II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI - Ünite 1: Meşrutiyet Dönemi Toplum ve Kültür Hayatının Özellikleri Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Meşrutiyet Devri Toplum ve Kültür Hayatının Özellikleri
Genel Çerçeve ve Zeminiyle II. Meşrutiyet Dönemi
Edebiyat Tarihçiliğinde Edebî Devir ve Siyasî Devir İlişkisi
“Edebiyat tarihi”ni medeniyet tarihinin bir şubesi gibi gören Gustave Lanson ve aynı kanaatleri Türkçe’de temellendiren Şahabettin Süleyman ve Fuat Köprülü’den sonra, Türk Edebiyatını üç adımda tasnif etme geleneği yerleşmiştir. İlk adım medeniyet dairesi ; ikinci adım ilgili medeniyet dairesi içindeki önemli siyasal gelişmeler ve hayat ; üçüncü adım ise, o siyasal düzenin sürdüğü dönemdeki sanat ve edebiyat anlayışları dır.
Bu açıdan bakıldığında dersimizin konuları Batı Medeniyeti dairesi içinde düşünülen edebî hayatla ilgilidir. Batı medeniyeti dairesindeki edebiyatımızın genel adı “Yenileşme Devri Türk Edebiyatı”dır.
Yenileşme Devri Türk Edebiyatı kendi içinde Tanzimat Dönemi (1860-1876), I. Meşrutiyet (veya Sultan II. Abdülhamit) Dönemi (1876-1908), II. Meşrutiyet Dönemi (1908-1922), Cumhuriyet Dönemi (1923-) diye devirlere ayrılmaktadır.
I. Meşrutiyet, Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa gibi aydınların Yeni Osmanlılar Cemiyeti çatısı altındaki faaliyetlerinin sonucudur.
II. Meşrutiyet Döneminin Sınırları
II. Meşrutiyet dönemi ise gizli olarak 1889’da kurulan Terakki ve İttihat (sonra İttihat ve Terakki) Cemiyetinin gayretleriyle Sultan II. Abdülhamit’in bu anayasayı yeniden yürürlüğe koymasıyla 23 Temmuz 1908’de başlar ve Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’un İtilâf Devletleri tarafından işgal edilip ve Meclis-i Mebusan’ın dağıtılmasına kadar sürer (16 Mart 1920).
Bir siyasal devrin sınırlarını hukukînizam belirler. Bu yaklaşımla II. Meşrutiyet anayasası, yeni bir rejime (Cumhuriyet) geçilinceye kadar devam etmiş demektir. II. Meşrutiyet bir saltanat iradesidir. Siyasî literatürde “II. Meşrutiyet” terimini 1908-1918 arası yani İttihat ve Terakki Fırkası’nın hâkim olduğu dönem için kullananlar da vardır. Çünkü bu tarihten itibaren İstanbul hükümetinin iradesi İstanbul dışındaki bir yerde fiilen yoktur. Yine de bu fiilî durumun hukukî anlam kazanması, Osmanlı Saltanatının kaldırılması (2 Kasım 1922) iledir. Bu itibarla, “II. Meşrutiyet Dönemi” terimiyle 1908-1922 arasındaki 14 yıllık devreyi kastetmek en doğrusudur.
II. Meşrutiyet Döneminin Belirgin Özellikleri
Siyasî Özellikler
Örgütlü Toplum
Bu dönemin daha önceki zaman dilimlerinden en önemli farkı “örgütlü toplum” düzenine geçilmesidir. 23 Aralık 1876 tarihli I. Meşrutiyet anayasası 13. maddesiyle sadece ticari örgütlenmelere (şirketleşmeye) hak tanımıştır. Ayrıca spor kulüplerinin kuruluş yılları da I. Meşrutiyet / Sultan II. Abdülhamit yıllarına kadar uzanır (ör. BJK’nin kuruluşu: 1903). II. Meşrutiyet’te ise Kanun-i Esasî, 1909’da yapılan bir değişiklikle her türlü cemiyet kurma ve gösteri hakkını teminat altına almıştır. II. Meşrutiyet yıllarında iktidara talip olan partilerden, azınlık derneklerine, çeşitli meslek derneklerine, hatta yarış atlarının cinslerini iyileştirmek isteyenlere, eğitim amaçlı olanlara kadar ve daha akla gelebilecek her alanda çeşitli cemiyetler kurulduğunu görürüz.
