İKTİSADİ DÜŞÜNCELER TARİHİ - Ünite 8: Monetarizm ve Yeni Klasik İktisat Teorisi Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Monetarizm ve Yeni Klasik İktisat Teorisi

Monetarizm

1929 Bunalımı sonucu eksik istihdama yönelik açıklamaları ile ün kazanmış olan Keynesgil iktisat 1940’lı yıllardan itibaren eleştirilmeye başlanmıştır. Özellikle Chicago üniversitesi mensubu iktisatçılarından Milton Friedman ve yakın çevresindeki iktisatçıların alternatif görüşleri, 1970’lerde ortaya çıkan stagflasyon krizinin Keynesci politikalarla çözümlenememesi durumunda yükselişe geçerek iktisattaki Monetarizm / Keynesyen iktisat tartışmalarını doğurmuştur. Keynesgil teorinin parayı ve fiyatlar genel seviyesindeki değişiklikleri ihmal eden analizlerine yönelik doğan bu tepkisel akım, “Parasalcılar” veya “Monetarizm” olarak adlandırılmıştır.

Monetarizmin zaman içinde vurgularında önemli değişiklikler olmuştur: 1950’lerde para talebi, parasal gecikmeler, para ve maliye politikalarının etkinliği ve nispi gücü; 1960’larda parasal büyüklüklerin kontrol edilebilirliği ve 1970’lerde enflasyon analizi ve Phillips Eğrisi üzerine tartışmalar önem kazanmıştır. Bu grubun içinde farklı varsayımlarla yola çıkan yeni bir grupla birlikte Yeni Klasik iktisat doğmuştur. Bu yeni akım da ayrıldığı ana akım Monetaristler gibi, Keynesyen iktisada bir karşı devrim niteliğindedir.

Monetaristlerin çoğunluğunu, Chicago çevresinden yetişmiş ve çoğunluğu Friedman’ın öğrencisi olan bilim adamları Gary Becker ve diğerleri (Cagan, Lerner, Selden, Pasek, Macesich, Meiselman, Gibson, Sidrouski, Darby, Laidler) ile St.Louis Federal Reserv Bankası uzmanları (L.Anderson, J.Jordan, Keran, K.Carlson) oluşturmaktadır. Ayrıca bu grubun İngiltere’de de temsilcileri (A.Allan Walters, H.G. Johnson) vardır. İkinci bir yaklaşım olarak, Friedman’ın Transmisyon Süreci Analizini çok daha ayrıntılı bir Nispi Fiyat Teorisi olarak geliştiren Karl Bruner-Allan Meltzer yaklaşımı vardır. Üçüncü önemli yaklaşım ise Rasyonel Bekleyişler Hipoteziyle tanınan ve Walrasgil genel denge çerçevesinde makroiktisatın mikro temellerinikuran analizleriyle Yeni-Klasik iktisat Okulu yaklaşımıdır.

Milton Friedman

Monetarizm (Paracı) okulun kurucusu Milton Friedman (1912-2006), Ukrayna asıllı Amerikalı göçmen bir Yahudi ailesinin mensubudur. (1932) Rutgers Üniversitesinde matematik, (1933) Chicago Üniversitesinde ekonomi masterı yapmıştır. Burada Jacob Viner, Frank Night, Henry Schultz, Lloyd Mints, Henry Simons gibi büyük ekonomistlerle tanışmıştır. (1946) Columbia Üniversitesi ekonomi Doktorası sırasında da Wesley Mitchell, John M. Clark ile çalışmıştır. Savaş döneminde federal hükümette, Hazine’de görev almıştır. 1958’de Chicago Üniversitesinde George Stigler ile birlikte Monetarizm öğretisiyle “Chicago Okulu” olarak adlandırılacak olan Nobel ödülleri alan entelektüel bir grubun oluşumuna yardım etmiştir. 1976 yılında “Paranın Miktar Teorisi Üzerine Çalışmalar” başlığı altında, editörlüğünü yaptığı bir kitap ile Monetarizm’in temel ilkelerini ortaya koymuştur. Friedman aynı yıl Nobel İktisat Bilimleri ödülünü almıştır. Anna Schwartz ile birlikte yazdığı “ABD’nin Parasal Tarihi: 1867-1960” başlıklı çalışması bir diğer önemli eseridir. Friedman’ın iktisat teorisine yaptığı katkıları kısaca özetlersek: Miktar Teorisinin modernize edilmesi, Nominal Gelirin Parasal Teorisi; Para talebi ve Dolaşım Hızı Üzerine Yapılan Ampirik Çalışmalar; Kısa ve Uzun Dönem ayrımlarının belirginleştirilmesi; Sürekli Gelir Hipotezi, Enflasyon/işsizlik Analizi ve Doğal işsizlik Oranı Hipotezi, Transmisyon Mekanizması Analizi, Adaptive Bekleyişler Hipotezi’dir.

