İKTİSADİ KALKINMA - Ünite 3: Kalkınma ve Sanayileşme Stratejileri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 3: Kalkınma ve Sanayileşme Stratejileri

Ünite 3: Kalkınma ve Sanayileşme Stratejileri

Kalkınma Stratejileri

Ekonomik anlamda stratejiyi “bir ekonominin uzun vadede bir amaca ulaşmak için izleyeceği politikalar demeti ve yöntemler bütünü” olarak tanımlayabiliriz.

Amaç, kaynakları en etkin şekilde dağıtmak yoluyla kişi başına geliri arttırmaktır. Böylece izlenecek para, maliye, dış ticaret vb. makro ekonomik politikalar da belirlenmiş olur. Kalkınma stratejileri, kişi başına gelir artışıyla temsil edilen ekonomik büyümenin yanı sıra sosyolojik, kültürel, siyasal ve teknolojik tercihleri de tanımlamaktadır.

Kalkınma stratejileri temel olarak “dengeli ve dengesiz kalkınma stratejileri” olarak iki şekilde tanımlanmaktadır. Bu tip ayrımda ekonomide planlanan yatırımların “dengeli mi yoksa dengesiz şekilde mi” gerçekleştirileceği sorunu esas alınmaktadır. Bu düşünce biçimi, ekonominin yatırımlar olmaksızın büyümesinin dolayısıyla kalkınmasının mümkün olmayacağı görüşüne dayanır.

Dengeli Kalkınma Stratejisi

Dengeli kalkınma, kıt kaynakların dağılımında ve kullanımında kesimler arası uyumu ve tamamlaşmaları esas alan dolayısıyla kalkınmayı “planlama” yoluyla gerçekleştirmeyi hedefleyen kalkınma şeklidir.

Temelde az gelişmiş ekonomileri konu edinen dengeli kalkınma teorileri, neo-klasik iktisadi görüşün aksine, bu tip ekonomilerde piyasanın tek başına kaynak dağılımını optimum şekilde sağlayamayacağını dolayısıyla gelişmeye yeterli olamayacağını savunmaktadırlar. Bu nedenle piyasa mekanizmasına karşı çıkarak, değişik derecelerde piyasaya müdahale edilmesi gerektiğini savunurlar. Bununla birlikte, planlı kalkınma görüşü en azından, dengeli kalkınma görüşlerinin ilk şartı olarak sayılabilir. “Dengeli” ifadesinden kasıt, ekonomideki kalkınma için gerekli yatırımların dengeli bir şekilde, başka bir deyişle, biri diğerine göre öncelikli olmaksızın yatırım dağılımının gerçekleştirilmesidir.

Böylesi bir dağılım ancak bir plan çerçevesinde gerçekleştirilebilir. Kalkınma yolunda olan bir ülkenin, bu amaçla gerçekleştirilecek yatırımlarının sektörel, bölgesel, piyasalar hatta mallar açısından bir uyumunun olması ve hiçbir tarafın ihmal edilmemesi gerektiği savunulmaktadır.

Böylece ekonomideki faaliyet alanları ya da kesimlerin tümü aynı anda ve hatta bazılarınca eşit olarak gelişecektir. Çünkü sektörler birbirini girdi-çıktı ilişkileri nedeniyle tamamlamaktadır. Her üretim birimi çıktısına pazar bulmak zorundadır; bu nedenle üretimdeki karşılıklı bağımlılık ya da kısaca üretimdeki tamamlaşma “her arz pazar ihtiyacı duyar” ilkesine dayanır. Benzer şekilde, tüketimdeki tamamlaşma “her gelir artışı talebi uyarır” ilkesine dayanır.

Büyük İtiş Modeli ve Rosenstein-Rodan

Dengeli kalkınmayı savunan iktisatçılardan ilki, Paul Narcyz Rosenstein-Rodan (1902-1985)’dır Rosenstein-Rodan’ın 1943’te yayımlanan “Doğu ve Güneydoğu Avrupa’nın Sanayileşme Sorunları” adlı makalesinin kalkınma ekonomisi alanında verilen ilk çalışma olduğu söylenebilir. Makalesinde, II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında, geri kalmış bölgeler olan Doğu Avrupa devletlerini incelemiştir. Ona göre söz konusu ekonomilerin kalkınmalarında engel olan sorunlar şunlardır: Bölgede millî gelir düzeyi düşük olduğu için talep yönünden darlık bulunmaktadır.

