İKTİSADİ BÜYÜME - Ünite 8: Türkiye Ekonomisi’nde İktisadi Büyüme Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Türkiye Ekonomisi’nde İktisadi Büyüme

İktisadi Büyüme, Önemi ve Türkiye’de İktisadi Büyümenin Tarihsel Gelişimi

Milli gelir artışı başka bir deyişle iktisadi büyüme ülkelerin refah düzeylerinin en önemli belirleyicisidir. İktisadi büyüme nedeniyle geliri yükselen bireyler daha fazla mal ve hizmet tüketim olanağına kavuşacakları için bireysel ve toplumsal yaşam standardı yükselecektir. İktisadi büyümenin istikrarlı ve yüksek düzeyde gerçekleştirilmesi ülkelerin temel amaçları arasında yer almaktadır.

İktisadi Büyüme ve Önemi

İktisadi büyüme temel olarak bir ülkede, belli bir dönemde genellikle bir yılda üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin parasal ifadesi olan GSYH’de ya da kişi başına düşen gelirde meydana gelen artış olarak tanımlanır. Öte yandan, iktisadi büyümeyi konjonktürel dalgalanmalardan ayırmak ve uzun dönemli bir olgu olma özelliğini ön plana çıkarma amacıyla büyümeyi, kişi başına reel hasılada meydana gelen devamlı artış olarak tanımlamak mümkündür. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, aslında kişi başına reel hasılada meydana gelen artışın büyüme olarak nitelendirilebilmesi için bu artışın geçici olmaması, sürekli olması gerekmektedir.

Bir ülkenin iktisadi büyümesi iki şekilde ortaya çıkar:

  • Birincisi, tam istihdamda bulunan ekonominin iktisadi kaynaklarını daha etkin kullanmasıyla büyüme gerçekleşebilir.
  • İkinci olarak büyüme, tam istihdamda kullanılan kaynak miktarına yeni kaynakların eklenmesi sonucunda meydana gelir.

Ülkelerin yüksek ve istikrarlı büyüme hızına sahip olması bireylerin ve toplumların iktisadi refah düzeylerini yükseltecektir. İktisadi büyümede 70 kuralı çerçevesinde büyüme oranında meydana gelen küçük farklılıklar kişi başına gelirde önemli farklılıklar yaratmaktadır.

Lucas tarafından kullanılan temel kurala göre, yılda g oranında büyüyen bir ülke, her 70/g yılda kişi başına gelirini iki katına çıkaracaktır. Başka bir ifadeyle 70 rakamını ülkenin yıllık büyüme hızına bölerek bir ülkenin kaç yıl sonra gelirini ikiye katlayacağını bulabilirsiniz. Ancak büyüme hızı %5’den büyük olduğunda, kişi başına düşen gelirin iki katına çıkma süresini 72/g formülünü kullanarak hesaplamak daha doğru olacaktır. Örneğin eğer bir ekonomi %4’lük bir büyüme oranını 17.5 yıl boyunca sürdürürse, kişi başına düşen gelir düzeyi ikiye katlanacaktır.

İktisadi büyüme ekonominin birçok alanında değişime yol açmakta ve bu değişimi hızlandırmaktadır. Büyüme üretimin sektörel kompozisyonunu, istihdamı, finansal sistemi, gelir ve servetin dağılımını, demografik yapıyı, çevreyi etkilemekte aynı zamanda bu değişimler iktisadi büyüme sürecinden etkilenmektedir.

Ekonomi büyüdükçe üretimin; tarım, hayvancılık, madencilik gibi faaliyet alanlarından verimlilik düzeyinin daha yüksek olduğu imalat, inşaat gibi ikincil sektörlere daha sonra ise üçüncü sektör, hizmetler sektörüne kaydığı görülür.

