İKTİSADİ KALKINMA - Ünite 6: Gelir Dağılımı ve Yoksulluk Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 6: Gelir Dağılımı ve Yoksulluk
Giriş
İnsanlığın “bilgi toplumu” adı verilen yeni bir çağa girdiğinin iddia edildiği bir çağda yaşıyoruz. Bilginin üretilme ve yayılma hızının artması, teknolojik buluşların her geçen gün katlanarak çoğalması ve küreselleşmenin önündeki son engellerin birer birer yok olması bu iddiayı destekleyen önemli kanıtlar olarak düşünülmektedir.
Gelir eşitsizliği kavramı, 1929 bunalımından sonra ve özellikle de Keynesyen ekonominin genel makro ekonomik politikalara hakim olduğu, refah devleti uygulamalarının yaygınlaştığı ve özellikle azgelişmiş ülkelerde ithal ikameci, dışa kapalı kalkınma politikalarının yaygınlaştığı İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, ulusal ekonomiler için dikkat çekici bir kavram ve araştırma konusu olmuştur. Yoksulluk ise özellikle 1980 sonrasında büyük umutlar bağlanan neo-liberal politikaların 1990’larda ortaya çıkan ilk uygulama sonuçlarından sonra dünya gündemine oturmuştur.
Gelir Dağılımının Kavramsal Analizi
Bir ülkede belirli dönemler içinde yaratılan gelirin fertler, hane halkları veya üretim faktörleri arasında bölünmesine gelir dağılımı adı verilir. Gelir dağılımının çeşitli türleri bulunmaktadır. Bunlar;
- Bireysel gelir dağılımı
- Fonksiyonel gelir dağılımı
- Bölgesel gelir dağılımı
- Sektörel gelir dağılımı
- Birincil ve ikincil gelir dağılımı
- Dikey ve yatay gelir dağılımı
- Ülkeler arası ve küresel gelir dağılımı olarak belirtilmektedir.
Bireysel gelir dağılımı, bir ülkede meydana getirilen gelirin toplumu oluşturan birey ve hane halkları arasında nasıl dağıtıldığını gösteren gelir dağılımı kavramıdır. Bireysel gelir dağılımı bireylerin ve hane halklarının gelirlerinin büyüklüğüne göre belirlenmektedir.
Fonksiyonel gelir dağılımı, milli gelirin elde edilmesine katkıda bulunan çeşitli üretim faktörlerinin milli gelirden aldıkları payı ifade eden bir kavramdır. Bu gelir dağılımı türünde milli gelirin kâr, ücret, faiz ve rant arasındaki dağılımı dikkate alınmaktadır. Kâr, faiz ve rant gelirlerine “mülk” gelirleri, geri kalan gelire de “emek” geliri denildiği için fonksiyonel gelir dağılımı aslında gelirin sosyal sınıflar arasında nasıl dağıldığı ile ilgili bir kavramdır.
Bölgesel gelir dağılımı, bir ülkenin sınırları içerisinde yaratılan gelirin bölgeler arasındaki dağılımını göstermektedir. Ülkelerin içinde yer alan tüm coğrafi bölgeler aynı derecede gelişmiş değildir. Bu nedenle azgelişmiş ve gelişmiş bölgeler arasında gelir dağılımı farklılığı ortaya çıkmaktadır.
Sektörel gelir dağılımı, tarım, sanayi ve hizmetler sektörleri başta olmak üzere çeşitli üretim sektörlerinin ulusal gelire hangi oranda katkıda bulunduğunu gösterir. Gelişmiş ülkelerde milli gelire en büyük katkıyı hizmetler sektörü yapmakta, onu sanayi sektörü takip etmektedir. Tarım sektörünün milli gelirdeki payı genellikle küçüktür. Dolayısıyla, sektörlerin milli gelirden aldıkları pay ülkelerin gelişmişlik düzeyleri için önemli bir ipucu olmaktadır.