Aynı zamanda arz yani üretim de bölge, nüfus ve alan olarak geniş olmasına karşın yetersizdir. Sermaye miktarı oldukça düşüktür.

R. Rodan’a göre, söz konusu sorunları olan bölgenin kalkınabilmesi için iki yol bulunmaktadır. Birinci yol, “dikey bir sanayileşme modeli”dir. Bu modele göre, sanayileşme bölgeye herhangi bir dış yardım olmaksızın bölgenin kendi kaynakları ile sağlanabilecektir.

Birinci yol, böylesi ekonomik ve sosyal dengesizliklere neden olacağı için kolay uygulanabilecek bir çözüm değildir. ikinci yol ise R. Rodan’ın “sanayileşme” olarak tanımladığı, sermayenin geri kalmış bölgeye gelmesi yoludur. Rodan, ilk aşamada ortaya çıkabilecek sorunların bu aşamada “dışsallıklar” ve “tamamlaşmalar” aracılığıyla ortadan kalkabileceğini ve yabancı özel sermaye yatırımlarının kullanımının daha avantajlı olduğunu açıklar. R. Rodan’a göre, bütün bir endüstri, tek dev bir firma veya tröst olarak ele alınmalı ve tüm faaliyetler planlanmalıdır. Tüm sanayiyi tek çatı altında toplayan böylesi büyük ölçekli bir planlama ile farklı sanayilerin birbirini tamamlamaları ve dışsal ekonomilerden faydalanmaları sağlanmış olacaktır.

Kısır Döngü Kuramı ve Dengeli Kalkınma

Nurkse’ün Görüşleri

Ragnar Nurkse (1907-1959) bir ekonominin geri kalmışlığını düşük gelir, düşük tasarruf, düşük yatırım, düşük verimlilik ve sonuç olarak tekrar düşük gelir seviyesine bağlayarak, bu ülkenin bir kısır döngü içinde denge oluşturduğunu ileri sürmekteydi. Ona göre, geri kalmış bir ekonominin yaşadığı bu durumdan çıkış için farklı endüstrilere aynı dönemde yatırım yapmak gereklidir.

Farklı endüstrilere aynı anda yatırım yapılması sonucunda piyasa bütünüyle genişleyeceğinden kısır döngüden kurtulmak mümkün olacaktır. Diğer dengeli kalkınma teorisyenleri için olduğu kadar, Nurkse için de geri kalmış bir ekonominin gelişebilmesinin önemli bir aracı “plan”dır. Nurkse’ün “cephedeki hücuma” benzettiği bu stratejide, birden fazla üretim alanının gelişmesi pozitif dışsallıklara yol açarak, iç piyasanın ve pazarın genişlemesine ve dolayısıyla verimliliğe yol açacaktır. Böylece dengesiz büyümenin yaratacağı verimden daha yüksek bir verimlilik doğacaktır. Sonuçta gerek arz gerekse talep yönüyle ekonomi kısır döngüden kurtulacaktır.

