İKTİSADA GİRİŞ II - Ünite 6: İktisadi Büyüme ve Kalkınma Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 6: İktisadi Büyüme ve Kalkınma

Giriş

Büyümenin önemi kendisinden sonra ortaya çıkan ve birbirini etkileyen olaylar sıralamasında saklıdır. Çok basit ve yüzeysel bir sıralama yaparsak, iktisadi büyüme işsizliği azaltır. Artan istihdam sayesinde toplumda bireylerin elde ettikleri gelir yükselir. Ellerindeki geliri harcamak isteyen bireyler toplam talebi artırır. Artan toplam talebe yetişmek isteyen firmalar daha fazla üretim kararı alır, böylece daha çok işçi istihdam eder. Bu döngü tek bir itici gücün hamlesiyle başlar ve farklı birçok senaryoyla devam edebilir. Dolayısıyla ekonomide büyüme kavramının her boyutunun iyice anlaşılması gerekmektedir. Çünkü büyüme, bir ekonomi için içeriğinde panzehiri bulundurabileceği gibi, zehir de barındırabilmektedir. Eğer iktisatçılar, politika uygulayıcıları ve karar alıcılar iktisadi büyümenin tam olarak nasıl işlediğini anlamazlarsa atabilecekleri yanlış adımlarla bir ülke ekonomisini içinde bulunduğu durumdan çok daha zor bir konuma taşıyabilirler. İktisadi büyüme gereklidir ancak, bir ülkenin yaşanabilir kılınması açısından tek başına yeterli değildir. Kişi başına düşen gelirde önemlidir. Bunun yanında bir ülkeyi daha yaşanılır kılan yaşam standardının yükselmesi, güvenli içme suyuna erişim imkânı, sıhhi tesisat sistemlerinin iyileştirilmesi, tıbbi tesislerin varlığı, okuryazarlık oranını artırmak için ilköğretimin yayılması, bebek ölüm oranındaki düşüş, yoksulluğun ortadan azaltılması, dengeli ulaşım ağları, istihdam olanaklarının artırılması gibi konular iktisadi kalkınmanın alanına girmektedir.

İktisadi Büyüme

Ülkelerin geleceğe yönelik ekonomi programları açıklandığında iktisadi büyüme hedeflerinin en önemli amaçlardan biri olduğu dikkat çekmektedir. İktisadi büyüme bugün sadece iktisatçıların ilgilendiği bir konu olmaktan çıkıp gündelik hayatta her kesimden insanın sıklıkla karşılaştığı bir kavrama dönüşmüştür. İktisadi büyüme hakkında açıklanan rakamlar doğrultusunda yapılan tahmin ve yorumların iyi analiz edilebilmesi için tanımının ve ölçüm yöntemlerinin doğru bilinmesi gerekmektedir.

İktisadi Büyümenin Tanımı ve Ölçülmesi

Artan nüfus ile birlikte ülkeler için sonsuz insan ihtiyaçlarını karşılayabilmek ancak malların üretimini artırarak mümkün olacaktır. Bu kapsamda, iktisadi büyüme kavramı, bir ekonominin üretim hacminde yani reel GSYH düzeyinde meydana gelen sürekli artış olarak tanımlanmaktadır. Hatırlanacağı üzere GSYH deflatörü temel alınan baz yılına göre mal ve hizmetlerin fiyatlar seviyesinde gerçekleşen değişimi gösteren bir endekstir. Bu endeks, nominal GSYH’nin reel GSYH’ye oranının 100 ile çarpılmasıyla elde edilmektedir. Hesaplanan endeks, nominal GSYH’deki değişimin fiyatlardaki artıştan mı yoksa üretimdeki artıştan mı kaynaklandığını göstermektedir. Diğer bir ifadeyle, GSYH’deki artışın yüzde kaçının fiyatlardaki artıştan kaynaklandığı deflatör aracılığıyla açıklanmaktadır. Deflatörünün hesaplanmasında kullanılan eşitlikte sabit fiyatlarla GSYH aşağıdaki yöntemle ölçülmektedir:

GSYH Deflatörü = Cari Fiyatla GSYH / Sabit Fiyatla GSYH ×100

GSYH Deflatörü aracılığıyla Nominal GSYH’nin, reel GSYH’ye dönüştürülmesi ise şu şekildedir:

