II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI - Ünite 2: Edebiyat-ı Cedide Şiiri Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Edebiyat-ı Cedide Şiiri
Edebiyat-ı Cedide Şairleri
Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Ali Ekrem, Hüseyin Siret, Fâik Âli, Celâl Sahir, Süleyman Nazif, Süleyman Nesip ve Hüseyin Suat.
Tevfik Fikret (1867-1915)
1867’de İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesinde Muallim Naci, Muallim Feyzî ve Recaizade Mahmut Ekrem’den edebiyat dersleri aldı. Başta Galatasaray Lisesi ve Robert Kolej olmak üzere çeşitli okul ve kurumlarda öğretmenlik ve müdürlük yaptı. Servet-i Fünûn’da yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1901’de oradan ayrılıp 1903’te Rumelihisarı’nda Âşiyan adını verdiği evini yaptırıp inzivaya çekildi.
1908’de II. Meşrutiyet’in ilânıyla umutlandı ve Hüseyin Cahit ve Hüseyin Kâzım’la Tanin’i çıkarmaya başladı. Buradan ayrılıp önce Galatasaray Lisesinde müdür olarak sonra Amerikan Kolejinde çalıştı. II. Meşrutiyet’in ilanında İttihat ve Terakki’yi önce destekledi, ardından baskıcı idare tarzını ve yolsuzluklarını görünce onları da eleştirdi.
1912’de Meclis-i Mebusânın İttihat ve Terakkî hükûmetince kapatılması üzerine “Doksanbeşe Doğru” şiirini yazdı. 1914’te Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesine “Sancak-ı Şerif Huzurunda” adlı şiiriyle karşı çıktı. Mehmet Âkif, Fikret’in gerek bu şiirine gerekse 1905’te yazdığı “Tarih-i Kadim”e, Süleymaniye Kürsüsü adlı manzum eserinde sert eleştirilerde bulundu. Fikret, Âkif’e “Tarih-i Kadîme Zeyl” şiiriyle karşılık vererek dine, savaşa ve Osmanlı tarihine yönelik saldırılarını sürdürdü. Aynı yıl, çocuklar için kaleme aldığı şiirlerini Şermin adıyla bastırdı. 18-19 Ağustos 1915 gecesi İstanbul’da öldü. Mezarı Âşiyan’ın bahçesindedir.
İlk şiirlerini 1884 yılından itibaren Tercümân-ı Hakîkat gazetesinde yayımlar. 1884-1891 yılları arasında yazdığı bu manzumeler, Muallim Naci etkisinde kaleme alınmıştır. 1891-1895 yılları arasındaki şiirleri Mirsad ve Malûmat dergilerinde çıkar. Bu yıllarda Recaizade Mahmut Ekrem ile Hâmit’in etki alanındadır. 1896’da Servet-i Fünûn dergisinin başına geçmesiyle birlikte, olgunluk dönemine ulaşır. Edebiyat-ı Cedide topluluğu 1901’de dağıldıktan sonra 1908’e kadar adeta inzivaya çekilir. Bu arada II. Abdülhamit ve istibdat aleyhinde şiirler yazar.
Tevfik Fikret, şiir yazmaya Galatasaray Lisesinde öğrenciyken Farsça hocası, şair Muallim Feyzî’nin teşvikleriyle başladı. Muallim Feyzî Efendi, Muallim Naci’nin Tercüman-ı Hakikat ’in kısm-ı edebî sütununu idare etmeye başladığı yıllarda, bu gazetede eski tarzda şiirler yayımlıyordu. Naci’ye yakınlığı nedeniyle, öğrencisi Tevfik Fikret’in şiirlerini de Tercümân-ı Hakîkat ’e gönderdi. Bundan dolayı Fikret ilk şiirlerini, 1884’te Muallim Naci halkasının toplandığı Tercüman-ı Hakikat’ te yayımlamış ve Nazmî takma adını kullanmıştır. Naci-Ekrem tartışmalarından sonra, Naci etkisinden kurtularak Recaizade ve Abdülhak Hâmit’in şiir anlayışına yakın durur. Ancak Fikret’in Naci etkisinden kurtulduğunu gösteren asıl şiirler, 1891’den itibaren Mirsad dergisinde yayımladığı Bahar”, “Ulviyyattan” gibi yeni edalı şiirlerdir. Ardından Malûmat’ta yayımladığı şiir ve makalelerle yeni bir evreye adım atar. 1896’dan itibaren Servet-i Fünûn’un yazı işleri müdürlüğüne geçmekle beraber Mektep, Maarif, Mütâlâa gibi dergilerde de şiirler yayımlamıştır.