Çapraz Ülke Modeli ve H. Chenery

Chenery az gelişmiş ekonomilerin gelişmeleri konusunda “dinamik etkenleri” analize katarak birbirini tamamlar nitelikte iki grup çalışma yapmıştır. İlk olarak, Chenery iç kaynak dağılımı konusunda çalışmıştır. Ona göre, az gelişmiş ekonomilerde kaynak dağılımı ile piyasa arasındaki bağ zayıftır. Bu nedenle kaynak-gelir ilişkisi istenen yönde oluşmaz ve bu durum söz konusu ekonomilerde dengesizlik yaratmaktadır. Piyasadaki fiyatların sosyal maliyetleri yansıtmaması sonucu faktör piyasa fiyatları da sosyal maliyetleri yansıtmayacaktır. Kârını piyasa fiyatlarını veri alarak maksimumlaştıran girişimcinin sağladığı özel kâr ile sosyal kârlılık arasında fark doğacaktır. Bu fark ne kadar büyük olursa kaynak dağılımında optimaliteden o kadar uzaklaşılacaktır. Bu nedenle yatırımların sosyal marjinal verimliliklerini eşitleyen kaynak dağılımının optimal olacağını savunmaktadır. Bunun için kullanılacak araç ise gölge fiyatları dikkate alanplanlamadır. İkinci olarak Chenery “üretimin etkinliği ile zaman içindeki değişebilirliği”nin ve “dışsal ekonomilerin varlığı”nın Karşılaştırmalı Üstünlükler Kuramında yer almamasını eleştirerek, bu dinamik unsurların analize dâhil edilmesini sağlamıştır. Böylece az gelişmiş ekonomilerdeki mal ve faktör fiyatlarının fırsat maliyetlerini yansıtmadığını belirterek, ekonomi içi kaynak dağılımı ile dış ticaret teorisini az gelişmiş ekonomiler açısından birleştirici bir görüş ortaya çıkarmıştır. Kısaca bir yandan sosyal marjinal verimliliği dikkate alan iç kaynak dağılımı sağlanırken diğer yandan dinamik faktörlerin de analizlere dâhil edilmesi dış ticaret dengesini sağlamaya hizmet edecektir.

Düşük Gelir Tuzağı ve H. Leibenstein

Dengesiz Kalkınma Stratejisi

Dengesiz kalkınma görüşleri “az gelişmiş ekonomilerin kalkınmasının durgun ya da yumuşak bir biçimde gerçekleşemeyeceği aksine ekonomideki sıçramalar ve dalgalanmaların dinamik bir gelişme ortamı yaratacağı” temel ilkesine dayanmaktadırlar. Dengeli kalkınmada öngörüldüğü şekildeki tamamlaşmalar ve tam uyum içinde gerçekleştirilecek yatırımlar ekonomide statik bir durum yaratarak kalkınmayı yavaşlatır ya da geciktirir. O hâlde, belli şartlar içinde dengesizlik, gelişmeyi canlandırır, teşvik eder ve sektörlerde sıçramalara yol açarak, ekonomiyi dinamik bir sürecin içine sokar.

Dengesiz kalkınma görüşlerinin bir diğer dayanağı az gelişmiş ekonomilerde iç piyasanın dar olmasıdır. Sanayide tamamlaşmalara katı şekilde uyulması hâlinde, optimum ölçeğin altında kalınacağı ve dolayısıyla bunun kaynak israfına yol açacağı ileri sürülmüştür. Dengesiz kalkınma teorilerinde piyasaların etkinliği, fiyat mekanizmasının optimum kaynak dağılımı üzerindeki rolü, dışsal ekonomiler ve ölçek ekonomilerin oluşması ve tamamlaşmalar gibi konularda görüşler farklılaşmaktadır.

Hirschman’ın Görüşleri

Albert O. Hirschman (1915-2012) dengesiz kalkınma teorisinin öncüsü kabul edilir.

Hirschman, az gelişmiş ülkelerde bütün sektörlerde eş anlı (aynı anda) bir kalkınma hamlesini gerçekleştirebilecek ne sermaye birikimi ne de yeterli piyasa genişliği bulunmadığını belirterek dengeli kalkınma teorisyenlerini eleştirmektedir. Hirschman, dengeli kalkınma görüşündeki gibi “büyük itiş”e ve sektörlerarası bağa inanmaktadır. Ancak, sektörlerarası bağ, dengeli kalkınmada öngörülen dengeli ve uyumlu kaynak dağılımı politikası olarak değil, fazla veya eksik kapasitelerin uyarıldığı bir dinamik süreç olarak tanımlanmaktadır. Başka bir deyişle, Hirschman sektörlerarası ilişkilerde eş zamanlı bir tamamlaşmayı gerekli görmemektedir. sektörlerarası eksik yada fazla kapasitenin bulunması Hirschman’ın dengesiz kalkınma görüşünün esasını oluşturmaktadır. Örneğin; (X) sektörü yarattığı fazla kapasite ile (Y) sektörünün doğmasına veya gelişmesine ortam hazırlar. Hirschman’a göre bir darboğaz ya da dengesizlik bilinçli bir şekilde yaratılmalıdır. Belli bir sanayide başlayan ve bu sanayinin gelişmesine yol açan değişimler giderek diğer sanayi ve sektörleri de etkileyecektir. İlgili sanayi ileri ve geri bağlılıkları (etkileri) yoluyla, yani girdi-çıktı ilişkileri yoluyla bir yandan dışsal ekonomilerden yararlanırken diğer yandan kendisi dışsallıklar yaratacaktır.