Bu özelliğinden dolayı, II Meşrutiyet yıllarında yürütme gücü toplumu yönlendiren yegâne güç olmaktan çıkmıştır. Artık yasama organı Meclis-i Mebusan, parlamentoda danışma kurulu niteliğindeki Meclis-i Ayan, muhalefet partileri ve basındaki muhalefet hareketi de kamuoyunu yönlendirmede etkilidir.
Fikir Akımları
II. Meşrutiyet yılları, siyasî ve ideolojik tablo bakımından hayli çeşitlidir. Bunları Batıcılık, Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük, Sosyalizm, Meslek-i İçtimaî olarak sıralamak mümkündür. Esasen Batıcılık, daha çok Batı medeniyetinin seviyesini yakalama olarak yorumlandığı için bir ideoloji olmaktan çıkmış, aydınların ortak noktalarından biri olmuştur.
Osmanlıcılık, devletin dağılma tehlikesi karşısında, din, dil ve ırk farklılığını bir tarafa bırakarak Osmanlı vatandaşlığı ortak paydasında siyasî birlik kurma gayretidir. Fakat Balkan Savaşları sonrasında fiilen hükümsüz kalmıştır.
İslâmcılık, devlet düzeninde İslâm hukukunu uygulamak yanında bütün Müslümanları (özellikle Osmanlı sınırları içindekileri) birlik hâlinde tutma çabasıdır. Fakat I. Dünya Savaşı sonunda imparatorluktan sınırları olabildiğince daralmış bir devlete varılınca, İslamcılık siyaseti fiilî olmaktan çıkıp teorik bir gayret hâlini almıştır.
Türkçülük diğer fikir akımlarından farklı olarak önce siyasî bir görüş olarak değil bir bilim faaliyeti olarak gelişmiştir. Türk Derneği, Türk Yurdu Derneği bu çalışmaların II. Meşrutiyet’in başlarındaki çatısıdır. Fakat II. Meşrutiyet yıllarının siyasî şartlarından dolayı bu çalışmalar giderek siyasî özellik kazanmıştır. Türkçülüğü, Osmanlı Devleti içinde Türklerin etkili olması şeklinde anlayanlar bulunduğu gibi, Türkiye Türklüğü ve Dünya Türklüğünün birliği şeklinde anlayanlar da vardır.
Sanayileşmemiş bir toplumda işçi sınıfı bulunmayacağı için Sosyalizm, II. Meşrutiyet’in başlarında zayıf biçimde sosyal adaleti savunmakla kalmıştır.
Meslek-i İçtimaî taraftarlığı, Prens Sabahattin’in “teşebbüs-i şahsî ve adem-i merkeziyet” şeklinde formülleştirdiği görüştür. İktisadî alanda özel teşebbüsü, yönetimde ise merkezin yetkilerini eyalet yönetimlerine devretmeyi öngören bu görüş federatif bir yapı önermiştir.
Azınlık Irkçılığı
Bütün aydınlar II. Meşrutiyet’i, Osmanlı toplumu için bir kaynaştırma, birleştirme projesi olarak görmüşlerdir. Ancak II. Meşrutiyet yılları, Osmanlı toplumu için tam bir ayrışma getirmiştir. Esasen “Düvel-i Muazzama” olarak anılan Batılı güçlü devletlerin “Şark Meselesi” dediği şey, Osmanlı’nın ayrışmasıdır. Bu tip hareketler, II. Meşrutiyet öncesinde de vardır.
Gizli veya yasal olarak yürütülen ırkçı faaliyetler, I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devletinin fiilen ve hukuken ayrışmasıyla neticelenmiştir.