Friedman’ın başlıca katkısının, devlet müdahalesinin, özellikle para politikası alanında gerçekleşen müdahalelerin, ekonomik dengelerin bozulmasına, sebep olduğunu, araştırmaları ile ortaya koyması olduğu söylenebilir.

Monetarizmin Temel İlkeleri

Modern Miktar Teorisi: Monetaristler parasal artışlarının enflasyonist etkilerini kabul etmekle birlikte, bazı yönlerden Klasik Miktar Teorisi’ni eleştirerek, enflasyonu açıklamada yetersiz kaldığını öne sürmüşlerdir. Monetaristlere göre, M.V=P.T şeklinde ifade edilen Klasik Miktar Teorisi formülünde yer alan paranın dolaşım hızı (V) sabit değil, aksine bazı değişkenlerin istikrarlı bir fonksiyonudur. Milton Friedman’ın analizleri ile geliştirilen Monetarizm’e bu nedenle aynı zamanda “ Modern Miktar Teorisi ” adı da verilmektedir.

İnsanların taşımak istediği aktif türlerinin ve bilançolarının yapısının analizi olan “Portföy Analizi” yaklaşımıyla miktar teorisine bakan bu yeni yaklaşım ilk (özellikle Fisher tipi) yaklaşımlardan oldukça farklı ve detaylıdır. Bilindiği gibi, Keynesyen Teori’de, para ve tahvil birbirini tam ikame etmekte, tahvilin getirisi para tutmanın tek alternatifini oluşturmaktadır. Buna karşın Portföy Teorisi, bir yatırımcının varlıklarını getirisi farklı alternatif yatırım şekilleri arasında nasıl dağıttığını incelemektedir. Teoride, finansal varlıklarla reel varlıklar arasında sınırlı ikame ilişkisi olduğu varsayılmaktadır. Cambridge ve Keynesyen yaklaşımın geliştirilmiş hâli olan bu yeni mikro bazlı Para Talebi Teorisi yaklaşımında hem bireyler nihai servet sahipleri hem girişimciler, bir bütçe sınırı servet sınırı altında kendileri için en uygun portföy bileşimini oluşturma çabasındadırlar. Teoride, önemli değişiklik, para talebi güdülerinin dikkate alınmamasıdır.

Paranın miktar teorisinin önemli yeniliklerinden biri bireylerin enflasyon ile ilgili beklentileri dikkate almasıdır. Enflasyon ile ilgili beklentiler dikkate alınınca faiz oranı “nominal faiz oranı ve reel faiz oranı olarak ikiye ayrılır. Bu nedenle Friedman öncelikle Nominal ve Reel Para Miktarı arasında ayrım yapmaktadır; nominal para miktarı (M) fiyat düzeyi ile düşürüldüğünde reel para miktarı (MR ) elde edilmektedir: MR = M / P (1)

Klasik Miktar Teorisi ile Modern Miktar Teorisi arasındaki farklar aşağıdaki şekilde özetlenebilir;