Streeten’in Görüşleri

Paul Streeten (1917-...) ‘e göre “denge, statükoyu devam ettiren bir durum” iken, “gelişme, statükonun değiştirilmesi”dir. Gelişmenin ancak dengesiz bir süreç içinde gerçekleştirilebileceğine inanan Streeten dengesiz kalkınma görüşünü bu hâliyle Hirschman’dan ileriye götürmüştür. Ona göre, dengesizlik gelişmeye engel değil, aksine teşvik eden bir faktör olabilir ve denge konusunda ısrar etmek durgunluğu önlemek yerine dar boğazlara neden olabilir. Dar boğazlar ise bazı şartlarda üretimi geciktirmekle kalmaz, bundan başka, birbirini tamamlayan faaliyetlerin gerilemesi ve yavaşlaması sonucunu yaratır. Streeten, yukarıdaki temel görüş çerçevesinde önce tüketim sonra da üretim bakımından dengesiz kalkınma durumunu ve bu durumun ekonomik kalkınmaya etkisini açıklamaktadır. Her iki dengesizlik hâlini de kendi içerisinde ayrı ayrı statik ve dinamik etken olarak iki kısma ayırmaktadır. Statik etken “belirli ihtiyaçlar” ve teknoloji karşısında “bölünemezlikler” ya da “ölçek ekonomileri” gibi unsurlardır. Bunlar aynı zamanda nitel faktörler olarak tanımlanmaktadır. Dinamik etken ya da nicel faktörler ise yeni ihtiyaçların doğmasını karşılayacak “uyarıcı kuvvetler, yeni buluşlar ve teknolojik yenilikler” gibi piyasanın dinamik yapısı için ortamın uygunluğudur.

Kalkınma Kutupları ve F. Perroux’un Görüşleri

François Perroux’un (1903-1987) “kalkınma kutupları” teorisinde kalkınmanın ülkenin her yerinde aynı anda başlamasının mümkün olamayacağını, bazı bölgelerin kalkınmada öncelik kazanacağını ve kalkınma kutuplarının oluşacağını belirtmektedir. Kalkınma kutupları yayılma etkileri yaratarak, arz ve talep açısından arttırıcı etkisi olan itici bir güçtür.

Kutuplaşmanın yani belli bölgelere öncelik verilerek gerçekleştirilecek kalkınmanın bazı tehlikeleri de söz konusudur. En önemli tehlikesi ise az gelişmiş ülkeler için varlığı bilinen gelir dağılımı dengesizliğini arttırması ve bunun kalkınmayı engellemesidir.

Dengesiz Kalkınma Stratejisi Örneği Olarak: Tarım ve Sanayi Önceliği

Dengeli ve Dengesiz Kalkınma Stratejileri az gelişmiş ülkeler için izlenecek esas yolun ana hatlarını oluşturmaktadır. Tarım ya da sanayiye öncelik verilmesi konusu bir tercih olarak dengesiz kalkınmada karşılaşılan bir uygulamadır.

Tarım sektörüne öncelik verilmesinin başlıca nedenleri:

  • Kalkınmanın başlarında yeterli sermayenin olmaması,

  • Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde istihdamın çoğunluğunun tarım kesiminde yer alması,

  • Kalkınma için gerekli olan yatırım (sermaye) mallarının üretilemiyor olması,

  • Dış ödemelerde ihtiyaç duyulan döviz ihtiyacının karşılanabilmesinde tarımsal ürün ihracatından yararlanılabilir.

  • Nüfus artışının gelecekteki gıda maddeleri talebini oluşturması.