Piyasa ekonomisinin işleyişine herhangi bir müdahale olmaksızın ortaya çıkan milli gelirden üretim faktörlerinin aldığı emek, kâr, faiz ve ücret şeklindeki gelir dağılımına birincil gelir dağılımı adı verilir. Gelir dağılımındaki eşitsizlikler ekonomik büyüme, kalkınma ve etkinlik üzerinde olumsuz etkiler doğurabilmektedir. İşte devletin gelir dağılımına yaptığı bu müdahaleye ikincil gelir dağılımı adı verilir.
Bir toplumda üst ve alt gelir grupları arasında gelirin nasıl dağıldığı söz konusu olduğunda dikey gelir dağılımından, aynı toplum içindeki gelir dağılımı söz konusu olduğunda ise yatay gelir dağılımından bahsetmiş oluruz. Devlet düşük gelir gruplarına gelir transferi yaptığında dikey gelir dağılımına müdahale etmiş olmaktadır.
Ülkeler arası gelir dağılımı kavramında ülkelerin (veya hesaplanma amacına göre bölgelerin) ortalama gelirleri veya kişi başına düşen ulusal gelirler arasındaki farklılıkları ölçülmektedir. Küresel eşitsizlik kavramı ise hem ülke içi eşitsizlikleri hem de ülkeler arası eşitsizliği kapsamaktadır. Burada asıl amaç bireyin refahının dünyadaki yerinin belirlenmesidir.
Gelir dağılımı ile ilgili ilk teorik yaklaşımı Fizyokratlar geliştirmiştir. Aslen Fizyokratlar tarafından geliştirilen “İktisadi Tablo” ekonomide gelirin ortaya çıkma süreci ile meydana gelen tarımsal ürünün sınıflar arasında nasıl paylaşılacağının analizini yapmaktadır. Çeşitli gelir dağılımına farklı açılardan yaklaşan bu teoriler şunlardır:
- Klasik Teoride Gelir Dağılımı
- Marksist Teoride Gelir Dağılımı
- Neo-Klasik Teoride Gelir Dağılımı
- Keynesgil Teoride Gelir Dağılımı
Klasik teoriye göre gelir dağılımını belirleyen temel unsur faktör sahipliği ve faktörlerin nisbi kıtlığıdır. Klasik iktisatçılar gelir dağılımı ve yoksulluk gibi sorunların ekonomik gelişmeyle birlikte kendiliğinden çözüleceğini savunurlar.
Karl Marks gelir dağılımı konusunu toplumsal sınıf kategorileri çerçevesinde ele almakta ve gelir dağılımını kapitalistler ile işçi sınıfı arasındaki temel çelişkiye indirgemektedir. Üretim sürecinde kullanılan sermayenin giderek artması işgücünün verimliliğini artırırken geçimlik ücret düzeyinin aynı kalması ücret gelirlerinin toplam üretim ve gelir içindeki payını giderek azaltacak, kâr gelirlerini ise artıracaktır.
Neo-Klasik yaklaşımla birlikte gelir dağılımı yaklaşımları sınıfsal temelli olmaktan çıkmış ve kişisel gelir dağılımı yaklaşımları ağırlık oluşturmaya başlamıştır. Marshall, Menger, Jevons ve Walras gibi ünlü iktisatçıların analizlerine hakim olan marjinal verimlilik teorisi gelirlerin belirlenmesinde temel unsur haline gelmiştir. Faktörlerin marjinal fiziki verimlilikleri üretim teknolojisi ile de bağlantılı olduğundan gelir dağılımı etkileyen bir faktör de teknoloji olmaktadır.
Keynesgil teoride gelir dağılımı konusuna özel bir önem verilmemiş ve gelir dağılımı veri kabul edilmiştir. Keynes kapitalizmin servet ve gelir eşitsizliğine yol açtığını kabul etmesine ve işsizlik sorununa özel bir değer vermesine rağmen gelir dağılımı konusunda ayrı bir teori oluşturmamıştır.
Gelir dağılımındaki eşitsizliğin başlıca nedenleri şunlardır:
- Beşeri sermaye
- Teknolojik değişme
- Küreselleşme
- Ayrımcılık
- Servet eşitsizliği
- Enflasyon
- Piyasa yapısı
Bireylerin mesleklerini icra ederken kazandıkları miktarlar arasındaki farklılık beşeri sermaye farklılıklarından kaynaklanır.
