İLK DÖNEM İSLAM TARİHİ - Ünite 7: Hz. Ebû Bekir Dönemi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 7: Hz. Ebû Bekir Dönemi
Hz. Ebû Bekir’in Halife Seçilmesi
Halîfe, “bir kimsenin yerine geçen, onu temsil eden kimse” anlamına gelir ve devlet başkanı demektir, aynı zamanda imam da denilmiştir. İslâm devletlerinde Hz. Muhammed’den sonraki devlet başkanlığı makamını ifade eder. Hz. Ömer’in halîfeliğinden itibaren halîfe kelimesinin yerine “emîrü’l-mü'minîn” tabiri kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonraki İslâm tarihi devlet başkanlığına imâmet-i kübrâ veya imâmet-i uzmâ denildiği de görülür.
Hz. Ebû Bekir, ensârın dindeki faziletini, Müslümanlar arasındaki değerini ve Hz. Peygamber’e yardımlarını vurguladıktan sonra diğer Arapların halifelik konusunda ancak Kureyş’e itaat edeceklerini, Müslümanların birliğini koruyabilmek için o günkü şartlarda Kureyşli bir kişinin göreve getirilmesinin uygun olacağını , yardımcılar ise ensârdan olması gereğini anlattı.
Halifelik seçiminde genel kanaatin Kureyş üzerinde birleşmesi üzerine Hz. Ebû Bekir, yanında bulunan Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde’yi işaret ederek bunlardan herhangi birinin halîfe olarak seçilebileceğini açıkladı. Fakat onların her ikisi de bu görev için en uygun adayın Hz. Ebû Bekir olduğunu söylediler.
Hz. Ebû Bekir’in halîfe seçilmesinde belirleyici unsur, o dönemin tarihî, siyasî ve sosyal gerçekleridir. Zamanın şartlarında Kureyş’ten başka bir kabilenin Arap toplumunu kuşatması mümkün değildi. O günkü şartlarda Kureyş’in, diğer Arap kabilelerine göre daha güçlü, iktidara daha yakın ve yatkın olduğu, siyasî, içtimaî, iktisadî ve dinî yönden Kureyş’e rakip olabilecek bir kabilenin bulunmadığı açıktır.
İlk halîfe seçimine farklı bir açıdan bakan ensardan sonra , ikinci topluluk, Hâşimîlerdi. Onlara göre Kureyş’ten olması uygun görülen ilk halifenin Hz. Peygamber’e yakınlıkları sebebiyle Benî Hâşim kolundan olması daha isabetli olurdu. O yüzden Hz. Ali’yi halifeliğe daha uygun görüyorlardı. Ancak ashâb Hz. Ebû Bekir’de birleşince, onlar da kısa bir gecikmeyle biat ettiler.
Hz. Ebû Bekir’in halîfeliğine, Kureyş içinde Hâşimîlerle soy yakınlığı bulunan Ümeyyeliler de itiraz etmişlerdir. Ebû Süfyan Hz. Ali’yi halîfeliğini ilân etmeye çağırmıştır. Hz. Ali, Ebû Süfyan’ın davetine itibar etmediği gibi, teklif sahibini İslâm ve Müslümanlar aleyhine fitne çıkarmakla suçlamış, kendilerinin bu göreve Hz. Ebû Bekir’i lâyık gördüklerini açıkça beyan etmiştir.
Hz. Ebû Bekir’in halîfeliğe getirilmesi hadisesi, Hz. Peygamber’den sonra Müslümanların karşı karşıya kaldıkları ilk iç mesele idi. Hz. Ebû Bekir’in halîfeliğinin en önemli problemi olan ridde olayları ile bunun hemen ardında başlatılan fetih hareketleri de Müslümanlar arasındaki muhtemel hilâfet tartışmalarını gündemden düşürdü.
Hz. Ebû Bekir’in İlk İcraatı: Üsâme Ordusunun Sefere Gönderilmesi
Hz. Ebû Bekir, halife olur olmaz ilkönce Üsâme b. Zeyd komutasındaki orduyu sefere gönderdi. Hz. Peygamber, dört bin kişilik bu orduyu, Mûte seferinde şehit düşen Müslümanların kanını yerde bırakmamak için hazırlamış, komutanlığını da Üsâme b. Zeyd’e vermiş, ancak hastalığı ağırlaştığı için gönderememişti.