Sabit Fiyatla GSYH = Cari Fiyatla GSYH / GSYH Deflatörü × 100

İktisadi Büyümenin Kaynakları

Üretim faktörlerinin tam ve etkin kullanılması ile üretilebilecek maksimum mal ve hizmetin parasal karşılığı potansiyel GSMH’dir. Üretim kapasitesinin tam kullanımı ile Potansiyel GSMH’ye ulaşılmaktadır. Potansiyel GSMH’nin anlaşılmasında üretim imkânları eğrisinden yararlanılabilir. Bu eğri, bir ülkede tam istihdam koşulları altında, mevcut teknoloji ve üretim faktörleri kullanılarak belirli bir dönemde en yüksek seviyede üretilebilecek mal ve hizmet bileşimlerini göstermektedir. Üretim imkânları eğrisinden ülkelerin hangi üretim faktörüne daha fazla sahip olduğu, ekonomik tercihleri ve bu tercihlerin alternatif maliyetleriyle ulaşabileceği maksimum üretim kapasitesi görülebilmektedir. Üretim imkânları eğrisi, üretimin sınırı olduğunu, dolayısıyla ekonomide kaynakların en etkin şekilde kullanılarak hangi mal ve hizmet alternatiflerinin üretilebileceğini göstermektedir. Bu eğri, ülkenin üretebileceği mal ve hizmetlerin sınırını da temsil etmektedir. Eğer, ekonomide üretim imkânları eğrisi üzerindeki noktaların temsil ettiği mal ve hizmet miktarları üretilmiyorsa bu durum, o ülkede kaynakların etkin biçimde kullanılmadığını anlatmaktadır. Diğer bir ifadeyle, üretim imkânları eğrisine bakarak o ülkenin üretebileceği mal ve hizmetlerin maksimum sınırı, yani ülkenin toplam üretim kapasitesi görülebilir. Üretim imkânları eğrisinin şeklinin orijine göre iç bükey olmasının nedeni artan fırsat maliyetidir. Örneğin Türkiye’de Akdeniz kıyıları seracılık için uygun olduğundan domates üretimi gerçekleştirilmektedir. Ülkemizin iç kesimleri ise buğday üretiminin en yoğun olduğu yerlerdir. Eğer üreticiler, domates üretimi için iç bölgelerde ve buğday yetiştiriciliğinde Akdeniz kıyılarında üretime zorlanırsa bu durumda her iki üründen de daha düşük bir hasat elde edilecek ve gerçekleşen hasıla potansiyel hasılanın altında kalacak ve sonuç olarak kaynaklar etkin bir şekilde kullanılmamış olacaktır. Yüksek işsizlik, işgücünün kullanılmaması anlamına da geldiğinden ekonominin daralma dönemlerinde üretim, potansiyel hasılanın altında gerçekleşmektedir.

Özetle, şekilden de açıkça görülebildiği üzere iktisadi büyüme bir ülkede üretilen mal ve hizmet düzeyinde ve kapasitesinde meydana gelen artıştır. Ülkenin sahip olduğu sermaye stokunun büyüklüğü, işgücü miktarı, niteliği ve doğal kaynaklar ülkenin üretiminde kullanılan temel üretim faktörleridir. Bir ülkenin üretim faktörlerinin artması, üretim faktörleri niteliklerinin iyileşmesi (verimlilik artışı) veya teknolojik ilerleme şeklinde açıklanabilir. İktisadi büyüme bir ülkede üretilen mal ve hizmet kapasitesinde meydana gelen artıştır. Üretim kalemi ekonomide ülkenin arzını temsil etmektedir. Dolayısıyla üretim faktörlerinin büyüme üzerindeki etkileri arz yönlü nedenler olarak tanımlanabilir.

İşgücü Artışı: Üretim faktörlerinin temel girdilerinden olan işgücü veya emek arzı ülkelerin üretim miktarında etkili bir rol üstlenmektedir. Doğal nüfus artışı ve dış göçler dolayısıyla artan nüfus daha yüksek bir işgücü anlamına gelmektedir. Sonuç olarak, söz konusu nüfus istihdam edildiğinde üretilen toplam çıktıda da artış gerçekleşecektir.

