İKTİSADİ DÜŞÜNCELER TARİHİ - Ünite 5: Marjinalizm ve Neoklasik İktisat Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Marjinalizm ve Neoklasik İktisat

Giriş

20. yüzyılın ilk otuz yılı içinde de marjinalist analizi merkezine koyan neoklasik iktisat büyük oranda şekillendirilmiştir. Klasik iktisattan neoklasik iktisada geçişi sağlayan faktörlerden en önemlisi, ekonomik karar süreçlerinin toplam değerlerle değil marjinal değerlerle açıklanmasını öngören marjinal analizdir. Bu yeni akımın temel ilgi noktası, ekonominin temel iki aktörü olan tüketici ve üreticilerin karar verme mekanizmalarının ve bunun sonucu olarak ekonominin işleyişinin nasıl açıklanabileceğidir. Marjinalizm ingilizce kavram olarak ilk kez 1914 yılında kullanılmıştır. Marjinalizm: Bir mal veya hizmetin değerinin son tahlilde, satıcının söz konusu malı veya hizmeti teslim etmek için yapacağı fedakarlık marjı ile alıcının bunu elde etmek için göze alacağı fedakarlık marjı arasında yapılacak bir kıyasla belirlenebileceğini savunan yaklaşım.

Neoklasik İktisadın Esasları

Neoklasik iktisat temelde bir denge iktisadıdır. Ama, hem daha kolay anlaşılabilir hem de daha yaygın uygulama alanı olan Marshall’ın geliştirdiği kısmi denge modelidir. Birinci ve ikinci kuşağın geliştirdiği hem genel hem de kısmi denge modelleri, zaman unsurunu dikkate almayan, ekonomiyi belirli bir anda fotoğraflamayı amaçlayan statik denge modelleridir. Zaman faktörünü de içine alacak şekilde kurgulanan dinamik denge modelleri daha sonraki kuşaklar tarafından geliştirilecektir. Neoklasik iktisat iki temel aksiyom üzerine kurulmuştur. Bunlardan birisi maksimizasyon diğeri de rasyonellik ilkesidir. Bu iki ilke, tüm insanların isteklerini karşılayamama anlamında kıt olan kaynakların, nasıl, kim tarafından ve ne miktarda sahiplenilebileceğinin kararlaştırılabilmesi için insan iradesinin devreye sokulması durumunda ortaya çıkacak seçimin mantığını açıklamaya çalışmaktadır. Marjinalizmle birlikte iktisatta, tümevarımdan ziyade tümdengelimsel yöntemler ağırlık kazanmaya başlamıştır. Bilindiği üzere, tümevarım, gözlemlerden yola çıkarak genellemeler yapmak, tümdengelim ise önce soyut mantıksal tutarlığı olan bir model oluşturmak, sonra da o model yoluyla olay ve olguları açıklamaya çalışmaktır. Marjinalizm, tümevarımsal özellik taşıyan politik iktisadı, tümdengelimsel nitelikteki iktisada doğru evriltmiştir. Aslında tümdengelimsel yaklaşım, klasik iktisatçılardan Ricardo ile başlamış Walras ve Jevons ile birlikte, üretim, fiyat, faiz, talep, arz gibi iktisadi hayata ilişkin sayısal değerlerin matematik formülleriyle ifade edildiği bir bilim dalına dönüştürülmüştür. Bugün de hem iktisat öğretiminde hem de iktisat literatüründe sayısal teknikler ve matematiksel formüllerin bolca kullanılmasının yanında matematiksel iktisat ve ekonometri olarak ayrı iki alt alan oluşmuş durumdadır.