Türklerde Milli Kimlik Arayışı
Bütün bu hengâme ortamında, Osmanlı Devletinin kurucu unsuru olan Türklerde de millî kimlik arayışı başlamıştır. Türkler dışında bütün Osmanlı unsurlarının II. Meşrutiyet öncesinde kendi adlarıyla ırkî dernekleri/komiteleri vardır. Adında “Türk” kelimesi bulunan ilk kuruluş ise II. Meşrutiyet’in ilanından kısa bir müddet sonra İngiliz idaresi altındaki Kıbrıs’ta Lefkoşa’da kurulan “Türk Teâvün Cemiyeti”dir. 25 Aralık 1908’de İstanbul’da kurulan “Türk Derneği” nin ırkî bir hüviyeti yoktur. Daha sonra Türk Ocağı (25 Mart 1912) kurularak Türkçü çizgideki derneklere model teşkil etmiştir.
Siyaset Merakı
Siyasetle ilgilenmek de II. Meşrutiyet aydınlarının müştereklerinden biridir. Bu tablo, örgütlü toplum olmanın bir gereği ve sonucudur. Fakat siyasetle ilgilenme o derece ileriye varmıştır ki Kasım-Aralık 1908 seçimleri, çok partili bir ortamda yapılmamıştır. Mebuslar, İttihat ve Terakki çatısı altındadır. 31 Mart Olayı’ndan (1909) sonra Hizb-i Cedit adıyla ortaya çıkan grup, daha sonra Hürriyet ve İtilâf Partisi’nin kurulmasını sağlayacaktır. Ardından başka bölünmeler de olacaktır.
II. Meşrutiyet yıllarının en geniş, en nüfuzlu siyasî teşkilatı, hiç şüphesiz İttihat ve Terakkî Cemiyeti/Fırkası dır. II. Meşrutiyet’in ilanından Cumhuriyet’e uzanan süreçte kurulmuş siyasî parti sayısı 28’dir.
Asker Sivil İlişkisi
Siyaset merakının kamu görevine galebesi, ilk dört yıllık Meşrutiyet tecrübesinin ardından, 1912’de iki mühim netice vermiştir: Halaskâr Zabitân Hareketi ve Babıali Baskını’yla askerlerin politikaya el koyması ve askerlerin seçme hakkından mahrum edilmeleri. Bunlar, demokrasi tarihimiz açısından fena puanlar olduğu gibi, memleketin içinde bulunduğu buhranlara kısa vadede bile çözüm getirmemiştir.
Sıkı bir idare altında uzun müddet susmuş bir toplumda birdenbire herkes her şeyi konuşmaya başlamıştır. Böylece birikimi bulunan herkes, siyasî hayata katkıda bulunmuştur.
Sultan II. Abdülhamit Aleyhtarlığı
II. Meşrutiyet Dönemi aydınlarının ortak yönlerinden biri de Sultan II. Abdülhamit aleyhtarlığıdır. 27 Nisan 1909’da padişahlıktan düşürülen Sultan II. Abdülhamit aleyhinde, basın yoluyla açık bir suçlama furyası başlar. Hemen hemen aydınların tamamı Sultan II. Abdülhamit aleyhtarıdır. Mizah gazetelerinin bitmez tükenmez malzemesi Sultan II. Abdülhamit ve onun devlet ricalidir. Pek çok piyesin olay örgüsü, Sultan II. Abdülhamit tarafından sürgün edilmiş kahramanın hürriyet ilan edilince İstanbul’a dönüşü ile ilgilidir. Bu tür eserlerin yapıları bile birbirine çok benzer. Verilen mesaj ise tek ve nettir: Her türlü kötülüğün kaynağı istibdat idaresidir. Bu, tam bir “devr-i sabık”, “devr-i istibdat” edebiyatıdır.
Abdülhamit aleyhtarlığında bütün kanaat önderleri hemfikirdir. İslâmcılardan, adem-i merkeziyetçilere, Türkçülerden, Osmanlıcılara kadar aklımıza gelebilecek her kanattan aydın, Sultan II. Abdülhamit aleyhtarlığında birleşir. Bunlardan bir kısmı daha sonraki yıllarda Sultan II. Abdülhamit’e hak verir nitelikte beyanlarda bulunmuşlardır.
