İKTİSADİ DÜŞÜNCELER TARİHİ - Ünite 1: İktisadi Düşünceler Tarihine Giriş Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: İktisadi Düşünceler Tarihine Giriş
Giriş
İktisat, insanın toplumsal ilişkiler ağı içindeki davranışları ile ilgilidir. İktisatçıyı meşgul eden temel sorular tam da bu konu ile ilgilidir. Bir toplumda insanların maddi ihtiyaçlarının nasıl karşılandığı sorusu başka sorulara da yol açmaktadır. Buna göre;
- Neyin üretileceği,
- Kim için ve ne kadar üretileceği,
- Nasıl üretileceği,
soruları önem kazanmaktadır.
İktisadi düşünce tarihi, iktisadi düşüncelerin zaman içinde bir bilgi formu olarak nasıl ortaya çıktığı ya da söz konusu bilgilerin nasıl yerleşik iktisat olarak kabullenildiği konusu ile ilgilenir.
Relativist (Göreceli) yaklaşımda düşünce tarihçisi, teorinin ya da doktrinin/okulun geçerli olduğu dönemdeki toplumsal, siyasi ve ekonomik güçleri ve yapıyı dikkate alır. Buna karşılık absolutist (mutlakçı) yaklaşımı benimsemiş düşünce tarihçileri için; bir teorinin bilimselliği, o teorinin içsel tutarlılık ve objektif realiteyi açıklayabilme yeteneği açısından analizini ve değerlendirilmesini gerektirir. Onun için dışsal faktörler değil esas olarak içsel faktörler önemlidir.
Schumpeter’ e göre, iktisadi düşünceler, çeşitli iktisadi konulara ilişkin olarak belli bir zaman diliminde ve mekânda halkın zihninde yer tutmuş bütün düşünce ve isteklerin toplamıdır. Yine Schumpeter, bu düşüncelerin az veya çok ait olduğu zamanın sınıfsal yapısının zihniyetini yansıttığını düşünmektedir. İktisadi düşünceler tarihini bu şekilde açıkladığımız zaman, başlangıcı da Eski Çağlardan, özellikle de ekonomi teriminin alıntılandığı eski Yunanlılara kadar gidebilir.
Hâlbuki iktisadi analiz ise bilimsel bir içeriğe sahiptir. Analitik iktisat olgular arasındaki genel ilişkileri, neden-sonuç ilişkisine dayanarak açıklama işlemidir. Bunun içinde teori ve modelleri kullanır. Teori ise olguların karmaşık dünyasından birtakım varsayımlarla soyutlanmış, gerçeğin basitleştirilmiş bir algılamasıdır. Bu nedenle iktisadi analiz bilimsel bir süreci gerektirir. Başka bir deyişle iktisadi analiz tarihi daha ziyade yerleşik iktisada yapılan katkıların bir tarihidir. İktisadi analizin amacının bir ekonomide var olan sınırlı kaynakların fiyat mekanizması aracılığıyla dağılımını incelemek olduğunu varsayabiliriz.
İktisatçı için geçmişin kazanımları bugün için de geçerli olabilir. İktisat bilimi sadece tekniklerden ibaret soyut bir bilim değildir. İnsan davranışları iktisadın çekirdeğindedir. İktisatçı, karmaşık realiteyi, nesnelerin dünyasını basitleştirip anlamlı bir hâle sokmak için soyutlamaya yönelirken varsayımları ve teorileri kullanır. Bugün önemli bir açıklama aleti olarak görülen bir teori yarın aynı şekilde başarılı olmayabilir. Bu durumda şimdiki teorileri, mutlaka yanlış olduğu için değil fakat mevcut sorularımıza cevap veremedikleri için kullanımdan kaldırabiliriz.