Ordunun yola koyulacağı günlerde iki problem yaşandı. Müslüman askerlerin şehirden ayrıldığını öğrenen mürtedlerin Medine’ye saldırı girişiminde bulunabilecekleri endişesiydi. İkincisi de ashabtan bazılarının azatlı bir kölenin oğlu olması hasebiyle komutan Üsâme’nin değiştirilmesini istemeleriydi. Bu seferde Hz. Üsâme, büyük bir düşman ordusuyla karşılaşmamakla beraber, misyonu itibariyle Müslümanların gücünü ortaya koymuş ve bölgede bazı âsi kabileleri itaat altına aldıktan sonra zaferle Medine’ye dönmüştür.
Ridde Olayları
Ridde Olayları ve Sebepleri
Hz. Peygamber’in vefatının ardından gerçekleşen hilâfet meselesinden sonra İslâm toplumunun karşı karşıya geldiği en önemli sıkıntılardan biri, ridde adı verilen dinden çıkma ve isyan hareketleridir.
Ridde kelimesi ve ondan türemiş olan irtidat sözcüğü, sözlükte bir şeyden dönmek, vazgeçmek, yüz çevirmek, gidilen yoldan geri dönmek anlamlarına gelir. Terim olarak ise, iman ettikten sonra İslâm dininden dönmek anlamındadır. Dinden dönen kişiye ise mürted denilmiştir.
Hz. Ebû Bekir’in halîfe oluşundan hemen sonra Secâh, Uyeyne b. Hısn, Kurre b. Seleme, Fücâe b. Abdüyâlil, Eş‘as b. Kays ridde faaliyetlerini yoğunlaştırdılar.
Arap kabilelerinin büyük bir bölümü din konusunda parçalanmışlardır. Arap Yarımadası’nda bütün olarak dinlerinde sebat edenler sadece Medine, Mekke ve Tâif halkı olmuştur.
Ridde olaylarında Medine yönetimine isyan edenlerin bir kısmı sahte peygamberlerin (mütenebbî) etrafında toplanıp tamamen Müslümanlık dairesi dışına çıkarlarken (irtidat), diğer bazıları ise İslâm üzere kalacaklarını, ancak zekât vermeyeceklerini ilân etmişlerdir. Hz. Ebû Bekir, namazla zekâtın ayrılmasına kesinlikle izin vermeyeceğini bildirmiştir.
Ridde olaylarının ana sebeplerini dinî ve siyasî olmak üzere iki başlık altında toplamak mümkündür.
Hz. Peygamber’in vefatına kadar Arap Yarımadası’nda siyasî birlik sağlanmış olmakla birlikte, esas anlamıyla bir İslâmlaşma gerçekleşmemiştir. Başlangıçta Arap kabilelerinin bir kısmı gerçek anlamda Müslüman olmamış, onlar siyasî varlıklarını koruma gayesiyle İslâm’a girmiş görünmüşlerdir. Nitekim Kur’ân’ı Kerîm o dönemde yaşayan bedevîlerin şeklî inancını şu şekilde tasvir eder: “Bedevîler, inandık dediler. De ki: Siz iman etmediniz, bunun yerine boyun eğdik deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir”. (Hucurât, 49/14).
Toplu olarak İslâm’a giren ve merkezden çok uzaklarda yaşayan kabilelerin birçoğunda, İslâm dinini özümseme ve gerçek anlamda inanma hâli ortaya çıkmamıştır.
Yukarda sayılan sebeplerden dolayı Hz. Peygamber’in vefatıyla birlikte Müslümanlıktan kolaylıkla ayrılıp kendi içlerinden çıkan sahte peygamberlerin peşine düşmüşlerdir.
Hz. Ebû Bekir dönemindeki ridde olaylarının dinî olduğu kadar siyasî sebepleri de vardır. Peygamberlik iddiasında bulunanların etrafında toplananlar da onların peygamberlik iddialarını değil, daha çok siyasî kimliklerini dikkate almışlardır.
