İKTİSADİ DÜŞÜNCELER TARİHİ - Ünite 4: Sosyalist Düşüncenin Doğuşu ve Marksizm Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Sosyalist Düşüncenin Doğuşu ve Marksizm

Sosyalist Düşünce Doğuşu

İktisadi düşünce tarihine bakıldığında tüm iktisadi düşünürlerin cevaplamaya çalıştıkları bazı temel sorular bulunmaktadır. Bunlar; ekonomik sistemlerin ve bu ekonomik sistemlere bağlı olan kurumların ekonomik etkinliklerinin ve verimliliklerinin nasıl arttırılacağı ile birlikte insanın refaha ve mutluluğa ulaşmasını sağlayacak olan ekonomik sistemin nasıl olacağıdır.

Birçok iktisadi düşünüre göre refah ve mutluluğu arttırmak için uygulanması gereken sistem piyasa modeline dayalı kapitalist sistemdir. Bu sisteme göre ekonomik olarak karar alıcılar bireylerdir ve bu bireyler aynı zamanda farklı piyasalarda da tüketici olarak bulunabilirler. Bu sistemin en önemli özelliği birçok ekonomik kaynak özel mülkiyet altındadır.

Sonradan kapitalizme alternatif olarak ortaya çıkan akım sosyalizm olmuştur. Sosyalizme göre ise ekonomik kaynakların yönetilmesi, kontrolü, dağıtımı ve sahipliği gibi haklar bireyler adına devlete verilmiştir.

Sosyalist düşüncenin doğuşu kendi içinde dörde ayrılmaktadır. Bunlar;

  1. Öncü sosyalist düşünürler
  2. Ütopik sosyalistler ve anarşistler
  3. Marksist sosyalist düşünceler
  4. Marx ve ütopik sosyalistlerin karşılaştırılması

Öncü Sosyalist Düşünürler

Antik yunan döneminde yaşayan Aristo Thalesin hocası olan eflatun (plato) içinde bulunduğu toplumsal sisteme alternatif olarak hayali bir devlet ve toplum yapısı devlet sistemi önermiştir. Önerdiği bu toplum yapısında askerlerin ve filozofların mülk sahibi olmaması gerektiğini savunmuş, toplumun daha önemli sorunlarının üzerinde durulması gerektiğini belirterek toplum hayatında mülkiyetin ortak olması gerektiğini söylemiştir.

18. yüzyıldan önce sosyalist düşünceye benzer bir yaklaşım Thomas More(1478-1535) tarafından ortaya atıldı. More Ütopya adını verdiği eserinde içinde yaşadığı toplumdaki adaletsizliklere tepki olarak, din ve cinsiyet ayırımının olmadığı daha adil bir toplum hayal etmiştir. Thomas more’a göre tüm toplumsal sorunların temelinde özel mülkiyetin varlığı yatmaktadır. Bundan dolayı mülkiyetin ortak hale getirilmesi ile birçok sorun aşılacağını iddia etmektedir.

Aynı düşünce Thomas Campenelle(1568-1638) tarafından da savunulmuştur. Yalnız Campanelle kadın ve çocukların da ortak mülkiyete dâhil edilmesi gerektiğini savunmuştur.

Ütopik Sosyalistler ve Anarşistler

Ütopik sosyalist kavramı Karl Marx tarafından ortaya atılmış bir kavramdır. Marx’a göre bu düşünürler içinde bulundukları düzenin eleştirisini yapmış, eksik yönlerini ortaya koymuş fakat bu sisteme alternatif olarak düşündükleri sistemin nasıl olması gerektiğini, nasıl işleyeceğini, temel varsayımlarının ne olacağı üzerinde durmamışlardır. Bu yüzden bu düşünürler Marx tarafından “ütopik sosyalistler” diye adlandırılmaktadırlar.

