II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI - Ünite 5: Metin Çözümlemeleri: Şiir Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Metin Çözümlemeleri: Şiir

Şiir Çözümleme Üzerine

Edebî metinleri çözümlemek, onu meydana getiren birimler arasındaki ilişki ağını tespit etmek; metinden hareketle, onun yazılmasına sebebiyet veren zihniyeti belirlemek; metnin yapısını meydana getiren unsurları çözümleyerek temayı bulmak; dil, anlatım ve ahenk unsurlarını ortaya koymak gibi çalışmalara ihtiyaç gösterir. “Zihniyet” terimi, metnin kaleme alındığı dönemde geçerli olan zevk ve anlayışı da kapsadığına göre Edebiyat-ı Cedide’nin hâkim grup olarak göründüğü dönemin şiir zevki hakkında ön açıklamaya ihtiyaç vardır.

Tanzimat Dönemi’nin başından itibaren, gerek devlet işlerinin düzenlenmesinde gerekse kültür ve sanat faaliyetlerinde Osmanlı İmparatorluğu’nun örnek aldığı ülke Fransa’dır. Bu tesir, edebiyat alanında çok daha belirgindir. Edebiyat-ı Cedide şiiri parnasizm ve sembolizmin tesiri altında dönemin Türkçesinin imkân verdiği duyarlılıkla vücut bulmuştur. Parnas okulunun önemli şairleri Theophile Gautier, Leconte de Lisle, Jose Maria de Heredia ‘dır. Bizde bu okulun ilk ve önemli temsilcisi Tevfik Fikret’tir. Edebiyat-ı Cedide şiiriyle Türk edebiyatına girmeye başlayan bir diğer edebiyat duyarlılığı da sembolizmdir.

Sembolizm, realizmin şiirdeki yansıması olarak görülebilecek parnasçılığa bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Şiirde bireysel duyarlılığı ön plana alan bir akımdır. Tabiat ve dış dünya olduğu gibi değil, kişinin kendi duygularını nesnelere vermesiyle anlatılır. Sembolist şiirde, imgeler ve semboller yardımıyla, kelimelerin geniş bir çağrışım değeri kazanması sağlanır. Sembolist şairler, şiirde musikiye ve ahenge önem verirler. Doğrudan anlatmak yerine sezdirmek esastır. Sembolizm kapalı ve örtülü anlatıma yer verir, alışılmış mısra düzenini serbest nazım lehine bozma eğilimindedir. Edebiyat-ı Cedide’nin Avrupa Edebiyatını en iyi tanıyan şairi Cenap Şehabettin, sembolizmi benimsemişti. Organik şiir, baştan sona birbirini anlam, ses ve söyleyiş bakımlarından tamamlayan birimlerden oluşan şiire verilen addır. Türk edebiyatı bu tarz şiiri Edebiyat-ı Cedide döneminde tanır.

Edebiyat-ı Cedide, 1895-1901 yılları arasındaki döneme verilen addır. Bu dönemde şiir yazan şairler ise başta Tevfik Fikret ve Cenap Şehabettin olmak üzere şöyle sıralanır: Süleyman Nâzif, Ali Ekrem Bolayır, Hüseyin Sîret, Celal Sahir Erozan, Faik Âli Ozansoy, Ahmet Reşit Rey.

Tevfik Fikret’in Sahaif-i Hayatımdan Şiirinin Çözümlemesi

Zihniyet

Bu şiirin merkezinde “ben” vardır. Bu “ben” yaşadığı ruh hâlinin bilincindedir. Onu bilinciyle kavramak ve anlatmak ister. Bu metinde kişi, kendi ruh hâlini problem olarak ele almıştır. “Ben” yaşadıklarından hareketle kendi iç dünyasının bazı özelliklerini şiirin imkânlarıyla ifade etmektedir. Bu metin, insanın ruh hâlinin problem olarak ele alındığı bir dönemde ve yerde kaleme alınmıştır. Dikkat dışa değil, “ben”in iç dünyasına yöneliktir. “Ben” in de kötümser olduğu sözlerinden anlaşılmakta ve sesten sezilmektedir. Artık yaşayan insanın kişisel problemleri ve dikkatleri üzerinde duran bir zihniyet, varlığını sanat eserinde hissettirmektedir.

