İLK MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERİ - Ünite 8: Gazneliler (Siyasi Tarih, Devlet Teşkilatı, Kültür ve Medeniyet) Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Gazneliler (Siyasi Tarih, Devlet Teşkilatı, Kültür ve Medeniyet)

Mesud Dönemi (1030-1041)

Gazneli Mahmud ölümünden hemen önce Irak-ı Acem’e hakim olmuş ve burada yoğunlaşan Isfahan ve Cibal ile birlikte bölgenin yönetimi, hakkındaki bazı şikâyetler üzerine veliahdlıktan azledilen büyük oğlu Mesud’a bırakılmıştır. Tahta Geçişi Sultan Mahmud 1030 yılında vefat ettiğinde başkentte bulunan Muhammed komutanların desteğiyle tahta geçti. Kardeşi Muhammed’e mektup yazarak yeni zaptettiği Taberistan ve Cebel ile Isfahan’ın bir kısmının kendisine bırakılmasını istedi. Fakat Muhammed bu talebi reddetti ve iki kardeş arasında bir taht mücadelesi kaçınılmaz hale geldi. Ancak sonuçta devletin ileri gelenlerinin kendisini terk edip Mesud’un saflarına geçmesiyle 1030’da, beş aylık saltanatı sona erdi. Horasan ve Hârizm’deki karışıklıklarla birlikte Selçukluların da artık Gaznelileri tehdit eder duruma gelmesi bölgeyi karıştırmaya yetti. O arada Büveyhîlerden Ebu Kalicar’ın hakim olduğu Kirman’da huzur, düzen ve adalet ortadan kalkmıştı. Bu durumdan istifade ile Kirman’ı ele geçirmek isteyen Mesud, bölgenin müstakbel valisi olarak atadığı Ahmed b. Ali Nuştegin’i dörtbin süvari, beşyüz piyadeden oluşan bir orduyla Kirman’a gönderdi.

Sultan Mesud’un Gazne’ye Gelişi ve Yeni Atamalar

Sultan Mesud nihayet 8 Mayıs 1031 tarihinde Belh şehrinden ayrılarak Gazne’ye yöneldi. O arada Kusdar’da bulunan amcası Yusuf’a bir mektup göndererek onun da Gazne’ye gelmesini emretti. Yusuf’un sâbık sultan Muhammed’in ordu kumandanı olması bu kırgınlığı daha da artırmıştı. Onun için Yusuf sürekli takip ediliyordu ve Mesud, Gazne’ye hareket ettiği sırada onun Karahanlılar ile mektuplaştığını, hatta Türkistan’a kaçmak üzere olduğunu öğrenmişti. Mesud amcası ile Gazne’ye yakın bir yerde buluştu ve onu tutuklatıp hapsettirdi. Yusuf çok yaşamadı ve 1032 yılında öldü. Mesud böylece rakip olarak gördüğü kişilerin birinden daha kurtulmuş oldu. Abbasî halifesi el-Kadir Billâh Kasım 1031’de ölmüş, yerine oğlu Kaim bi-Emrillâh geçmişti. Yeni Halîfe Sultan Mesud’dan biat almak için bir adamını elçi olarak gönderdi. Sultan bu elçiyi Belh şehrinde kabul etti. Daha sonra büyük bir merasimle Belh Ulu Câmiinde Halife Kaim bi-Emrillâh adına hutbe okundu. Mesud birkaç gün sonra yine merasimle yemin ederek yeni halifeye biat etti.

Karahanlı Ali Tegin’le Çatışma

Mesud kardeşi Muhammed ile taht mücadelesine giriştiği sırada, Ali Tegin’e desteği karşılığında Huttâl vilayetini vermeyi vaad etmişti. Ancak Mesud kısa sürede tahta çıkınca Ali Tegin’e ihtiyaç kalmamış, tabiatıyla Huttâl da ona verilmemişti. Ali Tegin bu yeri almak için zor kullanıyordu. Belh’de iken bu durumu haber alan Sultan Mesud devletin ileri gelenleriyle görüşerek Hârizmşah Altuntaş’ı Ali Tegin’in üzerine sevk etmeye karar verdi. Sultan Mesud da onbeşbin kişilik bir orduyu takviye olarak gönderdi. Ali Tegin’in yanında ise Selçuklu Türkmenlerinin de yer aldığı büyük bir ordu vardı. İki tarafın kuvvetleri Buhara-Semerkand arasındaki Debusiye’de karşılaştı. Ancak birbirlerine karşı üstünlük sağlayamayan taraflar geri çekildiler. Anlaşma gereği Ali Tegin Semerkand’a çekilirken Gazneli ordusu Belh’e döndü. Altuntaş’ın kuvvetleri de kethüdası Ahmed’in başarılı idaresiyle Hârizm’e ulaştı. Sultan Mesud Hârizm’e, Altuntaş’ın yerine oğlu Harun’u tayin etti. Harun Hârizm’i müstakil olarak değil, aynı zamanda Hârizmşah unvanını alan Şehzade Sa’id’in vekili olarak yönetecekti.