Kalkınma çabasındaki ülkelerde tarım yerine sanayi sektörüne öncelik verilmesinin nedenleri:

  • Tarım sektörünün arz esnekliğinin düşük olması üretimin pazar koşullarına göre artırılıp azaltılabilmesi olanağını sınırlandırmaktadır.

  • Teknoloji sanayi kesime daha fazla uyarlanabilmektedir.

  • Sanayinin dinamik ve yeniliklere açık yapısının kalkınmanın içeriği ile tutarlı olmasıdır.

  • Uzun vadede sanayileşmek kalkınmanın gerekliliği olduğuna göre “baştan itibaren bu sektöre yatırım önceliği verilmesi doğru olacaktır.

Dengesiz Kalkınma Stratejisi Örneği Olarak Bilgi Odaklı Kalkınma

Günümüzde “bilgiye sahip olmak, bilgiyi üretebilmek, bilgiyi çoğaltıp depolamak ya da bilgiyi dağıtabilmek” amacıyla gerçekleştirilen faaliyetlerin tümü ya da bu amaçlara yönelik gerçekleştirilen yatırımların yüksekliği birer gelişmişlik göstergesi olarak kabul edilmektedir. Diğer yandan, günümüz rekabet dünyasında ülkeler refah düzeylerini arttırabilmek için bu amaçlara yönelik yatırım yapmak zorunda olduklarının da bilincindedirler. “Bilgi” artık günümüzde, ekonomik ve toplumsal gelişmenin “itici gücü” ve “bilgi sektörü” de tarım, sanayi ve hizmetlerden sonra “dördüncü sektör” olarak kabul edilmektedir. Bilgi (inovasyon) ekonomisi ve bilgi toplumu yaratılarak sürdürülebilir kalkınmanın sağlanabileceğine olan inanç artmaktadır. Bilgiye dayalı sektörlere öncelik veren bir kalkınma anlayışını genel olarak dengesiz kalkınma içinde saymak mümkündür.

Ülkelerin geleneksel ekonomilerini bilgi ekonomisine dönüştürmedeki başarıları, sürdürülebilir ekonomik büyüme ve toplumsal gelişme performanslarını belirlemektedir.

Bilgi ekonomisi kendini, nitelikli işgücü, bu işgücü için yüksek getiriler vadeden iş olanakları ve bu iş olanaklarını yaratan hızla büyüyen firmalar ve çok sayıda yeni kurulan işletmelerle göstermektedir. Dolayısıyla, bir ülkede veya bölgede bilgi ekonomisinin kurulması için nitelikli ve girişimci insan gücüne, yeni fikirlerin üretilmesini ve yayılmasını sağlayan bir ortama, bilgi ya da inovasyonu destekleyen mekanizmalara ve sermayeye erişim olanaklarına ihtiyaç vardır. Bilgi odaklı kalkınma için ön plana çıkan özellikler: Bilgi ve teknolojide ilerleme, kişisel becerilerde artış, gelişmeyi teşvik eden faktörler olarak ele alınabilir.

Sanayileşme Stratejileri

Sanayileşme stratejileri “gelişme ya da kalkınma stratejileri” olarak değerlendirilebilmektedir. Günümüzde içe dönük ya da dışa dönük kalkınma anlayışı gibi alternatif görüşler de yer almaktadır.

İthal İkamesine Dayalı Sanayileşme Stratejisi İthal ikamesi ve Uygulama Türleri

Genel ifadesiyle ithal ikamesi: Toplam arz içinde ithalatın payının azaltılması ve azaltılan ithalatın yerini yerli üretimin almasıdır. Dar anlamda, ithalatı azaltmak isteğiyle ithal edilen malın yerine ikamesinin yurt içinde üretilmesidir. Ekonomide ciddi bir değişimi simgeleyen ithal ikamesi süreci, ekonominin gelişme aşamalarından ve doğrudan kendisine yönelik düzenlemelerden etkilenebileceği gibi, kendi dışında amaçlara yönelik politika uygulamaları tarafından da uyarılabilmektedir.