1896 yılından sonra, şiirinde olduğu gibi, mizacında ve düşünce dünyasında da bir değişim göze çarpar. O döneme kadar, hayatı seven ve Tanrı’ya inanan şair, 1896’dan sonra giderek karamsarlığa gömülür, Tanrı’ya olan inancını da yitirmeye başlar, bunlara bağlı olarak mizacında gerçeklerden kaçma, hayale sığınma ve içe kapanma eğilimi dikkati çeker. Herhâlde bunun başlıca sebepleri, şeker hastalığı, istibdat idaresi ve içinde bulunduğu Robert Kolej’deki yabancı çevredir. Bu köklü değişim şiirine de yansır.
Mehmet Kaplan Fikret’in şiirlerini tematik bakımdan şöyle sınıflar:
Kendi duyuş tarzını anlattığı şiirler: “Sahâif-i Hayatımdan”, “Süha ve Pervin”, “Peri-i Şi’rime”
Sanatla ilgili şiirler: “Resim Yaparken”, “Kendi Kendime”, “La Danse Serpantine”, “Heykel-i Giryan”, “Dinle Ruhum”
Kötümserlik temasını işleyen şiirler: 1896’dan sonraki “Ukde-i Hayât” ,“Nâdim-i Hayât” ve “Gayyâ-yı Vücûd”
Hayal şiirleri: “Süha ve Pervin”, “Nakş-ı Nazenîn”, “Âşiyân-ı Dil”, “Ne İsterim”, “Bir Ân-ı Huzur”, “Yeşil Yurd” ve “Ömr-i Muhayyel”
Aşk şiirleri: “Eşâr-ı Muhabetten”, “Birlikte”, “Sen Olmasan”,“Şekvâ-yı Firâk”, “Firâk ve Telâkî”, “Belki Hayır”, “Fırsat Yolunda”, “Tesadüf”, “İkinci Tesadüf”, “Son Tesadüf”
Tabiat şiirleri: “Hayran”, “Bir Yaz Levhası”, “Beyaz Yelken”
Halûk’a hitaben yazdığı şiirler: “Halûk İçin”, “Halûk’un Sesi”, “Yarın”, “Halûk’un Bayramı”, “Yine Halûk”. Bu şiirleri daha sonra Halûk’un Defteri (1911) adlı eserinde bir araya getirmiştir.
Kız kardeşi için yazdıkları: “Hemşirem İçin” “Sevgili Hemşireme”
Portreler: “Musset İçin”, “Nijad’a”, “Seza”, “Fuzulî”, “Cenap”, “Nedim”, “Üstad Ekrem”, “Nefî”, “Hâmid”
Merhamet şiirleri: “Hasta Çocuk”, “Vagonda”, “Ramazan Sadakası”, “Verin Zavallılara”, “Sarhoş”, “Çirkin”, “Balıkçılar”, “Nesrin”
Vatan konulu şiirler: “Hasan’ın Gazası”, “Kenan”, “Asker Geçerken”, “Kılıç”
Dinî şiirler: “Tevhid”, “Sabah Ezanında”, “Ramazan”, “Sabah-ı Iyd”, “İnanmak İhtiyacı”
Fikret, Edebiyat-ı Cedide döneminde, kendine özgü bir şiir bulmuştur. Aruzu ustalıkla kullanmakla beraber, kafiye düzeninde yenilikler yapmış, müstezatı genişletmiş, anjambman ve diyaloglarla şiiri düz yazıya yaklaştırmış ve yeni imgeler kullanmaya başlamıştır. Bu şiirlerde bireysel temalar ağırlıktadır.
