İKTİSADİ KALKINMA - Ünite 2: Kalkınma Teorileri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: Kalkınma Teorileri

Ünite 2: Kalkınma Teorileri

Giriş

İktisatçıların araştırmaları, başarılı ekonomilerin, yüksek oranda fiziki ve beşeri sermaye birikimiyle birlikte sürekli teknolojik ilerlemenin sağlandığı ekonomiler olduğunu göstermektedir. Ülkeler arasındaki gelişme farklılıklarının nedenleri, başka bir deyişle, bazı ülkeler gelişirken bazılarının neden bunu hâlâ başaramadıkları aslında cevaplandırması oldukça güç bir sorudur. Gelişme iktisadında ciddi bir tartışma alanı oluşturan bu soruya verilen farklı cevaplar, kalkınma teorilerinin oluşmasını ve zenginleşmesini sağlamıştır. Bu kitapta sadece ekonomik ve sosyo-kültürel yaklaşımlara yer verilmesine karşın az gelişmişliğin nedenlerini coğrafya (doğal kaynaklar, iklim, topografya, ekoloji), kurumlar, uluslararası ekonomik entegrasyon ve dinsel nedenlerle açıklayan başka yaklaşımlar da önemli bir tartışma alanı oluşturmaktadır.

Geleneksel İktisada Dayalı Yaklaşımlar

Geleneksel iktisada dayalı yaklaşımlar, ilgilerini daha çok ulusal ekonominin iç dinamiklerine vererek az gelişmiş ülkelerin makroekonomik sorunlarına odaklanmışlardır. Geleneksel iktisada dayalı yaklaşımlara göre, az gelişmiş ülkelerin bazı tipik özellikleri gelişmelerinin önündeki en önemli engeldir. Arz-talep uyumsuzlukları, üretim faktörlerinin dağılımında görülen aksaklıklar, piyasaların darlığı, girişimci eksikliği, düşük verimlilik, gerekli üretim teknolojisinin yokluğu, beşeri sermayedeki eksiklikler bu tipik özellikler arasında sayılabilir. Geleneksel iktisada dayalı yaklaşımlar çerçevesinde iki teori öne çıkmaktadır: Kısır Döngü Teorisi ve Gelişme Aşamaları Teorisi.

Kısır Döngü Teorisi

Bazı iktisatçılar tarafından “Kapalı Çember Teorisi” olarak da adlandırılan Kısır Döngü Teorisi, az gelişmişliği açıklarken, birbirini zincirleme olarak olumsuz etkileyen bir takım değişkenler arasındaki neden-sonuç ilişkisini incelemektedir. Böyle bir sistemde, her zaman bir noktadan başlayıp tekrar o noktaya geri dönen ve dolayısıyla gelişmeyi olanaksız kılan özel bir belirleyicilik vardır. Bu özel belirleme biçimine kısır döngü adı verilir. Kısır döngü, belli sayıda faktörler arasında neden-sonuç ilişkilerinin ifade edildiği döngüsel bir sistem olarak tanımlanabilir. Kısır döngü teorisinin varsayımlarını şu şekilde sıralamak mümkündür:

  • Belli bir noktadan hareket edilip tekrar o noktaya gelinerek döngü kapanmaktadır.

  • Etkiler karşılıklı değil, tek yönlüdür.

  • Bir faktör sadece kendinden sonra gelen faktörü etkilemektedir.

  • Bir faktör sadece tek bir faktör tarafından etkilenmektedir.

Klasik iktisatçılar tarafından geliştirilen ilk kısır döngüye göre, kısıtlı işbölümü düşük verimliliği belirlemekte, düşük verimlilik ise, girişimcilerin kârlılığını ve böylelikle yeni yatırımlara aktarılacak sermayeyi düşük kılmaktadır. Yetersiz sermaye birikimi, hem maliyetler, hem de üretim açısından pazarın genişliğini sınırlamaktadır. Pazarın küçüklüğü de, üretim sürecinde yapılacak işbölümüne yeterince olanak sağlamayarak kısır döngüyü tamamlamaktadır.