Harun’un İstiklâlini İlan Etmesi ve Hârizm’de Başgösteren Karışıklıklar

Horasan’da Türkmenler’in çıkardığı karışıklıklar Hârizm hâkimi Harun’u harekete geçirdi. 1034 yılının başlarında itaatsizlik belirtileri gösteren Harun, o sırada Sultan Mesud’un sarayında rehin olan kardeşinin ölümünü bahane ederek istiklalini ilan etmişti.

Kirmân’ın Kaybı

Horasan ve Hârizm’de baş gösteren karışıklıklar yanında Selçukluların sebep olduğu gelişmeler yüzünden Gazneliler Kirman bölgesiyle gerektiği şekilde ilgilenememekteydi. O arada Ahmed b. A1i Nuştegin’in de asker üzerindeki otoritesini yitirdiği anlaşılmaktadır. Zira Gazneli askerleri bölgede tecavüz ve hırsızlıklara başlamıştı. Durumun tahammül edilemez hale gelmesi üzerine Kirman ileri gelenleri Büveyhîlerden yardım isteyince onbin kişilik bir Büveyhî kuvveti Kirmana girdi. Yapılan savaşta Ahmed’in bütün gayretlerine rağmen Hindlilerin zayıf kalması Gaznelilerin yenilgisine sebep oldu ve Ahmed’in ordusu dağıldı. Kendisi yakınlarından bir grup ile Nişabur’a gitti. Böylece 1034 yılı içinde Gazneliler’in Kirmân’daki hâkimiyeti sona erdi ve bölge tekrar Büveyhîlerin eline geçti.

Dihistan ve Taberistân Seferi

Sultan Mesud bu olaylardan sonra Merv’e çekilmeye karar vermişse de bu kararından vazgeçerek Nişabur’a yöneldi. Böylelikle batıda bozulmuş olan işleri yoluna koymayı hesaplamaktaydı. O sırada Cürcanlılar iki yıldır ödemedikleri vergiyi gönderdiler. Ona rağmen Sultan Mesud 25 Ocak 1035’de Nişabur’dan da ayrılarak Cürcan’a ulaştı. Sultan ve Gazneli ordusunun geldiğini duyan Ebû Kâlicâr ile öteki Cürcan reisleri korkularından kaçmayı tercih ettiler. Sultan daha sonra Esterâbâd ve Sarî üzerinden Âmul’a ilerledi. Şehrin ileri gelenleri ile halkın temsilcileri sultanın huzuruna gelerek itaatlerini arz ettiler. Ahalinin bu tavrı sultanı memnun etmiş ve Âmul’un haracı bağışlanmıştır. Ancak kısa sürede bu karardan vazgeçilecektir.

Alâüddevle Muhammed Kâkûyî’nin İsyanı

1032 kışında Kâkûyî Alaüddevle Muhammed Gazneliler’e isyan ederek Hemedan, Kerec ve Isfahan’ı ele geçirmişti. Ancak Hindistan’da Ahmed Yınaltegin’in isyan etmesi, sultanı Alâüddevle ile anlaşmaya sevk etmiş, sonuçta Sultan Mesud’a tâbi olmak ve yıllık haraç vermek şartıyla onun ele geçirdiği yerlerdeki hâkimiyeti tanınmıştı. O arada Kazvin’de başgösteren ayaklanma da Yaruk Toğmuş idaresindeki Gazneli ordusu tarafından bastırıldı. Alâüddevle 1036 sonlarında Isfahan’ı Mesud’dan almayı başardı.