Ridde olaylarında etkin olan siyasî sebepten asıl kastedilen şey, kabilecilik düşüncesi, yani asabiyetidir. . Sağlığında Hz. Peygamber’e bağlılıklarını sürdüren bu kabileler, onun vefatından sonra biatı kişisel bir anlaşma kabul ederek yeni halîfe seçilen Hz. Ebû Bekir’in otoritesini tanımak istememişler, kabilelerinin istiklâli adına yönetime karşı isyan başlatmışlardır.
Ridde sebepleri arasında ekonomik sebeplerin de rol oynadığı, kabillerin zekat vermek istemediklerinden hareketle düşünülebilir.
İslâm dininin temel şartlarından olan zekât ibadeti, o dönem içinde devlete tabi olanlar tarafından bir itaat sembolü olarak görülüyor, bu sebeple hem ekonomik hem de siyasî bir anlam taşıyordu. Bundan dolayı kabile bağımsızlıklarına düşkün olan Araplar, Hz. Peygamber’in vefatıyla birlikte Medine otoritesinin zayıfladığı düşüncesine kapılarak zekâtlarını vermemek suretiyle merkezî yönetimden bağımsızlıklarını ilân etmek istediler.
Ridde Olaylarının Bastırılması
Hz. Ebû Bekir, riddenin Müslümanların varlığı ve bütünlüğünü tehdit etmesi üzerine bu hareketleri bastırmak amacıyla askerî hazırlıklara girişti.
Halife, önce Medine dışında dağınık bir şekilde bulunan orduları başkente çağırdı. Aynı süreçte isyan etmiş bölge halklarına da kendilerini itaate davet eden mektuplar yazıldı ve gönderilen ordularla işbirliği yapmaları tavsiye edildi. Bütün askerî hazırlıklar ve diplomatik girişimler tamamlandıktan sonra ordular görev yerlerine gönderildi.
Peygamberlik iddiasında bulunan yalancılardan Tuleyha,ye Hz. Ebû Bekir, Hâlid b. Velîd komutasındaki orduyu önce Tayy kabilesi yurduna, ardından da Buzâha ve Butah’a gitmek üzere harekete geçti. Tuleyha taraftarlarıyla karşı karşıya geldi . Şiddetli çarpışmalar sonucunda mağlup olan Tuleyha, Gatafan ve Esed kabilesine sığınarak yeniden İslâm’a girdiğini ilân etti.
Hâlid b. Velîd, Tuleyha’nın etkisiz hale getirilmesinden sahte peygamberlik iddiasında bulunan Secâh ve onu destekleyen Benî Temîm üzerine yürüdü. Temîm birlikleri, Butâh denilen mevkide mağlup edildi.
Müseylime, Hz. Peygamber hayatta iken peygamberlik iddiasında bulunmuştu. Hz. Ebû Bekir, ona karşı İkrime b. Ebû Cehil’i, ardından da Şurahbil b. Hasene’yi gönderdi. Hâlid b. Velîd’in de gelmesiyle birlikte düşman üzerine büyük saldırı gerçekleştirildi. Zorlu geçen savaş sonunda Müseylime pek çok taraftarıyla birlikte öldürüldü Yemâme savaşında adı verilen bu savaşta tarafların toplam on bin kayıp verdikleri kaydedilir.
Hz. Ebû Bekir, Uman ve Mehre’de isyan eden Arap kabileleri üzerine de Huzeyfe b. Mihsan ile Arfece b. Herseme’yi gönderdi. Bölgede Debâ adı verilen yerde meydana gelen şiddetli çarpışmalar sonucunda isyan bastırıldı.
Arap Yarımadası’nda peygamberlik iddiasında bulunanların yoğun faaliyet gösterdikleri bölgelerden biri de Yemen’di. Burada erken dönemde peygamberliğini ilân eden Esved el-Ansî, İslâm tarihinde riddeyi başlatan ilk şahıs kabul edilir Eş’as b. Kays el-Kindî’nin organize ettiği isyan hareketini bastırmak için bölgeye, Muhâcir b. Ümeyye komutasındaki askerî birlik gönderildi. Daha sonra halifenin emriyle Yemen’e yönelen İkrime’nin de gelmesiyle güçlenen Müslümanlar, şiddetli çarpışmalar sonucunda isyancıları mağlup etmeyi başardılar.