Ütopik sosyalistler kendi aralarında farklı görüşlere sahip olmakla birlikte birçok ortak noktaları bulunmaktadır. Bulundukları toplumlardaki rekabet ortamının insanlara açlık ve sefalet getirmesi ve güven ortamının olmaması bu düşünürleri kapitalist sisteme karşı bir araya getirmiştir. Ütopik düşünürlere göre toplumdaki bu eşitsizliğin çatışmalara neden olacağı düşünülmekle birlikte ortaya çıkan çatışmaların barışçıl yollarla çözülmesi gerektiği dile getirilmektedir. Barışçıl çözümün nasıl olacağı ile ilgili farklı görüşlere sahip olan ütopik düşünürler şu şekilde ele alınabilir.

Saint Simon(1760-1825)

Saint Simon 19. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biridir. Rekabete dayalı olan piyasa sisteminin toplumsal açıdan yıkıcı olduğunu savunmuş olmasına rağmen herhangi bir çözüm önerisinde bulunmamıştır. Üretimin bilimsel temellere dayalı olması gerektiğini savunmaktadır. Bunun yanında özel mülkiyete karşı olmadığı anlaşılmaktadır.

Charles Fourier

19. yüzyılda Fransa’da yaşamış olan Fourier toplumun gelişmesi için kooperatifler şeklinde organize olmaları gerektiğini ve herkese asgari bir gelirin garanti edildiği takdirde toplumsal refahın artacağını dile getirmiştir. Ayrıca rekabetin bireyler arasında değil kooperatifler arasında olması gerektiğini savunmuştur. Ücret konusunda ise her çalışana eşit ücret verilmesine karşı olan Fourier çalışanların bilgi ve becerilerine göre ücretlendirilmelerini savunmaktadır. Feminizm kelimesini ilk ortaya atan kişi olarak da bilinmektedir. Sınıflar arasındaki çelişkileri hesaba katmadığı için birçok düşünür tarafından eleştirilmiştir.

Robert Owen (1171-1858)

İngiltere’de yaşamış olan en önemli sosyalist düşünürlerden biri olan Robert Owen ekonominin kendiliğinden genel dengeye geleceğine karşı çıkmıştır. Ayrıca üretim ve tüketim arasında bir dengesizliğin olduğunu belirterek say yasasını reddetmiştir. Bunun yanında devletin ekonomik alandaki rolünün minimum olması gerektiğini savunmuştur. Owen’a göre sermayeye üst ve alt limitleri belirlenmiş oranlarda faiz ödemesi yapılması gerekmektedir.

Müdahaleci Devletçi Sosyalizm

Bu görüş, ekonomik ve toplumsal hayatı düzenleme, denetleme ve gerekirse müdahale etme görevini devlete vermiştir. Bu akımın en önemli temsilcileri Blanc, Rodbertus ve Sismondidir.

Sismonde de Sismondi (1173-1842)

Sismondi, çalışanlar ile işverenler arasında toplumsal bir çatışmanın olduğunu ve bunun nedeninin özel mülkiyete dayandığını belirtmiş ve işverenlerin üretim araçlarının mülkiyetini ellerinde bulundurdukları için daha avantajlı bir durumda olduklarını dile getirmiştir.

Say kanunun eksikliklerini belirterek bırakın yapsınlar politikasının birçok toplumu sefalete sürükleyeceğini iddia etmiştir. Sismondi toplumsal hayatta anlaşma yerine işçi sınıfı ile sermayedarlar arasında bir sınıf çatışmasının bulunduğunu ve bu çatışmanın ileride daha da artacağını belirtmiştir. Bu görüşleri itibari ile Sismondi Marksist teorinin öncüleri arasında gösterilmektedir.