Sermaye Artışı: Üretim, sefer sırasındaki bir trene benzetilirse bu trenin yola devam edebilmesi için işgücünü temsil eden makinistin olması gerektiği kadar, sistemin çalışmasını ve işleyişinin sürdürülebilmesini sağlayacak sermayeyi temsil eden enerjinin de olması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, üretimde emek tek başına yeterli olamamakta ve üretimin devamının sağlanabilmesi için sermayeye ihtiyaç duyulmaktadır. Sermaye birikimi kendisini besleyen bir yapıya sahiptir. Bir ülkenin sermaye birikiminin artması için ya doğrudan-dolaylı yabancı yatırımlar aracılığı ile diğer ülkelerden gelen yatırımların ya da ülkenin kendi iç tasarruflarından beslenen ülke içinde yapılan yatırımların artması gerekmektedir.

Doğal Kaynaklar: İktisatta birçok teori açıklanmaya çalışılırken toprak kavramı ile temsil edilen doğal kaynakların arzının sabit olduğu varsayımı yapılmaktadır. Doğal kaynaklar ülkenin sahip olduğu yeraltı ve yerüstü zenginlikleridir. Arzlarının sabit kaldığı varsayımı yapılan doğal kaynaklar da mevcut kaynakların tükenmesi (göllerin kuruması, madenlerin göçmesi vb.), yeni kaynakların keşfedilmesi (maden yatakları, su altı zenginlikleri vb.), sulama kaynaklarının yaygınlaştırılması (barajlar, GAP projesi vb.) gibi yollarla değişim gösterebilmektedir. Örneğin petrol, doğal gaz veya maden yatakları gibi yeni doğal kaynakların keşfi, ülkenin üretim olanakları eğrisini sağa kaydırarak üretim kapasitesini artıracaktır. Ancak işgücünde olduğu gibi, doğal kaynaklar da tek başına büyüme için yeterli olmamaktadır.

Teknoloji: İktisadi büyümede ülkelerin gelişmişlik düzeyini belirleyen en önemli faktörlerden biri teknolojik ilerlemedir. Ekonomik anlamda teknoloji mal veya hizmet üretimi için gereken bilgi ve deneyimler bütünü, diğer bir ifadeyle üretimin gerçekleşmesi için kaynakların bir araya getirilme şekli olarak ifade edilebilmektedir. Teknoloji, gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki farkın giderek açılmasını sağlamaktadır. Üretim faktörleri miktarının zaman içerisinde artması, üretim faktörleri niteliklerinin iyileşmesi ve teknolojik gelişme kavramları büyümeye katkıları açısından değerlendirildiğinde, araştırmalar sonucu teknolojik ilerlemenin sürdürülebilir büyümenin ana itici gücü olduğu görülmüştür. Teknolojik ilerleme bilimsel icatlar veya yeni üretim tekniklerinin bulunması vb. ile gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, teknoloji ve Ar-Ge (araştırma–geliştirme) arasında pozitif bir ilişki vardır. Bu nedenle, ülkelerin Ar-Ge faaliyetlerine yapacakları yatırım, teknolojik değişim ve gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasındaki teknoloji açığının azaltılabilmesi açısından önem teşkil etmektedir.

Verimlilik Artışı: Verimlilik, elde edilen çıktı ile bu çıktının üretiminde kullanılan girdiler arasındaki ilişki olarak açıklanmaktadır. Böylece üretimde kullanılan her bir üretim faktörünün elde edilen çıktıya sağladığı toplam katkıyı belirlemek mümkün olmaktadır. Ekonominin genel verimliliğini değerlendirebilmek için ise toplam faktör verimliliği kavramı kullanılmaktadır. Kısaca aşağıdaki eşitlik şeklinde gösterilmektedir:

Toplam Faktör Verimliliği = Toplam üretim miktarı / Toplam girdi miktarı

Toplam faktör verimliliği arttığında daha az girdi ile daha çok çıktı elde edilebilmektir. Üretim faktörlerinin her birinin ayrı ayrı verimliliklerini hesaplamak mümkün olmaktadır:

  • İşgücü Verimliliği: Daha iyi eğitim ve öğretim ya da gelişmiş teknoloji ile işgücü verimliliği artmaktadır. Örneğin mikrobilgisayarlar ve internette yaşanan teknolojik gelişmeler emeğin verimliliğini artırarak iktisadi büyümeye katkıda bulunmaktadır. Gelecekte, iktisadi büyümenin birçok meslek alanında yapay zeka gibi yeni teknolojiler sayesinde robotların çalışan bireylerin yerini alarak daha etkin üretim yapabilmeleriyle gerçekleşme ihtimali olabilir. İşgücü verimliliği, üretim miktarının işgücü miktarına oranı ile hesaplanmaktadır. Bu şekilde işgücünün elde edilen toplam çıktıya katkısını ölçmek mümkün olmaktadır:
    İşgücü Verimliliği = Üretim miktarı / İşgücü miktarı
  • Sermaye Verimliliği: Üretim faktörlerinde sermayenin verimliliğini ölçebilmek için üretimde kullanılan sermayenin üretim miktarına katkısına bakılmaktadır:
    Sermaye Verimliliği = Üretim miktarı / Üretimde kullanılan sermaye

Fabrikalar, makineler ve yollar gibi fiziki sermayeye yapılan yatırımların artması, iktisadi faaliyetlerin maliyetini düşürmektedir. Örneğin güçlü bir otoyol sistemine sahip olmak ülke genelinde hammadde ve malların taşınmasında verimliliği ve bu da GSYH’yi artırabilmektedir. Yeni üretim tesislerine yatırım yapılması veya ulaşım, iletişim gibi altyapıya yatırım yapılması uzun dönemde verimliliği artıracaktır.

İktisadi büyümenin temel kaynakları üretim faktörleri miktarının zaman içerisinde artması, üretim faktörleri niteliklerinin iyileşmesi veya teknolojik ilerleme olarak belirtilmektedir. Burada ekonomide arz ve talebin dengeli olması gerektiği unutulmamalıdır. Toplam talep yönlü unsurları açıklayabilmek için GSYH’nin hesaplanma yöntemlerinden biri olan ve emek ile sermaye kesimlerinin harcamalarının toplanarak ulusal gelirin elde edildiği harcama yöntemine değinmek gerekmektedir. Türkiye’de de 1993 yılından sonra ulusal gelir, harcamalar yöntemiyle hesaplanmaya başlanmıştır. GSYH hesaplamasında harcamalar yöntemiyle yapılan hesaplamada toplam talep esas alınmaktadır. Bu yöntemle hesaplanan GSYH, tüketim harcamaları, yatırım harcamaları, kamu harcamaları ve net ihracatın toplamıyla elde edilir.

GSYH’nin ölçülmesinde temel olarak üç farklı yöntemden faydalanılır. Bunlar; Üretim yöntemi, gelir yöntemi ve harcama yöntemi dir. Her üç yöntemle hesaplanan GSYH değerleri birbirine eşittir:

GSYH( Y ) = AD = C + I + G + (X - M)

Denklemde, hanehalkı tüketim harcamaları ( C ), özel sektör yatırım harcamaları ( I ), kamu harcamaları ( G ), ihracat miktarı ( X ), ithalat miktarı ise ( M ) ile temsil edilmektedir. Kısa dönemde bu kalemlerin bir veya birden fazlasında gerçekleşecek artış toplam talebin artmasına, diğer bir ifadeyle iktisadi büyümenin gerçekleşmesine neden olacaktır. Dolayısıyla bu kalemleri etkileyen her neden iktisadi büyümeyi de etkilemektedir. Bu kalemleri açıklamamız gerekirse;