Yapı

Metni önce ses ve anlam kaynaşmasından oluşan birimlere ayıralım. Çünkü şiirde birim, ses ve anlam kaynaşmasından oluşan ve yalnız başına bir anlam değeri ifade eden parçadır. Konunun ortaya konulduğu ilk iki mısra bir birim olarak ele alınmalıdır.

Metin bir ruh hâlini ifade eden sözlerle başlamakta; bunun nasıl yaşandığı ifade edilmekte; ruh hâlinin sebebi belirtilmekte; böyle bir insanın nasıl ömür sürdüğü bir örnekle somut olarak anlatılmaktadır. Sonra da ben, neticeyi dile getirmektedir. Bu yapı, Divan şiirinden çok farklıdır. “Ben”in bunu nasıl yaşadığı , bunun sebebinin ne olduğu ve nereden kaynaklandığı ifade edilmiştir.

Birimler arasında akli ve organik bir ilişki bulunmaktadır. Bu şiire organik bir metin nazarıyla bakmak gerekir. Yenileşme dönemi şiirimizde temel yeniliklerden biri organik şiir arayışıdır. Bunu da en iyi ve devamlı olarak Tevfik Fikret’in eserlerinde izlemek mümkündür. Bu metinde birimlerin oluşması bakımından da daha önceki şiir metinlerinden farklı bir yapıyla karşılaşılmaktadır. İkinci birim, dokuz mısradan oluşur. Bir metinde dil göstergelerini birbirine bağlayan ve metne bütünlük kazandıran ögeler, dil bilgisi kuralları, ses, söyleyiş ve anlam ilişkileridir.

İkinci birim, ilk birimdeki hakikat sözüne bağlanan ve onu açıklayan âsüman, deniz ve gece kelimeleriyle ifade edilen varlık ve görünüşlerle ben ilişkisi üzerine kurulmuştur. Üçüncü birim, bu benin özelliklerini dikkatle sunar. Dördüncü birim bir benzetme edatı işlevi yüklenmiştir. Beşinci birim ben-seyyah arasında kurulan benzerlik ilişkisinin ifadesine ayrılmıştır. Son birimde ben, kendisi hakkında bir sonuca ulaşır ve bunu ifade eder.

Tema

“Sahâif-i Hayatımdan” adlı metnin teması birimlerin ortak paydasıdır. İlk birimde konu ortaya konulmuştur. İkinci birimde hakikati bir şekilde görmenin sebebi konuşan kişinin mizacıdır. Üçüncü birim bu mizacın özelliklerini dile getirmekle görevlidir. Metinde söyleyici durumundaki ben, dördüncü birimde kendisini çöldeki bir gezgine benzetir. Bu iki mısra metnin önceki kısmı ile sonraki mısraları birbirine bağlar. Beşinci birim çöldeki gezgini anlatmaya ayrılmıştır. Artık dikkat yaşayan, duyan, üzülen ve kendi kendini problem olarak ele alan insan üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır. Hayat karşısında kederleri, korkuları, kısacası türlü ruh hâliyle insan, şiirin dünyasına girer. Kabuller dünyasından yaşayan insana ve duygularına yöneliş, yenileşme dönemi şiirinde dikkati çekmeye başlar. Bunlar şiirin ve sanatın, Tanzimat’tan, XIX. yüzyıl sonlarına kadar nasıl değişip yenileştiğini ifade eder.

Şiir Dili

Metnin ikinci birimindeki kelime ve kelime grupları, Fikret’in şiir dilinin önemli bir özelliğini aksettirir. Bu sıfatlara verilen önem, yüklenen değerdir. İsimler yalnız metnin içinde yer almazlar. “Asuman, deniz, gece” kelimelerinde dilde doğal varlıklardan söz edilir. Üslupta doğal görünüşlerin de ruh hâllerinin de ifadesinde bağlamı verecek veya düşündürtecek ögelere özellikle dikkat edilmektedir. Geceden, gökyüzünden, denizden sıkılırım demekle yetinilmemiş, bunların görünüşleri de dile getirilmiş, insan üzerinde bıraktıkları tesirler o ana özgü hâlleriyle ayrıntılı olarak verilmek istenmiştir. Hayatın akışı içindeki kişi de içselleştirilmiş görünümüyle verilmiştir. Böyle bir dikkat ve duyarlılık, yeni dil göstergelerine ihtiyaç duyar. Çünkü kelimeler ilk anlamlarıyla fiziki ihtiyaçları karşılamak üzere ortaya konmuştur.