Yoksulluğun Kısır Döngüsü

Ragnar Nurkse tarafından ortaya atılan yoksulluğun kısır döngüsü teorisi az gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen gelirin neden yükselemediğini açıklamaya çalışmakta, sorunu hem arz hem de talep yönünden ele almaktadır. Nurkse’e göre, “az gelişmiş ülkeler yoksul oldukları için yoksuldur”. Bu nedenle kısır döngü yoksullukla başlar, tekrar yoksullukla son bulur.

Arz yönünden kişi başına düşen gelirin düşük olması, tasarrufların düşük gerçekleşmesine ve dolayısıyla gerekli yatırımların yapılamamasına yol açmaktadır. Talep yönünden ise, düşük gelir düzeyi, piyasadaki efektif talebin düşük düzeyde gerçekleşmesine ve bu da üretimin yani gelirin başlangıçta olduğu gibi tekrar düşük olmasına yol açmaktadır. Bu teoriye göre, az gelişmişlikten kurtulmak ancak bu döngünün kırılmasıyla mümkün olabilir. Fakat bu döngünün nasıl kırılabileceği en önemli sorundur. Nurkse’e göre, bir ekonomide kısır döngünün varlığı, devlet tarafından bir takım önlemlerin alınmasını gerektirmektedir. Talep yönünden, yoksulluk girişimcilerin yatırım yapma istek ve gücünü azaltmaktadır. Bu nedenle devlet bizzat kendi girişimleri vasıtasıyla ülkenin sanayileşmesine katkıda bulunabilir. Arz yönünden, sermaye oluşumu tasarruf kapasitesinde bir yükselmeyi gerektirir. Nurkse, büyümenin temel belirleyicisinin, ülkenin marjinal tasarruf eğilimi olduğuna dikkat çekmektedir.

Kısır Döngü Teorisine Yöneltilen eleştiriler

Kısır döngü teorisi birkaç noktada eleştirilmektedir. Eleştirilerin başında döngünün başlanılan noktaya geri dönmesi gelmektedir. Buna göre az gelişmişlik doğal bir veri olarak kabul edilmekte ve kendi içinde açıklanmaya çalışılmaktadır. İkinci eleştiri, kısır döngünün mantığı içinde kalarak kullanılan açıklayıcı faktörlerin niteliği, sayısı ve sırasıyla ilgilidir. Eleştirilerin yöneldiği üçüncü nokta, bir değişkenin sadece kendinden önce gelen değişkenle açıklanması ve etkinin tek yönlü olmasına ilişkin varsayımdır.

Gelişme Aşamaları Teorisi

Amerikalı iktisat tarihçisi Walt W. Rostow tarafından geliştirilen gelişme aşamaları teorisi, tarihsel süreç içerisinde, kalkınma sürecinin belirli bir aşamasında olan ülkelerin, belirgin kalkınma kalıplarını tanımlayıcı bir yaklaşımdır. Rostow’a göre, az gelişmişlikten gelişmişliğe doğru dönüşüm sürecinde, birbirini izleyen beş aşama bulunmaktadır. Bunlar geleneksel toplum, kalkışa hazırlık, kalkış, olgunluk ve kitle tüketim çağıdır.

Geleneksel Toplum Aşaması

Geleneksel toplumların temel özelliği kişi başına elde edilen gelirde bir tavan sınırının bulunmasıdır. Bir kimsenin torunlarına bırakabileceği imkânlar, kendi dedeleri zamanındaki imkânlardan daha geniş değildir. Ayrıca verimlilik oldukça düşüktür ve verimliliğin de teknolojik gerilikten ötürü ulaşabileceği bir üst sınır bulunmaktadır. Bu tür toplumlar, genellikle üretimin sınırlı olması yüzünden kaynakların çok büyük bir kısmını tarıma ayırmak zorundadır. Yatırımların oldukça düşük olduğu ve değişmeyen üretim yöntemlerinin kullanıldığı geleneksel toplumlarda, hareketlilik ve sosyal değişim azdır, halkta genelde kaderci bir zihniyet hâkimdir. Geleneksel toplumlar gerek ekonomik ilerlemeler, gerek politik ve sosyal gelişmeler, gerekse nüfus hareketleri yüzünden devamlı bir değişme içindedir. Fakat yine de üretimleri, tarım kesimindeki ilkel teknoloji nedeniyle sınırlıdır.