  • Ücretlerdeki artış: Tüketimi teşvik eden nedenlerin başında ücretlerdeki artış gelmektedir. Daha yüksek reel ücretler, bireylerin harcanabilir gelirini artırarak tüketici harcamalarını ( C ) teşvik etmektedir. Artan talebi karşılayabilmek için üreticiler daha fazla emek talep edecekler ve böylece istihdam edilen nüfus çoğalacaktır. Sonuç olarak gerek yeni istihdam edilen gerekse de mevcut işlerinde daha yüksek maaşlar ile çalışan bireylerin kazandıklarını harcamaları toplam talebi artırarak firmaları daha fazla üretime teşvik edecektir. Ayrıca bu çalışan maaşlarından elde edilen vergiler kamu gelirlerini artırarak kamu harcamaları oranını yükseltir. Ancak, bu olumlu yanlarının yanında büyük bir nüfusa sahip olmanın dezavantajı, ülkede yeterli yatırım gerçekleşmezse yüksek işsizliğe yol açmasıdır.
  • Vergi indirimleri: Gerek ücretler üzerinden alınan gerekse de satış fiyatlarına yansıtılan vergi oranlarında gerçekleşecek bir indirim, tüketicilerin harcanabilir gelirini artıracak ve dolayısıyla tüketici harcamalarını ( C ) artıracaktır. Bu durum da toplam talebi ve önceden açıklandığı gibi toplam üretimi artıracaktır.
  • Döviz kurundaki artış: Döviz kurunda yaşanan artışlar, bir ülkenin resmî para biriminin diğer ülke para birimleri karşısında değerinin düşmesine yol açmaktadır. Ulusal paranın değerindeki bir düşüş uluslararası piyasalarda ülkenin ihraç mallarını daha ucuz hâle getirmekte ve ihracat ( X ) miktarını artırmaktadır. Yabancı para birimi ulusal para birimi karşısında değer kazandığından ithalat daha pahalı hâle gelir, bu durum ithalat miktarını ( M ) azaltırken, tüketiciler açısından yerli ürünleri nispeten daha cazip hâle getirerek yurt içi tüketimi (C) artırmaktadır. Sonuç olarak toplam talep bu durumdan pozitif etkilenecektir.
  • Kamu harcamalarındaki artış: Yeni yollar inşa etmek veya refah seviyesini yükseltecek hizmetlere daha fazla harcama yapmak için kamu yatırım harcamaları ( G ) artırılmaktadır. Böylece artan kamu harcamaları ( G ) toplam talebi etkileyerek iktisadi büyümeyi tetiklemektedir.
  • Faiz oranlarında düşüş: Düşük faiz oranları borçlanma maliyetini azaltmaktadır. Tüketicilerin harcanabilir gelirinin artması ve yatırımcıların yatırım finansmanı bulabilme maliyetinin azalması toplam talebi etkilemektedir. Özetle, düşük faiz oranları; bireyleri tüketim harcamalarına ( C ), firmaları ise yatırım ( I ) yapmaya teşvik etmektedir. Bunlara ek olarak bir ülke ekonomisinde iktisadi ve finansal istikrar firmaların yatırım yapmaya daha istekli olmalarına neden olacak ve yatırım ( I ) toplam talebini artıracaktır.

İktisadi Büyümenin Önemi

İktisadi göstergeler, bir ülkenin ekonomiyle ilgili “büyük resmini” göstermektedir. Tek bir gösterge veya küçük bir gösterge grubu, ülkenin genel iktisadi durumu hakkında bir fikir vermektedir. Ayrıca, uluslararası veya ulusal yatırımcıların finansal piyasaların iktisadi temellere uygun olup olmadığını değerlendirmelerine yardımcı olabilmektedir. Böylece yatırımcılar yatırım ve varlık tahsis kararları alabilmektedirler. İktisadi göstergeler, finansal piyasalarda bir artış gerçekleştiğinde bu yükselişi yakalayan veya geride kalan piyasaları da belirtmektedir. Gelişmiş ekonomiler bir önceki yıla göre (yıldan yıla) az gelişmiş veya gelişmekte olan ekonomilere göre daha yavaş bir büyüme hızına sahiptir. Bir ülkenin her yıl büyüme kaydediyor olması o ülke ekonomisinin sağlıklı olduğunu ifade etmektedir.