İthal ikamesi tiplerini sınıflamakta ilk ayrım “doğal ve uyarılmış” ithal ikamesi süreçleri arasında yapılmaktadır.

İthal ikamesine Dayalı Sanayileşme ve içe Dönük Sanayileşme

İçe dönük sanayileşme, dış piyasa koşulları dikkate alınmaksızın sadece iç talebi karşılamaya yönelik politikaları kapsar. Dar anlamda, ithalat ikamesi ise daha önce ithal edilen malların artık ithal edilmeyip ülke içinde üretilmesi anlamına gelir. Sanayileşme sürecine dinamizm kazandırma amacı taşıyan ithalat ikamesi, dış sektörlerde ortaya çıkan tıkanıklıkların neden olduğu çeşitli güçleri gidermek üzere alınmış bir dizi önlem niteliğindedir.

İthal İkamesine Dayalı Sanayileşmenin Aşamaları

İthal ikameci bir sanayileşme sürecinde genellikle iki aşama izlenmektedir. İlk aşamada nihai (tamamlanmış) tüketim mallarının üretimi, ikinci aşamada ise ara ve yatırım mallarının üretimi hedeflenir. Birinci aşamada hedef, iç piyasanın genişletilmesidir. İkinci aşama ise uzun dönem içerisinde ekonominin yapısını değiştirmeyi, sektörlerarası yatay ve dikey bütünleşmeyi sağlamayı ve sonunda karşılaştırmalı üstünlüğe dayalı ihracatı geliştirmeyi amaçlamaktadır.

İthal İkamesine Dayalı Sanayileşme Stratejisine Yöneliş Nedenleri

İthal ikamesine dayalı sanayileşmeyi uyaran nedenler: Ödemeler bilançosu güçlükleri, savaşlar, kişi başına gelirdeki artışların uyardığı efektif talep artışları olabileceği gibi bilinçli bir politik tercih olabilir.

İthal İkamesine Dayalı Sanayileşme Stratejisinin Araçları

\1. Gümrük Vergileri

\2. Kotalar

\3. Döviz Kuru Politikası

\4. Sübvansiyonlar

İthal İkamesine Dayalı Sanayileşme Stratejisinin Eleştirisi ve Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar

  • İthal ikamesi politikaları kaynak dağılımının bozulmasına yol açabilir.

  • Aşırı korumacılık nedeniyle küçük ölçekli verimsiz ve maliyeti yüksek sınai birimler kurulur.

  • İthal ikamesi, beklenenin tersine, sanayileşme sürecinde ödemeler dengesinde bir rahatlatma yaratmak yerine durumu daha da kötüleştirebilir.

  • İthal teknolojiye bağımlılık, teknoloji üretiminde bir atılıma izin vermezken, genellikle “makine yapan makinecinin üretimi” de gündeme gelmez, dolayısıyla, sanayileşme sürecinin derinleşmesi de olanaksızlaşır.

  • İthal ikamesi yurt içi tasarrufun azalmasına yol açabilir.

  • Devlet bir yandan daha önce ithal edilen bir malın yurt içinde üretimine başlanmasıyla gümrük vergisi gelirlerini, diğer yandan da yeni kurulan sanayi üretim sürecinin ilk dönemlerinde teşvik için kurumlar vergisini ve diğer vergileri almayarak, yurt içi vergi gelirlerini kaybedecektir.

  • İthal ikamesi yurt içi tekelleşmeyi arttırır.

  • Dış ticarette ithalat kısıtlamaları, aşırı koruma ve aşırı değerlendirilmiş kurların uzun süre devam ettirilmesi hâlinde ülkenin dışa açılması zorlaşır.

İhracata Dayalı Sanayileşme Stratejisi

İhracata Dayalı Sanayileşme Stratejisi Ve Dışa Dönük Sanayileşme

Toplam ihracat içinde sanayi malları payını ve ihracatı arttıracak politikaların uygulanmasına “ihracat ikamesi” denir.