Geleneksel toplumlarda üretim için de bir tavan mevcuttur. Ayrıca tarım kesiminin üretimi ve bu yüzden milli gelir, iklime bağlı olarak büyük dalgalanmalar gösterebilir.

Kalkışa Hazırlık aşaması

Rostow feodalizm ile kalkış arasındaki sürece “dönüşüm süreci” ya da “kalkışa hazırlık aşaması” adını vermiştir. İktisadi kalkınmanın başlaması için gerekli değişmelerin ortaya çıktığı aşamadır. Bu dönemde toplumda gerek bireysel, gerekse kurumsal açıdan ekonomik, kültürel ve siyasal değer yargılarında değişmeler başlamıştır. Ekonomik yapıdaki değişmelerin en önemlileri, sermaye birikiminin hızlanması, teknik ilerlemelerin ortaya çıkması ve bunların üretimde kullanılması ile maddi altyapının (enerji, ulaştırma gibi) yaratılmasıdır. Kalkışa geçmenin önkoşulu, tarımın egemen olduğu ekonomik yapıdan sanayi ve ticarete geçişi gerçekleştirecek sektörel dönüşümün başlamış olmasıdır. Tarım kesimi bu aşamada önem taşır. Bunun sebepleri:

  • Ülkenin artan nüfusu için daha fazla gıdaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bu da tarım kesiminden sağlanır.

  • Tarım kesimi kalkışa hazırlık için gereken dövizi sağlar.

  • Tarım kesimindeki gelir artışı, sanayi kesimi için de bir talep artışı doğurur ve modern kesimin kurulmasını kolaylaştırır.

  • Tarım kesiminden alınacak olan vergiler hükümetin kalkışa hazırlık için yapacağı harcamaların finansmanında kullanılır.

  • Tarım kesimi artan gelirini modern kesime aktararak modern kesimin finanse edilebilmesini sağlar.

Bu aşamada ayrıca tasarrufları harekete geçirmek için bankalar ve diğer kurumlar kurulur. Bu aşamanın ekonomik özelliği, milli gelirin en az %10’unun yatırımlara ayrılmasıdır.

Kalkışa hazırlık için ekonomik yapıdaki değişmeler kadar, ekonomi dışı gelişmeler de önemlidir. Özellikle milliyetçilik akımının güçlenmesi, dönemin en önemli etkenidir. Milliyetçilik akımı az gelişmiş ülkelerin, diğer ülkeler tarafından ekonomik ve politik anlamda müdahale ve baskılarına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Milliyetçilik, ulusal gücü (ekonomik, siyasal, kültürel) yüceltmeye dayandığına göre, ister istemez toplumu durgunluktan ayıran, değer yargılarını değiştiren bir unsur olmaktadır.

Kalkış Aşaması

Kalkış (take off) aşaması, gelişme aşamaları içerisinde en önemli aşamadır. Kalkınma sürecinin süreklilik göstermeye başladığı, bir başka deyişle kendi kendini besleyen büyümenin başladığı dönemdir. Bu dönemin karakteristik özellikleri sıklıkla kalkışa hazırlık aşaması ile karıştırılmaktadır.