1903’ten sonra Meşrûtiyet’in ilanına kadar Âşiyan’ına çekilir. Bu yıllarda “Sis”, “Sabah Olursa”, “Mâzi... Âti”, “Bir Lâhza-i Taahhür” gibi istibdat ve II. Abdülhamit karşıtı şiirleri elden ele dolaşmaya başlar. Fikret, bu dönemde sanatsal değil toplumsal/siyasal bir amaca yönelmiştir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Abdülhamit döneminin romanı” olarak değerlendirdiği “Sis”te İstanbul’u nefretle tasvir etmiştir.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, Tevfik Fikret istibdat sona erince umutlanır. İttihat ve Terakkî’yi ve Meşrûtiyet’i öven “Millet Şarkısı”nı yazar. Ardından “Sis”te lanetlediği İstanbul için “Rücû” şiirini yayımlayarak yüceltir ve inkılâp ordusunu över. Ancak İttihat ve Terakkî yöneticilerinin de baskıcı idare tarzını görünce onlara da cephe alır ve “Doksanbeşe Doğru” “Revzen-i Mahlû” ve “Hân-ı Yağma”yı yazar. “Tarih-i Kadime Zeyl” ve “Sancak-ı Şerîf Huzurunda” gibi şiirlerinde dine ve Osmanlı tarihine eleştirilerini ısrarla sürdürür. Hece vezni ile çocuklar için yazdığı şiirleri Şermin adlı kitapta yayımlar.
Fikret, biçim konusundaki titizliğiyle parnasyenlere, duyuş tarzı bakımından romantiklere yakın durur. Şiirde beyit hâkimiyetini kırmış, anlamı ve cümleyi beytin dışına taşımıştır. Diyaloglara yer vererek ve müstezatı daha serbest bir hâle sokarak şiiri düzyazıya yaklaştırmıştır. Kafiye düzeninde klâsik biçimlerin dışına çıkmış, şiirde konu ile aruz kalıpları arasında bir uygunluk aramış ve bunu uygulamaya çalışmıştır. Dili ağırdır ve Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalara şiirlerinde sıkça yer vermiştir.
Eserleri: Rübâb-ı Şikeste (1899), Halûk’un Defteri (1911), Rübabın Cevabı (1911), Şermin (1914), Tarih-i Kadîm (1905)
Cenap Şehabettin (1871-1934)
1871’de Manastır’da doğmuştur. Tıp öğrenimini 1889’da Askerî Tıbbiye’de tamamlamıştır. 1889’da tıp ihtisası için Paris’e gönderilir. Paris’te üç yıl kalıp İstanbul’a döner ve 1914’te emekli olana kadar, çeşitli ülke ve kurumlarda görevlerde bulunur. 1914’te kendi isteğiyle emekli olduktan sonra, önce Dârülfünûn Edebiyat Fakültesinde ders verir. 1920’de Ali Kemal’in çıkardığı Peyam-ı Sabah gazetesinde Millî Mücadele aleyhinde yazılar yazar. Ancak bir süre sonra Millî Mücadele aleyhtarlığından vazgeçer. Cumhuriyet’ten sonra, 26 Eylül 1932’de Birinci Dil Kurultayı’na katılır. 1934’te vefat eden Cenap, Bakırköy Mezarlığı’na defnedilmiştir. Şiire Fikret gibi Muallim Naci halkasında başlar. Bu edebî halkaya, Askerî Tıbbiyede öğrenciyken Şeyh Vasfî aracılığıyla katılır. Yayımlanan ilk şiiri olan “Nazire-i Gazel-i Muallim”, 1885’te “İmdâdü’l-Midâd’da çıkar. 1885-1887 yılları arasında Muallim Naci halkasında, Divan şiiri tarzında şiirler yazan şair 1887’de Tâmât adlı ilk şiir kitabını bastırır. 1887’den itibaren Hâmit ve Recaizade Mahmut Ekrem’in etkisi altına girer. Gülşen ve Sebat dergilerinde yayımladığı şiirlerde Abdülhak Hâmit’e özgü bir eda göze çarpmaktadır.