İktisadi büyüme mal ve hizmetlere yönelik talebi etkileyen ve değiştiren önemli bir unsurdur. Teknolojik gelişme ve yenilikler sonucunda ortaya çıkan verimlilik artışlarının meydana gelmesinde ar-ge faaliyetlerine kaynak aktarılması, insan gücünün yetiştirilebilmesi için gerekli bireysel ve kamusal beşeri sermaye yatırımlarının yapılabilmesi ülke milli gelirinin arttırılmasına bağlıdır. Bu başarılabilirse iktisadi büyüme ve kalkınma beşeri sermayedeki gelişime paralel olarak hızlanacaktır.

Türkiye’de İktisadi Büyümenin Tarihsel Gelişimi

1923-1938 Dönemi

Bu dönemde iktisadi anlamda en önemli gelişmeler yeni Türk devletinin dünya içindeki konumunu belirleyen Lozan Anlaşması ile 1929 yılında ortaya çıkan ve dünya ekonomilerini derinden etkileyen Büyük Buhrandır. 1923- 1929 dönemini açık ekonomi koşullarında yeniden inşa dönemi olarak adlandırılabilir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında ulusal ekonomiye geçiş yılları olarak da nitelendirilen 1923-1930 döneminde hükümet demiryollarına öncelik vermiş, yabancı şirketlerin millileştirilmesine başlanmıştır.

1930’lu yıllardan Türkiye’de dışa kapalı, devlet öncülüğünde sanayileşme hamlesi başlatılmıştır. Bu dönemde iç pazara yönelik sanayileşmeye ağırlık verilmiş ve korumacılık önlemleri uygulanmıştır. Devlet öncülüğünde planlı sanayileşme amacıyla Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı (BBYSP) 1934-1938 yıllarını kapsayacak şekilde hazırlanmıştır.

BBYSP’nin başlıca amaçları aşağıdaki gibidir:

  • Temel hammaddeleri yurtiçinde üretilen veya üretilecek olan sınai tesislerinin kurulması,
  • Özellikle ithalat konusu olan temel tüketim mallarının yerli üretimine(özellikle dokuma sanayine) öncelik verilmesi,
  • Sanayi işletmelerinin kuruluş yerlerinin hammadde ve işgücü kaynaklarına yakın olması.

BBYSP ile kurulması planlanan sanayi beş ana grupta toplanmaktaydı:

  • Dokuma (pamuk, yün),
  • Maden işleme (demir, çelik, bakır),
  • Kağıt,
  • Kimya,
  • Taş, toprak (cam, çimento).

Temelde özkaynaklara dayalı olarak kurulan bu tesisler, Türkiye’nin sanayileşme hareketine yön veren temel kuruluşlar niteliğinde olmuştur.

Bu dönemde uygulanan antienflasyonist para ve maliye politikası sonucunda fiyat istikrarı sağlanmıştır. 1924- 1938 döneminde yıllık ortalama %7.9 büyüme hızı ve %5.8 kişi başına büyüme hızı gerçekleştirilmiştir.

1936’dan sonra İkinci Sanayi Planı hazırlanmış, ancak II. Dünya Savaşı nedeniyle söz konusu Plandan vazgeçilerek İktisadi Savunma Planı yürürlüğe konulmuştur.

1939-1946 Dönemi

II. Dünya Savaşı yıllarına kadar 1927 ve 1932 yılları dışında sabit fiyatlarla GSMH’nin sürekli arttığı görülmektedir. Yıllık ortalama yaklaşık %8’lik bu hızlı büyüme, özellikle sanayi sektöründeki gelişmeden kaynaklanmıştır. Ancak Savaş yıllarında savaş koşullarının etkisiyle ve dönem süresinde dış ticaret hacmindeki daralma sonucunda 1942 yılı dışında Türkiye’de sabit fiyatlarla GSMH sürekli ve önemli ölçüde azalmıştır.

