İKTİSADİ KALKINMA - Ünite 8: Küreselleşme, Kalkınma ve Dış Ticaret Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Küreselleşme, Kalkınma ve Dış Ticaret

Küreselleşme ve Kalkınma

Küreselleşme ülkelerin ekonomik kalkınma ve büyüme düzeyleri üzerinde çeşitli kanallar aracılığıyla olumlu ve olumsuz etkilere sahiptir.

Küreselleşmenin Tanımı ve Boyutları : Küreselleşme günümüzde yoğun bir biçimde tartışılan önemli bir konudur. Küreselleşme ne demektir? Bu soru küreselleşmenin çeşitli alanlarla ilişkisi kurularak geniş kapsamlı cevaplandırılabilir. Küreselleşme kavramının farklı boyutlarını öne çıkaran çok sayıda tanıma rastlamak mümkündür. Küreselleşmenin ekonomi boyutunu dikkate alan ekonomik içerikli tanımlamalar yanında sosyo- kültürel, hukuki ve siyasal boyutları vurgulayan tanımlar da bulunmaktadır. Burada küreselleşme olgusunun bütün boyutlarını dikkate alan bir tanımlama yapılmıştır. Bu çerçevede küreselleşme; uluslar, toplumlar ve yerel gruplar arasında karşılıklı ilişkilerin ve etkileşimlerin genişlemesi, derinleşmesi ve hızlanması ile ilgili tüm eğilimleri ve olguları kapsayan bir süreçtir. Küreselleşme; küresel çapta finansal, ekonomik, politik, sosyal ve kültürel süreçlerin yerel, ulusal ve bölgesel düzeylerde artan etkisini ifade etmektedir. Bu tanım, küreselleşmenin çok boyutlu bir kavram olduğunu göstermektedir.

Gerçekten küreselleşme çoğunlukla ekonomik boyutuyla tartışılan bir olgu olmasına rağmen ekonomik olmayan süreçlerle bir arada yer almaktadır. Bu açıdan bu ünitede öncelikle küreselleşme olgusu tüm boyutlarıyla açıklanacak, daha sonra ekonomik küreselleşme olgusu alt süreçleriyle birlikte ayrıntılı olarak incelenecektir.

Siyasi ve Hukuki Küreselleşme : Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla iki kutuplu dünya düzeni 1990’lı yılların başında sona ermiş ve dünyada serbest piyasa ekonomisi, siyasal alanda ise demokrasiye dayalı siyasi sistem yaygınlık kazanmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Eski Sovyet Cumhuriyetlerinde ve Doğu Avrupa’nın sosyalist ekonomilerinde merkezî planlı ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş süreci başlamıştır. Bu hızlı değişim süreci, çeşitli ülkelerdeki siyasal sistem farklılıklarının ortadan kalkarak serbest piyasa ekonomisinin küresel bir sistem olmasını sağlamıştır. Güney ve Doğu Asya ülkelerinin, Çin Halk Cumhuriyeti’nin dışa açılmaları, Doğu ve Batı Almanya’nın Birleşmesi, serbest piyasa ekonomisinin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Ayrıca Avrupa Birliği gibi, bölgesel örgütlenmelerin ve IMF, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası örgütlerin siyasal küreselleşme sürecinin hızlanmasında önemli rolleri olmuştur.

Sosyal ve Kültürel Küreselleşme : Küreselleşme aynı zamanda ülkelerin birbirlerini sosyal ve kültürel olarak önemli ölçüde etkilediği bir süreçtir. Ulaşım olanaklarının yaygınlaşması, bilgi iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, nüfus hareketleri, işgücü ve sermayenin sınırlar arası akımı, insanların yaşadıkları çevreden çok uzaktaki olaylardan ve değerlerden etkilenmelerini kolaylaştırmaktadır.