Kalkışa hazırlık aşaması, kalkış aşamasında oluşması gereken ön koşulların hazırlandığı aşamadır ve kalkış aşamasından daha uzun bir süreçtir. Genel olarak kalkış, sanayi devrimi ve sanayi patlaması deyimleri, yaklaşık olarak aynı sosyoekonomik değişimleri belirtir. Bu aşamada sadece ekonomik unsurlar değil, sosyal değişimleri de içine alan çok boyutlu yapısal bir değişme meydana gelmektedir. Rostow’a göre kalkışın başlatılabilmesi için şu koşulların gerçekleşmesi gerekmektedir:

  • Yatırımların milli gelir içindeki payının %10 veya daha fazlasına çıkması ve böylece nüfus artış hızını aşan gelir artışının sağlanması,

  • Kalkınmada öncü rol oynayabilecek, yüksek gelişme hızı gösteren bir ya da birkaç imalat sanayi kolunun “önder sektör” olarak ortaya çıkması,

  • Modern kesimin gelişmesini teşvik edecek, dış ticarette ortaya çıkacak tasarrufları iyi kullanabilecek ve başlatılan gelişmeye devamlılık kazandıracak siyasi, sosyal ve yönetsel bir ortamın bulunması.

Olgunluk Aşaması

Rostow olgunluk aşamasını, kaynakların büyük bir bölümünün modern teknolojinin yer aldığı alanlarda etkin bir biçimde kullanıldığı dönem olarak tanımlamaktadır. Bu aşamada eski önder sektörlerin yerini yenileri almıştır. Örneğin kalkış aşamasında demiryollarının gelişmesiyle hareketlilik kazanan demir, kömür ve ağır makine sanayi olgunluk aşamasında yerini çelik, gemi inşaatı, kimyevi maddeler, elektronik ve modern makine sanayine bırakmıştır. Rostow çelik sanayinin gelişmesinin olgunluk aşamasının sembollerinden biri olduğunu belirtmektedir. Olgunluk aşamasında ekonomik faaliyetler düzenli bir şekilde gelişmeye, modern teknoloji her alana yayılmaya başlamıştır. Bazı dalgalanmalarla beraber uzun ve güçlü bir ilerleme dönemine girilmiştir. Milli gelirin %10-20 kadarı istikrarlı bir şekilde yatırımlara aktarılmakta ve gelir artışı nüfus artışından daha fazla olmaktadır. Ekonomi artık uluslararası piyasalardaki yerini bulmuş ve daha önce ithal edilen mallar yurtiçinde üretilmeye başlamıştır.

Kitle Tüketim Çağı

Olgunluk aşamasından sonra kitle tüketim çağı ya da kütlevi refah dönemi olarak adlandırılan bir döneme girilir. Bu son aşamaya geçmiş bir toplum artık bir refah toplumudur. Yüksek insani kalkınma düzeyini yakalamış bu topluma bilgi toplumu da denmektedir. Bu çağda toplum artık arz yerine taleple, üretim sorunları yerine tüketim sorunlarıyla ve en geniş anlamıyla refahla ilgilenmektedir. Kişi başına gelirin oldukça yükselmesiyle pek çok kimse gıda, giyecek ve konut gibi temel ihtiyaçlarını aşan tüketim üzerinde bir kontrol kazanmaya başlamıştır.

Gelişme Aşamaları Teorisine Yöneltilen Eleştiriler

Modern batıyı izleyerek kalkınmanın mümkün olduğunu ileri süren Rostow’un tezi, gelişmiş ülkelerin deneyimlerinin az gelişmiş ülkelerin bugünkü deneyimlerinden farklı olduğu, hatta koşulların az gelişmiş ülkeler aleyhine daha ağır olduğu görüşü ileri sürülerek çeşitli açılardan eleştirilere konu olmuştur. Yapılan eleştirilerin çoğu kalkınmanın aşamaları arasında, özellikle kalkışa hazırlık ile kalkış aşamaları ve kalkış ile olgunluk aşamaları arasında açık ve kesin bir ayırımın yapılmamasıdır. Modelde bir aşama için belirtilen özelliklerin, diğer bir aşamanın tanımlanması sırasında da kullanıldığı belirtilmektedir. Örneğin kalkışa hazırlık aşamasında kimi değişiklikler olurken kalkış aşamasında da bir dönüşüm yaşanmaktadır. Aynı şey kalkış ile olgunluk aşaması için de geçerlidir. Aralarındaki ayırım çok net değildir, aksine pürüzlüdür. Austruy, Rostow’un beş aşamalı analizinin üç aşamalı olmasının daha doğru olacağını, böylelikle birbirini içeren aşamaların daha kolay belirtilebileceğini savunmuştur. Austruy’a göre bu aşamalar kalkış öncesi, kalkış ve kalkış sonrası olmalıdır. Aynı konuda Gendarme ise üç aşamayı “geleneksel, değişim, modern” aşamalar olarak adlandırmaktadır. Gelişme aşamaları teorisine en şiddetli eleştiriyi yapan Kuznets olmuştur. Kuznets modelin ampirik yönden test edilmesinin güçlüğünden bahsederek, Rostow’un bunu kendisinin de yapmadığını belirtmiştir. Ayrıca iddialarına sayısal kanıtlar göstermemiş olması ve bazı aşamaların, veri olmasına rağmen, ilgili ampirik kanıtlarla yeterince spesifik olarak tanımlamamasını da eleştirmiştir.

