II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI - Ünite 4: Fecr-i Âtî’de Edebî Faaliyet - Nesir Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Fecr-i Âtî’de Edebî Faaliyet - Nesir

Hikâye Roman

Edebiyat-ı Cedîde’nin önem verdiği, hem şiir hem nesirden unsurlar taşıyan mensur şiiri gibi Fecr-i Âtî’nin de hem hikâye hem tiyatro özellikleri gösteren “tekellümî hikâye” veya “novel diyalog” dedikleri karşılıklı konuşma hikâyeleri vardır.

Tekellümî hikâyelerin temsil edilebilme kabiliyeti bulunmakla birlikte, çoğunlukla hareket unsurlarından yoksundurlar ve asıl mesajı “gösterme” ile değil “anlatma” ile verdikleri için temsile elverişli oldukları söylenemez.

Tekellümî hikâyeye en çok ilgi gösteren Şahabettin Süleyman ’dır. Onun bu tip kalem tecrübelerinde hep kadın erkek münasebetleri üzerinde durulur. Kıskançlık ve bunun doğurduğu şiddetli geçimsizlik, cinayet, aşağılık duygusu içindeki hasta ruhlu yahut hassas mizaçlı kahramanların aşk ve evlilik üzerinde konuşmaları, belli başlı konulardır.

Fecr-i Âtî mensupları arasında hikâye ve romana yönelen isimler Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Şahabettin Süleyman, Cemil Süleyman Alyanakoğlu, Ali Süha Delilbaşı ve İzzet Melih Devrim’dir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974), Fecr-i Âtî mensubu olarak yazdığı hikâyelerini Bir Serencam (1914) adlı kitabında toplamıştır. Buradaki 12 hikâye Mısır, İstanbul, çeşitli Anadolu ve Avrupa şehirlerinde geçen vakalarıyla mekân genişliği noktasında dikkati çeker. Buna paralel olarak eserlerde, kefen soyuculardan yarı efsanevi kahramanlara, küçük memurlardan bütün düşüncesi aşk olan kimselere kadar çok çeşitli insan manzaraları vardır.

Yakup Kadri’nin bu hikâyeleri, fert-cemiyet çatışması etrafında gelişir. Aşk, kadın, cemiyet parazitleri ve ruh hastalıkları ferdin zaaflarıdır. Bunun karşısında, cemiyetin kıymet hükmü olarak kabullendiği namus, din yahut hurafe, cehalet ve kıyafet alışkanlıkları vardır. Temelinde cehaletin yattığı bu meseleler yüzünden işlenen cinayetler bu çatışmanın adeta kaçınılmaz sonucudur.

Yakup Kadri, hikâye tekniği bakımından daima realist ve zaman zaman natüralist bir çizgidedir. Fakat Fecr-i Âtî’ye bağlılık yıllarında kaleme aldığı hikâyelerindeki kahramanlar genellikle hayattan çok, kitap kültüründen gelen romantik mizaçlı hatta marazi ruhlu kimselerdir. Edebiyat-ı Cedîde zevkini hatırlatan bu tercihi, daima yine aynı zevkin idare ettiği, tesirini sıfat israfından alan “müzeyyen” üslûpla birlikte görürüz.

Diğer bir Fecr-i Âtîci Refik Halit Karay (1888-1965) bu dönemde; cinsî ihtiyaçlar ve buna bağlı olarak namus kavramını, geçim derdi ve iş hayatını veya İstanbul insanının kötümserlik ve bezginliğini konu alan hikâyeler yazar (Aktaş, 1986, 50). Onun asıl edebî şahsiyetinin damgasını taşıyan başarılı hikâyeleri ise Millî Edebiyat Hareketi içinde mütalâa edilmesi gerekenlerdir. Fakat Fecr-i Âtî yıllarında yazdığı hikâyelerin bazıları Türk edebiyatı için ilkleri işaret eder.