Sosyal ve kültürel küreselleşmenin farklı ülkelerdeki kişiler üzerine yansımaları, benzer tüketim kalıplarında, bilgi ve becerilerde, giyim tarzlarında, yeme içme alışkanlıklarında (Japon, İtalyan, Çin, Meksika mutfağının ülkemizde yaygınlaşması ya da Mac-Donalds, Burger King gibi fast food zincirlerinin dünyanın her yerine yayılması), sinema ve müzikte görülebilir. Küreselleşmeyle özellikle bilim ve teknolojide lider olan ülkeler diğer ülkeleri sosyal ve kültürel olarak derinden etkilemektedir. Örneğin ABD film, sanat gibi kültürel alanlarda lider konumunda bir ülkedir. Ayrıca Amerikan İngilizcesi ortak bir dil olarak yayılmıştır. Bu ABD kültürünün etkisini dünya genelinde arttırmaktadır. Birleşmiş Milletlerdeki 120 ülke kendilerine ilişkin yazışma dili olarak İngilizceyi tercih etmektedir.

Bilimsel ve Teknolojik Küreselleşme : Gelişmiş ülkelerdeki bilimsel ve teknolojik gelişmeler bilgi ve teknolojinin yayılma derecesine bağlı olarak gelişmekte olan ülkeleri etkilemektedir. Günümüzde uydular, bilgisayar teknolojilerindeki gelişmeler fiziki uzaklıkların yol açtığı kısıtlamaları ortadan kaldırmıştır. Artık dünya ülkelerinde meydana gelen olayları anında izleyebiliyor, başka bir ülkede hatta kıtada olan bir yakınımızla İnternet yoluyla görüntülü ve sesli olarak iletişime geçebiliyoruz. Yine İnternet sayesinde başka bir şehirde ya da ülkede yer alan bir üniversitenin kütüphanesinde araştırma yapabiliyor; eğitim, öğretim olanaklarına ilişkin bilgi edinebiliyoruz. Geçmişte fiziki uzaklıklar iletişim maliyetlerini yükselterek; kişiler, firmalar, kurumlar arasındaki ilişkileri ve dolayısıyla bilgi alışverişini sınırlamaktaydı. Günümüzde ise bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler hem fiziki uzaklıkların neden olduğu maliyetleri düşürerek hem de yeni olanaklar sağlayarak küreselleşmeye katkıda bulunmaktadır. Teknolojik gelişme ulusal finans piyasalarının küreselleşmesini de kolaylaştırmış, böylece milyonlarca dolar, saniyelerle ölçülebilecek kadar kısa bir süre içerisinde bir kıtadan başka bir kıtaya aktarılabilir hâle gelmiştir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin bilimsel ve teknolojik gelişim alanında küreselleşmenin yarattığı olanaklardan etkin bir biçimde yararlanılabilmesi, teknoloji kullanma kültürünün yanı sıra teknolojiyi geliştirme ve üretme yetenek ve geleneğini kazanmasına bağlıdır.

Ekonomik Küreselleşme ve Türleri

Ekonomik küreselleşme kavramı, serbestleştirme ve deregülasyon önlemleriyle uluslararası mal ve hizmet akımları ile uluslararası sermaye hareketlerinin hızlandığı, işgücünün sınırlar arası akışkanlığının arttığı ve dolayısıyla ulusal ekonomilerin küresel piyasalarla bütünleştiği ve karşılıklı etkileşimin genişlediği bir süreç olarak tanımlanabilir. Uluslararası sermaye hareketleri, doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve portföy yatırımlarından oluşmaktadır. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları, başka bir ülkede faaliyet gösteren bir firmanın bir ülkede firma satın alması ya da yeni kurulan bir firma için kuruluş sermayesini sağlaması yoluyla gerçekleşir. Böylece yabancı ülkeye yatırımı yapan firma kendisiyle birlikte teknoloji, işletmecilik bilgisi ve kontrol yetkisini de beraberinde getirir.

Finansal Küreselleşme

Bir ekonomik küreselleşme türü olan finansal küreselleşme, bir ülkenin finansal sisteminin uluslararası finansal piyasalarla ve kurumlarla bütünleşmesi olarak tanımlanabilir. Bu bütünleşme sürecinin hızlanmasında bilgisayar ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler önemli rol oynamıştır. Finansal küreselleşme sürecinin en önemli unsuru finansal serbestleştirmedir. Bu süreçte hükümetler yurt içi finansal sektör üzerindeki yasal düzenleme ve denetimleri kaldırarak ya da gevşeterek ve sermaye hesabını serbestleştirerek ekonomileri yabancı sermaye akımlarına açık hâle getirmektedir.