HZ. Ebû Bekir Dönemi Fetihleri
Onun dönemindeki askerî harekât, Irak ve Suriye olmak üzere başlıca iki bölgeyi hedef alıyordu. Bu da Müslümanların, dönemin iki büyük gücü olan Bizans ve Sâsânî İmparatorlukları ile aynı anda karşı karşıya gelmesi demekti.
Bu iki devletin, köklü bir savaş tecrübesi vardı. Ayrıca onlar Arapların çıkarabilecekleri ordulardan sayıca çok üstün kuvvetlere sahiptiler.
İslâm fetihlerinin öncesinde Bizans ve Sâsânî imparatorluklarının uzun yıllar süren savaşlarla birbirlerini yıpratmış olmaları, Müslümanların gerçekleştirdikleri fetihlerde olumlu rol oynamıştır. Bu devletlerin, çeşitli milletlerden ve farklı inanç gruplarından oluşan kendi halklarına karşı sergiledikleri baskıcı yönetim anlayışları, hâkim zümre ile halk arasındaki bağı koparmış, yöneten ile halkı neredeyse birbirine hasım hâline getirmişti.
Arapların fetihlerdeki başarıları, birinci derecede İslâmî eğilime bağlıdır. Rahmet dini olan İslâm’ı insanlara ulaştırmak (ilây-ı kelimetullâh) arzusu, Müslümanları fetih hedeflerine sevk etmiştir. Bizans ve Sâsânî devletlerinin iç zayıflık sebebi olan mezhepler arası mücadele, etnik çatışma, vergi adaletsizliği, uzun savaşlar sonunda yorulma gibi hususlar, Müslümanların galibiyetine yardım eden birer unsurdu; bu hususta esas etmen ise, Arapların bizzat İslâm’la kazandıkları manevî güçleri idi.
Irak Fetihleri
Hz. Ebû Bekir, Arap Yarımadası dışına gerçekleştirilecek fetihler için ilk önce Arabistan ile Sâsânî ve Doğu Roma imparatorlukları arasında kalan Irak topraklarını hedef aldı. İlk hedef, Hîre topraklarıydı.
Arap asıllı Müsennâ b. Hârise eş-Şeybânî, İranlılarla giriştiği mücadelesinde daha da güçlenmek için Medine’ye geldi ve Hz. Ebû Bekir’den kendisinin Sâsânîlerle savaşmak üzere görevlendirilmesini istedi. Halîfe, isteğini kabul ederek ona Müslümanlar adına Farslılarla savaşma yetkisi verdi. Müsennâ, Müslüman kimliğiyle Farslılara karşı önemli bir mücadele verdi. Daha sonra Hâlid b. Velîd’in Irak topraklarına gönderilmesiyle de bölgede plânlı fetihler başlatıldı.
Hâlid b. Velîd Irak sınırını geçtikten sonra orduya katılan Müsennâ b. Hârise ve diğer komutanlarla birlikte Basra Körfezi’nin liman şehri Übülle’yi fethetti. Ardından Acemlerin ordugâhı durumundaki Hübeyre şehri ele geçirildi. Müslüman askerler, daha sonra bir kısmını savaşla, bir kısmını da anlaşma yoluyla olmak üzere irili ufaklı birtakım yerleşme merkezlerini ele geçirip Hîre’ye ulaştılar.
Yapılan görüşmelerde gelenler, Müslüman olmayı kabul etmemekle birlikte, cizye karşılığında barış yapma isteklerini açıkladılar. Sonuçta Hîre halkı bir antlaşma imzaladı.
Irak topraklarında ilerleyen Müslümanlar, Hîre’nin ardından daha kuzeye yönelerek Bârusmâ (Bânıkyâ) şehrine ulaştılar. Şehrin yöneticileri, savaş yapmaksızın Hâlid b. Velîd ile barış anlaşması imzaladılar. Müslümanlar için sonraki hedef, daha kuzeyde bulunan Enbâr şehriydi bunlar da barış istemek zorunda kaldı.
Suriye Fetihleri
Hz. Ebû Bekir, ridde hareketlerini bastırdıktan sonra Irak seferleriyle eşzamanlı olarak Suriye bölgesi fetih harekâtını da başlatmıştı.
Müslüman ordular, Hicretin 12. (M. 633) yılından itibaren Suriye topraklarına girip farklı bölgelerde karargâh kurdular.