1939-46 yılları arasında büyüme oranı ortalama %0.1 olmuştur. Bu dönemin sonu olan 1946 yılında siyasi açıdan önemli bir gelişme gerçekleşmiş, tek partili rejimden çok partili rejime geçilmiştir. Türkiye’nin 1929 Bunalımı ve İkinci Dünya Savaşı nedeniyle yaşadığı çok olumsuz koşullara rağmen, 1924-1946 yılları arasında gerçekleşen %5.1 oranındaki büyüme hızı ve %3.2 oranındaki kişi başına büyüme hızı başarılı bir büyüme performansı gösterildiği anlamını taşımaktadır.

1947-1960 Dönemi

Bu dönemde iktisadi açıdan korumacı, içe dönük iktisat politikalarının gevşetilerek, ithalatın serbestleştirildiği, dış açıkların kronikleşmeye başladığı dolayısıyla dış yardım, kredi ve yabancı sermaye yatırımlarına dayalı bir iktisadi yapının geliştiği bir dönem olmuştur. 1950’lerin ilk yarısında sabit fiyatlarla GSMH artışı ortalama %8.4 ile oldukça yüksek düzeyde gerçeklemiştir. Sabit fiyatlarla kişi başına gelir ise %5.6 oranında artmıştır. Bu dönemde 1946-53 yılları temel olarak tarımsal gelişme yılları olmuş, tarımın ortalama büyüme hızı sanayinin büyüme oranını belirgin bir biçimde aşmıştır. Ekonomi 1950’li yılların ortalarına kadar elde ettiği yüksek büyüme performansını sürdürememiş sonraki yıllarda bütçe ve ödemeler bilançosu açıklarına karşı yeterli tedbir alınamaması, dış talepteki gerileme gibi nedenlerle ekonomide sıkıntılar başlamış ve hükümet 1954 yılından itibaren ortaya çıkan döviz darboğazını aşmak için ithalatta sınırlamalara giderek ithal ikamesi izlenmiştir. Bu dönemde büyüme hızı artarak ortalama %6.3, kişi başına büyüme oranı da %3.6’ya ulaşmıştır.

1961-1980 Dönemi: 1980 Öncesi Planlı Dönem

Bu dönemde büyüme hızı önceki dönemden daha düşük düzeyde %5.8 olarak gerçekleşmiş, kişi başına büyüme hızı %3.3 olmuştur.1962 sonrasında iktisat politikaları planlama tabanına oluşturulmuş, ilk olarak 1962 yılında hazırlanan beşer yıllık kalkınma planları uygulanmaya başlanmıştır.

Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1963-1967 yıllarını kapsamış bu plan döneminde istikrar içinde hızlı büyüme sağlanmış, enflasyon oranı %5.3 olarak gerçekleşmiştir. Bu plan döneminde %7 büyüme oranı hedeflenmiş, gerçekleşme %6.6 olmuştur. 1968-1972 dönemini kapsayan II. Beş Yıllık Kalkınma Planının (1968-1972) hedefleri arasında büyüme oranının ortalama %7 olması ve ekonomide sanayi sektörünün sürükleyici olması yer almıştır. II. Plan döneminde hedeflenen büyüme oranına yaklaşılmış ancak %7’ye ulaşılamamış büyüme %6.3 oranında gerçekleşmiştir.

Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1973-77) hızlı sanayileşmeyi ve tüketim malları yerine ara ve yatırım malları üretiminin ağırlık kazandığı bir sanayi yapısına ulaşmak amaçlanmıştır. Hedeflenen ortalama %7.9’luk büyüme oranına ulaşılamamış, bu dönemde%5.2’lik bir büyüme oranı elde edilmiştir.

Dördüncü (1979-83), Beşinci (1985-89), Altıncı (1990- 94), Yedinci (1996-2000) ve Sekizinci Kalkınma Planı 2000-2005) dönemlerinde hedeflenen büyüme oranlarına ulaşılamamıştır. Dördüncü plan dışında (hedeflenen büyüme oranı %8 gerçekleşen %1.7) söz konusu planlarda hedeflenen büyüme oranının yarısına ya da yarısından biraz daha fazlasına ulaşılmıştır. Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013) yıllarını kapsamaktadır.