Hakikat üzerinde durulurken gökyüzü, deniz ve gece, doğal hâllerinde değil, sınırsız görünüşleriyle anlatılmaktadır. Doğayı temsil etmek üzere seçilen varlıkların sınır tanımayan hâl görünüşleri üzerinde durulmaktadır. Böylece de “Doğanın sınırsızlığı beni korkutmaktadır.” denilmektedir. Bütün bunlar, yeni bir şiir dili kurma gayretinin ifadesi olarak değerlendirilmelidir. Metindeki mısraların hemen hepsini yan yana yazarak bir nesir gibi okumak da mümkündür.

Âhenk

Tanzimat şiirinde ses ve söyleyiş divan şiirinin devamı gibidir. Yani yeni tema henüz kendi sesini ve söyleyişini oluşturmamıştır. Abdülhak Hâmit, eski şiir sesi ve söyleyişini, kendine mahsus ölçüsüz tavrı, haykırma, sızlanma ve dertlenmeleriyle alt üst eder, böylece de yeniye zemin hazırlar. Dil, edebiyat, şiir ve sanat, yeni ve farklı bir duyarlılığın çevresinde yeni bir söyleyiş aramaktadır. İnsan kendisini söyleyişte gerçekleştirir. Çünkü dilin en ulusal yönü söyleyişidir.

Yenileşme dönemi şiir söyleyişi, Edebiyat-ı Cedide zevkinde geçmişten farklı bir kimlik kazanmıştır. Geçiş döneminde yeni unsurlar eskinin dünyasında varlığını sürdürür. Değişme ve gelişme bir seviyeye ulaştığında farklılık görülür, anlaşılır ve çeşitli boyutlarda sezilir. Edebiyat-ı Cedide şiiri dil, yapı ve tema bakımlarından olduğu gibi âhenk bakımından da bu değişime ve gelişmenin açık ifadesidir. Bu değişme ve gelişmenin merkezinde dünyevileşen yeni insan bulunmaktadır. Dıştan ve içten gelen her türlü tesir, dönemin zihniyetine bağlı kalarak bu yeni insanın oluşmasına hizmet eder. Artık İmparatorluk döneminin varlığa ve insana yukarıdan bakan kuşatıcı sesi ve söyleyişi kırılmış, gündelik hayatın akışı içinde konuşan kişinin sesi ve söyleyişinden hareketle bir şiir sesi ve söyleyişi gerçekleştirme yoluna girilmiştir. Edebiyat-ı Cedide şiirindeki ses ve söyleyiş de dönemin kültür merkezinde ömür süren, dikkatlerini ve yönünü Batıya çevirmiş, zevki ve kültürü hayatın akışı içinde gelişmiş insanın bu alandaki zevk, anlayış ve tercihlerini temsil eder. İşte bu metinde söyleyici, sözü edilen grubun üyelerinden biri gibidir. Onun tedirginliğini, kararsızlığını, kendi kendisiyle hesaplaşmasını yine tedirgin, hüzünlü ve kötümser bir ruh haliyle, ben böyleyim diyerek anlatmasıyla karşı karşıyayız. O, beni bu büyük ve sonsuz gerçeklik korkutuyor, kendimi bu dünyada büyük bir çölde yalnız kalmış çaresiz ve ümitsiz bir gezgine benzetmekteyim, der. Aydın ama kötümser bir insanın konuşmasındaki sesi ve söyleyişi, metnin arkasındaki ham ses ve söyleyiş malzemesi olarak görmek gerekir.