Küçük hikâye bahsinde Fecr-i Âtî’nin önde gelen isimlerinden biri de Şahabettin Süleyman (1885-1921)’dır. 1903-1913 arasında Bir Tecrübe, Dayak, ve Fedakâr gibi aşk ve sefahat hayatını anlatan hikâyeler yazmıştır. 1913’te Sabah gazetesinde Evvel Zaman İçinde genel başlığıyla yayımlanan hikâyeleri, Sultan II. Abdülhamit ve onun devrindeki devlet ricali yanında onlarla mücadele halindeki bazı Jöntürkleri de hicveder niteliktedir. Şahabettin Süleyman’ın eğitim, tiyatro, estetik, edebiyat tarihi, eleştiri ve fikir alanında yazıları ile tanınmıştır.

Fecr-i Âtî’nin başka bir edebî yönelişe katılmayan yazarları içinde hikâye ve roman türünde en başarılı ismi Cemil Süleyman Alyanakoğlu (1886-1940)’dır. Âşiyan mecmuası ve Tanin gazetesinde yayımlanan hikâyeleri ona geniş bir şöhret sağlamış, hatta kendisine “Fecr-i Âtî’nin Halit Ziyası” gibi bakılmıştır. Fecr-i Âtî Kütüphanesi serisinin ilk yayını, onun Timsâl-i Aşk (1909) adlı hikâye kitabıdır.

Tıbbiye öğrencisi iken resim ve musiki ile birlikte edebiyata merak salan Cemil Süleyman, II. Meşrutiyetten hemen sonra, henüz Fecr-i Âtî kurulmadan başladığı yazı hayatını 1912’ye kadar

  • Bahçe, Aşiyan, Musavver Muhit, Mehasin, Kanat, Kadın, Servet-i Fünun, Resimli Kitap gibi devrin en önde gelen edebiyat dergilerinde ve
  • Tanin gazetesinde sürdürmüştür.

Cemil Süleyman Edebiyat-ı Cedide’ye kadarki edebiyatımızı hiç tanımadığını ve okumadığını, hâlbuki Edebiyat-ı Cedîdecileri ve bilhassa Halit Ziya’yı defalarca hatmettiği söyler. Kendi eserlerini değerlendirirken, 1912’ye kadar yazdıklarında Edebiyat-ı Cedidecilerin tesirlerinin bulunduğunu, hatta Fecr-i Âtî dönemindeki eserlerinin “fena bir taklitten başka birşey olmadığını” ifade eder (Yazar, 1938, 108-110).

Cemil Süleyman gerek Fecr-i Âtî mensubu olarak gerekse Cumhuriyet yıllarında yazdığı tahkiyeli eserlerinde konu itibarıyla Edebiyat-ı Cedîde tercihlerini devam ettirir. Özellikle aşk ve kadın konusunda yoğunlaşan roman ve hikâyelerinde aşırı hassas, veremli kadın kahramanlar, kadın erkek arasında mesut bir neticeye ulaşamamış ilişkiler, ihmal edilen sevgililer vardır. Bu bakımdan Halit Ziya ve Mehmet Rauf çizgisini sürdüren unsurlar görülür. Dul bir kadının psikolojisini başarıyla aksettirmesiyle, yayımlandığı tarihlerde çok şöhret yapmış olan romanı Siyah Gözler, en güzel eseri olarak kabul edilebilir (OkayAktaş, 1992, 337).

Ali Süha Delibaşı (1887-1960), şiire başlayışını; babasız büyümenin (kendisi iki aylıkken babası vefat etmiştir) verdiği bir içlilik ile orta tahsil öğrencisi iken Raif ve (Aziz Neriman) takma adını kullanan Abdülazîz Âgâh gibi iki edebiyat meraklısı arkadaşına ek olarak Tevfik Lamih adlı bir edebiyat hocasının teşviklerine bağlar (Yazar, 1938, 58). Fecr-i Âtî’nin genel eğilimine uygun şiirler yazmış olmakla birlikte asıl başarısı mensur şiirdedir.