  • Artan tüketim: İktisadi büyüme, tüketicilerin daha fazla mal ve hizmet tüketmesini sağlamaktadır. Ekonominin bir varsayımı, tüketicinin yapmış olduğu tüketim ile sağladığı fayda arasında doğrusal bir ilişki olmasıdır. Dolayısıyla daha yüksek tüketim seviyelerinde tüketicinin elde edeceği fayda düzeyi artacak, refah seviyesi yükselecektir.
  • Artan yatırım: Gerçekleşen daha yüksek tüketim oranları doğrultusunda toplam talepteki artışı karşılayabilmek için, toplam arz yani üretim de artacaktır. Böylece iktisadi büyüme, firmaları gelecekteki talebi karşılamak için yatırım yapmaya teşvik etmektedir. Daha fazla yatırım, iktisadi büyümenin kapsamını artırarak sürdürülebilir bir iktisadi büyüme/yatırım döngüsü yaratmaktadır.
  • İşsizliğin azaltılması: İşsizlik, suç ve toplumdan soyutlanma gibi sosyal sorunların ana kaynağıdır. Yatırımlarda artışa neden olan iktisadi büyüme, yeni iş imkânları sağlayarak işsizliği azaltmaya ve sosyal sorunlarla mücadeleye yardımcı olur. Fransa ve İspanya’da şu anda yüksek düzeyde yapısal işsizlik bulunmaktadır. Bu tür bir işsizlik iktisadi büyümeyle azaltılamamaktadır.
  • Artan kamu hizmetleri: Daha yüksek iktisadi büyüme aynı zamanda hükûmetin ekonomiyi geliştirmek için kullanabileceği devlet harcamaları için ekstra vergi geliri sağlar. Bu genişleme bütçe açığını azaltmak için de kullanılabilir. Artan vergi gelirleriyle hükûmet, sağlık ve eğitim gibi önemli kamu hizmetlerine daha fazla harcama yapabilir. İyileştirilmiş sağlık hizmetleri, hastalıkları tedavi ederek ve yaşam beklentisini artırarak yaşam kalitesini yükseltebilir. Artan eğitim standartları, nüfusa daha fazla türde beceri ve okuryazarlık sağlayabilir. Eğitim, refah ve mutluluğun önemli bir belirleyicisi olarak görülmektedir. Eğitimin artması topluma daha fazla fırsat ve özgürlük sağlar
  • Yoksulluğun azaltılması: Yoksulluk ve büyüme arasındaki ilişkiyi incelemek için iktisadi büyümeye uzun dönemli bakmak önemlidir. İktisadi büyüme, mutlak yoksulluk düzeylerini azaltmada ve yaşam beklentisini yükseltmede günümüzde Afrika kıtasında önemini korumaktadır.

İktisadi büyüme, sağladığı faydaların yanı sıra doğasına ve nedenlerine bağlı olarak istenmeyen iktisadi ve sosyal maliyetleri beraberinde getirebilmektedir. Bu maliyetleri şu şekilde sıralamak mümkündür:

  • Daha yüksek enflasyon ve faiz oranları: Hızlı büyüyen talep, talep çekişli veya maliyet itişli enflasyona yol açabilir. Dolayısıyla, merkez bankası enflasyonu kontrol altına almak için faiz oranlarını yükseltmeye karar verebilir. Artan faiz oranları bireyler “ve yatırımcılar için yüksek borçlanma maliyetleri anlamına gelmektedir.
  • Çevresel etkiler: Artan yatırımlar ile birlikte kirlilik ve endüstriyel atık gibi olumsuz dışsallıklar ortaya çıkabilir. Bunun yanı sıra hızlı büyüyen ülkeler, yenilenemeyen doğal kaynakların tükenmesine neden olabilmektedir.
  • Gelir ve servet eşitsizlikleri: Büyümeden elde edilen kazanımların çoğu yalnızca birkaç kişiye gidebilir. Bu durumda, reel gelirdeki hızlı artışlar, daha yüksek düzeyde eşitsizlik ve sosyal bölünmelere yol açabilmekte ve gelir dağılımındaki eşitsizliği artırmaktadır.

İktisadi Kalkınma

Eğer ülkelerin gelişmesini engelleyen, ekonomik büyümenin önündeki kısıtları açıklayabilir ve gelişmelerine yardımcı olacak ön koşulları belirleyebilirlerse iktisadi kalkınmayı sağlayacak stratejileri doğru bir şekilde önerebilirler.

