II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI - Ünite 7: Edebiyat-ı Cedide'de Mensur Şiir Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 7: Edebiyat-ı Cedide’de Mensur Şiir
Mensur Şiirin Ortaya Çıkışı
Mensur şiir, yeni bir edebi türdür. İlk defa Fransız edebiyatında rastlanır. İlk örneklerine Aloysius Bertrand ‘ın 1842’de yayımlanan Gaspard de la Nuit (Gecelerin Gaspard’ı) başlıklı eserinden itibaren rastlanmaya başlanır. Charles Baudelaire’in 1855’ten itibaren çeşitli gazete ve dergilerde yayımladığı, 1869’da kitap hâlinde baskısı yapılan Le Spleen de Paris’in (Paris Sıkıntısı) bir bölümü olarak tasarladığı Petits Poemes en Prose (Küçük Mensur Şiirler) ile Fransız edebiyatında yaygınlık kazanır.
Charles Baudelaire’den sonra bu edebi türün Fransız edebiyatında yayılmasını sağlayan isimler, 1873’te yayımlanan “Les Illuminations” ve ‘”Une Sasion en Enfer” (Cehennemde Bir Mevsim - 1873) adlı eserleriyle Arthur Rimbaud ve “Divagations” (Hezeyanlar - 1864) adlı eserleriyle Malmarme ve Maldorur’un Şarkıları’yla Comte de Lautreamont’tur.
İngiltere’de İngiliz Posta Arabası isimli eseriyle Thomas De Quincey; Alman edebiyatında Hölderlin, Stefan George ve Rainer- Maria Rilke; İspanya’da G. Adolfo Becquer; Danimarka’da Jens P. Jacopsen; Amerika’da Edgar Allan Poe ve Rus edebiyatında SeniliaStichotvorenija v proze (Eşik-Mensur Şiirler) adlı eseriyle Turgenyev bu yeni edebi türün öncüleri oldu.
Baudelaire, Rimbaud ve Mallarme gibi Fransız şairlerinin eserlerinin 19. yüzyılın sonlarına doğru Türk sanatkârları tarafından tanınıp okunduğu bilinmektedir. Bu sanatkârların mensur şiir türünde eserleriyle de Servet-i Fünun dönemi üzerinde sınırlı etkisinden söz edilebilir.
Halit Ziya’nın ve Mehmet Rauf’un romanlarında yer alan sanatlı söyleyişleri de mensur şiirin dışında düşünmek gerekir. Çünkü mensur şiir için sanatlı söylenmiş olması şartı da yoktur. Mensur şiirler, bir-iki paragraftan birkaç sayfaya kadar süren kısa yazılardır. Belirli bir konu veya tema üzerinde kurulurlar. Diğer edebî türler gibi başlangıcı ve sınırı olan bağımsız bir türdür. Genellikle başlıkları bulunur.
Mensur şiir, Batı edebiyatının ürünüdür. Ara Nesil döneminde Türk edebiyatında ilk örneklerine rastlanmaya başlanmış, Servet-i Fünun döneminde çok sayıda yazarın kalemini denediği bir tür olma yoluna girerek moda hâline gelmiştir.
Mensur Şiir Kavramı ve Adlandırılması
Mensur şiir, bir başka söyleyişle düzyazı şiir, bizi şiire has bir duygu yahut olgunun düzyazı formunda varlık kazanması kavram alanıyla karşı karşıya getirir. “Mensûr Şiir” adı, Halit Ziya’nın 1886’da Hizmet gazetesinde yayımlanan ve daha sonra Mensur Şiirler başlığı altında toplayacağı örneklerle karşımıza çıkar.
“Şairâne nesir, düzyazı şiir, yazı şiirler, düzanlatım şiiri, düz şiir, şiirsel düzyazı, şiirsel metin” gibi adlandırmalar kullanılır ve telif edilir. Günümüzde daha çok mensur şiir başta olmak üzere düzyazı şiir adlandırılması da kullanılmaktadır.