Karl Rodbertus (1805-1875)

Devleti sosyal gelişimin motoru olarak gören Rodbetus Almanya’da doğmuş ve 1848 ihtilalinden sonra aktif olarak siyasete girmiş ve ücretlerin arttırılmasını ön gören yasaları desteklemiştir. Ekonominin büyüdüğü dönemlerde ulusal gelirin artmasına rağmen çalışanların aldığı payın çok düşük olduğunu dile getirmiştir. Rodbertus mevcut gelir ve üretim faktörlerinin kullanılmamasından dolayı potansiyel gelire ulaşılamadığına dikkat çeken ilk iktisatçıdır.

Louis Blanc (1811-1882)

Sosyalizm terimini yazılarında ilk kullanan düşünürlerden bir olan Louis Blanc üretim araçlarının devlet kontrolünde olması gerektiğini savunmuş devletinde görevinin herkese iş sağlamak olduğunu dile getirmiştir. Herkesin yeteneği ölçüsünde üretime katkıda bulunması gerektiğini ve ihtiyacı ölçüsünde de gelirden pay alacağını belirtmiştir. Balanc işçi sınıfını yoksullaştırdığını düşündüğü bireysel rekabeti şiddetle eleştirmiş ve emeğin karşılığı olan ücretin düşmesini engellemek için çalışanların örgütlenmesi gerektiğini savunmuştur.

Revizyonist Sosyalizm

Eduard Berstein (1850-1932)

Evrimsel sosyalizmin en önemli temsilcisi olarak görülen Eduard Berstein Marx’ın öne sürdüğü düşüncelerin bir kısmına katılmakla birlikte Marx’ın tarihi ele alış biçimini ve çıkarımlarını eksik bulmaktadır. Bunun yanında Marx’ın artık değer kavramının kapitalist iktisadın gerçekleri ile uyuşmadığı şeklinde yorumlamaktadır. Ayrıca Marx’ın kapitalist sistemin çökmesi gerektiği tezine karşı çıkmakta ve bunun kolay olamayacağını söylemektedir.

Sendikalizm

Georges Sorel (1847-1922)

Ünlü bir Fransız filozof olan George Sorel ilk başlarda monarşi yanlısı iken daha sonraları Marksizm taraftarı olmuştur. Marx’ın düşüncelerinde görmüş olduğu eksiklikleri düzeltmeye çalışmıştır. Çalışanlara seçme hakkı tanınması için çalışanların parlamenter sistemin tümünü boykot ederek ve kapitalizme karşı saldırıda bulunarak haklarını kazanacaklarını iddia etmiştir.

Anarşizm

Joseph Proudhon

Kendini ilk anarşist olarak tanımlayan Proundhon toplumsal sorunları çözmede kesin ve kısa yolları tercih etmesinden dolayı dönemin diğer düşünürlerinden ayırılmaktadır.

Proudhon’a göre toplum devlete ve dini kurumlara karşı bir güvensizlik içerisindedir. Ayrıca özel mülkiyetin bir hırsızlık olduğunu dile getirmiştir. Bunun yanında herkesin üretime yapmış olduğu katkı kadar üretilen mal üzerinde mülkiyet hakkı olmalıdır görüşünü savunmuştur.

Marksizm

David Ricardo’nun ekonomik görüşlerinin etkisinde kalan Karl Marx klasik yaklaşımın analizlerini kullanmış olmasına rağmen bu analizlere farklı açılardan bakarak klasik teorinin çıkarımlarından farklı yeni çıkarımlar ortaya atmıştır.

Marx’a göre ekonominin büyümesi ile teknolojik gelişmeler yaşanacak ve bu gelişmeler sonucunda firmalar büyüyecek bu da beraberinde piyasa yoğunlaşmasını yani tekelleşmeyi getirecektir.

Karl Marx’ın felsefi düşünceleri oluştururken en çok etkilendiği kişi Hegeldir. Hegel’e göre belirli bir zaman diliminde hâkim olan görüşe ‘tez’ adı verilir. Zamanla bu teze karşı çıkılması ile ‘antitez’ denen görüşler oluşur. Bu iki görüşün çatışması ile daha iyi bir görüş olan ‘sentez’ oluşur. Hegel bu süreci ve bu sürecin analizine ‘diyalektik’ demektedir.