Finansal serbestleştirme politikaları, dış finansal serbestleşme ve iç finansal serbestleşme olarak ikiye ayrılır. Dış finansal serbestleşme ülkenin yabancı ülkelerle olan finansal alışverişinin serbestleştirilmesi demektir ve bu üç aşamada gerçekleştirilir. Birinci aşamada, ülke vatandaşları dış piyasadan serbestçe borçlanabilmekte, yabancılar ise iç mali piyasalarda yatırım yapabilmektedir. İkinci aşamada, ülke vatandaşları dış piyasalara serbestçe sermaye transfer edebilmekte ve varlık edinebilmekte, yabancılar ise aynı şekilde iç piyasadan borçlanabilmektedir. Burada ise ülkeden dışarıya doğru sermaye akımlarına (sermaye çıkışı) dönük kısıtlama ve denetimler kaldırılmaktadır. Üçüncü aşamada, ülke vatandaşları yabancı paralar üzerinden bütün işlemleri serbestçe yapabilmektedir. Bu aşamalardan ilk ikisi ödemeler bilançosunun sermaye hesabının serbestleştirilmesinin bir gereğidir.

Ticari Küreselleşme

Ticari küreselleşme ulusal mal ve hizmet piyasalarının uluslararası piyasalara açılması olarak tanımlanabilir. Dünya ticaretinin serbestleştirilmesinde Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT)’nın ve 1994 yılında bu anlaşmanın yerine geçen Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’nün önemli katkıları olmuştur. Dünya ticaretinin serbestleştirilmesi amacıyla kurulan GATT ve üye ülkeler arasında çeşitli müzakereler sonucunda uluslararası ticaretin önünde engel teşkil eden gümrük tarife oranları zaman içinde azaltılmıştır. İletişim ve ulaşım teknolojilerindeki gelişmelerin de desteğiyle birlikte gelişmekte olan ülkelerin izlemeye başladığı serbest dış ticaret politikaları dünya ticaret hacminin önemli ölçüde artmasına yol açmıştır. Günümüzde küreselleşme sürecinin hız kazanmasıyla ülkeler arasında derin bir bütünleşme olgusu yaşanmaktadır. Derin bütünleşme mal ve hizmetlerin üretim düzeylerini genişletmekte, bunun yanında görünen ve görünmeyen ticareti arttırmaktadır.

Ekonomik Küreselleşmenin Olumlu Etkileri

Dünya piyasalarıyla bütünleşme süreciyle birlikte ülkelerin ekonomik büyümeleri ve kalkınmaları bu sürecin ortaya çıkardığı çeşitli avantajlar nedeniyle olumlu yönde etkilenmektedir. Ülke ekonomilerinin dış piyasalara açılması ve bu piyasalar için üretim yapması dolayısıyla firmaların üretim hacmi genişlemekte ve maliyetleri gerilemektedir. Bu, firmaların ölçek ekonomilerinden yararlandığını gösterir ve ekonomik büyümeyi sınırlandıran yurt içi piyasaların darlığı sorununun ortadan kaldırılmasına yol açar. Böylece yerel firmalar ürettikleri ürünleri daha büyük piyasalara ulaştırarak ölçek ekonomilerinin avantajlarından yararlanırlar. Dış ticaretin gelir üzerindeki bir diğer önemli etkisi girdi sağlama etkisidir. Ticaret yoluyla ülkeler yurt içinde ikamesi olmayan ve üretim için gerekli ara ve yatırım mallarını elde ederek kapasite kullanım oranlarını arttırmakta ve böylece verimlilik artışları ortaya çıkmaktadır.