Hindistan’da Ortaya Çıkan Gelişmeler

Mesud’un ilk zamanlarında Gazneli devletinin Hindistan politikasında belirgin bir sessizlik göze çarpar. Zira Horasan’da Oğuzlar ve Mâverâünnehr’de Ali Tegin gailesi onu meşgul ediyordu. Bu meselelerdeki dirayetsizlik Hindistan işlerinde de kendini gösterdi.

Ahmed Yınaltegin İsyanı

Eryaruk’un öldürülmesinden sonra yerine Ahmed Yinaltegin atandı. Bu komutan mağrur, tecrübesiz aynı zamanda da şaibeli birisiydi. Hindistan’a giren Ahmed’in, Lahor’a gelişi sivil ve askerî yöneticiler arasında bir mücadelenin başlamasına sebep oldu. Ahmed başarılı işler yapmasına rağmen Kadı Şirazî Gazne’ye sürekli ondan yakınan mektuplar gönderdi. Ahmed’in elde ettiği malın çoğunu gizlediğini ve çok azını sultana gönderdiğini, geriye kalan parayı nüfuzunu artırmak için kullandığını, ayrıca Sultan Mahmud’un oğlu olduğunu iddia ettiğini yazıyordu. Özellikle Ahmed Yınaltegin’in sultanın oğlu olduğu iddiası Sultan Mesud’u harekete geçirmeye yetti.

Mesud’un Hansi Kalesini Fethi ve Somnath Seferi

Mesud 6 Ekim 1037’de Gazne’den hareket etti. Şimdiye kadar kimsenin ele geçiremediği Kal’atü’l-Arza adı verilen bu kaledeki bütün Brahmanlar öldürülmüş, kadın ve çocuklar esir alınmış ve hazine orduya paylaştırılmıştır. Hindistan’da ikinci seferini Dehli’nin kuzeyindeki Somnath üzerine yapan Sultan Mesud, Raca Dipal Hari’nin kaçması üzerine şehri doğrudan Pencab’a bağlarken kaleyi yağmalatmış, putların bulunduğu mabedler de yıkılmıştır. Böylece Hindistan racalıklarına ait topraklardan bir kısmı daha Gazneli hâkimiyetine geçerken Peşaver’in idaresi de komutan Abdürrezzak’a verilip 11 Şubat 1038’de Gazne’ye dönülmüştür.

Selçuklu-Gazneli Mücadelesi

Sultan Mahmud döneminde takip edilen katı politikalarla Selçukluların bir tehdit haline gelmesine fırsat verilmemişti. Fakat Mesud aynı feraseti gösterememiş, hızla büyüyen Selçuklu tehlikesi karşısında kesin bir tavır ortaya koyamamıştır. Sultan Mesud’un Selçuklular karşısındaki tek tutarlı davranışı hiçbir zaman onlara güvenmemesidir. Nitekim Gazne’ye geldikten hemen sonra yeni atamalar yaparken Taş Ferrâş’ı Irak ordusu başkumandanlığına tayin etmiş ve Vezir Ahmed Meymendî’nin bütün itirazlarına rağmen gizlice onu maiyetinde görevlendirdiği Yağmur, Buka, Göktaş ve Kızıl adlı beyler ile birlikte diğer Yabgulu Türkmen reislerini yakalamakla görevlendirmişti. Onlar ise 1025 Semerkand Görüşmesi’nden sonra Sultan Mahmud’un izniyle Maverâünnehr’den Horasan’a göç etmişlerdi. Ancak Sultan Mesud ve Taş Ferrâş bazı başarılar elde ettilerse de bir sonuç alamadılar.