Marx da tarihsel sürecin analizini yaparken Hegel’in yolunu izlemiştir. Ancak Hegel’in diyalektiği idealistlikken Marx’ın diyalektiği materyalistiktir.

Marx’ın tarihsel değişime olan diyalektik yaklaşımına göre statik üretim ilişkileri tez ve dinamik üretim güçleri ise antitezdir. Bu üretim güçlerinin ile üretim ilişkilerinin çatışması ile birlikte ortaya sentezler çıkacaktır. Marx’ın diyalektiğine göre değişim ve gelişme yavaş yavaş ve zamanla olmayacak onun yerine iki karşıt olgunun karşılaşması ile sıçrama şeklinde olacaktır.

Marx’ın İktisadı

Emek- Değer Teorisi: Marx’a göre piyasa için üretim yapılmayan kapitalizm öncesi toplumlarda mallar “kullanım değeri” için üretilmiş, kapitalizmde ise malların üretilmesinin amacı piyasaya yönelik “değişim değeri” için olmuştur. Marx, malları (metaları) değer bağlamında açıklar. Buna göre bir malın kullanım değeri, bireylerin o mala atfettiği önemle yani sağlayacakları marjinalistler bağlamında faydayla ölçülür. Dolaysıyla bir malın kullanım değeri, bireylerin sübjektif olan yargılarına bağlıdır. Öte yandan değişim değeri, tüm malların ortak ve standart olabilecek bir ölçü temelinde (üretim temelinde) ele alınması ve değeri oluşturan birimin, bahsi geçen malın üretilmesinde harcanan emekzaman miktarı olması gerekir.

Artı Değer ve Emeğin Sömürüsü: Marx’a göre her toplumda emeğin kullanımı sonucu üretilen mal ve hizmetlerin piyasa değeri, o malların üretilmesinde kullanılan emeğe ödenecek ücretten (sosyal maliyetten) daha büyüktür. Yani üretilmiş mal ve hizmetlerin satılması sonucu kapitalistlerin toplam hâsılatı emeğe ödeyecekleri maliyetten daha büyüktür. Toplam satış hâsılatı ile sosyal maliyet arasındaki bu fark Marx tarafından “artı değer” olarak adlandırılır. Artı değer Marx’a göre emek tarafından yaratılır fakat üretim araçlarının sahipliğine sahip olmadığından dolayı bu artı değer kapitalistler tarafından emekten alınır/çalınır. Bu emeğin sömürüldüğünün göstergesidir.

Yedek Sanayi Ordusu: Klasik yaklaşım kapitalist bir toplumda kârların varlığını Malthusun nüfus teorisine dayandırırken Marx bu teoriyi reddeder. Klasik düşünürlere göre sermaye birikimindeki artışlar emek talebinin artmasına ve bu artışında ücretlerin artması sonucu kârların azalmasına sebep olacaktır. Fakat ücret artışları nüfus ve aktif iş gücünün artmasına sebep olacak ve bu durumda da ücretler tekrar azalma eğilimine girerek karların sıfırlanması olasılığının ortadan kalkmasına sebep olacaktır. Bu bağlamda Malthus’un nüfus teorisiyle klasik düşünürler hem kârların varlığı ve sürecinin nasıl olacağını ve de ücretlerin nasıl belirlendiği ve seyrinin nasıl olacağını açıklarlar.

Azalan Kâr Oranları: Mal piyasalarındaki rekabet de kapitalistlerin sürekli olarak üretim maliyetlerini düşürmek suretiyle daha düşük fiyattan mal satma istekleri neticesinde kâr oranlarının sürekli düşüşler göstermesine sebep olacaktır. Üretim maliyetlerini düşürmek amacıyla kapitalistler sürekli olarak maliyeti düşürecek üretim teknik ve metotlarını bulma çabasında olacaklardır ve bu çabada her zaman daha fazla teknoloji yoğun sermaye birikiminin artışını gerektirecektir. Bu çaba da yine kâr oranlarının düşmesiyle sonuçlanacaktır.