Kuhn’cu yaklaşım ise Bilimsel Devrimler tezini sunar. Bu teze göre bilimsel devrimler kesintili bir biçimde birbirinin yerini almaktadır. Kuhn, mevcut bir paradigmanın, ortaya çıkan yeni sorulara cevap veremediği ve cevapsız soruların biriktiği bir dönemde bir bilimsel krizin ortaya çıkacağını ileri sürmektedir. Bu kriz döneminde bilim adamlarının var olan paradigmaya bağlılıkları çözülmektedir. Bu krizden ancak yeni bir bilimsel teori ile çıkılır. Bu teori ya da görüş yaygın kabul gördüğü zaman hakim paradigma başka bir deyişle normal bilim hâline gelir.
Bilimsel teorilerin mahiyetine ilişkin bir diğer yaklaşım da Lakatos’un Bilimsel Araştırma Programları yaklaşımıdır. Lakatos’a göre bir bilimin tarihi birbirlerinin yerini almaya çalışan alternatif Araştırma Programları’nın tarihinden oluşur. Lakatos’un, Bilimsel Araştırma Programının iki temel kavramı vardır. Bunlardan birincisi katı çekirdek’dir. Katı çekirdek, programın geliştirildiği temel hipotezlerden oluşur. Katı çekirdek, evrensel varsayımlardan oluşur ve bu varsayımları yöntemsel tartışmalarla çürütmek mümkün değildir. Bütün bilimsel araştırma programları katı çekirdekleri ile tanımlanabilir. Lakatos’un üzerinde durduğu ikinci kavram, koruyucu kuşaktır. Koruyucu kuşak, Bilimsel Araştırma Programının çürütülebilir yönlerinin nasıl değiştirilebileceği ve geliştirilebileceği ile ilgilidir. Katı çekirdek sabit ve değişmez olmasına karşın, koruyucu kuşak kavramsal olarak daha esnektir ve değişebilir. Lakatos bu şekilde bilimsel düşüncelerdeki değişmelerin bütününü Araştırma Programları kavramı ile ifade etmektedir. Gerek Kuhn’un paradigma kavramı gerekse Lakatos’un bilimsel araştırma programı kavramı ile iktisadi düşünceler tarihinde birbirlerinin yerini alan düşünce ve doktrinleri daha iyi açıklamak ve anlamak mümkündür.
Eski Çağ Toplumlarında Eski Düşünce
Bütün bu Eski Çağ toplumları birer köy ekonomileri idi. Başka bir deyişle geçimlik ekonomi düzeyinde üretim yapan kapalı toplumlardı. Antikitenin köylüsü kendi ihtiyacı için üreten ve tüketen, pazarla bağı zayıf hatta hiç olmayan bir üretici idi.
Öte yandan Eski Çağ köylüsü işlediği toprağın da sahibi değildi. Toprak genellikle büyük toprak sahiplerinin, aristokratların, askerlerin ya da Doğu’da olduğu gibi devletin elinde olabilirdi. Esasen piyasa öncesi toplumlarda toprak mülkiyeti bir kişinin servet ve sosyal mevkiini belirleyen en önemli ögeydi. Köylü, kiracı ya da ortakçı olarak toprağı işlemekteydi. Eski Çağ toplumlarında piyasa toplumundaki gibi üretim faktörleri mevcut değildi. Özgür emek, sermaye ve serbestçe alınıp satılan tarım toprağı, antikitenin sosyal ve iktisadi yapısında yer almamıştır.
İlk Çağ Doğu toplumlarında iktisadi düşüncenin iki kaynağı vardır. Bunlardan ilki, kutsal kitapların ahlaki norm ve dogmalarına ilişkindir. İkincisi ise, devlet yönetimine ilişkin birtakım kurallar ve değerlendirmeler içinde yer alan iktisadi ve bilhassa mali konularla ilgilidir. Özellikle Avrupalılar, sosyal bilimleri, Antik Yunan’ın rasyonalist filozoflarıyla başlatmışlardır. Avrupa uygarlığının temellerini greko-romen ve judeo-christo gelenekte aramışlardır. Greko-Romen gelenek : Avrupa kültürü ve kimliğinin iki ayağından biri olduğu iddia edilmektedir. İlk çağlarda Akdeniz havzasında doğmuş ve günümüze kadar gelmiş bir kültürdür. Greko, eski Yunanlıların rasyonel felsefesini ve estetiğini temsil ederken; Romen’de Roma devlet düzenini ve hukukunu temsil etmektedir. Judeo-Christo gelenek: Avrupa kültür ve kimliğinin iki ayağından biri olduğu iddia edilmektedir. Buna göre Yahudi-Hristiyan kültür ve gelenek birliğinden söz edilmektedir.