1889 yılında cilt hastalıkları alanında uzmanlaşması için Paris’e gönderilen Cenap, 1893’e kadar burada kalır ve çağdaş Batı şiirini yakından tanıma imkânı bulur. Empresyonist ve sembolist şairleri, özellikle Verlaine ve Mallarme’yi okur. Mektep dergisi şairliğinde önemli bir evredir. Çünkü bu dönemde yayımladığı şiirlerinde şekil Şarklı ama ruh Garplıdır.
Cenap’ın Servet-i Fünûn’da yayımladığı ilk şiiri “İnkisâr-ı Bâziçe”dir. Haziran 1896’da yayımladığı Terâne-i Mehtâb şiiriyle edebiyatımızdaki Dekadanlar tartışmasına yol açar. Özellikle bireysel ve aşk, tabiat gibi temaları işler. “Son Arzu” ve “Don Juan” şiirlerinde aşkı işler. Tabiat, ölü bir manzara değil, ruhu ve duyguları olan bir canlı gibidir. “Aks-i Mâh”, “Elhân-ı Hazân” , “Elhân-ı Şitâ” bu temadaki bilinen şiirlerdir. Yine şiirlerinde resim ve musiki ile ses ve musiki de önemlidir.
Edebiyat-ı Cedide içinde Batı şiirini yakından tanıyan Cenap şiirde dilin imkânlarını zorlayarak yeni bir şiir dili oluşturmaya çalışmıştır. Şiirlerini hayattayken “Evrâk-ı Leyâl” adı altında bir kitapta toplamak istemişse de bunu yapamamıştır. Bütün şiirleri daha sonra Mehmet Kaplan ve ekibi tarafından Cenap Şehabettin’in Bütün Şiirleri adlı bir kitapta toplanmıştır.
Cenap Şehabettin, 1908’den sonra politika ile ilgilenir. Âşiyân, Hürriyet , Tanin, İçtihat ve Hak gazetelerinde yazılar yayımlar. Kalem adlı dergide “Dahhâk-ı Mazlûm” takma adıyla mizahî yazılar kaleme alır. Yeni Lisan hareketi dolayısıyla Ali Canip Yöntem’le uzun tartışmalara girer. 1915’te makalelerinin bir bölümünü Evrâk-ı Eyyâm adlı bir kitapta toplar. 1917’de Cemal Paşa’nın daveti üzerine Şam’a gider. Bu yolculuk izlenimlerini Sabah gazetesinde “Suriye Mektupları” adı altında yayımlar. 1918’de Süleyman Nazif’le beraber Hadisat gazetesini çıkarır. 1918-19’da Tasvir-i Efkâr gazetesi adına iki kez Avrupa’ya gider. Bu yolculuklara ait izlenimlerini Avrupa Mektupları (1919) adlı kitabında yayımlar. 1920’de Ali Kemal’in çıkardığı Peyâm-ı Sabah gazetesinde yazılar yazar. 1932’de Birinci Dil Kurultayı’na katılan Cenap, bundan sonra dilde sadeleşme düşüncesini benimsemiş, eserlerinde daha sade bir dil kullanmaya başlamıştır.