  1. Klasiklerde paranın dolaşımı sabit iken, Monetaristlerde sabit değildir. Monetaristlerde paranın dolaşım hızı; sürekli gelir, faiz oranı, beklenen enflasyon oranı gibi gözlemlenebilen birkaç değişkenin istikrarlı bir fonksiyonudur.
  2. Klasiklerde Milli Gelir (MG) ifadesi cari işlemlerin nominal değerini ifade eder. Monetaristlerde ise, MG ile kastedilen şey “sürekli gelir” olup servet ile ifade edilmiştir.
  3. Klasiklerde para talebini belirleyen unsur gelir düzeyidir. Görüldüğü gibi, Monetarist yaklaşımda paranın getirisi sabitken tahvillerin getirisinin azalması, elde tutulan para miktarını arttırmaktadır. Para talebini belirleyen unsurlar, gelir düzeyi ve faiz oranıdır.

Sabit Oranlı Parasal Büyüme Kuralı: Para arzındaki büyüme oranı ile nominal gelirin büyüme oranı arasında çok kesin olmamakla birlikte bir ilişki bulunmaktadır. Çünkü para arzındaki artışların geliri etkilemesi zaman alır. Ayrıca, bunun ne kadar süreceği de belli değildir. Ortalama olarak para arzındaki artış, nominal gelirleri yaklaşık 6 ve 9 ay arasında geçecek bir süre sonunda etkiler. Nominal gelirin büyüme oranındaki artış etkisi ilk olarak üretim üzerinde görülür. Bu daha sonra fiyatlara yansır. Ortalama olarak, fiyat etkisi yaklaşık olarak 6 ve 9 ay arasında değişen zaman boyutu içerisinde ortaya çıkar. Para arzındaki artış ile enflasyon arasındaki toplam gecikme ortalama 12-18 ay arasındadır.

Milton Friedman, Sabit Oranlı Parasal Büyüme Kuralı dışında parasal istikrar için aşağıdaki önerilerin de önemli olduğunu belirtmektedir;

  1. Açık piyasa işlemlerinin yönetimi parasal büyüme kuralına uygun olarak yürütülmelidir.
  2. Merkez bankası, ticari bankaların kendi kasasında bulunan mevduatlarına piyasa faiz oranları kadar (örneğin, kısa vadeli devlet tahvillerine ödenen faiz Kadar) faiz ödemelidir.
  3. Merkez bankasının zorunlu rezerv oranlarını değiştirme olanağı ortadan kaldırılmalıdır.

Sürekli Gelir Hipotezi( Tüketim Fonksiyonu Analizi): Friedman, para talebi fonksiyonunda “gelirin kapitalize edilmiş bugünkü değeri” olarak tarif ettiği serveti, “sürekli gelir” kavramıyla açıklamıştır. Bireylerin geçmiş ve şimdiki gelirlerinin üstel olarak ağırlıklı bir ortalamasıyla ölçülen servet “beşeri servet” ve “beşeri olmayan servet” şeklinde ikiye ayrılır. Sürekli gelir ise, gerek beşerî (emek geliri, ücret) gerekse beşerî olmayan (taşınır ya da taşınmaz varlıklardan elde edilen kazançlar) servetten (sermayeden) elde edilmesi beklenen uzun dönemli gelirdir. Beşerî servet, likit değildir. Başka bir deyişle, beşerî serveti her zaman gelire dönüştürmek mümkün değildir. Örneğin işsizlik dönemlerinde beşerî servetin gelire dönüşmesi olanağı yoktur. Bu nedenle toplam servet içinde beşerî servetin payı ne kadar büyükse para talebi de o kadar büyük olacaktır.