Milattan önce 4. ve 3. yüzyıllarda yaşamış olan Hintli devlet adamı ve düşünür Kautilya Maddi Kazancın Bilimi adlı kitabı ile devlet idaresine ve siyasal iktisada ilişkin bir eser yazmıştır. Bu eserde etkin ve sağlam bir ekonominin temelleri konusunda görüşlerini açıklamıştır. Burada Yeni Çağ merkantilistleri gibi dış siyaset ile iktisadi çıkarlar arasında bir ilişki kurmaktadır. Öte yandan iaşeci bir yaklaşımla ithalatı da savunmaktadır. Keza Klasiklere yaklaşır bir şekilde karşılaştırmalı üstünlük teorisini de formüle etmektedir. Bunun yanında ideal bir vergi sistemine ilişkin vergileme ilkelerini de belirlemektedir. Fakat daha da ilginci, Adam Smith’den yaklaşık ikibin yıl kadar önce değer teorisini Kautilya’da görüyoruz. M.Ö. 5. ile 6. yüzyıllarda yaşayan Çin’in en büyük düşünürlerinden Konfüçyüs, ailenin ve sosyal dayanışmanın önemini vurgulamıştır. Bireyin ahlaki esaslara göre aile içinde yetiştirilmesi toplum ve devletle ilişkilerindeki uyumun da temeli olacaktır. Buna karşılık hükümdar da devleti halka sevdirecektir. Devletin iktisadi hayata müdahalesi çok yoğun olmamalıdır. Vergiler düşük tutulmalıdır. Böylece halk daha çok çalışıp üretimi artıracaktır. Devlet iktisadi hayatın içinde fazla yer almamalı ve halkla rekabet etmemelidir. Konfüçyüsçü okulun aksine hukukçu okul ise, devletin ekonomik hayatı sıkı bir şekilde denetlemesini ve sıkı kurallarla düzenlemesini savunmaktadır. İktisadi düşünce tarihi bakımından Eski Çin’deki en önemli düşünür ise, günümüzden yaklaşık 2700 yıl önce yaşamış olan Guan Zhong’tur. Guan Zhong, iktisadın bugün de gündemini meşgul eden konuları ele almış bulunmaktadır.
Eski Çağ Yunanlılarında İktisadi Düşünce
Yunan filozofları için iktisat, siyaset alanının dışında kalmaktadır. Dolayısıyla modern iktisadi düşünce ile pek az ortak noktaları vardır. Nitekim Platon, devletin en önemli işlevinin, yöneticilerin seçimi ve denetim olduğunu vurgulamıştır. Bu nedenle iktisat biliminden ziyade devlet yönetimi bilimi, Yunanlı düşünürlerin esas olarak üzerinde durduğu alan olmuştur. İlk kez Ksenefon, Oikonomikos terimini kullanmıştır. Bu terim oikos ev/hane ve nomos, norm ya da yasa sözcüklerinden oluşmuş olup hane halkının yönetim ilkeleri anlamına geliyordu. Dolayısıyla iktisadi sorunlar ya hane yönetimi ilkelerine ya da siyasal sorunlara ilişkin görüşler çerçevesinde ele alınıyordu. Esas olarak antik Yunan kültürü ekonomiye piyasa yaklaşımından değil yönetim açısından yaklaşıyordu. Bununla birlikte, Bu nedenlere ilaveten Antik Çağ Yunanlıları ve Romalıları, serveti iktisadi hayata katılarak değil, hukuki ve siyasi yollarla elde etmeye çalışmışlardır.