İhracata dayalı sanayileşme stratejisinde geliştirilecek sanayilerin iç piyasadan çok dış piyasa için üretimde bulunması amaçlanmaktadır. Dış ticaret politikasının temel yönelişi, ithalat rekabetinden vazgeçilmesi ve ihracatın özendirilmesi olmaktadır. Başka bir ifadeyle, dışa dönük stratejide temel amaç, dünya ekonomileri ile birleşmek ve/veya onlarla uyumlu hâle gelmek gibi daha kapsamlıdır. Sanayileşme politikası olarak ihracat önderliğinde ya da ihracata dayalı şekilde bir sanayileşme seçilebileceği gibi, başka yöntemler de uygulanabilir. Örneğin: Teknoloji transferleri, siyasi ya da ekonomik birliğe üyelik, uluslararası antlaşmalar, ihtisaslaşma vs.

İhracata Dayalı Sanayileşmenin Aşamaları

\1. Teknoloji yoğun ihracatla üretimin uluslararasılaşması

\2. Çokuluslu şirketler aracılığıyla üretimin uluslararasılaşması

İhracata Dayalı Sanayileşme Stratejisine Yöneliş Nedenleri

Az gelişmiş ülkeler için ekonomide, tüm sektörlerin eş anlı ve aynı oranda büyüme olasılığı yoktur. Öncü sektörler, ekonomide ileri ve geri bağlantıları ile diğer sektör veya sektörlerin gelişmesini özendirebilirler. İhracat sektörü de gerek bu bağlantıları gerekse ekonomik kalkınma için gerekli döviz kazandırıcı özelliği nedeniyle ekonomide öncü sektör olabilir. İhracat ile elde edilen döviz kullanılarak gerekli ithal ara ve yatırım mallarının sağlanması ve yatırımların arttırılması olanağı doğmaktadır.

İhracata Dayalı Sanayileşme Stratejisinin Araçları

\1. Döviz Kuru Politikası

\2. İhracatta Vergi iadesi

\3. Diğer ihracatı Özendiren Uygulamalar

İhracata Dayalı Sanayileşme Stratejisinin Eleştirisi ve Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar

İhracat artışının olumlu etkiler sağlayabilmesi için, bazı koşulların varlığı gereklidir. Öncelikle ekonomide yüksek bir ihracat artış hızı olmalıdır. Bu artış hızında görülen gelişmenin, istihdam ve reel gelir üzerinde dolaysız ve olumlu etkisi olması gerekir. İhracat sonucu elde edilen gelirin tüketilen kısmından çok tasarruf edilmesi gerekir. Eğer ihracat artışı sonucunda gelir tasarruf, dolayısıyla yatırım alanlarına kaydırılamıyorsa ihracat artışının büyümeye etkisi olumsuz olabilecektir. İhracata konu olan mallar hammadde ve gıda maddelerinden oluşuyorsa, bunlara karşı talep esnekliğinin düşük olması nedeniyle ihracatın ekonomik büyümenin gerisinde kalması söz konusu olabilmektedir. İhracata yönelik sanayiler ara malları bakımından önemli ölçüde dışa bağımlıysalar, ihracatçıların döviz kurlarının değişmesi ile sağladıkları avantaj, ürettikleri malların fiyatlarının yükselmesiyle kaybedilebilir.

Temel Sanayileşme Stratejilerinin Değerlendirilmesi: Bütünleştirilmiş Sanayi Stratejisi

Gerek ithal ikamesine dayalı sanayileşme stratejisinin gerekse ihracata dayalı sanayileşme stratejisinin sanayileşme için tek başına yeterli olmadığını göstermektedir. İthal ikameci strateji ve ihracata dayalı strateji birbirine rakip olmaktan çok birbirini tamamlayıcı özelliktedir. İthal ikamesinin, sanayileşmenin başlatılabilmesi için gerekli olduğu ve ihracata dayalı bir sanayileşmenin ön aşamasını oluşturduğu genel kabul gören bir görüştür. Gerçekte ihracata konu olan mallar sanayii, genellikle ithal ikameci bir politika sonucunda kurulmaktadır. İthal ikamesi sektörleri aracılığıyla dış konjonktürdeki beklenmedik olumsuz gelişmeler ve dalgalanmaların olası etkileri en aza indirilirken, ihracat ile gelişme için gerekli döviz sağlanmış olacaktır.