Mensur Şiirin Tanımı ve Özellikleri
Hülya Argunşah, mensur şiirin tanımını şu şekilde yapmaktadır. “Mensur şiir; cümle yapısı ve ahenk gibi şiire has özellikler taşıdığı halde vezne ve kafiyeye bağlı olmayan, şairane bir konuyu, his, hayal ve düşünceyi kısa bir hacimde ve yoğun bir şekilde süslü bir üslupla anlatan düz yazılardır.”
Argunşah’a göre mensur şiirin özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz :
- Mensur şiirler bir paragraftan birkaç paragrafa kadar genişleyen küçük, yoğun yazılardır.
- Mensur şiirler bağımsız, başlıklı, kendi bütünlüğüne sahip metinlerdir.
- Şiirdeki anlayışlardan doğmuştur. Ancak şiir değildir. Ölçülü ve kafiyeli değildir. Ahenk ve şairane olması şiir olmasına yetmemektedir.
- Bireysel duygulanmaların ifade edildiği şairane yazılmış bir yazı türüdür.
- Mensur şiirler, bazı üslup uygulamalarına da yola açmıştır. Devrik cümle, kelime tekrarları, bitmemiş cümle, “ve” edatına sıkça başvurma bunlar arasındadır.
- Bir iç ahenge sahiptirler. Bu ahengin sürekliliği kırılmadan devamı ve tam bitmesi gereken yerde tamamlanması şartı sanatçının hassas duyarlılığına bağlıdır. Yazar bu ahengi özellikle şiirlere benzeterek yapmaya çalışır. Ses tekrarları, kelime tekrarları, virgüllerle devam eden, birbirine bağlanan cümle parçaları, Tanzimat’ın ilk yıllarında terk edilmeye çalışılan ikili, üçlü tamlamalar bu metinlerde ahengi ve kurulan ahengin sürekliliğini sağlar.
- Tasvir ve taklidi önemsedikleri için uzun cümle yapısını tercih ederler.
- Ah!, ey!, oh!, of!, gibi ünlemlerin kullanıldığı ya da bunlarla başlayan cümleler oldukça yaygındır. Bunlar yazarın samimiyet iddiasını yansıtırlar.
- Servet-i Fünun edebiyatında, özellikle şiirde noktalama işaretlerinin şaşırtıcı bir yoğunlukta kullanılması durumu mensur şiirde de dikkati çeker. Bunun sebeplerinden biri yazarın sanattaki idealidir. Yazar o kadar mükemmeliyetçidir ki eserinin okunuşunu bile serbest bırakmaz, idare etmek ister. Ama asıl önemli olan sebep müziktir. Ses tekrarlarıyla bir ahenk yakalayan sanatçı, noktalama işaretleriyle bunun duruş ve devam edişlerini yönlendirir.
- Mısraları alt alta dizilen, ölçüsüz ve kafiyesiz yazılan serbest şiirden düzyazı şeklinde yazılışlarıyla ayrılırlar.
- Mensur şiirler, genellikle yazı hayatının başlangıcında genç sanatkâr adaylarının kendilerini ifade etmeye çalıştıkları kalem ürünleri olarak varlık kazanmıştır.
Mensur Şiirin Türk Edebiyatına Girişi
Tanzimat sonrasında 1859-1860’tan itibaren Türk edebiyatı Batı edebiyatını örnek alarak yenileşmeye başlar. Bu yenileşme sürecinde yeni konular ve şekillerin yanında yeni türler de edebiyatımıza girer. Batılı anlamda roman, hikâye ve tiyatro gibi edebiyatımıza giren türlerden biri de “mensur şiir” olur.
Türk edebiyatında mensur şiirin ilk örneğini İzmir’de çıkan “Nevruz” gazetesinde Halit Ziya’nın verdiği görüşü yaygın şekilde kabul edilir. Onun daha önce “Aşkımın Mezarı” başlıklı mensur şiiri Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayımlanmıştır.