Eski Çağ Yunan filozoflarından Platon’un en önemli katkısı devletin kökeni ve toplumsal iş bölümü konusundaki görüşleridir. Devlet’te sürdürdüğü diyaloglarla ideal bir devletin esaslarını betimleyen Platon, aynı zamanda kendisinden sonra gelen ütopyacı geleneğin de öncüsüdür. Burada ütopya kavramını, insan aklının inşa ettiği bir toplum tasarımı olarak kullanıyoruz. Platon’a göre, bir devlette, üç tür görevin yerine getirilmesi gerekir: Temel maddi ihtiyaçların karşılanması, savunma ve yönetim. Bu görevler bir iş bölümünü gerektirir. Platon’a göre devlet, bu iş bölümünden ortaya çıkmıştır. Platon, yönetici sınıf için, eğitim dâhil birtakım önlemler koymuştur. Bu önlemlerin en önemlilerinden biri de yöneticilerin iktisadi faaliyetlerde bulunmamasıdır. Bunun için bu sınıf özel mülkiyet sahibi olmayacak, her türlü mülkiyet duygusundan arındırılacaktır. Yöneticiler basit bir yaşam sürdüreceklerdir. Sosyal bilimlerin kurucusu olarak kabul edilmekle birlikte Aristo’da ise, iktisadi analiz yoktur. İktisadi düşünce tarihi açısından da Batı düşüncesindeki ilk çıkış noktası bir bakıma Aristo’dur. Aristo’nun, hocası Platon’dan en önemli farkı analitik düşünceye önem vermesidir. Aristo’nun eserlerinde sağlam bir mantık örgüsü ve sebep - netice ilişkisi görülür. Aristo’ya göre devlet en yüksek topluluk ürünüdür. Devlet ahlaki bir amaç için bir araya gelmiş insanlardan oluşan bir birliktir. Önce erkeğin reisliğinde, kadınlar ve kölelerden aile oluşmuştur. Aileler köyleri meydana getirmiş ve köylerden de site devletine geçilmiştir. Böylece topluluklar, doğal gelişmenin en yetkin bir biçimi olan devlete ulaşmışlardır. Kendine yeterli bir ev ekonomisini esas alan Aristo, kazanç yollarının neler olduğunu araştırır. Ona göre servet edinme iki şekilde olur. Biri zorunlu ve kabul edilecek nitelikte olan hanenin/ailenin ihtiyaçlarını karşılamak için yapılan iştir. Aristo’ya göre ticari mübadele, para biriktirme ve faiz ile servet edinme Chrematistikos’dur. Modern anlamda ekonomi kavramının karşılığı Chrematistikos olmaktadır. Chrematistikos, 17. yüzyılda politik ekonomi ve 19. yüzyılda da ekonomi adını alacaktır.
Mülkiyet konusu olan malların değeri konusunda Aristo her eşyanın iki işe yaradığını belirterek, kullanım değeri ve mübadele değeri ayrımını yapmaktadır. Ona göre, bir malın kullanım değeri, o malın bir ihtiyaç karşılamak üzere kullanımı ile ilgilidir. Bir malın iktisadi değeri ise o malın kullanım değeridir. Buna karşılık ticari mübadeleye konu olan mallar ise mübadele değerine sahiptir. Aristo özel mülkiyeti savunmaktadır. Aristo ev ekonomileri bakımından mülkiyetin önemi üzerinde durmaktadır. Ona göre mülkiyet, ailenin bir parçasıdır. Mülk edinme sanatı da ev/hane yönetimi ile ilgilidir. Mülkiyet konusu araçlar, aslında insanların yaşaması için gerekli olan mallardır. İyi bir yaşam, erdemli yurttaşlığın bir gereğidir. İyi yaşam ise mülkiyet sahibi olmakla mümkündür. Aristo’ya göre para, zorunlu mübadelelerde kullanıldığı zaman yararlıdır. Ancak para bizatihi bir değer yaratmaz. Yapay bir değer taşır. Dolayısıyla doğal bir servet türü değildir. Aristo faizi de nefret edilen bir para kazanma yolu olarak görür. Doğal olmayan, ticari mübadeleye kınama ile bakılırken, faizle para kazanmaya da nefret edilerek bakılmaktadır. Zira faiz, paradan para kazanmaktır.