Enflasyon - İşsizlik İlişkisi ve Doğal İşsizlik Hipotezi: Doğal işsizlik oranı ekonominin yapısal özelliklerini ve iş gücü piyasasının koşullarını yansıtan bir olgu olup işsizliğin azaltılması uzun vadede bu koşulların iyileştirilmesine bağlıdır. Keynesyen yaklaşımda olduğu gibi harcamaları arttırarak işsizliği azaltma çabaları kısa vadede sonuç verse bile, uzun vadede enflasyon ve belki de daha yüksek oranlı işsizlik ile sonuçlanacaktır. Monetaristlere göre parasal istikrar işsizliği ‘doğal’ oran civarında tutabilir. O hâlde, Monetaristlerde, ne Klasiklerdeki gibi “tam istihdam” ne de Keynesteki gibi “eksik istihdam” seviyesi yoktur; Doğal istihdam Seviyesi vardır. Monetaristler, ekonominin doğal yapısı itibarıyla oldukça istikrarlı olduğu ve Keynesyen yaklaşımın aksine temel harcama eğilimlerinin büyük çaplı ve ani dalgalanmalar göstermediğini varsaymaktadır. İstikrarsızlık, aslında “istikrarı sağlamaya yönelik” olduğu iddia edilen müdahaleci iktisat politikalarından kaynaklanmaktadır. Bu açıdan Monetaristler hükümetin para ve maliye politikalarını “istikrara yönelik” değil, “istikrar bozucu” uygulamalar olarak kabul etmektedirler. Öyle ki, konjonktürel dalgalanmaların ortaya çıkışını müdahaleci makro politikalara bağlamaktadırlar.

Parasal Aktarım Süreci ve Para Politikasının Etkinliği: Moneterist aktarımda para politikasındaki değişmeler, varlıkların nispi fiyatları ve dolayısıyla portföy bileşimini değiştirmek suretiyle reel ekonomiye aktarılmaktadır. Ancak, bu etki kısa vadede söz konusudur. Uzun vadede nispi fiyatlar ve reel milli gelir aynı kalırken, fiyat düzeyi para miktarı ile aynı oranda değişmektedir. Diğer bir ifadeyle para politikası, üretim üzerinde geçici, fiyatlar üzerinde kalıcı etkiler doğurmaktadır. Örneğin, Tüketim, yatırım vb. harcamalarının faiz esnekliği Keynesyen görüşün aksine yüksek kabul edilmekledir. Monetarist çerçevede para talebinin düşük faiz esnekliği ve toplam harcama talebinin yüksek faiz esnekliği nominal gelir düzeyini etkilemede, para politikasının maliye politikasına oranla daha etkin olmasını sağlamaktadır. Sonuç olarak Keynesyen ve Monetarist görüşte Parasal Aktarım Mekanizmasının farklı yönlerini şu şekilde özetleyebiliriz:

  1. Keynesyen görüşte para ve tahvil olmak üzere sadece iki varlık hesaba katılırken, Monetarist görüş reel varlıkları da hesaba katmaktadır.
  2. Keynesyen görüşte para politikasının reel ekonomiye aktarımı faiz oranı üzerinden işlemektedir. Monetarist görüşte ise para politikası portföyde yer alan varlıkların nispi fiyatlarını değiştirmek suretiyle reel ekonomiyi etkilemektedir.

Monetarizmin Uygulamaları ve Yansımaları

Neoliberal düşüncenin çağımızdaki güçlü temsilcisi Milton Friedman aşağıdaki bazı önerileri ile dikkatleri çekmiş ve liberal ekonomik düşüncenin ekonomik hayata getirdiği alternatifleri açıklamıştır. Friedman’ın ekonomik önerilerinden bazıları şunlardır:

  • Devletin ekonomik hayat üzerindeki ayrıntılı müdahaleleri ortadan kaldırılmalıdır.
  • Piyasanın işleyişini engelleyen ve yeni girişimlerin kurulması konusunda cesaret kırıcı olan sübvansiyonlara son verilmelidir.
  • Enflasyonu kamçılamaktan ve daha önce hiç görülmemiş derecede yüksek bir istikrarsızlık meydana getirmekten başka bir yararı olmayan parasal reformlar, hükümetlerin inisiyatif kullanamayacakları sağlam esaslara bağlanmalıdır.
  • Devletin sosyal güvenlik kurumları aracılığı ile topladığı fonlar, sorunları çözmede çare olamaz. Devlet bu işlerle uğraşmamalıdır.
  • Destekleme alımlarına son verilmelidir.
  • ithal kotaları ve ihracat kısıtlamaları kaldırılmalıdır.
  • Genel fiyat ve ücret kontrollerine son verilmelidir.
  • Belli işlerin ve mesleklerin ruhsat ile sınırlandırılması uygulamasından vazgeçilmelidir.
  • Kamu toplu konut yapımı ve konut yapımını desteklemeye yönelik yardım programları iptal edilmelidir.
  • Ulusal parkların, posta taşıma hizmetlerinin ve paralı otoyolların devlet mülkiyetinde olması ve işletilmesi devletçe yapılmamalıdır.
  • Bunlarla birlikte devletin yapacağı işler de bulunmaktadır:
  • Devlet teknik tekelleri engellemeli, ekonomik oyunun kurallarının uygulanmasını sağlamalı ve ihtilaflarda hakemlik yapmalı, rekabeti geliştirmeli, parasal çerçeveyi sağlamalı, kişilerce oluşturulan yardım derneklerine ek yardım vermelidir.

Yeni Klasik İktisat Teorisi

Yeni klasik iktisat, Monetarist politikalara dayalı olarak doğmuş ancak 1970’li yıllarda bu yaklaşımdan ayrılmış ve farklı bir teori hâline dönüşmüştür. Enflasyon analizinde monetarist makro teori ile aynı görüşleri paylaşmasına karşın, ortaya koydukları iki temel ilke nedeniyle monetarist görüşü eleştirmişlerdir. Yeni klasik iktisatçıların monetarist iktisada yönelik eleştirilerinin kaynağı olan iki temel ilkesi şunlardır:

  1. Friedman ve öğrencilerinin Klasik Miktar Teorisi’ni yeniden yorumlayarak enflasyon sorununa önerdikleri yeni çözümler dışında, yine aynı üniversitede çalışan ve esasen Friedman’ın öğrencileri olan bir grup iktisatçı özellikle Amerika’da Robert Lucas (1937-...) ve ingiltere’de Patrick Minford (1943-...) enflasyon konusunu değişik bir açıdan ele alarak, Rasyonel Beklentiler Teorisi (Rational Expectations Theory) adıyla iktisat literatürüne giren bir görüş ortaya koymuşlardır. Makroekonomik değişkenlerin gelecekle ilgili tahminlerinde Monetarist iktisadın kullandığı Uyumcu Beklentiler Hipotezi yerine Rasyonel Beklentiler Hipotezini geliştirmişlerdir. Bu onların “yeni” yanıdır.
  2. Monetarist görüşün konjonktürel dalgalanmaların nedeni olarak tamamıyla para politikasını sorumlu tutmaları şeklindeki görüş yerine, önceden kamuoyuna ilan edilmeyen (beklenmeyen para politikası), bu yüzden ekonomik aktörlerce tahmin edilemeyen para politikasını sorumlu tutmuşlardır. Onlara göre, Merkez Bankasının önceden ilan ettiği dolayısıyla da ekonomik karar birimlerin, beklediği para politikasının (beklenen para politikası) ekonomide hiçbir değişikliğe yol açmayacağını, yani konjonktürel dalgalanmalara yol açamayacağını ileri sürmüşlerdir. Yeni klasik iktisat düşünceye göre, beklenen para politikası ekonominin reel değişkenleri (üretim, istihdam vs.) üzerinde hiçbir etki yapmaz. Etkisiz olduğu için de para politikası uygulanmamalıdır. Benzer şekilde genişletici maliye politikasının da kısa dönemde reel değişkenleri etkileyemeyeceği ancak uzun dönemde negatif yönde sonuçlar doğurabileceği örneğin işsizlik veya üretimde azalmaya yol açabileceği öngörülmektedir. Kısaca, Yeni Klasik Teorinin gerek para gerekse maliye politikalarının etkisizliğini ortaya koymaya çalışmıştır. Böylece klasiklerin “piyasaların etkin ve rekabetçi ortamda herhangi bir müdahaleye gerek olmaksızın kendini otomatik dengelediği” görüşü sürdürülmektedir. Bu onların “klasik” yanıdır. Özetle, Yeni klasik yaklaşım, uyumcu beklentiler hipotezine karşı geliştirdiği rasyonel beklentiler hipotezi ve merkez bankalarının ekonomiye müdahalesine karşı geliştirdiği politika etkisizliği hipotezi ile makro iktisadi düşüncede devrim yaratmıştır.