Toplumsal Hayatın Özellikleri
Dernekçilik
Dernekler için en bereketli yıllar 1908-1914 arasıdır. Bu kuruluşlardan bazıları ortak amaçlar için birkaç kuruluşun bir araya gelmesiyle doğmuştur. Siyasete katılma arzusu, Mütareke yıllarında daha da ileri ölçülere varacaktır. Kuruluş gayesi siyasetin tamamen dışında olan bir derneğin sonra partileşmesi, bu devrin siyaset merakını çok iyi özetler.
Sivil Toplum Örgütü Olarak Meslek Teşkilâtları
Bu dönemde meslek teşkilatları da birer sivil toplum örgütü olarak toplum hayatında yerini almış ve zaman zaman etkili de olabilmişlerdir. II. Meşrutiyet ortamında, yerli üretimi geliştirme fikrine dayalı iktisat derneklerinin kurulması da örgütlü toplumun farklı bir yüzüdür.
Feminist Çehre
Örgütlü toplumun bir başka yansıması da kadınlara yönelik dernek faaliyetlerinin çokluğudur. Bu durumu II. Meşrutiyet Devri sosyal ve kültürel hayatının “Feminizm”i olarak değerlendirebiliriz. Bu, kadını sosyal hayatta erkekle aynı seviyeye taşıma gayretinden, Osmanlı toplumunun şartlarından doğan özel bir feminizmdir. Öylesine özel ki bu kanaati besleyen faaliyetlerin büyük bir kısmı erkekler tarafından yürütülmüştür. Basın alanında, kadın dergilerinin II. Meşrutiyet’in ilanıyla birdenbire çoğaldığı görülmektedir. Aslında bu durum, rejim değişikliklerinin gündeme getirdiği bütün zaman dilimleri için geçerlidir. Çünkü kadınlar gelecek nesillerin eğiticisi, dolayısıyla rejimlerin de teminatıdır.
II. Meşrutiyetin ilan edildiği yıl (1908), üç kadın derneği kurulur. 1910’da ise 1908’dekilere benzer bir cemiyet daha kurulur. Kadın haklarını savunmada ve bu yolda kamuoyu oluşturmada en tesirli cemiyet ise 1913’te kurulan Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti ’dir.
II. Meşrutiyet döneminde kadının ne derece etkili olduğunu anlatacak başka işaretler de vardır. Mesela bazı parti veya dernekler ayrı “hanımlar şubesi” kurmuştur.
Savaş Ortamı
Sınırlarını belirlediğimiz bu zaman diliminin hemen her şeyi belirleyici ve tayin edici özelliği savaş ortamı olmasıdır. II. Meşrutiyetin ilanından kısa bir süre sonra 3 Ekim 1908’de Tırnova’da Bulgaristan’ın tam bağımsızlığını ilan etmesi, Nisan 1909’da Şarkî Rumeli’nin Bulgaristan’a bırakılması sürecinde hiç eksik olmayan çetecilik terörü, düşük yoğunluklu bir savaş demekti. Ekim 1911’de İtalya ile Trablusgarp’ta başlayan asıl savaş ortamı ise 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasıyla son bulacaktır.
Bugüne Uzayan Birikim
Bugünkü cemiyet hayatımızın, hukuk sistemimizin bazı temel değerlerine II. Meşrutiyet yıllarında kavuştuğumuz gibi bazı sorunlarımızı daha o dönemde bugünkü kadar yoğun yaşadığımız/tartıştığımız da söylenebilir. 1980’li yıllarda “eyalet sistemi” tanımlamasıyla tartışmaya açılan yerel yönetimler konusu aslında Prens Sabahattin’in “adem-i merkeziyet” fikrinden başka bir şey değildir.
İktisadi Hayat
Osmanlı iktisat yapısının XIX. asrın sonlarına doğru canlı olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Çünkü bu iktisadî yapı, daha ziyade küçük sermayedarlar veya makineleşmemiş tarım kesiminde çalışanlar eliyle yürüyordu. Osmanlıdaki ilk anonim şirketin kurulduğu 1849’dan 1900’e kadar yarım asır içinde kurulan şirket sayısı 65’tir. Aynı iktisadî mevzuatın devam ettiği 1908 sonuna kadar yani 60 yıl içerisinde bu sayı ancak 86’ya ulaşır.