İktisadi Kalkınma Tanımı

İktisadi büyümeye göre iktisadi kalkınma kavramı daha kapsamlı olup ekonominin hem niteliksel hem de niceliksel gelişmesine odaklanan bir süreçtir. İktisadi kalkınma sadece üretimin ya da kişi başına düşen gelirin artması şeklinde değil, aynı zamanda tüm ülkeler için ekonomik ve sosyokültürel yapının da değişmesi ve yenileşmesi olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, iktisadi kalkınma sadece iktisadi büyümeyi değil, aynı zamanda yapısal değişmeyi de içermektedir. Dolayısıyla, kalkınma kavramının büyümeyi de kapsayan daha geniş nitelikli bir olgu olduğu söylenebilir. Burada söz konusu olan yapısal değişim ile ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve diğer alanlardaki süreçlerin daha iyiye gitmesi ifade edilir. Sonuç olarak, iktisadi büyüme; bir ülkenin toplam hasılasında meydana gelen sürekli bir artış iken iktisadi kalkınma; yaşam standartları, sağlık ve eğitim imkânları, okuryazarlık oranları ve kişi başına düşen gelir artışı gibi unsurlarda gerçekleşen bir gelişmedir.

İktisadi kalkınmanın geleneksel nicel ölçme yöntemi kişi başına düşen gelirdir. Kişi başına düşen gelir ülkenin reel GSYH’sinin o ülkenin toplam nüfusuna oranını ifade etmektedir. Kişi başına düşen gelirin artışının yanında yaşam standardının yükselmesi, güvenli içme suyuna erişim imkânı, sıhhi tesisat sistemlerinin iyileştirilmesi, tıbbi tesislerin varlığı, okuryazarlık oranını artırmak için ilköğretimin yayılması, bebek ölüm oranındaki düşüş, yoksulluğun ortadan azaltılması, dengeli ulaşım ağları, istihdam olanaklarının artırılması gibi farklı ölçüler de iktisadi kalkınmanın göstergesidir.

İktisadi Kalkınmanın Ölçülmesi

İktisadi kalkınma sadece niceliksel değişimi içermediği için nasıl ölçüleceği konusunda farklı tartışmalar bulunmaktadır. Bu tartışmaların temelinde ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre nasıl sıralanmaları gerektiği yatmaktadır. Uluslararası karşılaştırmalarda niceliksel verilerin kullanılması en çok tercih edilen ve karşılaşılan yaklaşımdır. Ülkelerin gelişmişliklerini kişi başına düşen gelire göre değerlendiren Dünya Bankası, ülkeleri kişi başına düşen gelirlerine göre üç ana gruba ayırmaktadır: Düşük, orta ve yüksek gelirli ülkeler. Orta gelirli ülkeleri ise düşük orta gelirli ülkeler ve yüksek orta gelirli ülkeler olarak iki alt kategoriye ayırmaktadır. Karşılaştırmanın daha doğru yapılabilmesi için ülkelerin ulusal gelirleri, ortak para birimi olarak uluslararası piyasalarda genel kabul gören dolara dönüştürülmektedir. Uluslararası gelişmişlik düzeylerinin karşılaştırılmasında kişi başına düşen gelir ölçütünün anlamlı olabilmesi için, farklı ülkelerdeki satın alma gücünü aynı düzeyde eşitleyen satın alma gücü paritesi yöntemi kullanılmaktadır. Satın alma gücü paritesi dünyada benzer malların benzer fiyatlardan satılması düşüncesi üzerine kurulmuş olan tek fiyat ilkesine dayanmaktadır. Fiyat farklılıklarını gözetmeyen kişi başına düşen millî gelir verisine kıyasla, satın alma gücü paritesine göre kişi başı millî gelir hesaplama yöntemi ülkeler arasında adil bir karşılaştırma yapabilmek için tercih edilmektedir. Satın alma gücü paritesi yöntemi ile kişi başına gelir hesaplamasında, ülkelerdeki fiyat seviyeleri ve yaşam standardı maliyetleri dikkate alınarak bireylerin yaşadıkları ülkelerdeki satın alma güçleri ölçülmektedir. Satın alma gücü paritesine göre hesaplanmış verilerin yer aldığı tablolarda SGP ifadesi kullanılmaktadır.

Kişi başına düşen gelir ve satın alma gücü paritesi yöntemlerinin yanı sıra iktisadi kalkınmanın ölçülmesinde sadece niceliksel verileri değil niteliksel verileri de dikkate alan ve dünyada genel olarak kabul gören endekslerden biri İnsani Gelişme Endeksi’dir (İGE). İnsani Gelişme Endeksi, hem ekonomik hem de çok boyutlu kalkınmayı dikkate alan bir ölçüttür. İGE’nin üç bileşeni bulunmaktadır. Bunlar; eğitim, sağlık ve gelirdir. Eğitim göstergesi olarak beklenen eğitim süresi ve ortalama eğitim süresi verilerini, sağlık göstergesi olarak beklenen yaşam süresini, gelir göstergesi olarak da satın alma gücü paritesi dönüştürme oranları kullanılarak baz yılına sabitlenmiş, uluslararası dolara dönüştürülmüş kişi başına düşen geliri dikkate almaktadır.