Yapısalcı Yaklaşım ve Bağımlılık Yaklaşımı

Yapısalcı yaklaşım az gelişmişliğin nedenlerini ülke içi (içsel) faktörlerle, bağımlılık yaklaşımı ise ülke dışı (dışsal) faktörlerle açıklayan merkez-çevre modelleridir.

Yapısalcı Yaklaşım

Yapısalcı yaklaşım bir merkez-çevre modelidir. Karşılaştırmalı üstünlükler teorisine göre oluşturulan uluslararası işbölümünün yerleşmesiyle dünya, merkez (sanayi ürünleri üreten gelişmiş ülkeler) ve çevrenin (merkez ülkelere hammadde ve tarımsal ürünler sağlayan az gelişmiş ülkeler) oluşturduğu bir bütün olmaya başlamıştır. Yapısalcılara göre bu şekilde gelişen merkez-çevre kutuplaşması ve farklılaşması insanlık tarihine damgasını vurmuştur.

Yapısalcı tezlere göre, dünya ekonomisinin içinde bulunduğu durum sanayi devrimi ile başlamıştır. Teknolojik gelişme ve bu gelişmenin ürünleri dünya ölçeğinde eşitsiz bir biçimde dağılmıştır. Sanayi devrimiyle, o zamana kadar verimlilikte görülmemiş ölçüde artışlar olurken, bu artışlardan her ülke eşit bir biçimde yararlanamamıştır. Prebisch, verimlilik artışlarından az gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkeler gibi yararlanamadığını belirtmiştir. Gelişmiş ülkeler teknolojik ilerlemenin sağladığı avantajlarla merkez konumlarını korumayı başarmışlardır.

Bağımlılık Yaklaşımı

Bağımlılık yaklaşımı üç noktada özetlenebilir: Birincisi, bağımlılık yaklaşımı kapitalist dünya ekonomik düzeninin gelişimi üzerinde yoğunlaşmıştır. İkinci olarak, bu yaklaşım bağımlılık, sömürü ve bu bağımlılık sonucunda ortaya çıkan gelişmiş (merkez) ve az gelişmiş (çevre) ayırımı üzerine odaklanmıştır. Son olarak bu ekonomik ilişkiler ağının yarattığı siyasi yozlaşmalar ve elit yapı üzerinde durulmuş ve dünya çapında oluşan sermaye akımları incelenmiştir. Bağımlılık yaklaşımının genel varsayımlarını şu şekilde sıralamak mümkündür.

Bağımlılık yaklaşımı gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasında hakça olmayan ilişkilerin varlığını ortaya koyması açısından yararlı olmasına rağmen, mevcut dünya ekonomik düzenine fonksiyonel olan bir alternatif düzen oluşturmakta başarısız kaldığı için eleştirilmiştir.