Osmanlı Devleti XX. yüzyılın başlarında, altından kalkılamayacak derecede ağır bir borç yüküyle Avrupa sermayesinin denetimi altına girmiştir.
1901’den itibaren dış borçlanmanın yoğunlaştığı görülmektedir. Bu eğilimin ardında, bir yandan devletin yirmi yıllık bir aradan sonra tekrar büyümeye başlaması, öte yandan da dünya borsalarındaki şartların değişmesi ve yeni borçlanmaların (istikraz) Avrupa devletleri tarafından bir nüfuz aracı olarak kullanılması yatmaktadır. Devlet gelirleri giderlerin ardında kalmaya devam etmiş, mali buhran derinleşmiştir. Dış borçlanmayla orantılı olarak dış ticaret açıkları 1903’ten sonra hızla genişlemiş, 1910’lu yıllarda çok büyük miktarlara varmıştır.
Edebî Hayatın Özellikleri
Edebiyat-Siyaset İlişkisi
Yukarıda II. Meşrutiyet Dönemi aydınlarının siyasete katılma arzusu anlatılmıştı. Edipler bunların başında gelir. Devrin kültür ve edebiyat hayatına katkıda bulunanların tamamına yakını siyasetle ilgilenmiştir.
II. Meşrutiyet döneminde edebî manzaranın iki büyük öbekleşme halinde oluştuğunu söylemiştik: Fecr-i Âtî ve Millî Edebiyat Hareketi. Ziya Gökalp’tan Ömer Seyfettin’e, Mehmet Emin’den Mehmet Âkif’e, Yakup Kadri’den Halide Edip’e, Müfide Ferit Tek’ten Necip Türkçü’ye, Rıza Tevfik’e kadar farklı dikkatlerin bulunduğu ve Millî Edebiyat hareketinin gelişmesinde katkısı bulunan herkesin siyasî yönelişlerle de ilgili olduğunu düşünmek, doğaldır.
Edebî Gruplaşmalar
II. Meşrutiyet yılları, edebî hayatın manzarası bakımından da hayli renklidir. 12 yıl boyunca eksik olmayan barut kokusu, Türk aydınının ruhunda birbirine zıt iki duygu geliştirir: Çöküşü gördüğü hâlde bir şey yapamamaktan dolayı kendi içine kapanma veya korkunun ölüme faydası olmadığını görerek mücadeleye yönelme. Bu ruh hâlleri, esasen sanatta daima var olan ferdiyetçi ve toplumcu yönelişleri keskinleştirmiştir. II. Meşrutiyet Devri Edebiyatı, sanat anlayışı itibarıyla bu şekillendirici ve belirleyici iki mihver etrafında gelişir. Bu mihverler etrafındaki gruplaşma ve müşterek hareket edişleri bu açıdan ele aldığımızda, şu manzara ile karşılaşırız:
- Ferdiyetçi sanat anlayışını temsil eden Fecr-i Âtî,
- Toplumcu sanat anlayışına yönelen Millî Edebiyat Hareketi,
- Fecr-i Âtî’nin artık eskisi kadar ilgi görmediği ve bazı üyelerinin Millî Edebiyat Hareketine destek verdiği sıralarda, tıpkı Fecr-i Âtî gibi ferdiyetçi sanat anlayışına bağlı olmakla birlikte “millîlik” vasfına da önem veren Nesl-i Âtî (Nâyîler),
- “Millî Edebiyat” anlayışını birtakım kurallara bağlamak niyetiyle kurulan Şairler Derneği.