Her bir kapitalistin kâr konusundaki doyumsuzluğu, kâr oranlarının azalmasının esas sebebidir ve Marx’a göre kapitalist sistemin çöküşü kâr oranlarının azalması sonucu gerçekleşecektir.

Konjektürel Dalgalanmalar ve Krizler: Marx’a göre teknolojik patlamalar, sermaye birikiminin artışı yoluyla daha önce belirtilen süreç sonucunda kâr oranlarının uzun dönemde azalmasına ve kâr oranlarındaki azalma da sermaye birikimindeki azalmaya sebep olarak resesyona yol açar. Fakat ekonomik durgunluk kendi içerisinde yeni ekonomik büyümeyi gerçekleştirecek elementleri de taşır. Resesyon yedek işsizler ordusunun büyümesi ve dolayısıyla ücretlerin azalması anlamı taşır. Ücretlerin azalması ise kapitalistler için yeni kâr olanakları anlamına gelir ki ve bu durumda yeniden bir sermaye birikimini arttırma ve ekonomik büyüme trendi yakalama süreci başlar.

Piyasa Yoğunlaşması ve Sermayenin Merkezileşmesi: Marx, kapitalist sistemlerde mal piyasalarındaki firmaların büyüklüğünün kontrol etmek istedikleri sermaye birikimlerinin artması nedeniyle büyüyeceğini ve rekabetçi piyasaların sonuçta yoğunlaşma yoluyla tekelleşme eğilimine gireceğini öngörür.

Piyasa yoğunlaşmasının arkasında yatan önemli neden sermayenin merkezileşmesinde yatar. Çünkü büyük firmalar, ölçek ekonomileri yoluyla küçük firmalara göre daha düşük ortalama maliyetlere sahip olacaklardır.

Marx ve Diğer Sosyalistleri Karşılaştırma

Marx’ın fikirleri, onun materyalist bakış açısından dolayı ütopik sosyalistlerle uyuşmamaktadır. Marx kadar ütopik sosyalistler de kapitalist sisteme olan güvensizliklerini dile getirmiş olmalarına rağmen, çözümün gerçekleşmesi ve sorunun tam olarak nereden kaynaklandığı gibi konularda ayrışmaktadırlar.

Müdahaleci-devletçi sosyalizm görüşleri ile Marx’ın bir karşılaştırılması yapılacak olursa aradaki en önemli fark devlete biçilen roldür. Müdahaleci anlayışa göre devlet toplumsal düzenin kurulması ve kalıcı hâle getirilmesinde yadsınamaz bir role sahiptir. Ancak Marx devlete, proleteryanın kendi bilincine ulaşıp kapitalist sistemi yıkmasından sonra sadece kısa bir süreliğine, geçiş aşaması süresince yer verir. Geçiş aşamasından sonra Marx’ın düşüncelerinde devlet ve devletin düzenlemelerine yer yoktur.

Marx, Sismondi’nin gündeme getirdiği eksik talebe çözüm olarak toprağın mülksüz köylülere dağıtılması önerisine karşı çıkmıştır. Öte yandan yetersiz efektif talebe Owen tarafından bulunan kooperatif tarzı üretimi de desteklememiştir. Bunun nedeni Marx’ın, kapitalistlerin kendi firmaları bünyesinde çalışanlara sadece ve sadece geçici bir süre için göreli bir refah artışı sağlayabileceğidir. Marx, kapitalistlerin bu göreli refah artışını kalıcı olarak sağlayacağına ve bunu sağlamayı gönülden istediklerine inanmaz.