Orta Çağ Hristiyan Dünyası’nda İktisadi Düşünce
Avrupa’nın Orta Çağlar olarak adlandırdığı tarihi süreç, Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkıldığı beşinci yüzyıldan, başlayıp aşağı yukarı on beşinci yüzyıla kadar süren ve Rönesans ya da Doğu Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı ile biten bir dönemi ifade eder. Bu dönem Avrupa’da kilisenin gücü ve etkisiyle ortaya çıkan dinî bir çağdır. Başka bir deyişle Orta Çağ, dinî zihniyetin egemen olduğu, dinin toplumların ve bireylerin hayatında bütüncül ve asli bir yer tuttuğu çağdır. Bu dönemde Avrupa’nın iktisadi yapısında tarım özellikle önem kazanmıştır. İnsanlar geçimlik ekonomi düzeyinde üretim yapmakta ancak öz tüketimlerine yetecek kadar üretmekteydiler. Eski Yunan’da olduğu gibi Orta Çağlarda da iktisat bizatihi bir öneme sahip değildi. Antik Yunan’da iktisadi düşünce, siyaset bilimi ve ahlak felsefesi içinde yer bulmaktaydı. Orta Çağlarda ise iktisat, dinî ve ahlaki düşüncelerin içinde bir yer buluyordu. Kilisenin ağırlığı ve otoritesi, dinî zihniyeti düşünsel faaliyetlerin ekseni yapıyordu. Felsefe ilahiyatın hizmetindeydi. Kelime, kökeni itibariyle Latince schola (okul) kelimesinden türetilen scholasticus teriminden gelmektedir. Scholasticus ise, okullu, okula ait ya da bir okula mensup olan anlamına gelmektedir. Skolastik/Skolastizm, Orta Çağ üniversitelerindeki öğretim yöntemleri ve düşünce ortamına verilen genel bir addır. Skolastik öğretim yönteminde , önce yerleşik düşünce çerçevesinde soru şeklinde bir görüş ileri sürülür. Daha sonra bu görüşe ilişkin karşıt görüşlerle bir tartışma ortamı ortaya çıkar. Sonuçta karşıt görüşler çürütülerek sorun çözülmüş olur. Skolastik iktisadın en önemli ismi Thomas Aquinas’dır. St. Thomas, ticari kazancı, köleliği ve özel mülkiyeti kabul etmekle birlikte sınırsız kazanç hırsının sonucu olarak ortaya çıkan ticari faaliyetleri de hoş görmemektedir. St Thomas’ya göre bir toplumda herkesin toplumsal statüsüne uygun olarak gelir elde etmesi, o toplumda adil fiyatın mevcudiyetine ilişkin bir göstergedir. Bir şeyi gerçek kıymetin üstünde ve altında satmak ya da almak ona göre günahtır. Öte yandan Aquinas’ın adil Fiyatı’nın Aristo’nun değiş tokuştaki adalet ilkesi ile eş değer olduğunu söylemek de mümkündür. Bu yönüyle Thomist adil fiyat’ın gerçekte Aristo’ya dayandığı ileri sürülebilir. Skolastik düşünürler gerek dinî dogmaların gereği, gerekse Aristo kaynaklı düşüncelerle faize karşıdırlar. Skolastiklerin, güçlünün zayıfa karşı avantajlı olması endişesi ile faize karşı oldukları da söylenebilir. Schumpeter’a göre ilk kez Oresme, bir iktisadi problem hakkında münhasıran bir monografi yazmıştır. Ancak Oresme’nin para hakkında bu incelemesi, gerçekte tam anlamıyla iktisadi mahiyette değildir. Bu çalışma özellikle hukuki ve siyasi bir metindir. Oresme’in esas amacı, zamanında yaygın bir uygulama olan paranın ayarının düşürülmesine yani tağşiş’e karşı olmaktır. Oresme tağşiş’in bir diğer sonucu olarak