Trablusgarp Savaşı’nı Balkan Savaşlarının takip etmesi ve her ikisinin de hezimetle sonuçlanması, ruhlarda tam bir toplumsal sarsıntı yaratmıştır. Böylesi bir ortamda, sanatın kendi kendisi için konuşması, artık bir fantezi hükmünü almıştır. “Sanat şahsî ve muhteremdir” görüşünü ısrarla sloganlaştıran Yakup Kadri gibi Fecr-i Âtîciler, “Çatalca önüne dayanan düşman toplarının sesini İstanbul’dan duyunca” artık “Sanat evvelâ bir cemiyetin, bir milletin malıdır, sonra da bir devrin ifadesidir. Bunlardan tecrit edilmiş bir sanatın ne manası ne kıymeti vardır. Müstakil sanat müstakil vatanda olabilir” (Karaosmanoğlu, 1933, 26) görüşüne varmıştır. Mazisi Tanzimat yıllarına uzanan Türkçenin sadeleştirilmesi davasına 1911’de yeni bir şekil veren Genç Kalemler dergisinde başlatılan dilde sadeleşme ve edebiyatta millileşme sürecinin yoğunluk kazanması işte bu ruh haliyle ilgilidir.
Tiyatro Edebiyatı ve Sahne Faaliyeti
II. Meşrutiyet devrinde en çok ilgi gören edebî tür, tiyatrodur. Edebiyat-ı Cedide mensupları tiyatro ile hiç ilgilenmezken II. Meşrutiyet’te hem ferdiyetçi sanat anlayışını temsil eden Fecr-i Âtî hem de toplumsal faydayı öne çıkaran Millî Edebiyat Hareketi, tiyatroya önem vermiştir. Ancak eser bolluğuna karşı, bu dönemde yazılmış kalıcı eser azlığı da dikkat çekicidir.
İlgi Gören Edebî Türler ( Nesir Hâkimiyeti ne Doğru)
II. Meşrutiyet Dönemi edebiyat hayatında tiyatrodan sonra en çok ilgi gören edebî tür, mensur şiir ve hikâye dir. II. Meşrutiyet yıllarında Ömer Seyfettin bu türe bağımsızlık kazandırmış, geniş kitlelerin ilgisini sağlamıştır. Türün ilk başarılı örnekleri, Halit Ziya’nın daha İzmir yıllarında yayımladığı Mensur Şiirler (1891) ve Mezardan Sesler (1891) adlı kitaplarındadır. II. Meşrutiyet Döneminde mensure yazmamış edip, yok denecek kadar azdır. Mensureleri bir tür olarak kabul ettiren ilk özellik, konu ve tema ne olursa olsun, metnin duygusal tarafının ağır basmasıdır.
Hâkim Edebî Akımlar
II. Meşrutiyet yıllarının hâkim edebî akımı Natüralizm ve Sembolizm’dir. Natüralizm’in nesir türleriyle, Sembolizm’in ise şiirle sınırlı olduğunu unutmamak gerekir. Bir yandan didaktik (öğretici) şiir, saf şiir arayışı ciddi anlamda II. Meşrutiyet yıllarında örneklendirilmiştir.
Bu yıllarda için de roman, hikâye ve tiyatroda her şey öncelikle “gerçeklik hissi”ne odaklanmıştır. Gerçeklik hissi, en iyi biçimde, bilimsel verilerin edebî esere uygulanmasıyla (bir kahramana biçilen kişiliğin genetik ve psikoloji gibi bilim dallarının verileriyle donatılması gibi) elde edilebilir. Bu da Natüralizm’in alfabesidir. 19. Yüzyıl Pozitivizm’inin edebiyattaki yansıması olan Natüralizm’in bu yıllardaki en önemli iki temsilci teorisyeni Baha Tevfik ve Bekir Fahri İdiz’dir.
Edebî Tartışma Sıklığı
II. Meşrutiyet yılları edebî hayatının önemli özelliklerinden biri de edebî tartışmalardaki kesintisizliktir. Siyasî tartışma sıklığı, çok partili demokratik hayatın göstergesidir. Edebî tartışmalardaki süreklilik ise edebî gruplaşmaların çokluğundan dolayıdır.
Basın Hayatının Özellikleri
Feminist Çehrenin Basına Yansıması
II. Meşrutiyet yıllarının feminist çehresi basın alanında daha belirgindir. 1895’ten beri II. Meşrutiyet’in ilanından iki ay öncesine kadar yayımlanan Hanımlara Mahsus Gazete, kadınlara yönelik süreli yayınlarımızın en uzun ömürlüsüdür. II. Meşrutiyet yıllarında ise bu tür gayretler artarak devam etmiştir.