Değerin kaynağının ne olduğu sorusu iktisadın en önemli sorularındandır. Marjinalistler, gerek klasiklerin gerekse Marxistlerin merkezî anlam yükledikleri emekdeğer teorisinin, fiyatları belirleyen güçleri açıklamada yetersiz kaldığını söylemektedirler. Emek değer teorisine yöneltilen temel eleştiri, fiyatların üretim maliyetleri tarafından belirlendiği tezinin, birçok malın fiyatlarının klasiklerin öngördüğü biçimde ele alınmamasından dolayı genellikten yoksun olduğudur. Buna göre neoklasik iktisatta; ilk olarak, tamamen inelastik bir arz eğrisi olan malların fiyat veya değerleri, üretim maliyetlerine bağlı değildir. Maliyetler artsa da azalsa da üretim değişmeyecektir. İkinci olarak, değerin üretim maliyetlerine bağlı olduğunu ileri süren klasik değer teorisi, fiyatın geçmişte katlanılan maliyetlerden kaynaklandığını öngörmektedir. Bu noktada marjinalistler bir malın üretimi sırasında geçmişte katlanılan büyük maliyetlerin zorunlu olarak o malın fiyatının yüksek olmasını gerektirmediğini ileri sürmektedirler. Bunlara göre bir malın değeri, sağladığı faydaya bağlıdır ve bu fayda da geçmişten değil, şimdi ve gelecekte yapılacak tüketimden kaynaklanmaktadır. Bir malın fiyatını, sök konusu malın üretimi için geçmişte ne kadar maliyete katlanıldığı değil, tüketicinin o maldan ne kadar fayda sağlamayı umduğu belirlemektedir.

Marjinalistler

1870’lerde birbirinden habersiz olarak Alman Carl Menger, ingiliz William Stanley Jevons ve Fransız Léon Walras isimli üç düşünür marjinal fayda kavramını geliştirmiş, bir malın değer veya fiyatının, tüketiciye sağladığı marjinal faydaya bağlı olduğunu ileri sürerek marjinal çözümlemeyi talep teorisine uygulamışlardır. Bu düşünürlerin iktisadi düşüncenin gelişimine olan katkısı genellikle marjinalizm olarak isimlendirilir. Marjinalist devrim: Avrupa’da 1870’lerden sonra ortaya çıkan ve iktisadi davranışları marjinal fayda kavramı ile açıklayan yeni iktisada ilişkin bir nitelendirmedir.