Türkiye 1980 yılından itibaren dışa açık büyüme stratejisini benimsemesine rağmen planlama yaklaşımını tamamen terk etmemiştir. Uzun vadeli stratejik plan, buna bağlı beş yıllık kalkınma planları ve kalkınma planlarının uygulamasına yönelik olarak yıllık uygulama programları yapılmaktadır. Planların amacı, yol gösterici olmak ve hükümetlere yatırım ve harcamalarında doğru karar vermesine yardımcı olmaktır.

1981-2001 Dönemi

1980, sonrasında ithal ikamesine dayalı kalkınma modelinden ihracata dayalı, dışa açık kalkınma modeline geçilmiştir. İç piyasanın daralması, ücretlerin baskı altında tutulması, gerçekleştirilen devalüasyon ve ihracata yönelik teşvik tedbirleri sonucunda ihracatta önemli ölçüde artış gerçekleştirilmiş ve büyüme oranı tekrar yükselmiştir. Bu dönem ülke ekonomisinin gösterdiği gelişimlere paralel olarak 1981-89, 1990-98 ve 1999-01 alt dönemler itibariyle incelenebilir.

1981-89 döneminde büyüme oranı %4.8; kişi başına büyüme oranı %2.4 olmuştur. Ayrıca 1989 yılında dış finansal serbestliğe geçilmiş böylece ülkeye yönelik yabancı sermaye artış göstermiştir. 1990’lı yıllar içte ve dışta önemli askeri, siyasal ve iktisadi değişimlerin ve gelişmelerin yaşandığı ve Türkiye ekonomisi üzerinde etkilerinin büyük ölçüde hissedildiği yıllar olmuştur.

2002-2016 Dönemi, Küresel Kriz ve Sonrası

2002 yılının ilk çeyreğinden itibaren hızlı büyüyen Türkiye ekonomisinde, 2002-2007 dönemi yıllık ortalama %6.8 büyüme oranıyla nispeten yüksek büyüme İKT410U-İKTİSADİ BÜYÜME Ünite 8: Türkiye Ekonomisi’nde İktisadi Büyüme 3 performansının gösterildiği bir dönem olmuştur. Büyüme konusunda bu başarılı performansın gerçekleştirilmesinde, temelde Türkiye’de uygulanan yapısal reformlar ve makroekonomik politikalara paralel olarak ekonomide güven ortamının yaratılmasının yanında, önemli ölçüde sermaye girişine olanak sağlayan uluslararası piyasalardaki olumlu koşullar etkili olmuştur.

2008 yılında ilk olarak ABD’de ortaya çıkan ve daha sonra tüm dünya ülkelerine yayılarak etkisi altına alan küresel krizin Türkiye ekonomisine de olumsuz yansımaları olmuş, 2008 yılında %0,7 oranında gerçekleşen büyüme oranı dış piyasalarda ortaya çıkan olumsuz gelişmelerle birlikte etkisini reel sektörü de kapsayacak şekilde daha yoğun hissettirmeye başlamış ve Türkiye ekonomisi 2009 yılında %4.8 oranında küçülmüştür. Bütün bu gelişmelerin, ekonominin geneli için bir tehdit unsuru oluşturmasını engellemek ve ekonominin iç-dış talep kompozisyonunu dengelemek amacıyla yılın ikinci yarısından itibaren çeşitli makroihtiyati tedbirler uygulamaya konulmuştur. Söz konusu tedbirlerin etkileri 2012 yılında devam etmiş, büyümedeki yavaşlama belirginleşmiş ve GSYH artışı yıl sonunda %2.2 düzeyine gerilemiştir.