Yeni klasik iktisat teorisi de zamanla kendi içinde ikiye ayrılmıştır. Bir grup iktisatçı kendilerini “Yeni Klasik iktisat Teorisi” üyesi olarak kabul ederken, ayrılan grup “ Yeni Klasik Reel Konjonktür ” Teorisi’ni geliştirmişlerdir. Yeni Klasik iktisat teorisi ile Yeni Klasik Reel Konjonktür Teorisi’nin kökleri aynı olmakla birlikte, konjonktür dalgalanmalarının analizindeki yaklaşımları farklılıklar göstermektedir. Yeni klasik reel konjonktür teorisinin, Yeni Klasik iktisattan kopmasının nedeni yani temel farkı şudur: Yeni Klasiklere göre konjonktürel dalgalanmaların nedeni önceden beklenmeyen para politikası iken Yeni Klasik Konjonktürel teorisyenleri ise buna karşı çıkarak konjonktürel dalgalanmaların gerekçesi olarak “teknolojik şokları göstermişlerdir. Başka bir deyişle, Yeni Konjonktürel Teoride, konjonktürel dalgalanmaların nedeni parasal değil reel faktörlere dayanmaktadır ve bunlardan en önemlisi de teknolojik şoklardır. Bu yaklaşımın yeni klasik iktisat teorisinden ayrılan önderleri Robert Barro, Charles Polosser, Edwar Prescott, Finn Kynland, Robert King, Alan Stockman ve Sergio Rebelo’dur.

Rasyonel Beklentiler Teorisi, monetaristlerden bir adım daha ileri giderek fertlerin uyumcu değil, rasyonel beklentiler içinde olduğunu ve bu nedenle iktisat politikaları karşısında hemen aktif bir tavır takınıp iktisat politikasını tamamen etkisiz hâle getirebildiğini ileri sürmektedir. Çünkü Bütün ekonomik birimler doğru modeli ve onun parametrelerini bilirler; politika yapımcılarının bütün reaksiyonlarını hesaba katarlar. Bu durumda, para arzı ve maliye politikası değişkenleri ile üretim hacmi üzerinde bir etkide bulunabilmek, para arzı ile faiz oranını değiştirebilmek, faiz oranını belli bir seviyede tutmak için sistematik politikalar uygulamak, bu teoriye göre mümkün bulunmamaktadır. Böyle bir politika enflasyonist veya dezenflasyonist olabileceği gibi, fiyatlar genel seviyesi dengesinin oluşmasını da engelleyebilecektir. Rasyonel beklentiler hipotezi, bazı yönlerden eleştirilere uğramıştır. Örneğin, Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Kenneth J. Arrow, teoriyi başlıca şu açılardan eleştirmiştir:

  1. Rasyonel Beklentiler Teorisi’nde ekonomik birimler ekonominin gelecek dengesini analiz etme yeteneğine sahip, süper istatistikçiler olarak kabul edilmektedir.
  2. Ekonomide menkul kıymetler piyasası etkin olarak çalışırken, mal ve emek piyasaları bu düzeyde etkin olmayabilir. Aksine bunun tam tersi de olabilir. Arrow’a göre fiyat beklentilerine ilişkin tahminler çoğunlukla sermaye birikimi konusundaki kararlar için doğrudur.

Sonuç olarak denilebilir ki Rasyonel Beklentiler Hipotezinin eleştirilecek yanlarına rağmen, beklentilerin ekonomik modellerin içerisine dâhil edilmeye ihtiyaç duyduğu bir modeldir.