Eserleri: Şiir: Tâmât (1887); Saadettin Nüzhet Ergun, Cenab Şehabettin , Hayatı ve Seçme Şiirleri (1934); M. Kaplan, İ. Enginün, B. Emil, N. Birinci, A. Uçman, Cenab Şehabeddin’in Bütün Şiirleri (1984) Tiyatro: Yalan (1911) , Körebe (1917); Küçük Beyler (Hüseyin Suat Yalçın’la beraber) Gezi: Hac Yolunda (1909); Avrupa Mektupları (1919); Âfâk-ı Irâk (Tefrika 1914-1916) Makale: Evrâk-ı Eyyâm /1915); Nesr-i Harb, Nesr-i Sulh ve Tiryaki Sözleri (1918); İstanbul’da Bir Ramazan (haz. Abdullah Uçman, 1994) Özdeyiş: Cenap Şahabettin ve Vecizeleri (haz. Mehmet Saka, Vasfi Şensözen, 1959); Tiryaki Sözleri (haz. Orhan F. Köprülü, 1978). Cenap’ın ayrıca inceleme kitapları da vardır.
Ali Ekrem (Bolayır) (1867-1937)
Namık Kemal’in oğludur. Babasından dolayı Midilli, Sakız ve Rodos’ta yaşadı ve çeşitli hocalardan Fransızca, Arapça, Farsça dersleri aldı. Babası 1888’de Sakız’da vefat ettiği gün, Mabeyn-i Humâyun Kâtipliğine atandı. 18 yıl burada çalıştı. Daha sonra çeşitli valiliklerde bulundu. 1913’te edebiyat nazariyeleri dersini vermek üzere Dârülfünûn’da görevlendirildi. 1917’de oğlu Cezmi’nin intiharı üzerine rahatsızlanıp bir süre tedavi gördü. 1919’da Tetkikât-ı Lisâniyye Heyetine başkan seçildi. Üç buçuk yıl Galatasaray Lisesinde öğretmenlik yaptı. 1923- 1933 yılları arasında Dârülfünûnda metin şerhi dersi verdi. 1933’te Telif ve Tercüme Heyetine seçildi. 1937’de vefat etti.
Namık Kemal’in oğlu olması nedeniyle, daha çocuk yaşlarda edebiyatla yakından ilgilenir. İlk şiir denemelerini dokuz yaşında kaleme alır. Şairin ilk yazısı “Dağ” başlıklı bir mensuredir ve Resimli Gazete ’de 1891’de yayımlanmıştır. “Kumru” adlı ilk şiiri aynı yıl Mirsad dergisinde çıkar. Ardından yine Mirsad’da “Bir Validenin Güneş Doğarken Söylenişi” ve “Dağlara” redifli şiirleri yayımlanır. “Var”, “Yâd-ı Cânân”, “Nigâh-ı Cânân” gibi şiirleri de bu dönemin ürünleridir. Şair 1891’de İsmail Safa’nın etkisi altındadır. Bu şiirlerde Divan şiirine özgü bir söyleyiş dikkati çeker. 1894’ten itibaren Malûmât dergisine geçer. Bu dergideki şiirleri, daha yeni bir tarzdadır. Ancak Malûmât 24 sayı sonra kapanınca 1896 yılında Servet-i Fünûn dergisinde yazmaya başlar.