Ekonomik Küreselleşmenin Olumsuz Sonuçları

Ekonomik küreselleşmenin ülke ekonomileri üzerinde önemli olumlu etkileri olmasına rağmen oluşturduğu risk ve tehditler nedeniyle bazı olumsuz etkileri de bulunmaktadır. Küreselleşme süreciyle birlikte ulus devletlerin geleneksel otoritelerini kaybettikleri ve ulusal ekonomiyi yönlendirme güçlerinin zayıfladığı kabul edilmektedir. Ticari küreselleşme, büyük yabancı firmalarla rekabet edemeyen küçük ölçekli yerel firmaların piyasadan silinmesine neden olabilmektedir. Yerli sanayinin gelişebilmesi için yeni kurulan (yavru- bebek) ya da genç endüstrilerin belli bir süre dış rekabetten korunması gerekmektedir. Çünkü maliyet yapısı bakımından dezavantajlı olan bir sanayi, belli bir süre korunursa, üretim sürecinde deneyim ve öğrenmeyle maliyetlerini düşürecek ve dış piyasada rekabet edebilecek konuma gelecektir.

Dış Ticaret ve Kalkınma

Ekonomik kalkınma ile dış ticaret arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğu görüşü, ekonomi literatüründe yaygın olarak kabul edilmektedir. Dış ticaretin ekonomik kalkınmayı olumlu yönde etkileyeceği görüşü; A. Smith, D. Ricardo, J. S. Mill gibi klasik iktisatçılar tarafından da vurgulanmıştır. Ricardo’nun Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi’ne göre, her ülkenin karşılaştırmalı olarak en etkin olduğu başka bir deyişle düşük üretim maliyetinin geçerli olduğu alanların üretiminde uzmanlaşması ve bunları ihraç ederek nispeten pahalıya ürettiklerini diğer ülkelerden ithal etmesi gerekir. Böyle bir durumda hem kıt kaynaklar optimal bir biçimde kullanılmış olacak hem de ülkelerin ekonomik refah düzeyleri yükselecektir.

Ekonomik küreselleşme sürecinin önemli bir unsuru olan ticari küreselleşmenin hangi kanallar aracılığıyla ülke ekonomilerini ve bunların büyüme ve daha genel anlamda kalkınma düzeylerini etkileyeceği daha önce değerlendirilmişti. Burada gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınma düzeyleri yükseldikçe karşılaştıkları önemli bir sorun, dış açık konusu incelenecektir.

Ekonomik Kalkınmada Önemli Bir Sorun: Dış Açık

Gelişmekte olan ülkeler ekonomik kalkınma hamlesine giriştiklerinde dış açık ile karşılaşırlar. Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınma düzeyleri yükseldikçe dış açıklarının da arttığı görülmektedir. Bu çerçevede iktisadi kalkınma ile dış ticaret açığı arasındaki ilişki incelenmelidir. Bir ülkenin dış ticaret açığı, ithalat ile ihracat arasında, ithalat lehine olan farkı gösterir. Başka bir deyişle, ülkenin yurt dışından satın aldığı mallar yurt dışına sattığı mallardan fazla ise bu ülke için dış ticaret açığı söz konusudur. Burada dış ticaret açığı, sadece mal ithalatı ile mal ihracatını kapsadığı için dar anlamda ifade edilmektedir. Diğer yandan mal ithalatı ile birlikte cari işlemler hesabında yer alan döviz götürücü kalemleri toplam ithalat; mal ihracatı ile birlikte cari işlemler hesabında yer alan döviz getirici kalemleri de toplam ihracat olarak düşünebiliriz. Bu durumda eğer toplam ithalat toplam ihracattan fazlaysa geniş anlamda bir dış ticaret açığı, sıkça kullanılan deyimle dış açık söz konusudur.

Bir ekonominin dış açık vermesi, bu açığın karşılanma biçimi ne olursa olsun, ülkenin gayrisafi millî hasılasına net bir katkı yapmaktadır. Başka bir deyişle ülkenin toplam kaynakları, gayrisafi millî hasıla+dış açık kadar olur. İktisadi kalkınma ile dış açık arasındaki nedensellik ilişkisi aşağıdaki şekilde yer almaktadır.