Tevfik Fikret’in Haluk’un Bayramı Şiirinin Çözümlemesi

Zihniyet

“Halûk’un Bayramı”, bir bayram şiiri değil babasız, ümitsiz çocuklara karşı duyulan merhameti ifade eden bir metindir. Burada kendi çocuğu ile kimsesiz bir çocuğun bayramdaki hâlini gözlemleyen ve karşılaştıran merhametli bir babanın duygusu ve düşüncesi şiir dili ve söyleyişi ile dikkatlere sunulmaktadır. Amaç sosyal hayatı anlatmak değil, kişinin gördükleri ve yaşadıkları hakkında duygularını, izlenimlerini sanatın dili, zevki ve sesiyle ifade etmektir. Bu, sanatta dünyevi olana yönelik bir duyarlılığın belirtisi olarak düşünülmelidir.

Yapı

Bu şiir, Edebiyat-ı Cedide döneminde yazılmıştır. Bu dönemde özellikle Tevfik Fikret ile şiirimizin yapısı değişmiştir. Batı şiirinde olduğu gibi şiir, organik bir bütünlük kazanmıştır. Fikret’in şiirimize getirdiği en önemli yeniliklerden biri budur. “Baban diyor ki : …” Bu ünlem cümlesi, yeni bir şiir cümlesinin oluştuğunu sezdirmektedir. “Meserret çocukların, yalnız çocukların payıdır!”. Şiir bu ikinci birim üzerine kurulmuştur. Şiirin tamamı bu dikkati ve duyarlılığı açıklamaya yöneliktir.

Çocuk bu sahnede doğal olarak oynamakta ve sevinmektedir. Babaya çocuğunun sevinci, bayram şarkıları, yas çığlıklarına benzeyen öksüz çocukları düşündürür. Sahnede, biri bayramda sevinç yaşayan, diğeri acı çeken iki çocuk vardır. “Ben” onları kendi duyarlılığı ile değerlendirerek karşılaştırır. Bu sahneden hareketle de beşinci birimdeki sonuca ulaşır.

Tema

Bu şiirin birimleri arasındaki ilişki: “Problemi ortaya koyma, gerçeklikten gücünü alan hayalî bir sahnede problemi somut olarak gözler önüne serme ve bir sonuca ulaşma” olarak açıklanabilir. Yapının da merkezinde tema vardır. Tema, farklı ögeleri etrafında birleştirerek metni oluşturur. Metinde merhamet duygusu ve haksızlıklara başkaldırı isteği bulunmaktadır. Metnin teması “yoksul ve kimsesiz çocuklara merhamet duygusuyla yaklaşma gereği ve düşüncesi”dir. Burada bireysel duygu esastır.

Şiir Dili

Bu metinde doğal ve standart dilden, hemen hiç değiştirilmeden alınan söz ve söz grupları şiire yerleştirilmiş gibi görünmektedir. “Baban diyor ki: ”, “Ey güzel çocuk dinle!”. Bu örneklerde görüldüğü gibi, özellikle Tevfik Fikret’in şiirlerinde, konuşulan dilden alınmış söz ve söyleyiş kalıplarına da yer verilmiştir. Cümlelerin oluşumunda günlük konuşma vurgusu ve tonlaması, kelime ve kelime gruplarını birbirine bağlamaktadır. İfadeyi somutlaştırma gayreti bu dönemin özellikleri arasında sayılmaktadır.

Ahenk

Metnin ahengini belirleyen ruh hâli, böyle bir babanın çocuklara acıması ve merhamet etmesidir. Bu acıma ve merhamet duygusuyla kendi çocuğuna seslenen babanın ses tonu kademe kademe yükselir. Şiir dili geçmiş dönemlerin söyleyiş tarzından ayrılarak geniş kitlenin konuşma sesi ve söyleyişini model almaya yönelmiştir. Bu şiirin yazıldığı dönemde Türkçe yeni bir şiir yapısı ve söyleyişini benimser. Şiirin birimleri arasındaki ilişki ve söyleyiş Fuzûlî’nin ve Karacaoğlan’ın şiirlerinden farklıdır. Bazı kelimelerin tekrarı, duyguları coşkuyla dile getirme anında konuşma dilinde karşılaşılan söyleyişlere yer verilmesi, öfke ve merhamet duygularıyla dil göstergelerinin ve söyleyişin birleştirilmesi şiire bütünlük ve derinlik kazandırmaktadır.