Şair Servet-i Fünûn dergisinde Ayn Nadir takma adını kullanmıştır. Bu dergide, “Nüvide Unvanlı Bir Hikâyeden”, “Serçe”, “Vedâ”, “Şükûfe-i Yâr”, “Gül On Para”, “Kanaryacığım” şiirlerini ve “Elvâh-ı Tabîattan”, “Yeni Beyler” ve “Küçük Şeyler” başlıklı dizi şiirlerini yayımlamıştır. Ali Ekrem’in Edebiyat-ı Cedide evresi, 1896-1900 yılları arasını kapsar. Ancak1900 tarihli 508. sayısında basılan “Şiirimiz” başlıklı yazısı nedeniyle Tevfik Fikret’le anlaşmazlığa düşüp Musavver Malûmât’a geçer. Yani şair şiire 1891’de başlamış, 1896’da Servet-i Fünûn dergisine geçmiş ve ilk şiirlerinden itibaren yenilikçilerin yanında yer almıştır. Şair bu dönemde, esas itibarıyla dil, tema ve şekilce Edebiyat-ı Cedide’nin tarzına uygun manzumeler kaleme almış, şiirlerinde genellikle tabiat, aşk ve ölüm gibi bireysel temaları işlemiştir. Servet-i Fünûn dergisinde çıkan ve 22 şiirden oluşan “Elvâh-ı Tabiattan” dizisi tabiatı ele alır. Şiirlerindeki diğer temalar aşk ve ölümdür. Zılâl-i İlhâm adlı kitabındaki aşk şiirlerinin çoğu 1890-1897 arasında yayımlanmıştır. “Var”, “Yâd-ı Cânân”, “Nigâh-ı Cânân”, gibi aşk şiirlerinde daha çok İsmail Safa’nın ve divan şiirinin etkisi altındadır. Bu şiirlerde sevgili divan şiirine özgü bir güzeldir. “Kabristan”, “Kitâbe-i Seng-i Mezâr”, “Tabut” ise ölüm temasını ele aldığı şiirleridir.
II. Meşrutiyet sonrası, toplumdaki özgürlük havası, bir süre edebiyata da yansımış vatan, millet, özgürlük ve istibdat yönetiminin zulümleri gibi konular eserlerde sıkça işlenmiştir. Ali Ekrem de dönemin bu havasına uyarak 1908’den sonra Edebiyat-ı Cedide’nin bireysel edebiyat anlayışını terk etmiş, toplumsal ve siyasal sorunlara ve millî duygulara ağırlık veren eserler kaleme almıştır. Kırmızı Fesler, Kaside-i Askeriye, Rûh-ı Kemâl, Ordunun Defteri, Ana Vatan bu dönemde yazılmıştır.
Hüseyin Suat (Yalçın) (1867-1942)
İstanbul’da doğdu. 1886’da Mekteb-i Tıbbiyeden mezun oldu. 1893’te tıp alanında uzmanlaşmak üzere Paris’e gitti. 1895’te İstanbul’a döndü. Doktor olarak Anadolu’nun değişik yerlerinde görev yaptı. 1921’de Yunus Nadi ile birlikte Kalem dergisini çıkardı.
Başlangıçta divan şiiri tarzında gazeller yazan şair bu dönemde Nedim, Fuzulî ve Nabî’den etkilenir. Mekteb-i Tıbbiyede Cenap ve onun kardeşi Ali Nusret’le tanıştıktan sonra Hâmit’in şiirlerinden haberdar olur. 1893’te gittiği Paris’te Batı şiirini tanır. 1890’lı yıllardan itibaren şiirlerini Mektep, Malûmât, Mütalâa gibi yenilikçi şairlerin yer aldığı dergilerde yayımlar. 1896 yılında Servet-i Fünûn dergisine geçerek Edebiyat-ı Cedide topluluğuna katılır. Edebiyat-ı Cedide’nin anlayışına uygun şiirlerini ilk kitabı olan Lâne-i Melâl (1910)’de toplamıştır.
Hüseyin Suat, Edebiyat-ı Cedide yıllarında genellikle aşk, tabiat ve ölüm gibi bireysel temaları işlemiştir. Aşk onun şiirlerinde, romantik olmaktan çok cinsel yönüyle öne çıkar. “Senden Sonra”, “Mest ü Müstağrak” bu türden aşk şiirleridir. Tabiat şiirlerinde ise genellikle Edebiyat-ı Cedide tarzında, hayalî bir tabiat tasvir eder. Bu şiirlerine “Leyl-i Şitâ”, “Şeydâ-yı Melâl” şiirleri örnek verilebilir.
