(kusursuz sorumluluk veya sebep sorumluluğu) da denir.

İdârenin bu sorumluluğunda, kusur dışında haksız fiil

sorumluluğunun bütün öğeleri aranır.

İdârenin Lehine Gerçekleşen Sebepsiz Zenginleşmelerden

Dolayı Sorumluluğu: İdâre lehine bir sebepsiz

zenginleşmeden söz edebilmek için, bir malvarlığı

değerinin idârenin malvarlığına geçmesi veya idârenin

malvarlığından çıkması gereken bir malvarlığı değerinin

çıkmaması gerekir. Aksi durumlar, sebepsiz zenginleşme

kavramıyla açıklanamaz.

İdârenin İdâre Hukukuna İlişkin Mâli Sorumluluğu: Bu

sorumluluk veya kısa ifadesiyle “idârî sorumluluk”,

idârenin taraf olduğu ve kamu hukuku çerçevesinde ortaya

çıkan dolayısıyla da idârî yargıda çözümlenen mâlî

sorumluluğudur.

İdârenin sorumluluğu; idârenin bir kişiye verdiği zararın,

idârenin malvarlığından bazı değerlerin zarar gören kişinin

malvarlığına aktarılmasıyla tazmin edilmesi demektir.

İdârenin kamu gücü ve ayrıcalıklarıyla donatılmış

faaliyetlerinden zarar gören kişiler zararlarınıidâre

hukukuna göre idâreden talep ederler ve bu konudaki

tazminat davaları idârî yargıda karara bağlanır. İdârî

sorumluluğun kaynağı üç tanedir:

• İdarî sözleşmeden kaynaklanan sorumluluk,

• İdârenin kusur sorumluluğu,

• İdârenin objektif sorumluluğu.

İdârî Sözleşme Nedeniyle İdârenin Sorumluluğu: İdâre

kusurlu davranışıyla, keyfi kararıyla, idârî sözleşmenin

HUK103U-İDÂRE HUKUKUNA GİRİŞ

Ünite 8: İdârenin Denetlenmesi ve Mâli Sorumluluğu

4

diğer tarafına zarar verirse bunu tazmin etmek zorundadır.

Bunun dışında idârî sözleşmeler nedeniyle idârenin

sorumluluğu üç olasılık çerçevesinde gerçekleşir. Birinci

olasılık, sözleşmenin karşı tarafının, sözleşmede

öngörülmeyen bazı edimleri kendiliğinden sunmuş

olmasıdır. İkinci olasılık, Fait Du Prince durumudur.

Sözleşmeden doğan idârî sorumluluk, fait du prince’den

(egemenlik olgusundan) kaynaklanabilir. Üçüncü olasılık,

öngörülemezlik (İmprevision) kuramı çerçevesinde

gelişen durumlardır.

Fait Du Prince; idârî sözleşmenin koşullarının, idârenin

sözleşme yapma yetkisi dışındaki başka bir yetkisine

dayanarak aldığı karar veya yaptığı işlemleriyle

ağırlaşmasıdır. Özel şirketin bu zararının karşılanması için

kullanılan ilkeye “fait du prince” ilkesi denir.

Öngörülmezlik (İmprevision) Kuramı; Sözleşmenin

taraflarının iradesinden bağımsız olarak ortaya çıkan,

sözleşmenin yapıldığı zamanda öngörülemeyen olaylar

sebebiyle, sözleşmecinin olağandışı şekilde ağırlaşan

yükünün bir kısmının idâre tarafından karşılanmasını ifâde

eder.

İdârenin Kusur Sorumluluğu: İdârenin hukuka aykırı bir

eylemi veya işlemiyle yol açtığı zararı tazmin etmesidir.

Bu kusurlu sorumluluk; İdârî faaliyete ilişkin ortaya çıkan

hizmet kusuru ve Personele ilişkin ortaya çıkan görev

kusuru (görevsel kusur) olarak ikiye ayrılır.

Hizmet Kusuru; bir kamu hizmetinin kurulmasında,

yürütülmesinde ortaya çıkan aksaklıklar veya eksiklikler

şeklindedir. İdârenin tutum ve davranışının hizmet kusuru

olduğunu ispat zarar görene düşer. Hizmet kusuru, nesnel

ve anonim niteliktedir. Genel ve asli bir sorumluluk türü

olması sebebiyle başka bir kusur türüyle birleştiği zaman

öncelikli olarak hizmet kusuruna başvurulur. Hizmet

kusuru; Hizmetin kötü işlemesi, Hizmetin geç işlemesi ve

Hizmetin hiç işlememesi biçimlerinde ortaya çıkmaktadır.