Tanpınar’a göre mensur şiirin yolunu Recaizade Mahmut Ekrem açmıştır. Türün Türk edebiyatına yerleşmesini sağlayanların başında yer alan Halit Ziya’yı izleyen Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Ali Nusred, Esad Necib gibi yazarlar mensur şiir alanında birkaç kalem denemesinde bulunur.
Türk edebiyatında mensur şiirin edebî bir tür olarak ortaya çıkışında Batı edebiyatlarından yapılan çeviriler önemli bir rol oynamıştır. Batı edebiyatlarından yapılan şiir çevirilerini konu alan bir makalesinde Mustafa Nihat Özön, düzyazı şeklinde yapılan şiir çevirilerinin “kötü bir çığır” olarak gördüğü mensur şiir akımına yol açtığını ifade eder. Bu konuda “Bu manzum çevirmeler yanında manzumelerin bir de nesir çevirmeleri vardır. Bunlar manzumlardan daha çoktur. Değer bakımından birbirini tutmayan bu çeşit yazılar, biraz sonra edebiyat âlemimizde kötü bir çığır olarak görülecek olan ‘mensur şiir’ yolunun kaynağı olmuştur denilebilir.” der.
Edebiyat-ı Cedide (Servet-i Fünun) Topluluğunda Mensur Şiir
1896’da Tevfik Fikret’in Servet-i Fünun dergisinin başına geçmesiyle Edebiyat-ı Cedide topluluğu kurulmuş olur. Servet-i Fünun topluluğu kurulmadan önce Halit Ziya’nın 1886-1887 yılları arasında Hizmet gazetesinde mensur şiirleri yayımlanır. Bu mensur şiirler önce hoş karşılanmaz ve eleştirilir.
Recaizade Mahmut Ekrem’in onun mensur şiirleri hakkında olumlu görüşler içeren bir yazısının yayımlanması üzerine eleştiriler kesilir. Halit Ziya, bu yazılarını 1891’de “Mensur Şiirler” adıyla kitaplaştırır. Annesinin ölümü üzerine yazdıklarını da aynı yıl kitap hâlinde “Mezardan Sesler” adıyla yayımlar. Böylece türün Türk edebiyatındaki ilk başarılı ve kalıcı örneklerini kitaplaştırmış olur.
Mensur şiir genç kalemlere, insanın iç dünyasındaki dalgalanmaları şiire göre daha rahat dile getirebileceği bir ifade alanı açar. Başta Recaizade Mahmut Ekrem olmak üzere dönemin öne çıkan sanat adamları tarafından takdirle karşılanırsa da şiiri “mevzûn ve mukaffa söz” (ölçülü ve kafiyeli) olarak gören edebiyat çevreleri tarafından şiddetle eleştirilir.
“Düşünce” Halit Ziya’nın mensur şiirlerinde öne çıkan öge durumundadır. Bu yazılarda bir yandan kadının toplum içerisindeki önemi üzerinde durulurken diğer yandan düşmüş kadının çektiği çilelerin azaltılması topluma düşen görev olarak değerlendirilir. Onun sade üslup içerisinde kısa cümlelerinden kurulu mensur şiirlerinde tasvirin önemli bir yer tuttuğunu görürüz. Bu parçalarda tasvirler hareketli ya da hareketsiz olmak üzere iki nitelikte görülür. Birincilerde at sırtında bir genç kızın hayali kamçılayan dalgalanmalarla ilerleyişini, güneşin ufka doğru inişini ve yarıya kadar denize gömülüşünü izleriz. İkincilerde ise hayal ve sevgi dolu bakışları, yapraklarda asılı yağmur damlalarını seyrederiz. Bu tasvirler kaynağını dış dünyanın yanında hayal âleminde bulur.
Fikri ve duygu hâlini tasvir tekniğiyle birleştirerek gerçekle hayalin kesiştiği bir yerde dikkatlere sunar. Halit Ziya’nın Mezardan Sesler adlı kitabı hikâye kurgusu içinde yazılmış, kendi içinde yıldızlarla ayrılmış metin parçalarından oluşur.