Şekilde düşey eksende millî gelir (Y), yatay eksende de X, M, I ve S ölçülmektedir. İhracat, millî gelirden bağımsız (otonom) bir büyüklük olduğu için, millî gelir eksenine paralel bir doğru ile gösterilmiştir. Şekilde ithalat ve ayrıca gösterilmeyen I ve S fonksiyonları da belli eğimlerle (ithalat eğilimi, yatırım eğilimi ve tasarruf eğilimi) millî gelire bağlı bir gelişme içindedirler. Dış açığın olmadığı Y0 gelir düzeyinde (şekilde D0 noktasında) dış denge sağlandığı gibi, yatırım-yurt içi tasarruf dengesi de sağlanmıştır. I+X ve S+M doğruları, içerdikleri değişkenlerin, sahip oldukları eğimler çerçevesinde yatay toplamları ile elde edilmiştir.

Yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi gelir düzeyi Y 0 ’dan Y 1 ’e yükseldiğinde, millî gelir dengesi (I+X=S+M), D 1 noktasında ancak A 1 B 1 kadar bir dış açıkla sağlanmaktadır. Eğer millî geliri Y 2 düzeyine çıkarmak istersek, bu ancak daha fazla dış açığa (A 2 B 2 kadar) katlanmakla mümkün olacaktır. Y 0 gelir düzeyinde S=I eşitliği sağlanmışken, Y 1 ve Y 2 denge gelir düzeylerine giderek bozulan I>S durumu vardır. Bunun kaynağı ise M>X olmasıdır. Başka bir deyişle dış açık büyümekte, bundan beslenen yatırım artışları da doğal olarak millî geliri arttırmaktadır (Y 0 ’dan Y 1 ’e ve Y 2 ’ye).

Dış Ticaret Hadleri ve Kalkınma

Dış ticaret hadleri ile iktisadi kalkınma arasında karşılıklı bir ilişki söz konusudur. Şöyle ki dış ticaret hadleri ülkelerin belli bir miktar ihracat karşılığında elde edebileceği ithalat miktarını başka bir deyişle uluslararası piyasalardaki satın alma gücünü gösterdiği için ekonomik kalkınmayla yakından ilişkilidir. Ayrıca ekonomik kalkınmayla birlikte ülkelerin tüketim kalıplarında, teknolojilerinde, üretim faktörlerinin miktarlarında ve fiyatlarında, iç ve dış piyasaların genişliğinde, rekabet koşullarında değişmeler olabilir. Bu tür değişmeler de dış ticaret hadleri üzerinde etkilidir.

Dış ticaret hadlerinin düşmesi, olumsuz bir gelişmedir. Çünkü bu durumda, ithal mallarının daha pahalıya sağlandığı, ülkenin ürettiği malların dış ülkelere daha ucuza satıldığı başka bir deyişle teklif edildiği anlamına gelmektedir. Böylece ülkenin kalkınmasını gerçekleştirmede ihtiyaç duyduğu sermaye mallarını dış ülkelerden temin etme gücü azalır. Bu da ülke kalkınmasını olumsuz yönde etkiler. Ayrıca böyle bir gelişme, ülkeye giren yabancı sermaye akımlarını azaltarak, kaynakların ihracat alanından başka alanlara kaymasına neden olur.

Dış Ticaret Hadleri

Burada ilk olarak bir ülkenin dış ticaret hadlerinin ne anlama geldiği açıklanacak ve nasıl ölçüldüğü gösterilecektir. Bu çerçevede net değişim ticaret hadleri ile gelir ticaret hadleri kavramları dikkate alınacaktır. Ayrıca bir ülkenin dış ticaret hadlerindeki değişimin neyi ifade ettiği tartışılacaktır. Dış ticaret hadleri, dış ticaretten kazançlı mı yoksa zararlı mı çıkıldığını ölçmek için kullanılır. Bir ülkenin dış ticarette avantajlı ya da dezavantajlı konumda olduğu, dış ülkelere satılan malların fiyatlarındaki değişimler ile dış ülkelerden satın alınan malların fiyatlarındaki değişimlere bağlıdır.