Yeni teknolojilerin kullanılmaya başlaması düşük vasıflı emeğin marjinal ürününü ve talebini düşürmektedir. Çünkü daha önce düşük vasıflı emeğin yaptığı görevleri artık bu makineler yapmaya başlar. Yeni teknolojileri işletmek, programlamak ve tasarlamak yüksek vasıflı emek gerektirdiği için bu teknolojilerin yaygınlaşması vasıflı ve marjinal ürünü yüksek olan vasıflı emek talebini artırır.
Küreselleşme, dünya ülkelerinin çeşitli boyutlarda gerçekleşen bütünleşme sürecidir. Küreselleşmenin ekonomik, siyasal, kültürel ve teknolojik boyutları vardır. Küreselleşme süreci sonucunda ulusal ekonomiler karşılıklı olarak bağımlı hale gelmektedir.
Cinsiyet ve ırk gibi özellikler eşitsizlik kaynağı olabilmektedir. Burada özellikle işverenlerin ön yargıları önemlidir. Herhangi bir gruba ayrımcılığın olmaması durumunda alınacak ücretler ve işe alınacak kişi sayısı yüksek, ayrımcılık uygulanması durumunda ücretler ve işe alınacak kişi sayısı düşük olacaktır.
Servet eşitsizliği gelir eşitsizliğinden daha büyüktür ve servet eşitsizliği gelir eşitsizliğini besleyen, etkileyen bir faktördür. Servet ve bu servetlerden elde edilen gelirler insanlar arasında önemli gelir farklılıkları ortaya çıkmasına yol açar.
Enflasyon gelir dağılımını bozan önemli faktörlerden birisidir. Sermaye gelirleriyle emek gelirleri arasında emek aleyhine dengeyi bozan makroekonomik sorunların başında enflasyon gelmektedir.
İdeal bir piyasa türü olan “tam rekabet” piyasası ile gerçek hayatta pür haliyle karşılaşmak oldukça güçtür. Gerçek dünyada aksak rekabet piyasalarının ağırlıkta olduğu, tam rekabet piyasalarının işlemediği bilinmektedir.
Gelir dağılımındaki eşitsizliği ölçmenin çok sayıda farklı yöntemi bulunmaktadır. Bu yöntemlerden bazıları sosyal refah anlayışı ile değer yargılarını içeren ve fayda fonksiyonunu dikkate alan subjektif (normatif) unsurlara sahipken, bazıları ise gelir farklılıklarının istatistiksel ölçümünü dikkate alan objektif (pozitif) unsurlara sahiptir. Gelir eşitsizliği ölçümlerinin sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi için bu yöntemlerin belirli koşulları yerine getirmesi beklenir. Bu koşullar şunlardır:
- Pigou-Dalton transfer ilkesi: Eğer yoksul bir kişiden zengin bir kişiye gelir transferi yapılıyorsa bu durum eşitsizlikte bir artışa veya en azından bir azalmaya yol açmamalı ve zenginden yoksula yapılan bir gelir transferi eşitsizlikte bir azalmaya yol açmamalıdır.
- Gelir ölçeğinden bağımsız olma ilkesi: Eşitsizlik ölçütleri aynı tarzdaki oransal değişikliklerden etkilenmemelidir. Diğer bir deyişle herkesin gelirinde aynı oranda bir değişiklik varsa eşitsizlik değişmemelidir.
- Nüfus ilkesi: Nüfus artışı varsa bu artış karşısında eşitsizlik ölçütleri değişmemelidir.
- Simetri ilkesi: Eşitsizlik ölçütleri bireylerin gelirlerinin dışındaki özelliklere karşı hassas olmamalıdır.
- Ayrıştırma ilkesi: Alt gruplarda eşitsizlik artıyorsa eşitsizlik genel olarak da artmalıdır.
Kişisel gelir dağılımını ölçmek için kullanılan belli başlı ölçütler şunlardır:
- Lorenz eğrisi
- Gini katsayısı
- Yüzde paylar analizi
- Atkinson katsayısı
- Pareto katsayısı
- Kuznets katsayısı
Amerikalı istatistikçi Max Lorenz tarafından geliştirilen Lorenz Eğrisi gelir eşitsizliğini çizim yardımıyla gösterir. Lorenz eğrisi, gelirin nüfusa dağılımındaki eşitsizliği göstermekte kullanılan grafiktir.