Türkiye Ekonomisi’nde GSYH ve Kişi Başına Milli Gelirin Gelişimi ve Uluslararası Karşılaştırması

Ülkeler arasındaki fiyat düzeyi farklılıklarını ortadan kaldırarak, farklı para birimlerinin satın alma gücünü eşitleyen değişim oranına Satınalma Gücü Paritesi (SGP) denir. SGP, belirli bir mal ve hizmet sepetinin satın alınabilmesi için gereken ulusal para tutarlarının oranı şeklinde hesaplanmaktadır. Bu oran kullanılarak farklı para birimlerine dönüştürülen harcamalar, satın alınan mal ve hizmet hacmindeki farklılıkları yansıtarak, ülkeler arasında karşılaştırmaların daha güvenilir bir biçimde yapılmasına olanak sağlayan veriler sunmaktadır.

Kişi başına gelirin yüksek olması ülkenin iktisadi ve sosyal yönden kalkınmış olduğunu göstermez. Petrol ihraç eden ülkelerde kişi başına gelir düzeyi yüksek olmasına rağmen düşük kalkınma düzeyine sahiptir. Bu nedenle uluslararası karşılaştırmalarda milli gelir ya da kişi başına düşen gelir düzeyi yanında ülkelerin okullaşma oranları, çocuk ölüm oranları, doğumda yaşam beklentisi, araştırma ve geliştirme harcamaları, sosyal güvenlik harcamaları, internete erişim, okunan gazete kitap sayısı, işgücünün sektörel dağılımı, elektrik tüketimi, gelir dağılımı gibi iktisadi ve sosyal göstergeler de dikkate alınır.

1990-2016 arasında yükselen piyasalar (YP) ve gelişmekte olan ekonomilerin (GOE) gelişmiş ekonomilerden (GE) daha hızlı büyüdüğü görülmektedir. 1980-2016 yılları arasında dünya ortalama yıllık büyüme oranı yaklaşık %3.6’dır. Gelişmiş ülkeler söz konusu dönemde ortalama %3.49 büyürken yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ekonomiler ortalama yıllık yaklaşık %4.54 büyüme oranını gerçekleştirmiştir. Türkiye’nin büyüme oranı aynı dönemde yıllık %4.38 olmuştur ve dolayısıyla yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ekonomiler ile karşılaştırıldığında, Türkiye bu ekonomilere yakın bir büyüme performansı göstermiştir. 1994, 1999, 2001 ve 2009 kriz yılları göz ardı edildiğinde, Türkiye’nin dünya ve yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ekonomilere kıyasla %5.7 oranıyla nispeten daha yüksek büyüme performansı gösterdiği söylenebilir.

Türkiye GSYH düzeyi bakımından dünya ülkeleri içinde ilk 20 ekonomi arasında yer almaktadır. Türkiye GSYH’sinin dünya GSYH’si içindeki payı 2013 yılında cari fiyatlarla %1.09 olarak satınalma gücü paritesine göre %1.40 olarak gerçekleşmiş ve Türkiye 17. sırada yer almıştır.

Kişi başına düşen gelir ölçütü, ülke boyutunu yansıtmamakta, nüfusu az olduğu için kimi küçük ekonomik boyutlu ülkeleri, büyük boyutlu ülkelerle hemen hemen aynı, kimilerinden ise daha ileri gelişmişlik düzeyinde gösterebilmektedir.

Cari fiyatlara ve satınalma gücü paritesine dayalı olarak yapılan kişi başına düşen gelir hesaplamalarının sabit fiyatlarla ve ABD doları bazında yapılan hesaplamalardan farklılık göstereceği dikkatten kaçmamalıdır.

Türkiye Ekonomisi’nde Büyümenin Kaynakları ve Büyüme Stratejisi

Büyüme olgusu;

  • Arz ve
  • Talep veya harcamalar kaynaklı olmak üzere iki şekilde incelenebilir.