Bir ülkenin dış ticaret hadleri, ihracat malları fiyat endeksinin ithal malları fiyat endeksine oranı olarak tanımlanır. Bu tanımlama net değişim ticaret hadleri (net barter terms of trade) veya mal ticaret hadleri (commodity terms of trade) olarak adlandırılır.

Singer-Prebisch Tezi

Tarihsel olarak bakıldığında, ilkel malların fiyatlarının sanayi mallarına oranla düşüş gösterdiği daha önce belirtilmişti. Bunun sonucunda, dış ticaret hadleri ortalama olarak petrol ihraç etmeyen az gelişmiş ülkeler için zamanla kötüleşme eğilimindedir. Gelişmiş ülkelerde ise nispi bir iyileşme söz konusudur. Dış ticaret hadlerinin, uzun dönemde tarımsal ürün ihraç eden ülkeler aleyhine gelişmekte olduğunu ortaya koyan temel teori; bu teorinin ilk savunucuları olan Alman iktisatçısı Hans Singer ve Latin Amerikalı iktisatçı Raul Prebisch’in adlarından dolayı Singer-Prebisch Tezi olarak adlandırılır.

Dış Ticaret Hadlerinin Bozulma Nedenleri

Talep ile İlgili Faktörler : Talep ile ilgili faktörler arasında gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkeler tarafından ihraç edilen gıda maddelerine nispeten daha az talepte bulunması, az gelişmiş ülkelerin ihraç ettikleri doğal hammaddelerin yerine sentetiklerinin geçmesi, gelişmiş ülkelerin kendi tarım kesimlerini korumak amacıyla aldıkları birtakım önlemler sayılabilir. Aşağıda bunları tek tek ele alacağız.

İlkel Mal Gelir Esnekliğinin Düşük Olması : Talep ile ilgili önemli bir faktör, dünya piyasalarında gıda maddelerine yönelik talebinin azalmasıdır. Az gelişmiş ülkelerin başlıca ihracat kalemleri, gıda maddeleri başta olmak üzere tarım ürünlerinden oluşmaktadır. Engel Yasası’na göre, gelir düzeyi arttıkça gıda maddelerine yapılan harcamaların gelir içindeki payı azalır. Buna karşılık artan gelir içinde sanayi mallarına yapılan harcamaların payı yükselir. Bu doğrultuda, gelir düzeyi yükseldikçe gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkelerin ihraç ettikleri ilkel mallara yönelik talepleri azalırken, az gelişmiş ülkelerin sanayi mal ihracatçısı gelişmiş ülkelere dönük ithalat talepleri artacaktır. Bunun nedeni gelişmiş ülkelerde ilkel mallara yönelik talebin gelir esnekliği düşük iken az gelişmiş ülkelerde ithalatın gelir esnekliğinin yüksek olmasıdır.

Teknolojik Gelişmelerin Doğal Hammaddelerin Sentetik Maddelerle İkamesini Olanaklı Kılması : Günümüzde doğal hammaddeler yerine daha düşük fiyatlı ve daha dayanıklı sentetik maddelerin kullanımı yaygınlaşmış ve teknolojik gelişmeler sanayi alanında hammadde kullanım gereğini azaltmıştır. Sentetik maddelerin geniş uygulama olanağı sunması, maliyet avantajları sağlaması ve doğal hammaddelerin arzında meydana gelen ya da beklenen kıtlıkların söz konusu olması, az gelişmiş ülkelerin ihraç ettiği doğal hammaddelerin talebinin önemli ölçüde gerilemesine neden olmuştur. Doğal hammadde talebindeki düşüşler, bu maddelerin fiyatlarını düşürmüştür.

Gelişmiş Ülkelerin Tarım Sektörünün Korunması ve Geliştirilmesine Yönelik Politikaları : Gelişmiş ülkeler tarımda kendi kendine yeterli düzeye gelebilmek amacıyla tarım ürünlerinin ithalini önemli ölçüde sınırlandırmaktadır. Ayrıca bu ülkelerin tarımsal üretimde gelişmiş teknolojileri kullanmaları dolayısıyla az gelişmiş ülkelerden farklı olarak yüksek verimlilik düzeylerine ulaşmışlardır. Gelişmiş ülkelerdeki tarımsal ürünlerin üretiminin teşvik edilmesi ve söz konusu ürünlerin ithaline getirilen koruyucu tedbirler ve kısıtlamalar, tarım ürünleri ihracatçısı az gelişmiş ülkelerin ihracat kapasitelerini olumsuz yönde etkilemektedir.