Klasik iktisatçıların açtığı yolda, radikal, sosyalist ve Marxist eleştirileri de karşılayacak yeni bir bilim dalı oluşturulmuş, “politik iktisat”, “iktisat”a dönüşmüştür. Bu dönüşüm; konu, yöntem, konularn ele alınış biçimi ve kullanılan terminoloji ile birlikte gerçekleşmiştir. Önceki dönemlerden farklı olarak iktisadi analiz, artık firma ve tüketici davranışlarına dayalı olarak yapılmaya başlanmış, klasik değer teorisi terk edilerek, marjinal fayda, iktisat teorisinin merkezî kavramı hâline gelmiş ve matematik, iktisat teorisinin olağan ifade aracı olmaya başlamıştır. Firma davranışlarının çözümlenmesinde marjinal değerleri kullanan ve monopol teorisine ilk önce katkıda bulunan Augustin Cournot (1801-1877); Soyutlanmş Devlet isimli eserinde marjinal verimlilik teorisinin ipuçlarını taşıyan görüşler ileri süren Johann H. Von Thünen (1783-1850); azalan marjinal fayda, tüketici artığı ve fiyat farklılaştırılması gibi konularda önemli katkıları olan Jules Dupuit (1804-1866) gibi isimler marjinalizmin erken öncüleri arasında yer almşlardır. Bu öncüler arasında, özellikle sübjektif değer teorisinin kurucusu kabul edilen ve tüketici davranışları ve talep teorisi bakımından önem taşııyan katkıları bulunan F. Herman Gossen (1854) özellikle dikkati çekmektedir. İktisatta azalan marjinal fayda yasası’nı ilk formüle eden kişi Gossen’dir. Gossen’in birinci yasası denilen bu ilkeye göre, bir malın tüketimi arttıkça tüketimde kullanılan her ilave malın faydası bir öncekine göre daha düşük olur. Dolayısıyla azalan marjinal fayda yasası ilk kez Gossen tarafından açıklanmıştır. Marjinalizm dendiğinde hemen akla İngiltere’den Jevons, Almanya’dan Menger ve Fransa’dan Walras gelir. Bunlara birinci kuşak marjinalistler diyoruz. Jevons’un Politik İktisat Teorisi adlı eserinin ikinci bölümünün başlığı “Haz ve Elem Teorisi”dir. Burada Jevons, Jeremy Bentham’ın faydacı görüşlerini detaylı biçimde anlatarak, onun yaklaşımını tümüyle benimsediğini ve haz ve elemin ekonomi matematiğinin nihai nesneleri olduğundan şüphe duymadığını, hazzı maksimize etmenin ekonominin konusunu oluşturduğunu bu yüzden dikkatleri fiziksel objelerden, haz ve eleme kaydırmanın uygun olacağını belirtir. Jevons, “Değer yalnızca nihai düzeydeki faydaya bağlıdır.” diyerek emek-değer teorisine itiraz eder. Menger’e göre bir malın belirli miktarları değişik amaçlar için kullanılıyor ise, bunların her biri, o an karşılanmayan bir ihtiyaçtan daha önemli olmalıdır. Başka bir ifade ile daha önemli bir ihtiyaç varken mallar daha az önemli ihtiyaçları karşılamak için kullanılmamalıdır. Karşılanan bir ihtiyacın değeri, onu karşılayan malın ortadan kalkmasıyla oluşacak kayıp ile ölçülebilir. Menger matematiksel formülasyonlar kullanmadan Gossen’in birinci kanunu olarak bilinen durumu, yani azalan marjinal fayda ilkesini, yeniden keşfetmiştir. Walras, iktisatta kullandığı matematiksel yöntemin ona başarı sağlayan en önemli unsur olduğunu düşünmektedir. O matematiksel yöntemin bir deneysel yöntem değil, rasyonel yöntem olduğu iddiasındadır. Kafasında, saf iktisat teorisinin değişim, arz, talep, faiz, piyasa, sermaye gelir gibi deneyimle bildiğimiz kavramları alıp, teori içinde ideal-tip kavramlara dönüştürmesi ve bilim tanımlandıktan sonra uygulamaya geri dönülmesini öngören bir yöntem vardır. Walras’a göre firmalar kâr, tüketiciler de faydalarını maksimize ederler. Bu maksimizasyon ilişkisi piyasa ortamında gerçekleşir. Firmalar tüketicilerin talep ettiği malları üretmek için onların sunduğu üretim faktörlerini talep ederler. Ekonominin genel dengesi, tüketicilerin talebinin firmaların ürettiği tüketim malları toplamına, firmaların talebinin de tüketicilerin sunduğu toplam üretim faktörleri miktarına eşit olduğu noktada oluşur. Bu durumda hem faktör piyasası hem de mal piyasası dengededir. Buna literatürde genel denge modeli denmektedir. Walras, Menger ve Jevons’dan farklı olarak, matematiksel denklemler yoluyla bütün piyasalarda arz ve talebin dengeye geldiği bir genel denge modelini geliştirmiştir.