Fecr-i Âtî sonrasında küçük hikâye, tiyatro tenkitleri, Batı edebiyatından yaptığı tiyatro tercüme ve aktarma oyunları ile tanınır. Fecr-i Âtî ‘den sonraki dili, terkipsiz ve kelime kadrosu itibarıyla Türkçenin tabii değişme ve gelişme çizgisine uygun olarak konuşma diline yakınlaşmıştır. Fecr-i Âtî’nin roman ve hikâye vadisinde başarılı diğer bir ismi de İzzet Melih Devrim (1887-1966)’dir. Hem baba hem anne tarafından sanatkâr şahsiyetler yetişmiş bir aileye mensuptur. Küçük yaştan itibaren Kudüs, Konya, İstanbul, Girit gibi Osmanlı memleketinin farklı kültür ve atmosferine sahip merkezlerde bulunması, Galatasaray Sultanîsi, İstanbul ve Paris hukuk fakülteleri gibi devrin en önde gelen okullarında okuması, Fransızca yanında Rumca, İngilizce, İtalyanca, Almanca gibi yabancı dilleri öğrenmesi ve bütün bunlara bağlı olarak daima iyi memuriyetlerle vazifelendirilmesi ondaki fıtri istidadı besleyip geliştirici rol oynamıştır. Henüz çocuk denecek bir çağda başlayan şiir merakına musiki, raks, resim hatta mimari ve heykeltıraşlık gibi birbirinden çok farklı sahalardaki kazanımların eklenmesi, ondaki ince zevki ve kültürü zenginleştirerek bir roman için gerekli bütün şartları hazırlamıştır.

İzzet Melih 1920’ye kadar yazdığı 15’i mektup tarzında 19 hikâyesini bazı mensureleriyle birlikte Hüzün ve Tebessüm (1921) adlı kitabında bir araya getirir. Yazar, memleket dışındaki zengin dekorlarla bezenmiş, dil ve üslubunda zamanla meydana gelen değişikliklerin açıkça görüldüğü küçük hikâyelerinden bir kısmını da bazı deneme ve gezi notlarıyla birlikte Her Güzelliğe Âşık (1938) adını verdiği kitabında toplamıştır.

Fecr-i Âtî yıllarında şiirleriyle tanınan Mehmet Behçet Yazar’ın, Cumhuriyet yıllarında edebiyat araştırmaları ve çocuk hikâyesine ilgi duyduğu görülmektedir. Onun çocuklar için hazırladığı

  • Orhan’ın Deniz Eğlenceleri (1926), Orhan ile Gümüş (1927), Orhan’ın Hayvanlar Bahçesi (1927), Orhan’ın Tayyareciliği (1931)

adlı eğitici-öğretici kitapları da tahkiyeli metinlerden meydana gelmiştir.

Mensur Şiir

Recaizâde vezin ve kafiye gibi manzum söz kayıtlarının dışında da her güzel şeyin şiire konu olabileceğini söyleyip şiiri kâinattaki güzellik hâli gibi tasavvur ederken, bu türün hudutlarını hayli genişletiyordu. Onun açtığı yolda ilerleyen Edebiyat-ı Cedideciler, duygu yoğunluğunu olabildiğince yansıtmaya en uygun tarzı keşfetmiş oldular. Böylece “mensur şiir” veya “mensure” adını verdikleri türün ilk güzel örneklerini Halit Ziya ve Mehmet Rauf’un kalemiyle gösterdiler.

Aynı anlayışı sürdüren Fecr-i Âtî mensupları da bu türe çokça rağbet ettiler. Edebiyat-ı Cedide’de olduğu gibi Fecr-i Âtî’de de nesir sahasına yönelenlerin en beğendiği tür mensuredir.

Bu metinlerin bazılarını günümüz anlayışıyla bakınca hikâye saymak da mümkündür. Fakat mensurelerde vaka olabildiğince arka plana atılmış, hatta çoğunda tamamen kaldırılarak “anlatma esasına bağlı” olmaktan çıkarılmıştır.