Gini katsayısı, Lorenz eğrisine bağlıdır ve eğri ile köşegen arasında kalan alanın, köşegenin altında kalan toplam alan oranına eşittir (Şekile göre A/A+B). Bu alanın artması dağılımdaki eşitsizliğin artması anlamına gelmektedir. Adını İtalyan istatistikçi Corrado Gini’den alan bu katsayı “0” ile “1” arasında değişen değerler alır.
Yüzde payları, kişisel gelir dağılımını ölçmede kullanılan ölçütlerden biridir ve en açık ölçüt olarak bilinmektedir. Bu analizde haneler %1’lik 100, % 5’lik 20, %10’luk 10 ve %20’lik 5 gruba ayrılır ve her grubun toplam gelirden aldığı paylar karşılaştırılır. Bunun için haneler önce toplam kullanılabilir gelirlerine göre küçükten büyüğe sıralanır ve hangi yüzde paylar analizi yapılacaksa haneler o sayıda gruba ayrılır. Her yüzde gruba düşen kullanılabilir gelir, toplam kullanılabilir gelire oranlanarak hanelerin gelirine ilişkin yüzde paylarına ulaşılır. Bu analize göre gelirin eşit dağılması için her grubun gelirden aldığı pay ile toplam nüfustan aldığı pay eşit olmalıdır.
Atkinson ölçütü, gelirlerin eşit dağılması halinde belirli bir zamandaki sosyal refah seviyesine ulaşabilmek için o zamandaki toplam gelirin ne kadarlık bir bölümünün yeterli olduğunu ifade etmektedir.
Pareto katsayısı ölçütü, belirli bir gelir seviyesi ile bu geliri veya daha fazlasını elde edenlerin sayısı arasında belirli bir ilişki durumu olduğu varsayımına dayanır. Bu ölçüt, bireylerin gelir seviyesi yükseldikçe üst gelir grubuna yükselme ihtimalinin nasıl arttığını göstermektedir.
Simon Kuznets’in geliştirdiği bu gelir bölüşümü ölçütünde toplam üretimin sektörel yüzde dağılımı ile işgücünün yüzde dağılımına dayanan sektörel dengesizlikler özetlenmektedir. Bu bağlamda, sektörel üretim ve sektörel işgücü arasındaki farkların mutlak değerlerinin her sektörün işgücündeki payı ile ağırlıklandırılarak toplamı, sektörel ortalama ürünler arasındaki eşitsizliğin bir ölçüsü olarak kullanılmaktadır.
Yoksulluğun Kavramsal Analizi
Toplumdan topluma ve aynı toplumun farklı katmalarına göre değişik şekillerde algılandığı için yoksulluk tanımlanması oldukça güç bir kavramdır. Üstelik yoksulluk üzerine yapılan bir tanım zaman geçtikçe anlamını yitirebilmekte ve yoksulluk kavramının içeriği de dönemden döneme değişebilmektedir. Dolayısıyla yoksulluk kolayca somutlaştırılabilen bir kavram değildir. Genel olarak yoksulluk, insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamama durumudur. Farklı yoksulluk tanımlamaları şunlardır:
- Mutlak yoksulluk
- Göreli yoksulluk
- Sübjektif yoksulluk
- İnsani yoksulluk
- Zayıflık ve korunmasızlık
Dünya Bankası tarafından geliştirilmiş bir kavram olan “mutlak yoksulluk”, dar anlamda yapılan yoksulluk tanımlamasıdır. Mutlak yoksulluk aslında tam anlamıyla bir “açlıktan ölme” durumudur.
Göreli yoksulluk kavramı da mutlak yoksulluk kavramı gibi Dünya bankası tarafından geliştirilmiştir. Göreli yoksulluk (ya da diğer adıyla ‘geniş anlamda yoksulluk’) “gıda, giyim ve barınma gibi imkânları yaşamlarını devam ettirmeye yettiği halde toplumun genel düzeyinin gerisinde kalmak” şeklinde tanımlanabilir.