İkinci kuşak marjinalistler yerleşik iktisat teorisinin bir yandan birinci kuşağın marjinal değerler üzerine kurulmuş olan talep teorisini geliştirirken, öte yandan da üretim teorisi ve arz yönünü incelemişlerdir. Bunların döneminde matematiksel formülasyonlarla üretim teorisi geliştirilmiş, toplumsal refah ve dışsallık konuları ele alınmıştır. Edgeworth matematiksel iktisadın yanı sıra fayda teorisine de önemli katkı sağlamıştır. Bugün iktisat ders kitaplarının en önemli kavramlarından olan kayıtsızlık eğrileri ve sözleşme eğrileri, bugünküne yakın biçimde ilk kez onun tarafından dile getirilmiştir. Eğrilerin şeklinin orijine göre dışbükey olmasının azalan marjinal faydadan kaynaklandığı onun tarafından ileri sürülmüştür. Walras’ın koltuğuna oturan Pareto, hem Walras’ın genel denge modelini geliştirmiş hem de bu modelin yaygınlaşmasına, iktisatçılar arasında kabul görmesine büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. Ekonomide bir kişinin durumunun iyileştirilmesinin başka birisinin durumunu kötüleştirmeden yapılamayacağı duruma, günümüz iktisat ders kitaplarında Pareto etkinliği, bir ekonomide başkalarının durumunu kötüleştirmeden hiç kimsenin durumunun iyileştirilemeyeceği genel denge durumuna da Pareto optimumu denmektedir.

Neoklasik İktisat

Neoklasik iktisadın bugünkü ders kitaplarına girecek biçimde formüle edilmesinde en büyük katkısı olan kişi şüphesiz Marshall’dır. Walras’ın bütün piyasaların aynı anda dengesini öngören genel dengesine karşılık Marshall diğer piyasaları veri kabul edip bir piyasanın dengenin nasıl oluştuğunu ele alan kısmi denge analizini geliştirmiştir. Kısmi denge analizinde denge üzerinde dolaylı kişi olabilecek ilgili diğer tüm değişkenler sabit kabul edilip bir değişkenin değerlerindeki değişikliğin olası sonuçları incelenir. Bu analiz bugün ders kitaplarında, Latince “diğer şartlar değişmezken” anlamına gelen ceteris paribus, terimi ile birlikte yerleşmiştir. Birinci kuşak neoklasiklerden Menger ile Jevons ekonominin talep tarafına ağırlık verirken Marshall hem arz hem de talep yönüne eşit ağırlık vermiştir. Eserinde arz ve talep fazlalığının fiyat ayarlamasıyla nasıl dengeye geleceğini ayrıntılı biçimde anlatmaktadır. Bugün neredeyse bütün iktisada giriş ders kitaplarında yer alan arz ve talep eğrileri, arz ve talep esneklikleri, üretici ve tüketici artığı, ölçeğe göre azalan ve artan getiri, azalan marjinal fayda gibi konuların tümü Marshall’ın kitabında yer almıştır. Fiyatın dikey, miktarın da yatay eksenden yer aldığı bir çizelgede, arz eğrisinin pozitif, talep eğrisinin de negatif eğimli olarak birbirini kestiği grafik, ilk gündeme getiren kişi Cournot olsa da Marshall tarafından meşhur edilmiş ve bu grafik Marshall Makası olarak iktisat literatürüne geçmiştir. Bu yöndeki önemli çalışmalar ikinci kuşak içinde yer alan BöhmBawerk, Wicksell ve Fisher tarafından yapılmıştır. BöhmBawerk sermaye ve faiz konularına yoğunlaşmıştır. Ona göre, sermaye mallarının oluşması, tüketim mallarından gecikmeli olarak gerçekleşir. Bunun için de tasarruf gerekir. Tasarruf da bugünün tüketimini yarına ertelemek demektir. İnsanlar gelirlerini yarındansa bugün tüketme eğiliminde olduklarına göre, gelecekte üretimi artırmak için hangi yolla bugünkü tüketimi sınırlamak mümkündür? Böhm-Bawerk bu sorunun nasıl çözüleceğine odaklanır. Ona göre bu çözümü sağlayan faizdir. Wicksell fiyatlar genel düzeyi ile ilgilenmiştir. O dönemde kabul gören yaklaşım paranın miktar kuramı idi. Buna göre paranın dolanım hızı sabit kabul edildiğinde fiyatlar genel düzeyindeki artışlar para arzı tarafından belirlenir. Wicksell bu yaklaşıma karşı çıkarak, fiyatlar genel düzeyinin faiz oranı tarafından belirlendiğini ileri sürer. Bunu açıklamak için doğal ve piyasa faiz oran› ayırımına gider. Doğal faiz oranı, ona göre, parasal değişkenlerden etkilenmeyen sermayenin reel getirisini ifade eder. Piyasa faiz oranı ise, bankalar tarafından belirlenen faiz oranıdır. Neoklasik iktisadın en önemli isimlerinden biri olan ve yerleşik iktisada pek çok katkısı olan Fisher’in en yaygın bilinen katkılarından biri de Fisher denklemidir. Paranın miktar kuramı olarak da bilinen Fisher denklemi MV=PQ’dur. Burada M dolaşımdaki para miktarını, V paranın dolanım hızını, P fiyatlar genel düzeyini ve Q da yıl boyunca üretilen mal miktarını ifade etmektedir. Fisher’e göre, dolaşımdaki para miktarındaki artış, aynı oranda enflasyona yol açar. Fisher de Walras ve Pareto gibi ekonomi biliminin geleceğinin matematiksel ve istatistiksel yöntemlerin kullanılmasında olduğunu düşünüyordu. Amerika’nın ilk matematiksel iktisatçısı da sayılabilir.