Şiirlerinde bir başka önemli tema ölümdür. Bu şiirlerin çoğunu, Hüseyin Suat ilk eşi Saide Hanım’ın genç yaşta ölmesi üzerine yazmıştır. “Rûh-i Pâkine”, “Tedfîn”, “Makberi Dildâr” ölüm temalı şiirlerindendir. Hüseyin Suat, bir melâl şairi olarak tanınır. Şiirlerinde sıklıkla “ağlamak, hüzün, gam, mecrûh, melûl” gibi melâle ilişkin sözcükleri kullanması bu melankolik atmosfere işaret eder. 1908’den sonra mizaha yönelir ve “Gâve-i Zâlim” takma adıyla Mehâsin, Ümmet, Şair Mecmuası, Âşiyân, Kalem, Servet-i Fünûn, Yeni Kalem Dergisi ve Cumhuriyet gazetesinde yayımlamış ve şiirlerinin bir kısmını 1923’te basılan Gâve Destanı ’nda toplamıştır.
Süleyman Nazif (1869-1927)
Diyarbakır’da doğdu. Şiirleri “Edebiyât-ı Cedide Öncesi (1892-1897)”, “Edebiyat-ı Cedide Evresi (1898-1908)” ve “İkinci Meşrutiyet Sonrası” olmak üzere üç dönemde incelenebilir.
Şairliğinin ilk döneminde daha çok Namık Kemal tarzında, vatan temini işleyen şiirler yazar. İlk şiirlerini 1906’da Mısır’da basılan Gizli Figanlar adlı kitabında toplamıştır. Şiirlerin çoğunda vatan sevgisi ve özgürlük düşüncesi dile getirilmiştir. 1897’den itibaren Servet-i Fünûn dergisinde yazmaya başlar. Bu dergide “İbrahim Cehdî” takma adını kullanır. Edebiyat-ı Cedide’nin bireyci sanat anlayışıyla aşk, tabiat ve bireysel ıstırapları dile getiren şiirler yazar. “Peyâm-ı Dûr-â-dûr”, “Menekşe” tabiat şiirlerindendir. Diğer tema aşktır. Bu şiirlerini de Servet-i Fünûn ve İrtikâ dergilerinde yayımlamıştır. “Nazra-i Temâyül”, “İncimâd-I Şebâb” aşk şiirlerindendir. 1908’den sonra, dönemin pek çok şairi gibi, bireysel ıstırapları işlemekten çok, millî duyguları ele alan eserler vermeye başlamıştır. Firâk-ı Irak bu tür eserlerindendir.
Eserleri: Gizli Figânlar, Firâk-ı Irâk, Malta Geceleri gibi manzum eserleri; Bahriyelilere Mektup, Namık Kemal, ElCezire Mektupları, Malûmu İlâm, Batarya ile Ateş, Hazreti İsa’ya Açık Mektup gibi düzyazı eserleri vardır.
Hüseyin Sîret (Özsever)(1872-1959)
İstanbul’da doğdu. Mülkiye Mektebi ve Frerler Mektebinde okumuştur. 1900’de bir siyasi olaya karıştığı için Adıyaman’a sürülür. Oradan da Paris’e kaçıp Jöntürklere katılır. Uzun yıllar gurbette yaşar. Şiire Namık Kemal hayranı olduğu, Mülkiye’de öğrenci olduğu yıllarda ilgi duymuştur. Okulda dönemin genç şairleriyle tanışmış, öğretmenlerinden Mizancı Murat Bey’in Mizan’ını yakından takip etmiştir. Vezinli ve kafiyeli söz söylemeyi, Rıza Tevfik’ten öğrenmiştir. Şairin o dönemde hayran olduğu bir başka şahsiyet Mülkiye’de hoca olan Recaizade Mahmut Ekrem’dir. İlk şiirlerini 1894’ten sonra Mektep, Malûmat ve Maârif dergisinde yayımlar. İlk şiirlerinde biçim ve dil bakımından divan şiirine uyar. Daha sonra ise eski-yeni arasında durur.