Müslüman orduların Suriye topraklarına girdikleri haberi, kısa sürede Bizans’a ulaştı. Bunun üzerine İmparator Herakleios, kardeşi Theodoros kumandasında büyük bir orduyu bölgeye gönderdi.
Bizans ordusu komutanı, Hâlid b. Velîd’in Suriye’ye doğru gelmekte olduğu haberi kendisine ulaşınca, ordusuyla bulunduğu yerden Ecnâdeyn’e yöneldi. Suriye topraklarında Müslümanlarla Bizanslıların karşı karşıya geldikleri ilk büyük savaş olan Ecnâdeyn Muharebesi, şiddetli çarpışmalar sonucunda Müslümanların kesin galibiyetiyle sona erdi .
Hz. Ebû Bekir’in Vefatı
Hz. Ebubekir vefatından önce, yerine seçilmek üzere Hz. Ömer’i belirledi, bu konudaki isteğini ahitnâme unvanıyla bir vasiyet metninde belirtti. Adaletle Müslümanlara hizmet etmesi ümidiyle Hz. Ömer’i halef bıraktığını, ona itaat etmelerini Müslümanlara hatırlattı. Müslümanlarla helâlleşti ve Ecnâdeyn savaşının sonucunu öğrendikten kısa süre sonra 63 yaşında vefat etti , Hz. Peygamber’in yanına defnedildi.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanların idaresini üstlenen Hz. Ebû Bekir’in iki yıllık halîfeliği süreci, Müslümanlar için, peygamber idaresinden hilâfet yönetimine geçiş dönemi olarak kabul edilebilir.
Hz. Ebû Bekir’in Şahsiyeti Ve Yönetim Anlayışı
Şahsiyeti
Allah Resûlü’ne, en çok kimi sevdiği sorulduğunda ilk önce Hz. Ebû Bekir’in, ardından da onun kızı ve kendi hanımı olan Hz. Âişe’nin adını vermiştir. (Müslim, “Fezâil”, 8).
Hz. Ebû Bekir, güzel ahlâkı, doğruluğu ve cömertliği ile gerek Câhiliye devrinde, gerekse Müslümanlığından sonra dost düşman herkesin takdirini ve saygısını kazanmıştır. Müslüman olmadan önce putlara tapmamış, putlar adına kesilen kurban eti yememiş, varlıklı hâline rağmen, mütevazı oluşu, insanlara karşı hoşgörülü davranışı, yumuşak huyluluğu ve merhameti ile örnek bir şahsiyet olarak tanınmıştır. Hakkındaki rivayetlerden, hassas, duygulu, yumuşak huylu, güler yüzlü ve hoş sohbet bir kişiliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Hz. Ebû Bekir, mütevazı kişiliğinin yanı sıra gerektiğinde cesaretin de en canlı örneklerini vermiştir.
Hz. Ebû Bekir, hiçbir hadisede tepkisel ve aceleci davranmamış, gelişmeler karşısında her zaman soğukkanlılığını korumuştur.
Hz. Ebû Bekir, bilgi ve tecrübesiyle dönemin seçkin şahsiyetleri arasındaydı. Özellikle Arap soy bilimi olan Ensâb hakkında zamanının otoritesi kabul ediliyordu. Ayrıca Arap kabilelerinin savaş tarihi olan Eyyâmü’l-Arab konusunda da uzmandı.
Hz. Ebû Bekir, örnek şahsiyetinin yanı sıra aynı zamanda ilim ve hikmet sahibi bir kişiydi. Kur’ân-ı Kerim’i en güzel okuyan, en iyi anlayan ve hayatında tatbik eden sahâbe önderlerindendi.
Hz. Ebû Bekir’in diğer bir özelliği de cömertliğidir. Öyle ki, Mekke döneminde bütün malını Müslümanların güçlenmesi amacıyla harcamıştır.
Hz. Ebû Bekir, kahramanlık konusunda da güzel örnekler verir. Hz. Peygamber’in sağlığında gerçekleşen savaşlarda o, hep ön saflarda çarpışmış, en zor zamanlarda Resûl-i Ekrem’i düşman askerlerine karşı korumuştur.
Hz. Ebû Bekir’in şahsiyetinin merkezinde İslâm’a samimi inancı ve Hz. Peygamber’e derin sadakati vardır.