Neoklasik iktisat teorisi, piyasalarda serbest rekabet şartlarının egemen olduğu varsayımına dayanarak çözümlemeler üretmekteydi. piyasa türleri arasında en yaygın ve ekonomiye rengini veren piyasa türü tam rekabet piyasasıysa, devlet müdahalesine gerek kalmadan toplumsal refah kendiliğinden maksimize edilmiş olacaktır. Ama eğer tam rekabet piyasası esas ve yaygın piyasa türü değilse, o zaman devlet müdahalesi için meşru bir gerekçe de oluşmuş olacaktı. Tam rekabet karşısında eksik rekabet piyasa modelinin geliştirilmesinde İtalyan Piero Sraffa, Amerikalı Edward Chamberlin ile Harold Hotelling, İngiliz Joan Robinson ve Alman Heinrich von Stackelberg önemli katkılarda bulunmuşlardır. Chamberlin literatürde iki uç olan tam rekabet piyasası ile tekel piyasası arasında tanımlanabilecek tekelci rekabet adıyla yeni bir piyasa türünden bahseder. Bu piyasada firmalar, birbirinin aynısı olmayan ama tüketicinin aynı ihtiyacını karşılayan, yani birbiri yerine ikame edilebilir özellikler taşıyan ürünler üretirler. Firmalar, ürünlerini sanki rakip firmalarınkinden çok değişikmiş gibi farklılaştırır, tüketicinin kendi malları yerine diğer malları satın almaması için reklam ve tanıtım yaparlar. 1933 yılında yayımladığı Eksik Rekabet Ekonomisi adlı eseri, aynı yıl yayımlanan Chamberlin’nın Tekelci Rekabet Teorisi isimli eseri ile çok benzer konuları ele almaktaydı. Robinson, Sraffa’nın yaklaşımından yola çıkarak, tam rekabet piyasasının gerçek hayatta yaygın olarak var olan bir piyasa türü olmadığını, gerçek hayattaki piyasaların tam rekabet piyasa modelinin öngördüğü özelliklerden bir kısmını taşımayan, bu yönüyle de eksik rekabet şartlarının bulunduğu piyasalar olduğunu dile getirmiş, bu piyasa türünde firma davranışlarını ele almıştır. O da Chamberlin gibi yakın ikâme malların üretildiği bir sektörde piyasaya girişin serbest olmasının aşırı kârları ortadan kaldıracağını öngörmekteydi. Denge üretim düzeyi, marjinal maliyet ile marjinal hasılatın eşitlendiği ve ortalama maliyetin ortalama hasılata eşit olduğu noktada oluşuncaya kadar piyasaya girişlerin devam edeceğini ileri sürmüştür.