kötü paranın, iyi parayı kovacağını ileri sürerek, Gresham’dan takriben iki yüz yıl kadar önce Gresham Yasası hakkında öngörüde bulunmuştur. Gresham Yasası: Kötü para’nın iyi para’yı kovması yasasıdır. Bu yasaya göre nominal değerleri aynı olan iki para’dan, altın veya gümüş miktarı daha fazla olan para, dolaşımdan çekilir. Zira herkes gerçek kıymeti daha fazla olan parayı elinde tutmak ister. Oresme bimetalist para sisteminde zaman zaman iki paranın değişim oranlarının farklılaşabileceğini bunun da parasal sistemde sorunlara yol açacağını belirtmiştir. Bimetalizm: Altın ve gümüşe dayalı çift maden para sistemidir.
Orta Çağ İslam Dünyasında İktisadi Düşünce
Antik Yunan düşüncesindeki oikonomia terimi, tadbir al- manzil olarak İslam düşüncesine geçmiştir. Aynen eski Yunanca ‘da olduğu gibi, Tadbir al -manzil hem devlet idaresi hem de bir evin sevk ve idaresi anlamına gelmektedir. Orta Çağ İslam düşünce geleneğinde, iktisadi düşünceye ilişkin eserler, önce Yunan düşünürlerinin eserlerini aynen çevirerek almak ya da özet çeviri olarak almak şeklinde ortaya çıkmıştır.
Gazali, İslam Dininin temel dogmalarını esas almıştır. Gazali ihya u Ulumi’d-din adlı kitabında, siyaset bilimi ve iktisada ilişkin görüşlerinde bu etkilenmeyi İslam hukuk ve tasavvuf geleneği içinde eritmiştir. Gazali, iktisadi ve sosyal refahı, maslahat kavramı ile ifade etmektedir. Maslahat kavramı, hayatın olağan akışı içinde, sorunlara toplumun yararı açısından bakmaktır. Gazali’ye göre, dünya ahiretin tarlasıdır. Bu dünyada sadece ahiret için değil, dünya için de çalışmak gerekir. Ahiretini kazanmak için dünya ile meşgul olanlar orta yola en yakın iktisatlı kişilerdir. Gazali, piyasa ve fiyat konusuna adalet açısından yaklaşmaktadır. Gazali’ye göre alışveriş ettiği kimseyi zarara uğratan her şey zulümdür. Modern fiyat teorisinin, denge fiyatı, Gazali’de rayiç fiyat olmaktadır. Gazali’de rayiç fiyat, St. Thomas Aquinas’da sözü edilen adil fiyat’la aynı anlamdadır. Bununla birlikte Gazali insanların ticaret ve zanaata ilgilerinin esas sebebi olarak yiyecek giyecek ve gıdaya muhtaç olmalarını gösterir. Toplum içindeki iş bölümü köylerin ve şehirlerin kurulmasına yol açmıştır. Ancak toplum hayatının sürdürülmesi, adaletin dağıtımı ve güvenlik ihtiyacı da devletlerin kurulmasına yol açmıştır. Yine Gazali’ye göre iş bölümü o şekilde gelişir ki uluslararası ticaret ortaya çıkar. Gazali, parayı tanımlarken paranın ihtiyaç maddelerinin sağlanmasında ve mübadelelerde aracı olarak kullanılan bir madde olduğunu vurgular. Gazali bimetalist bir görüşü savunmaktadır. Paranın işlevlerini sayarken özellikle iki işlevine dikkati çeker. Bu işlevler: Değer ölçüsü olması ve değişim aracı olmasıdır. İslam, faizi kesin bir şekilde yasaklamaktadır. Gazali faizin yasak olmasının nedenini açıklarken, paranın para ile satın alınamayacağını belirtir. Ona göre para, para karşılığında alınıp satılırsa, paranın ikinci işlevi olan değişim aracı olarak kullanılması mümkün olmayacaktır.