Türkiye’nin 2018 yılındaki insani gelişme endeksi değeri 0,806 olarak hesaplanmıştır. Türkiye 189 ülkenin sıralandığı listede yüksek insani gelişme kategorisi kapsamında hesaplanan ortalamanın üzerinde aldığı değer ile 59’uncu sırada yer almıştır.

Az Gelişmiş Ülkelerin Özellikleri

Az gelişmişliğin tanımlanması ve ölçülmesi ülkeden ülkeye gözlenen farklılıklar nedeniyle farklı tartışmalara neden olmaktadır. Bu nedenle az gelişmişliği ölçmek için oluşturulan ölçme yöntemleri de yetersiz kalabilmektedir. Az gelişmiş ülkelerin makroekonomik özellikleri içerisinde düşük kişi başına gelir, gelir dağılımında adaletsizlik, yüksek yoksulluk seviyesi ve buna bağlı olarak düşük yaşam standardı ile refah düzeyi, yetersiz sermaye birikimi, düşük verimlilik, yüksek oranlı işsizlik ve yüksek ithalat bağımlılığı sayılmaktadır. Bu ülkelerin demografik özelliklerine bakıldığında ise hızlı nüfus artışı, yüksek bağımlılık oranı, yüksek kırsal nüfus görülmektedir. Ayrıca az gelişmiş ülkelerde kırdan kente göç oranları da oldukça yüksektir. Az gelişmiş ülkelerde eğitime verilen önem, gelişmiş ülkelerin oldukça gerisindedir. Dolayısıyla düşük eğitim düzeyi, yetersiz sağlık koşulları, yetersiz ve dengesiz beslenme bu ülkelerin karşılaştırılmasında ortak beşeri özellikler kapsamında ele alınabilmektedir. Sektörel özellikleri incelendiğinde az gelişmiş ülkelerin tarım sektörüne dayalı bir ekonomiye sahip oldukları görülmektedir. Bu durumun yanında ara mallar ve yatırım malları sanayisi gelişemezken tüketim malı sanayisi aşırı büyüyebilmektedir. Hizmetler sektörü de tüketim malları sanayisi gibi ortalamanın üzerinde büyüyerek ekonomiyi dengesiz bir yapılanmaya sürüklemektedir. Ayrıca ikili yapı özellikleri de sektörel yapıyı şekillendiren önemli bir özelliktir. Bu kapsamda ülkenin bir kesiminde gelişmişlik düzeyindeki ülkelerdekine benzer pazar yapısına, ileri teknolojiye, gelişmiş kurum ve organizasyonlara rastlanabilirken bir başka kesiminde daha çok aile ekonomisi, geri ve ilkel teknoloji, durgun bir sosyal yapı, geleneksel kurum ve organizasyonlarla da karşılaşılmaktadır. Ayrıca az gelişmiş ülkelerin kendine özgü siyasal ve yönetsel özellikleri de bulunmaktadır. Nüfus artışı, doğal kaynaklar, sermaye birikimi ve teknoloji iktisadi kalkınmanın sağlanabilmesi açısından önem taşımaktadır.

Az gelişmiş ülkelerde iktisadi kalkınmanın gerçekleşebilmesine yüksek yatırım ihtiyacı gerekmektedir. Ancak bu ülkelerde kişi başına düşen gelir miktarı çok az olduğundan bireylerin tasarruf yapamaması, yüksek yatırım ihtiyacı ile birleşince başvurulan dış borçlar nedeniyle cari işlemler hesabında açık ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu durumun bir sonucu olarak az gelişmiş ülkeler genellikle cari işlemler hesabındaki açığı kapatabilmek için dış finansal kaynaklara bağımlı olmaktadır. Bu döngüye az gelişmiş ülkelerin tümünde rastlamak mümkündür.