Cenab Şahabettin’in Temaşa-yı Hazan Şiirinin Çözümlemesi

Zihniyet

‘’Bir dimağî vedâd u ref’etle/Kalalım serbe-ser tabiatte’’ ‘’Elem-i arza iştirâk edelim;/Mevsimin kainat-ı ye’sinden” söz gruplarıyla şair, can çekişen tabiatı hangi duygu ve düşünceyle seyretmek istediğini dile getirirken metnin bütününün oluşmasına imkân sağlayan bir zihniyeti de ifade etmiştir. Varlığıyla bütünleşilen doğadaki üzüntü hâli, metnin yalnız temasını değil; sesini ve dil malzemesini de belirlemektedir. Doğanın bir ruha sahip olduğunu kabul etme, onunla bütünleşme ve aynîleşme isteği bu metnin zihniyetini meydana getirir. Burada her şey sonbaharın ruhu etrafında birleşir.

Yapı

Temaşâ-yı Hazân, “Gel bugün de, sükut ile, güzelim / İhtizâr-ı hazanı seyredeli”’ mısralarıyla başlar. Burada bir hitap eden bir de hitap edilen vardır. Hitap eden “güzelim” sözüyle belirttiği hitap edileni sonbaharın can çekişmesini seyretmeye davet etmektedir. İkinci birim sonbahar rüzgârının düşündüklerini anlatmaktadır. “Sevgilim, dinle, işte bâd-ı hazan” mısrasıyla başlar. “Bâd-ı hazan veremli gibi öksürüyor, her an bahar namesinin göğsü yırtılıyor.” deniyor. Böylece sözü edilen trajedinin bir yönü gözler önüne seriliyor. Üçüncü birim, ağaçların bulunduğu bahçenin hâlini anlatmaya ayrılmıştır. Dördüncü birimde, sonbaharda bozulan kuş yuvalarının, dökülen yaprakların, sararmış otların hâli insana özgü fiil ve sıfatlarla ifade edilir. Beşinci birim sonbaharda gökyüzünün görünüşünü, hâlini anlatmakla görevli üçer mısralık kıtalardan oluşmaktadır. Bu birimi metnin sonuç kısmı olarak düşünülebilecek üç bent ve ayrı yazılmış tek bir mısra izler. Söz konusu bentlerden ilkinde senenin bedeninin, doğanın geniş döşeğinde can çekişmekte olduğu, ikincisinde ise sevgilisiyle birlikte seyrettiği dramın kar perdesinin yeryüzüne inmesi ve kışın kutsal sessizliğinin başlamasıyla son bulacağı hissettirilir. Metin, bir tasavvurun organik şiirlerde görülen bir düzen içinde anlatılmasıyla oluşmuştur.

Tema

Metnin bütün birimleri sevgilisiyle birlikte sonbaharı gözlemlemiş gibi görünen söyleyicinin sonbahar hakkındaki tasavvur ve izlenimleri çevresinde birleşmektedir. Sonbahara özgü izlenimler sanatkâra ait sonbahar tasavvurudur. Sembolistler gözlemleneni tasvir etmezler. Gözlemlenen ve yaşanılandan aldıkları izlenimleri imge ve sese dönüştürüp telkin aracı hâline getirirler. Edebiyat-ı Cedide topluluğunda Cenap Şehabettin’in “ Temâşâ-yı Hazân” , “Temâşâ-yı Leyâl”, “Elhan-ı Şitâ” , “Yakazât-ı Leylîye” gibi şiirleriyle sembolist şiire özgü tema ve dil arayışlarıyla karşılaşmaktayız.

Şiir Dili

Tema, dilini beraberinde getirir. “İhtizar-ı hazan, kainat, diz çöken tabiat, pür-tarab rûh” vb. söz gruplarının hemen hepsinde insana özgü bir sıfat veya özellik, doğal bir varlığa veya görünüşe verilmiştir. Böylece doğadaki bir hâl ve görünüş somutlaştırılmış, bilinir duruma getirilmiştir. Yeni ve farklı tasavvur ve duyguları ifade için mevcut dilin sahip olduğu olanakların zorlandığı hissedilmektedir.