İkilik (Düalizm) Teorisi

İkilik (düalizm) teorisine göre, az gelişmiş ülkelerin sosyo-ekonomik yapıları kendi içinde homojen değildir ve bu nedenle ilgili yapıları tek bir sistem olarak ele alınamaz. Sistemlerden biri (modern kesim), gelişmiş bir sosyo-ekonomik sistemi yansıtırken, ötekisi (geleneksel kesim) henüz gelişmemiş bir sistemi oluşturur. İkilik teorisi, az gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelerin izlemiş olduğu yolu aynen izleyerek gelişebileceklerini öne sürmektedir. Batı toplumları feodalizmin çözülmesine ve kapitalizmin kurulmasına tanıklık etmiştir. Bu dönüşüm sürecinde geleneksel ve içine kapalı bir tarım toplumu olan feodalizm, kapitalizmle birlikte gelişen endüstriyel ilişkiler sonucunda dışa açık bir sanayi toplumu haline gelmiştir. Eğer geleneksel kesimin çözülüp, modern kesimin ekonomiye egemen olacağı bir aşamaya gelebilmek için gerekli mekanizmalar işletilebilirse, aynı süreç bugün ikili yapıya sahip olan az gelişmiş ülkelerde de yaşanacaktır. İkili yapının ortaya çıkışında etkili olan birkaç faktörden bahsetmek mümkündür:

Bunlardan ilki, sömürgecilik faaliyeti sonucunda oluşan dışsal bir etkidir. Sömürgeci ülkeler kendi çıkarları doğrultusunda, sömürgeleştirdikleri ülkelerin mevcut yapısına kendi yapılarını monte ederler. Bu durumda ülkede birbirinden zıt iki yapı oluşmuş olur.

• İkincisi az gelişmiş ülkenin herhangi bir bölgesinde değerli bir hammadde veya madenin bulunmasıyla o bölgede yeni tesisler ve iş olanakları yaratılmış olur. Bu gelişme sonucunda o bölgede farklı bir yapı oluşurken diğer bölgelerde geleneksel yapı hüküm sürmeye devam eder.

• Üçüncüsü, kuruluş yerlerini belirleyen ulaşım olanaklarına yakınlık, hammaddeye yakınlık, pazara yakınlık, işgücüne yakınlık gibi etmenler üretimin belirli bölgelerde toplanmasına sebep olmaktadır. Burada yoğunlaşan faktörler sonucunda farklı bir ekonomik ve sosyal yapı oluşmaktadır.

İktisadi İkilik

Az gelişmiş ülkelerdeki ikilik, geniş anlamıyla iktisadi ikilik olarak da algılanır. İktisadi ikilik kavramıyla, bir ekonomi içinde yapısal olarak farklı ekonomik kesimlerin yan yana bulunması ifade edilir. Bu yaklaşımda tarım sektörü geleneksel kesimin, sanayi sektörü modern kesimin temsilcisi durumundadır. Her iki kesimdeki üretim tekniği de, birbirinden temelde farklılık gösterir.

Bölgesel İkilik

Az gelişmiş ülkelerin özelliklerinden biri de gelişmiş ve gelişmemiş bölgelerin bir arada görülmesidir. Bölgeler arasında kişi başına düşen gelir, sanayileşme, kentleşme, sosyal ve kültürel yapı bakımından büyük dengesizler bulunmaktadır. Bölgeler arasındaki ikili yapı o denli birbirinden ayrılmaktadır. Az gelişmiş ülkelerde ortaya çıkışı en kolay olanı bölgesel ikiliktir. Bunun nedeni bütün bölgelere aynı hizmeti verebilecek kadar kaynakların bol olmamasıdır.

Sosyal İkilik

Lewis, ikili yapının, sadece üretim yöntemlerinde değil davranışlarda, hayat görüşünde, ticari geleneklerde de kendini gösterdiğini savunmaktadır. Sosyal ikilik kavramı Boeke ve diğer Hollandalı iktisatçılar tarafından, Hollanda sömürgesi altında bulunan Endonezya toplumu ile ilgili çalışmalarda kullanılan bir kavramdır. Bu çalışmalara göre, Endonezya’ya (aynı zamanda Güney ve Doğu Asya toplumlarına) geleneksel toplumla çelişen bir ekonomik ve sosyal sistem dışarıdan ithal edilmiştir. Genellikle bu ithal edilen sistem kapitalizm olabileceği gibi sosyalizm de olabilir.