İktisadi büyüme talep kaynaklı olduğunda başka bir deyişle talep veya harcamalardaki artışlar yoluyla ortaya çıkan büyümenin ekonomi üzerinde kısa dönemli etkileri olacaktır. Ülkelerin uzun vadeli büyüme potansiyeli ve performansında belirleyici olan ekonominin arz kaynaklı unsurları yani üretim faktörleridir. Üretim faktörlerinin miktar ve verimliliklerindeki artışlar ile teknolojik değişme iktisadi büyümenin temel belirleyicileridir. Bununla birlikte ekonomide talep kaynaklı bileşenler de büyüme üzerinde etkilidir. Özellikle iç ve dış talep, bunların nispi büyüklükleri ülkenin büyümesinin iç talebe ya da dış talebe(ihracat) bağlı olarak gerçekleştiğini göstermesi bakımından önemlidir. Böylece talep kaynaklı büyümenin görünümü ülkenin izlemiş olduğu iktisadi büyüme modeli konusunda bilgi verir. Gelişmekte olan ülkelerin piyasa darlığı ve dolayısıyla sınırlı iç talep sorununu ortadan kaldırabilmek, kriz dönemlerinde daralan iç talebin olumsuz etkilerini hafifletmek amacıyla dış talep odaklı üretim yaptıkları görülmektedir.

Üretim faktörlerindeki artışlar uzun dönemde gerçekleştirebileceğinden iktisadi büyüme analiz ve değerlendirmeleri çoğunlukla arz kaynaklı yapılmaktadır. Toprak, doğal kaynaklar, sermaye donanımı ve teknoloji düzeyi büyümeyi belirleyen temel üretim faktörleridir.

Türkiye Ekonomisi’nde Arz Yanlı Büyümenin Kaynakları

Türkiye’de tarımın payı 1998 yılında %12.5’den 2014’de %8.8’e gerilemiştir. Sanayinin payı ise 1998-2014 döneminde önemli bir değişim göstermemiş, %0-%33 arasında değişen değerler almıştır. Sanayinin payı, 1998 yılında %32.4’den 2014’de %32.9’a yükselmiştir. GSYH’ye katkısı en yüksek sektör olan hizmetlerin payı 1998 yılında %51.9’dan 2014’de %59’a yükselmiştir.

Koldor 1960’larda sanayinin büyümesi ve verimlilik artışı ile GSYH’deki büyüme arasındaki pozitif ilişkileri açıklayan; gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki yatay kesit ve zaman serileriyle test edilmiş bazı yasalar ortaya koymuştur.

Bunlardan Birinci Kaldor Yasası’nda, imalat sanayi büyümesi ile GSYH’nin büyümesi arasında güçlü bir pozitif ilişkinin bulunduğu belirtilmektedir.

İkinci Kaldor Yasası’nda, imalat sanayindeki üretim büyümesi ile imalat sanayindeki verimlilik artışı arasında güçlü bir pozitif ilişkinin bulunduğu ifade edilmektedir. Üçüncü Kaldor Yasası’nda ise, imalat sanayinin büyümesi ile imalat sanayi dışındaki verimlilik artışı arasında güçlü bir pozitif ilişkinin bulunduğu ileri sürülmektedir.

Türkiye ekonomisi için 1988-2007 döneminde büyümenin temel belirleyicisi sermaye birikimidir. Ekonomide yaşanan kısa dönemli dalgalanmalar, içsel-dışsal şokların etkisi ve sermayenin yaşında meydana gelen değişmeler dikkate alınmadan yapılan tahmin sonuçlarına göre 1988- 2007 dönemindeki yıllık ortalama %4.32 oranındaki büyümenin %15.3’ü işgücü artışından, %54.5’i sermaye birikiminden, %30.2’si ise verimlilik artışından kaynaklanmaktadır.

Ancak ekonomideki kısa dönemli dalgalanmaları temsil eden işgücünün ortalama çalışma saatindeki ve kapasite kullanım oranındaki gelişmeleri yansıtan değişkenler dikkate alındığında işgücü, sermaye ve toplam faktör verimliliğinin katkıları önemli ölçüde değişmektedir. Böyle bir durumda 1988-2007 dönemi için iktisadi büyümeye işgücünün katkısı %12.5, sermayenin katkısı %70.0 ve toplam faktör verimliliğinin katkısı %17.4 olarak hesaplanmıştır.