Ahenk

“Gel bugün de, sükut ile, güzelim/İhtizar-ı hazan-ı seyredelim”, “Ey benim, ey hazân-likâ güzelim / Elem-i arza iştirâk edelim” mısralarında görülen konuşma diline özgü söyleyişin metnin tamamında varlığını hissettirdiği görülmektedir. Bu da Türkçenin konuşma diline özgü doğal söyleyiş tarzından yararlanıldığını düşündürmektedir. Sözü edilen husus, nazmın nesre yaklaştırılmasına zemin hazırlamıştır. Ağaç filizlerinin inleyen rüzgârla kırılışını ifade eden şu bentteki ses, yaşanan doğal olayı da ifade edecek özelliklere sahiptir:

Sar’a –i ihtizâr gusûn

Çırpınır, çarpılır, kırar, kırılır;

Bâd-ı nâlâna haykırır , darılır …

Cenap da şiir diline özgü ahengi eserleriyle sezdirmek veya ortaya koymak arzusundadır. Şiirde ahenge bu ölçüde önem verenler, sembolist şairlerdir. Edebiyatımıza sembolist şiire özgü ahengi ve ifade tarzını getirmeye gayret gösterenlerin başında Cenap Şahabettin gelmektedir.

Süleyman Nâzif’in Bahar-ı Münkesir Şiirinin Çözümlemesi

Zihniyet

“Müteverrim gibi bu yerde bahar”, “Hüzn-i vahşetle ağlayan dağlar ” gibi söz gruplarının ortak özelliği, doğal varlık ve görünüşlere insan hâli verilmesi, onlarda insana özgü hâl davranışların ifade edilmesidir. Bu şiir, doğal varlık ve görünüşlerde insana özgü ruhi özellikleri görmeye, düşünmeye imkân veren bir zevk ve anlayışın ürünüdür.

Yapı

“Bahar-ı Münkesir” adlı şiir dört birimden oluşmaktadır. İlk birimde, “bu yerde” sözüyle belirtilen bir mekânda baharın görünüşü anlatılmıştır. İkinci birimde bu mekânda yaşayan varlıkların hâlinden söz edilmiştir. Üçüncü birimde baharın gelişiyle, ruhlardaki değişme dile getirilmiştir. Dördüncü birimde ise tabiatın (yaratış), insanlığın yaşadığı sefalete üzüldüğü söylenmektedir. Her birim ses ve anlam kaynaşmasından oluşmuştur. Organik diyebileceğimiz bir şiir düzenlenmiştir.

Tema

“Güzellik ve değer nesnede değil; ona bakan öznenin ruh hâlinde aranmalıdır” anlayışı, metnin temasını belirlemede önemlidir. Buradaki tema da “doğal güzellik, doğaya bakanı insana göre şekillendirmektedir.” denebilir. Edebiyat-ı Cedide’den önce doğaya bu dikkat ve duyarlılıkla yaklaşıldığını söylemek zordur.

Şiir Dili

Edebiyat-ı Cedide’nin benimsediği zihniyet kendi şiir dilinin oluşmasında da etkilidir. Onlar baharın melâl içinde gülümsemeden eridiğini söylemek için dil göstergelerini alışılmışın dışında kullanmak zorunda kalırlar. Bu, şiir dilinin gelişmesinde son derece önemli bir aşama olarak düşünülmelidir.

Ahenk

Şiirde ahengi oluşturan ögeler: ses, ses benzerlikleri, tekrarlar, söyleyiş, ritim ve söyleyicinin tavrı’dır. Bu metnin ses bakımından görünüşünde “e, l, d, i, a, r” seslerinin daha sık kullanıldığı görülmektedir. Bunlardan ilk dördünün kulakta hoş ve yumuşak izlenimler uyandırdığı söylenmelidir. Alışılmış şiir sesinde, konuşma dilinin doğal ahengine geçme isteği varlığını hissettirmiş olur. Metin doğal görünüşlerle meşgul olmaktan zevk alan, kültürlü ama biraz kötümser bir kişinin dikkatiyle söylenmiştir. Mısra sonlarındaki ses benzerlikleri de ahengin zenginleşmesine hizmet etmiştir.