Görev Kusuru; kamu görevlisinin zarar doğuran tutum ve

davranışının görevi sırasında ve göreviyle ilgili biçimde

meydana gelmiş olmasıdır. Bu zarar belli bir kişiye

atfedildiği için anonim değildir. Kamu personelinin vermiş

olduğu zararı devlet tazmin eder, sonrasında devlet

ödediği tazminat için sorumlu kamu görevlisine rücu eder.

Görevle İlgili Olmayan Kişisel Kusur: Kamu personelinin

göreviyle ilgili olmayan kusurlu eylemleri ise özel hukuk

hükümlerine tabidir.

Hizmetten Ayrılabilen Kişisel Kusur: Kamu personelinin,

üstlendikleri kamu hizmetinin gerektirdiği yetkileri

kullanırken kin, garez, husumet gibi duygularla hareket

etmeleri veya suç işlemeleri durumunda ortaya çıkan

kusura, “hizmetten ayrılabilen kusur” denmektedir.

İdâreye kural olarak bir sorumluluk yüklenemez ve bu

davalar adlî yargı alanına girer.

İdârenin Kusursuz Sorumluluğu: İdârenin bazı tutum ve

davranışlarından kaynaklanan zararların, idârenin kusurlu

olup olmadığına bakılmaksızın karşılanması yoluna

gidilmesidir. Bu sorumluluk hali; “Teknik risk

sorumluluğu”, “Sosyal risk sorumluluğu” ve “Kamu

külfetleri karşısında eşitlik ilkesi” gibi durumlarda

karşımıza çıkar.

İdârenin Sorumluluğunun Şartları

İdârenin mâlî sorumluluğunun üç şartı vardır. Bunlar;

İdâreye ait bir davranış, Zarar ve İlliyet bağıdır.

İdâreye Ait Bir Davranış

Zarar verici tutum ve davranış idâreye atfedilecek bir

davranış olmalıdır. Bu davranış; İdârenin özel hukuk

sözleşmeleri, Fiilî yol uygulamaları, Sebepsiz zenginleşme

durumları, İdârenin özel hukuka tabi objektif

sorumluluğunu gerektiren durumlar, İdarî işlemler veya

İdarî eylemler şeklinde karşımıza çıkabilir.

Zarar

İdâreye atfedilen faaliyetleri sonucunda bir kimsenin

malvarlığında (maddi zarar) veya kişilik varlığında

(manevi zarar) bir zarar meydana gelmiş olmalıdır.

İdârenin sözleşmelerinden, idarî işlemlerden, idarî

eylemlerden, fiilî yol uygulamalarından, sebepsiz

zenginleşmelerden veya idâre ile ilişkilendirilebilecek

herhangi bir tutum ve davranışlardan doğan zararların;

idâre tarafından tazmin edilebilmesi için, söz konusu

zararın bir takım şartları taşıması gerekir. Bunlar şöyle

sıralanabilir: Zarar, gerçek ve kesin olmalıdır. Zararın

özel olması gerekir. Zarar, meşru bir menfaat ya da hakka

yönelik olmalıdır. Zarar, maddî ya da manevi nitelikte

olabilir. Zarar, parayla takdir edilebilen bir zarar

olmalıdır. Zarar, anormal olmalıdır.

İlliyet Bağı

İlliyet bağı (nedensellik), iki olay arasındaki sebep-sonuç

ilişkisinden ibarettir. Bir olay diğer bir olayın doğmasına

neden olmuş ise onun sebebi sayılır. İlliyet bağıyla ilgili

oluşacak zarar, idâreye atfedilen davranış sonucu

gerçekleşmiş olmalıdır. Aksi takdirde idâre sorumlu

tutulamaz.

İdârenin Mâli Sorumluluğunu Ortadan Kaldıran

veya Azaltan Haller

İdârenin mâlî sorumluluğunu ortadan kaldıran veya

azaltan haller altı tanedir. Bu hallerde idâre ortaya çıkan

zarardan dolayı sorumlu tutulamaz. Bu haller şunlardır:

• Tazmini gereken bir zararın bulunmaması,

• Zararın zarar gören kişinin kendi rıza veya tutum

ve davranışından (kusurundan) kaynaklanması,

• Zararın 3. bir kişinin eyleminden doğması,

• Zararın kesin, önlenemez nitelikteki olağanüstü bir

olaydan (mücbir sebepten) meydana gelmesi,

• Zararın ani, umulmayan veya o sırada bilinmeyen

olaylar sonucu meydana gelmesi,

• Zarar ile idârenin faaliyeti, davranışı arasında bir

illiyet bağının olmaması.