Topluluk mensupları arasında bu türe ciddi manada rağbet edenler Şahabettin Süleyman, Yakup Kadri, Refik Halit, Fazıl Ahmet, Ali Süha, İzzet Melih, Emin Lami ve Mehmet Behçet’tir.

Şahabettin Süleyman ’ın “fantaziye”leri, bir yandan küçük bir vak’a etrafında gelişmesiyle tahkiyeli eserlere yaklaşırken, diğer yandan düşünce ve üslupta şairanelik esasına dayandıkları için hikâyeden ayrılır. Yani bu yazılarda hem “anlatma” hem de “duyurma”, “ihsas ve ilham etme” iç içedir.

Cemiyet karşısında daima menfi tavırlı bir yazar olan Şahabettin Süleyman’ın bazı fantaziyelerinde ise, sanat ve sanatkârın itibarsızlığından veya hak ve adalet gibi kavramların fiiliyatta boş şeyler olduğundan bahsedilir. Sosyal aksaklıklardan yakınılan bu kalem tecrübeleri, devriyle alakalı bazı siyasi kanaat ve mesajlar da taşırlar.

Fecr-i Âtî’nin mensur şiir türünde en başarılı yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu ’dur.

Onun mensur şiirle ilgisini, aradaki fasılaya ve bazı muhteva özelliklerine bakarak iki döneme ayırmak lazımdır:

  1. Fecr-i Âtî’deki devresi (1910-1914)
  2. Millî Edebiyat Hareketi içindeki devresi (1918- 1922)

Yakup Kadri’nin Fecr-i Âtî mensubu olarak kaleme aldığı mensureleri kalabalıklar içinde insanın yalnızlığı fikri etrafında döner durur. Esasen ondaki karamsarlık daha sonra da peşini bırakmayacaktır. İlk mensur şiiri Yıldızların Bîkesliği ’nde şair, zahiren birbirlerine yakın, omuz omuza görünen insanların, ruh itibarıyla tıpkı yıldızlar gibi birbirinden uzak ve yapayalnız olduğunu söyler.

Yakup Kadri, bu dönemde yazdığı diğer mensurelerde de ferdiyetçi, tatminsiz ve yaratılıştan karamsar bir ruhun, samimi ve biraz da metafizik ürperiş çeşnisi taşıyan akisleri olarak ölüm, aşk ve hatıralardaki geçicilik, safiyet (masumiyet) temaları etrafında döner.

Dil içinde bir üst dil kurma arzusundan başka, onun mensurelerini yürüten diğer bir unsur ise zengin çağırışımlar dünyasıdır.

Refik Halit Karay ’ın mensureleri ise kuvvetini, ruh derinliğinden değil tabiata, bilhassa küçük varlık ve eşyaya çevrilmiş sanatkârane “göz”den alır. Bundan dolayı, hep basit, “kurbağanın aşkı”, “gece kandili”, “uçurtmalar”, “piyano abajurları” gibi sıradan şeyler üzerinde durmuş; tahlil değil tasvir edici, zekice buluşları ve benzetmeleri olan mensureler yazmıştır.

Mensure vadisinde Fecr-i Âtî’yi temsil eden bir başka şahsiyet, Mehmet Behçet Yazar (1890-1980)’dır. İlk mensurelerinden bir kısmını Buhurdan (1925) adlı kitabında toplamıştır. İkinci şiir kitabı Yumak (1938)’ın sonuna eklediği “fantezi”ler bölümünü ise mensure değil, serbest şiir kabul etmek lazımdır.

Bir diğer önemli isim Ali Süha Delilbaşı ise, yazı hayatının başlarında mensurelerini -Hikâye ve Roman bahsinde belirtildiği üzere- Mezalim-i Elem adıyla kitaplaştırmak istediyse de başaramamıştır. Yine Emin Lami’nin mensureleri de kitaplaşmamış, Bahçe ve Servet-i Fünûn sayfalarında kalmıştır.