Yönetim Anlayışı
Hz. Ebû Bekir, idarî hayattaki uygulamalarında sürekli Hz. Peygamber’i örnek almıştır. Hz. Peygamber’den örnek aldığı prensiplerin başında, istişare, kararlılık, hoşgörü, ehliyet ve insan haklarına saygı gelir.
İstişâre
İstişare, kamu yönetimi açısından değerlendirildiğinde yöneticinin karşı karşıya kaldığı bir problemin halli konusunda görüşüne değer verdiği kişilerle gerçekleştirdiği danışma ve fikir alışverişidir. İslâm tarihinde bunun siyasî anlamda sistemleşmiş şekline şûrâ denilmektedir.
Hz. Ebû Bekir, bütün uygulamalarında toplumun fikrî ve siyasî desteğini almaya özen göstermiş, bu sebeple halifeliği süresince istişârede bulunmuştur.
Hz. Ebû Bekir, halîfeliği döneminde Medine’de ashâbın ileri gelenleriyle görüş alışverişinde bulunmasının yanı sıra, uzak beldelerde görev yapan idarecilere de aynı şeyi tavsiye ediyordu.
Hz. Ebû Bekir, yönetim makamında kesin yetkiye sahip bir yönetici olmakla birlikte, bazı devlet görevlerini yakın arkadaşlarına bırakarak idarî görevlerde paylaşımın güzel örneklerini de vermiştir.
Kararlılık
Hz. Ebû Bekir, kaynaklarda gayet halim-selim, son derece yumuşak huylu, şefkatli ve alçakgönüllü olarak tasvir edilir. Hz. Ebû Bekir, vazife ve sorumluluk hususunda ise son derece ciddi ve kararlı bir tutum sergilemiştir. Dolayısıyla din ve devlet işlerinde onun bir ihmâline, hatta tereddüdüne tesadüf etmek mümkün olmaz.
Hz. Ebû Bekir, Üsâme ordusunun harekete geçirilmesindeki sebat ve kararlılığını ridde hadiseleri esnasında da göstermiştir.
Hoşgörü
Hz. Ebû Bekir’in yönetimini tatlı-sert bir idare olarak tanımlamak yanlış olmaz.
Hoşgörüsünün bir sonucu olarak Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber döneminden intikal eden görevliler arasında kendi emrinde çalışmak istemeyenlerin kararlarına saygı duymuş, bunu şahsına karşı bir tavır olarak görmemiştir. Görevlerinden ayrılmak isteyenleri daha faydalı olabileceklerine inandığı başka görevlere atamış, hiçbir yöneticisine, rızasını almadan görev vermemiştir.
Ehliyet
Hz. Ebû Bekir, yöneticilikte en önemli ilkenin ehliyet olduğuna inanıyordu. Yöneticilerini ehil olanlardan seçme konusunda titizlik göstermiş, akrabalık ve hatır-gönül gibi iltimaslara boyun eğmemiştir.
Hz. Ebû Bekir, görevlendirmelerde ehliyet konusuna önem verdiği gibi seçtiği idarecilerinden de aynı duyarlılığı beklemiştir.
Hz. Ebû Bekir, kısa süren halîfeliği döneminde ehil olanları yönetime getirdiği gibi, Allah Resûlü’nün tayin etmiş olduğu idarecileri yerlerinde tutmaya da özen göstermiştir. Onları azletmediği gibi onları daha yüksek görevlere de getirmiştir.
İnsan Haklarına Saygı
Onun, kumandanlarına ve valilerine verdiği emirler, Kur’ân-ı Kerim’de insan hakları konusundaki evrensel ilkelere dayanmaktadır.
Halîfe, komutanlarına, “askerlerinizin ailesinden gafil olmayın, o zaman askeriniz bozulur. Onların gizliliklerini de araştırmayın, o zaman onları rezil edersiniz. İnsanların sırlarını açığa çıkarmayın, onların açığa vurduklarıyla yetinin” diye emirler veriyordu.
Hz. Ebû Bekir, savaş esnasında olduğu gibi, daha sonra gerçekleştirilen antlaşmalarda da insanlara ağır şartların yüklenmesini doğru bulmamış, Müslümanlarla barış yapan insanların tüm haklarının korunması ve onları mağdur edilmemesi hususunda duyarlı davranmıştır.