Türkiye ekonomisinde uzun dönem büyümenin kaynakları incelendiğinde, temel olarak yatırımların, dolayısıyla sermaye stokunun büyümenin sürükleyici gücü olduğu, istihdamın istikrarlı bir gelişim gösterdiği, toplam faktör verimliliğinin ise dönemsel farklılıklar göstermekle birlikte büyümeye katkısının nispeten düşük düzeyde kaldığı görülmektedir.

Türkiye Ekonomisi’nde Talep Yanlı Büyümenin Kaynakları

1999-2015 yılları arasında iktisadi büyümeye en fazla katkı yapan bileşenler, özel tüketim ve özel yatırım harcamalarıdır. 2002-2007 döneminde nispeten yüksek büyüme oranlarını yakalayan ülkemizde iktisadi büyümeye en fazla katkı tüketim ve yatırım harcamalarından gelmiştir.

Türkiye ekonomisinde büyümenin genellikle tüketim ve yatırım harcamalarından oluşacak şekilde iç talep kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, ülke içinde yaşanan kriz ve ekonomik durgunluk dönemlerinde iç talebin büyümeye katkısının belirgin bir biçimde gerilediği, buna karşın dış talep kaynaklı büyüme eğiliminin ortaya çıktığı söylenebilir.

Ayrıca iktisadi büyümeye en yüksek katkıyı sağlayan tüketim ve yatırım harcamaları sektörel düzeyde ele alındığında, kamu tüketim harcamaları dışında kamu yatırım harcamaları ile özel tüketim ve yatırım harcamalarının katkısının istikrarlı bir gelişim eğilimi göstermediği anlaşılmaktadır.

Büyüme Stratejisi

Türkiye’de 2014-2018 yıllarını kapsayan Onuncu Kalkınma Plan’ında, refah artışının hızlandırılması yolunda, uzun vadeli bakış açısıyla yüksek ve istikrarlı büyüme ortamının sağlanması temel amaç olarak benimsenmiştir. Yüksek ve istikrarlı büyümeye yönelik temel stratejinin, özel sektör öncülüğünde dışa açık ve rekabetçi üretim yapısının geliştirilmesi olduğu belirtilmiştir. Verimlilik artışı ve sanayileşme sürecinin güçlendirilmesi bu stratejinin temel yapı taşlarını oluşturmaktadır. Maliye, para ve ödemeler dengesi politikalarıyla makroekonomik istikrarın güçlendirilmesi, beşeri sermayenin geliştirilmesi, işgücü piyasasının etkinleştirilmesi, teknoloji ve yenilik geliştirme kapasitesinin artırılması, fiziki altyapının güçlendirilmesi ve kurumsal kalitenin iyileştirilmesi büyüme stratejisinin hayata geçirilmesi açısından önümüzdeki dönemde önemli politika alanları arasında sayılmaktadır.

T.C. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın 2018-2010 Orta Vadeli Program (OVP) döneminde Orta Türkiye ekonomisinde nitelikli istihdam oluşturan, enflasyon ve cari açık yaratmayan, ağırlıklı olarak yurtiçi tasarruflar ve doğrudan yabancı yatırımlarla finanse edilen, yatırım ve ihracata dayalı bir büyüme yapısı hedeflenmektedir. Bu programda istikrarlı ve yüksek hızda büyüyen bir ekonomik yapı için;

  • Makroekonomik istikrarın korunması,
  • Nitelikli istihdam oluşturulması,
  • Yüksek katma değerli üretimin artırılması,
  • Özel sektör yatırımları için uygun ortamın geliştirilmesi ve iş yapma kolaylığının artırılması,
  • Özel sektöre destek olacak şekilde kamuda kurumsal kalitenin artırılması hedeflenmektedir.