İbn-i Haldun’un esas meselesi, medeniyet sorunudur. O umran olarak adlandırdığı geniş bir medeniyet kavramından hareket eder. İbn-i Haldun Orta Çağ İslam düşünürlerinden farklı olarak Eski Çağ Yunan düşünürlerinden esinlenmemiştir. İbn-i Haldun, sosyopolitik- iktisadi çevrimler teorisinden yola çıkarak kapsamlı bir medeniyet teorisine ulaşmaya çalışmıştır. Ona göre devlet, ekonominin ihtiyacı olan yasal düzenlemeleri, istikrar ve düzeni sağlamakla yükümlüdür. İbn-i Haldun, devlet harcamalarının toplam talebin artması ve iktisadi refahın gerçekleşmesi açısından öneminin de farkındadır. Ona göre, şehirlerde sarayın ve devlet görevlilerinin harcamaları şehir ekonomisine çok önemli katkılarda bulunmaktadır. Devletlerin ömrü ortalama olarak üç kuşak kadardır. Ondan sonra ihtiyarlık dönemi başlar ki bu üç kuşak takriben 40 yıllık bir insan ömrünün üç misli kadar yani 120 yıldır. Dördüncü kuşakta çöküş yaşanır. Böylece yükselme, duraklama ve gerileme dönemlerini kapsayan 40 yıllık süreler söz konusudur. Düşünür, burada farklı düzlemler olsa da Kondratiev Dalgalarını hatırlatmaktadır. Kondratiev Dalgaları: Rus iktisatçısı Kontradiev’e göre, kapitalist ekonomilerin gelişim sürecinde, yaklaşık elli yılda bir döngüsel bir biçimde yükselme ve kriz dalgalanmaları başka bir deyişle iş çevrimleri olacaktır. İbn- Haldun Laffer Eğrisini yaklaşık 600 yıl önce öngörmüştür. İbn-i Haldun’a göre, üretimin esas faktörü emektir. Ona göre, kâr ve kazançlar insan emeğinin kıymetinden başka bir şey değildir. Düşünüre göre, bir malın değeri, onu meydana getirmek için harcanan emeğin değeridir. Dolayısıyla üretimden elde edilen kazancın esasını emek oluşturmaktadır. İbn-i Haldun, mübadele değeri kavramını kullanmamakla birlikte fiyatın içinde emeğin ağırlığını vurgulayarak mübadelede hangi değerin esas olduğunu ima etmiştir. İbn-i Haldun değerin esasını emek olarak belirleyerek, objektif değer teorisine işaret etmekle birlikte malların faydası ile fiyatlar arasında da bir ilişki kurmaktadır. İbn-i Haldun, ticareti, ucuza alıp pahalıya satmaktır şeklinde tanımlamaktadır. Dolayısıyla arz ve talep koşullarına bağlı olarak fiyatların yükselme ve düşme eğiliminde olduğuna dikkati çekmiştir. Öte yandan düşük fiyatların üreticiler ve tüccarlar için zararlı olacağını belirterek, fiyat istikrarının esas olduğunu vurgulamıştır. Toplumun refahı arttıkça temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının düşeceğine, lüks malların ise fiyatlarının yükseleceğine işaret eder. İbn-i Haldun paranın işlevlerini anlamış ve özellikle altın ve gümüşün kıymet ölçüsü ve kıymet saklama aracı olduğunu belirtmiştir.