Sübjektif (öznel) yoksulluk kavramına göre “kendini yoksul olarak tanımlayan herkes yoksuldur”. Bu durumda bir birey temel tüketim mallarını tüketebildiği halde eğer tüketim sepeti içindeki “tüketemediği” mallar nedeniyle kendini yoksul hissediyorsa bu birey “yoksuldur”.
UNDP tarafından 1997 yılında geliştirilen “İnsani Yoksulluk” kavramında yoksulluk elde edilen gelirle ilişkilendirilmeksizin insani yaşam standartlarına erişme olanaklarına göre saptanmaktadır.
Literatürde bilinen adıyla “zayıflık ve korunmasızlık” (vulnerability), halen yoksul olmayan bir kişi veya hane halkının gelir düzeyinin veya tüketiminin yoksulluk sınırının altına düşme riski ile karşı karşıya kalmasını veya zaten yoksul ise yoksulluktan kurtulamama tehlikesinin devam etmesi anlamına gelir. Bir toplumda zayıflık ve korunmasızlığa yol açan faktörler şunlardır:
- Eğitim olanaklarının yetersizliği
- İş güvenliğinin ve istikrarlı bir gelir olanağının olmaması
- Varlık ve tasarruf birikiminin ve krediye ulaşma imkânının yetersizliği
- İşgücüne katılımın artırılamaması
- Aileler arası dayanışmanın zayıflaması
Başlıca yoksulluk ölçüm yöntemleri şunlardır:
- Açlık sınırı yaklaşımı
- Temel ihtiyaçlar yaklaşımı
- Gıda oranı yaklaşımı
- Medyan gelir yaklaşımı
- Öznel yaklaşım
“Alınması gereken minimum kalori miktarı yaklaşımı” da denilen bu yaklaşımda ilgili toplum için alınması gereken asgari kalori miktarını sağlayan bir gıda sepeti oluşturulur ve bu sepetin piyasa fiyatları cinsinden değeri bulunur. O toplumda yaşayan bir birey bu minimum kalori miktarını alamıyorsa yoksul olarak nitelendirilir ve bu yoksullara daha önce değinildiği gibi “mutlak yoksul” adı verilir.
Temel ihtiyaçlar yaklaşımı, yoksulluğu alınması gereken kalori miktarına bağlayan açlık sınırı yaklaşımının tersine, yaşamak için gerekli temel ihtiyaçlar arasına barınma, giyinme ve sağlık hizmeti gibi ihtiyaçları dahil etmektedir.
Gıda oranı yaklaşımında bireylerin ve hanehalklarının gıda tüketimine yaptıkları harcamanın toplam harcama miktarı içindeki oranına bakılır.
“Nisbi yoksulluk” veya “göreli yoksulluk” yaklaşımı da denilen bu yaklaşımda toplumda yaratılan ortalama gelirin (medyan gelirin) yarısı yoksulluk sınırı olarak belirlenir. Buna göre yoksul kişiler bu ortalama gelirin yarısını bile elde edemeyen kişilerdir.
“Leyden Yaklaşımı” da denilen öznel yaklaşım sübjektif bir ölçüm yöntemine dayanır. Bu yöntemde, büyük ölçekli anketler yardımıyla toplumu oluşturan kişilere temel ihtiyaçlarını karşılayıp karşılayamadığı sorulur ve karşılayamadığını beyan eden kişiler yoksul olarak tanımlanır.
Yoksulluğun nedenlerinin araştırılması ve uygulanan yoksulluğu azaltma politikalarının etkilerinin ölçülmesi için gerekli olan yoksullukla ilgili verileri bir endekse dönüştüren çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
- Kafa sayısı endeksi
- Yoksulluk açığı endeksi
- Sen endeksi
Yoksulluk ölçümlerinde en sık kullanılan endeks olan “kafa sayısı endeksi” yoksul kişi sayısının toplam nüfusa oranlanmasıyla bulunur. Kafa sayısı endeksi sıfır ile bir arasında bir değer alır.
Yoksulluk açığı endeksi yoksul kişilerin ortalama gelir düzeyinden hareket ederek yoksul kişilerin yoksulluk sınırına ne kadar uzak olduğunu veya yoksul olmayanların yoksulluk sınırına ne kadar yakın olduğunu gösterir.