I Önceki dönemlerden daha iyi bir noktaya gelinse de II. Meşrutiyet yıllarında bazı kadınların hâlâ kendi başına edebî eser yayımlama cesareti yoktur.
Çocuğa Karşı Farkındalık
İlk özel süreli yayının (Tercüman-ı Ahval) çıktığı 1860’tan II. Meşrutiyet’e kadar 48 yıl içinde 20 adet, II. Meşrutiyet’in arifesindeki 12 yıl (1896-1908) içinde önceki yıllardan devralınan çocuk dergisi bir tanedir. Aynı dönemde yeni yayımlanan çocuk dergisi de sadece bir tanedir. Halbuki 1908-1920 arasındaki 12 yıl boyunca 19 adet çocuk dergisi yayımlanmıştır (Okay, 1999, 216-217).
Görüldüğü gibi bu tür yayınlar II. Meşrutiyet’in ilanından bir müddet sonra başlamakta, Balkan Savaşlarının peşi sıra yoğunlaşmakta, I. Dünya Savaşı’na girişle kesintiye uğramaktadır. Başlangıcı, yeni rejimin kendine bağlı nesiller yetiştirmek arzusuyla açıklamak gerekir.
Meselelere Mizahla Bakmak
II. Meşrutiyet yıllarında (özellikle basın alanında hemen hemen hiçbir kural ve kanunun tanınmaz olduğu ilk 8-10 ay içerisinde) çıkan mizah dergilerinin çokluğu da dikkat çekmektedir.
Teknik Gelişme -Resimli Dergi Tercihi
II. Meşrutiyet öncesinde, pek çok resimli dergi ve gazete vardır. Cumhuriyet yıllarında ise teknik gelişmelerden dolayı, artık bir yayın organının resimliliği, özellik olmaktan çıkmıştır. Önceki dönemlerle kıyaslandığında II. Meşrutiyet Türkiye’sinde bir süreli yayının resimli çıkması, bir cazibe ve kalite göstergesidir. Bu sebeple o yılların pek çok dergisi, adında, “musavver” veya “resimli” gibi sıfatlar taşır.
Nitelik-Baskı Kalitesi
Bu dönem basınına baskı kalitesi açısından da bakmak gerekir. Türkiye’de 1890’lı yıllardan itibaren yayın-basım kalitesinde önemli bir gelişme görülmektedir. Baskı ve dizgideki bu güzelleşme, II. Meşrutiyet yıllarında, I. Dünya Savaşı etkilerinin iyice hissedildiği 1915 yılı sonlarına kadar artarak devam etmiştir.
Serbestlik ve Sansür
II. Meşrutiyet devri, Osmanlı basını için hem en serbest hem de en yasakçı yılları ifade eder. 1908-1913 arasında en serbest yıllarını yaşayan basın, I. Dünya Savaşının başlamasıyla birtakım kısıtlamalar çemberine girer. II. Meşrutiyet’in ilan edildiği günlerde hiçbir kanun ve nizama bağlı olmayan matbuat, 1913’ten 1919 başlarına kadar çıkarılan yedi geçici kanun ve kararname ile bazı kayıtlara tâbi kılınmıştır.
Mali Sıkıntı
Bu dönemin sonlarında süreli yayın azlığında yasaklamaların rolü ne olursa olsun, yayın sayılarındaki düşüş, II. Meşrutiyet’in sonlarına gelindiğinde basının asıl probleminin ekonomik olduğunu düşündürmektedir. Hem II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında hem de I. Dünya Savaşı ortamında neşredilmiş olan Servet-i Fünûn’u numune kabul edip, baskı ve kâğıt kalitesindeki düşmeyi nazar-ı dikkate almak, karşılaşıla ekonomik zorlukları anlatmaya kâfidir. Renkli kapağı, kuşe kâğıt ve baskı mükemmeliyetiyle dikkati çeken Servet-i Fünûn, I. Dünya Savaşı yıllarında pek adi kâğıda basılmış, resimleri seçilemeyen, mürettip hatalarıyla dolu bir dergi olmuştur.