Dış Arz ile İlgili Faktörler

Verimlilik Artışlarının Farklı Dağılımı ve Piyasa Yapısındaki Farklılık : Az gelişmiş ülkelerde teknik ilerlemeler nedeniyle sağlanan verimlilik artışları tarımsal ürünlerin arzlarını arttırarak dış rekabetin yaygın olduğu hammadde ve tarım ürünleri pazarlarında fiyatların düşmesine yol açmaktadır. Ayrıca, az gelişmiş ülkelerde üretim faktörlerindeki özellikle işgücündeki hızlı artışlar, emek-yoğun ihraç mallarının üretimini genişleterek fiyatların düşmesine neden olabilir. Buna karşın gelişmiş ekonomilerde gerek firmalar gerekse sendikaların oluşturduğu oligopolist eğilimler, verimlilik artışlarının fiyatları düşürmesini engelleyerek, daha yüksek kâr ve ücret düzeylerinin gerçekleşmesini sağlamıştır. Emek arzının bol olduğu az gelişmiş ülkelerde ise bu kuruluşların ya hiç bulunmayışı ya da etkisiz olması dolayısıyla verimlilik artışları, ihraç mallarının ucuzlamasıyla sonuçlanmaktadır. Ayrıca, gelişmiş ülkelerin ihracat kesimindeki firmaların ileri derecede tekelleşmiş olmaları, onların yüksek fiyat uygulamalarını kolaylaştırmaktadır.

Tarımsal Ürün Arzının Özellikleri : Gelişmekte olan ülkelerde, ekonominin yapısal esnekliği çok düşüktür. Eğer bir ekonomide ihracat fiyatlarındaki düşme karşısında, kaynaklar ihracat kesiminden yurt içi kesimlere kolaylıkla aktarılabiliyorsa, fiyatlardaki düşüş en az ekonomik zararla atlatılabilir. Ancak az gelişmiş ülkelerde ekonomik yapı, genellikle çok katı olduğundan kaynak dağılımında böyle bir değişim gerçekleştirilemez ve ekonomik kayıplar kaçınılmaz olur. Az gelişmiş ülkelerin ihraç etmiş oldukları tarımsal ürünlere olan dış talep esnekliğinin 1’den büyük olması ve söz konusu ülke ekonomilerinin yapısal esneklikten yoksun bulunması, dış ticaret hadlerinin bu ülkeler aleyhine gelişmesine neden olmaktadır. Özellikle tarımsal kesimin ekonomide ağırlık taşıdığı gelişmekte olan ekonomiler tarımsal ürün arzının sahip olduğu olumsuzluklara da katlanmaktadır.

Ekonomilerin Yapısal Esnekliği : Singer-Prebisch Tezi’nde, ticaret hadlerindeki bozulmanın etkilerinden kaçınmayı engelleyen üçüncü bir faktör olarak yapısal esneklikler üzerinde durulmaktadır. Bu çerçevede özellikle tarımsal üretimde uzmanlaşmış ve bu ürünlerle uluslararası piyasalara açılan az gelişmiş ülkelerin bu sektörde ortaya çıkacak fiyat düşüşlerine karşı kaynaklarını diğer sektörlere kaydıracak esnekliğe sahip değildir. Singer Prebisch Tezi, ihracat kesiminde ortaya çıkan verimlilik artışlarını, ihraç ürünlerinin niteliğinde meydana gelen değişmeleri gözardı etmektedir. Ayrıca tezin durgunluk dönemlerinde geçerli olduğu, normal dönemlerde gerçekleşmediği, incelenen zamanın yeterli uzunlukta olmaması ve net değişim ticaret haddinin tanımından kaynaklanan kısıtlamalar açısından günümüzde de tartışılan bir konudur.