Ünlü iktisat bilimci Amartya Kumar SEN tarafından geliştirilen bu endeks “Kafa Sayısı Endeksi” ve “Yoksulluk Açığı Endeksi”ne yönelik eleştirilerden doğmuş ve bu eksiklikleri gidermeye çalışmıştır.
Yoksulluğun belli başlı nedenleri şunlardır:
- Gelir dağılımındaki eşitsizliklerin artışı
- Ülkede uygulanan iktisat politikaları ve iktisadi düzenlemeler
- Ülkenin kalkınma ve büyüme dinamikleri
- Bireyin veya hanehalkının özellikleri ve toplumsal yapıdaki farklılıklar
- Olağanüstü koşullar
Yoksullukla mücadele etmeyi öngören ve titizlikle tespit edilerek eylem planları oluşturulacak olan bir strateji şu beş aşamadan oluşmalıdır:
- Yoksulluğun tüm boyutları ile tanımlanması,
- Yoksulların, yoksulluk sınırının ve sosyal kategorilerin tanımlanması,
- Yoksulluğun ölçümünde kullanılan metot ve yöntemlerin seçilmesi,
- Yoksulluğa yol açan yapısal ve dinamik faktörlerin analiz edilmesi,
- Uygulanacak politika ve programların formüle edilmesi ve seçimi.
Türkiye’de Gelir Dağılımı ve Yoksulluk Durumu
Türkiye’de gelir dağılımı ve yoksulluk göstergeleri TÜİK tarafından hesaplanmakta ve TÜİK’in web sayfasında ve veri tabanında bir yıllık gecikmeyle açıklanmaktadır. Türkiye’de gelir dağılımı konusunda yapılan ilk kapsamlı çalışma 1963 yılında Devlet Planlama Teşkilatı tarafından yapılmıştır. Gelir dağılımı konusunda Türkiye genelini kapsayacak şekilde ilk çalışmayı ise TÜİK 1987 yılında gerçekleştirmiştir.
TÜİK verilerine göre, Türkiye’de 2015 yılında ortalama yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri 16.515 TL’dir. İstanbul Bölgesi 13.382 TL ile ortalama yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir geliri en yüksek olan bölge durumundadır. Bunu, 11.116 TL ortalama gelir ile Batı Anadolu Bölgesi izlemektedir. En düşük ortalamaya sahip bölge ise 5.144 TL ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi’dir.
TÜİK’in yoksullukla ilgili çalışmalarının en temel veri kaynağı, hanehalklarının gelir, harcama ve sosyal durumlarıyla ilgili bilgilerin derlendiği araştırmalardır. Dünya bankası ile yapılan ortak çalışmalar sonunda belirlenen yoksulluk metodolojisine göre, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından 2002 yılından itibaren, hanehalkı bütçe anketi verilerine dayalı yoksulluk göstergeleri hesaplanmakta, ayrıca 2006 yılından itibaren uygulanmaya başlanan gelir ve yaşam koşulları araştırmasından da gelire bağlı yoksulluk göstergeleri elde edilmektedir.
Türkiye’de yoksulluk olgusu genel olarak değerlendirildiğinde başlıca şu özelliklere sahip olduğu söylenebilir:
- Türkiye’de kırsal yoksulluk oranı kentsel yoksulluk oranından yüksektir. Bu durumun başlıca sebebi kırsal kesimin başlıca geçim kaynağının tarımsal üretim faaliyeti olmasıdır.
- Yoksulluğun en yüksek oranda olduğu sektör tarım sektörüdür.
- Türkiye’de yoksulluk oranı hanehalkı sayısı arttıkça artmaktadır. Genelde hanehalkı sayısı büyük olan kırsal kesimde yoksulluğun yüksek oluşu da bu açıdan anlamlıdır.
- Türkiye’de yoksulluk oranı eğitim seviyesine bağlı olarak azalmaktadır.
- İşteki durumlarına göre Türkiye’de en düşük yoksulluk oranı işverenlerde, en yüksek işsizlik oranı ise işsizler, ücretsiz aile işçileri ve yevmiyeli çalışanlardadır.