Yapısal Değişim Modelleri

Yapısal değişim modelinde iktisadi kalkınma için yatırım ve tasarruflar gerekli, ancak yetersizdir. Hem fiziki hem de beşeri sermaye birikimine ek olarak, geleneksel ekonomik sistemden modern bir sisteme geçebilmek için bir ülkenin ekonomik yapısında bir dizi dönüşüm gereklidir. Bu yapısal değişim, üretim yapısının dönüşümü ve tüketici talep yapısının değişmesi, uluslararası ticaret ve kaynak dağılımı gibi tamamen ekonomik faktörlerle ilgili olduğu kadar, kentleşme ve ülke nüfusunun dağılımı gibi sosyo-ekonomik faktörlere de bağlıdır. Yapısal değişme modelleri çerçevesinde ele alınan teoriler; üç sektör teorisi olarak da bilinen basit aşama teorisi ve iki sektör teorisi olarak da bilinen sınırsız emek arzıyla kalkınma teorisidir.

Basit Aşama Teorisi

A. Fisher ve C. Clark, sektör analizine dayalı olarak ele aldıkları basit aşama teorisinde kalkınma sürecinde ülkelerin belirli aşamalardan geçtiklerini öne sürmüşlerdir. Bu teoride üretimin birincil, ikincil ve üçüncül sektör arasındaki dağılımı dikkate alınmaktadır. Birincil sektör tarımsal ürünler, ikincil sektör imalat sanayi, üçüncül sektör ise hizmetler sektörüdür. Üç sektör teorisi olarak da bilinen bu teoriye göre, her ülke önce birincil sektörlerde üretilen tarımsal ürünler, orman ve maden ürünlerini üretmektedir. Gerekli temel mallarla ilgili ihtiyaçlarını karşılayan ülkeler, daha sonra iktisadi kaynaklarını ikincil sektörlere yani imalat faaliyetlerine kaydırmaktadır. Bu aşamayı takiben nihayet inşaat, ulaştırma, haberleşme, ticaret ve mali işlemlerin yer aldığı üçüncül sektörlere yönelik hizmet faaliyetlerine geçilmektedir.

Sınırsız Emek Arzıyla Kalkınma Teorisi

İki sektör teorisi olarak da adlandırılan sınırsız emek arzıyla kalkınma teorisi, düalizm teorisinin ileri sürdüğü geleneksel ve modern kesimin bir arada varlık gösterdiği bir ekonomide, kalkınmanın nasıl başlatılacağını açıklamaktadır. Bu teoride, nüfusun fazla olduğu ekonomilerde, diğer üretim faktörlerine oranla emeğin sınırsız olduğu varsayımından hareket edilmektedir. Lewis’in iki sektörlü modeli (dual ekonomi modeli) 1960’lı yılların genelinde ve 1970’lerin başında işgücü fazlası olan az gelişmiş ülkelerin kalkınma sürecinde fiili olarak uygulanmıştır. Lewis’e göre, az gelişmiş ekonomiler iki sektörden oluşmaktadır: Geleneksel sektör ve modern sektör. Az gelişmiş ülkelerde, bir yandan nüfusun büyük bir bölümünün istihdam edildiği ve geleneksel tarzda üretimin gerçekleştiği geniş bir geleneksel (kırsal, tarım) sektör bulunmakta, bir yandan da sanayi üretimi gerçekleştiren piyasa merkezli modern (kentsel, endüstriyel) bir sektör bulunmaktadır. Lewis, ülke ekonomilerinin asıl gücünün, sanayi sektöründen kaynaklandığını ileri sürmektedir. Geleneksel sektör kırsal nüfusun fazla olduğu “geçim kesimi” ile karakterize edilir. Yüksek verimlilikle çalışan modern sektör ise kentlerde yoğunlaşan sanayi kesimidir.