1896 yılında Servet-i Fünûn ’a geçer. “Dürdâne-i Garâm”, bu dergide yayımlanmış ilk şiiridir. 1900’de Adıyaman’a sürüldükten sonra şiirlerinde “Ömer Senih” takma adını kullanmıştır. Sîret, Servet-i Fünûn dışında İrtikâ dergisinde de şiirler yayımlar. Şiirlerinin çoğunda aşk, kadın, tabiat ve özlem gibi bireysel temaları işler. 15 yıl gurbette yaşadığı için “özlem ve gurbet” şairi olarak tanınır. İlk eşi Berrin Hanım’ın ölümü üzerine yazdığı “Ölümünden Sonra” şiiri çok beğenilmiştir. Yazılarının bir ksmını 1902’de Jöntürklerin yayın organı olan ve Cenevre’de basılan Osmanlı Gazetesi’nde “Anadolu Mektupları” adıyla yayımlar. İlk kitabı Leyâl-i Girîzân 1904’te Paris’te basılır. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla yurda döner ve Cumhuriyet sonrasında da şiir yazmayı sürdürür.
Fâik Âli (Ozansoy) (1876-1950)
Diyarbakır’da doğdu. S. Nazif’in kardeşidir. Şiirlerinde Hamit etkisi görülür. Şiirlerinde Servet-i Fünûn duyuş ve söyleyiş özellikleri görülür. Şiirlerinde bireysel, aşk, tabiat, ölüm, çocukluk yıllarına duyulan özlem gibi temaları işler. Aruz veznini kullanmıştır. Arapça, Farsça kelime ve tamlamalara sıklıkla yer vermiştir. Diğer Edebiyat-ı Cedide şairleri gibi şiirlerinin çoğunu sone biçimiyle yazmıştır.
II. Meşrutiyet’in ilanıyla çoğu şair gibi, bireyci sanat anlayışından kopar ve eserlerinde istibdat, hürriyet, vatan sevgisi, savaş gibi temaları işlemeye başlar. Midhat Paşa ve Elhân-ı Vatan bu tip şiirlerdendir. Başta Abdülhak Hâmit olmak üzere, Tevfik Fikret ve Cenap’ın gölgesinde kalmış, 1909’da Fecr-i Âti topluluğuna bir süre başkanlık da yapmıştır.
Celâl Sahir (Erozan) (1883-1935)
İstanbul’da doğdu. Servet-i Fünûn’un en genç şairlerindendir. Sanat hayatı; “Edebiyat-ı Cedide Dönemi”, “Fecr-i Âtî Şiirleri”, “Türkçülük Dönemi” ve “Cumhuriyet Sonrası” olmak üzere dört evreye ayrılabilir. Şiir yazmaya 14 yaşında başlamış, ilk şiirlerini çeşitli dergilerde yayımlar. Daha sonra Servet-i Fünûn’a geçti. Kadın, aşk, tabiat, hüzün ve melâl, ölüm gibi temaları işlemiştir. Şiirlerinde en çok kadın ve aşk temine yer veren Celâl Sahir, edebiyatımızda “kadın şairi” olarak tanınır. Bu dönem şiirlerini “Beyaz Gölgeler” de toplamıştır.
1908’den sonra Fecr-i Âtî ardından Millî Edebiyat anlayışını benimsemiş, “Yeni Lisan” hareketini desteklemiş, Türkçülüğü savunmuş, Mehmet Emin’in etkisinde, sade bir dille ve hece vezniyle manzumeler yazmıştır. I. Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine vatan temalı “Gönüllü Türküsü”, “Kafkas Türküsü” gibi halk deyişine yakın şiirler yazmıştır.