Selçukluların Nesâ Galibiyeti

1034 yılı sonlarında Hârizm’de ezelî düşman Şah Melik’in baskınına uğrayan Tuğrul ve Çağrı Beyler ile Musa Yabgu’ya bağlı Selçuklular, eski müttefikleri Ali Tegin ölünce Mâverâünnehr’e dönemediler ve zorunlu olarak Horosan’a geçtiler. Gazneli Horasan divanı reisi 19 Mayıs 1035’de Gürcan’da Selçukluların gönderdiği mektubu sultana arz etti. Selçuklular bu yolla Horasan’a gelme sebeplerini izah ederek askerî hizmet karşılığında Nesâ ve Ferâve şehirlerinin kendilerine verilmesini istiyorlardı. Sultan Mesud bu mektuba çok kızdı ve Türkmenleri Horasan’dan çıkarmak için hazırlıklara başladı. Bu arada Cürcan’dan ayrılarak 2 Haziran 1035’de Nişabur’a gelmiş ve onbeş bin atlı, ikibin de saray gulâmından oluşan, fillerin de yer aldığı bir orduyu Hâcib Beytoğdı komutasında Türkmenler üzerine sevketmiştir. Ancak Nesâ üzerine yürüyen Hâcib Beytoğdı Selçuklulara yenildi. Bu şartlarda Sultan Mesud Musa Yabgu’ya Ferâve’yi, Çağrı Bey’e Dihistan’ı, Tuğrul Bey’e de Nesâ’yı verdi.

Selçuklular’ın Harekete Geçmesi ve Gazneliler

Nesa yenilgisinden sonra Nişabur’a dönen Gazneli elçisi onlara güvenilemeyeceğini söylüyordu. Onun duyduklarına göre “Selçuklular Gaznelileri küçümsüyordu.” Bunun üzerine Sultan Mesud bazı tedbirler alma yoluna gitti. Zira Horasan bölgesinde Büst, Serahs ve Cüzcan’da Selçukluların tekrar faaliyete geçtikleri, her yerde halkı incittikleri ve pek çok kötülük yaptıkları, tedbir alınmazsa Horasan’ın harap olacağı bildiriliyordu. Sultan Mesud bu haberler üzerine Büyük Hacib Sübaşı’nın onbin atlı, beşbin piyadeyle Horasan’a gitmesini ve bu bölgenin acele Türkmenlerden temizlenmesini emretti. Sübaşı Türkmenler üzerine yürürken Mesud da Belh’den ayrılarak 20 Mayıs 1036’da Gazne’ye döndü.

Gazneliler’in Talhâb Yenilgisi

Sultan Mesud’un Hindistan’da bulunmasından faydalanan Türkmenler Talekan ve Faryab’ı yağma etmişlerdi. Belh’de bulunan Gazne ordusunun kış mevsiminde Türkmenlere karşı harekete geçmesi mümkün olmadığından zarara uğrayan başka yerler de vardı. Ayrıca Gazneli komutanı Hacib Sübaşı Nişabur’dan ayrılıp kesin bir savaşı göze alamadığından işi savsaklamaktaydı. Nihayet sultanın ihtarıyla harekete geçti. Selçuklular onu Serahs civarındaki Talhâb denilen yerde karşıladılar. 1038 Mayıs’ında sabahtan öğleye kadar devam eden şiddetli çarpışmalar sonunda Gazneli ordusu ağır bir yenilgiye uğradı ve bütün ağırlıklarını bırakarak geri çekildi. Tuğrul Bey’in üvey kardeşi İbrahim Yınal, oniki gün sonra Nişabur önlerine gelerek şehri teslim aldı ve Mesud adına okunan hutbeyi Haziran 1038’de es-Sultânü’l-Muazzam unvanıyla Tuğrul Bey adına çevirdi. On gün kadar sonra da Tuğrul Bey Nişabur’a geldi ve Sultan Mesud’un tahtına oturdu. Ama bu arada hazırlıklarını tamamlayan Mesud da 6 Ekim 1038’de ellibin kişiye yaklaşan ordusuyla Gazne’den ayrıldı.

Selçukluların Ulyâ-âbâd ve Serahs Bozgunları

Çağrı Bey’in hâcibi Altı, emrindeki ikibin atlıyla Belh civarındaki iki köyü yağmaladı ve Mesud’un gönderdiği Gazneli kuvvetleri karşısında Ulyâ-âbâd’a çekildi. Durumu öğrenen Çağrı Bey de oraya yöneldi. Bunun üzerine Sultan Mesud Selçuklular üzerine yürüdü. İki taraf arasında 6 Nisan 1039 tarihinde şiddetli bir savaş başladı. Sultan Mesud bin gulâmı ile hücum edince Çağrı Bey’in emrindeki Türkmenler bozguna uğrayarak çöllere çekildi. Gazneliler kaçanları takip etmek istediyse de, sultan çölde takibin tehlikeli olacağı için onları engelledi ve 14 Nisan 1039’da Belh’e döndü. Mâverâünnehr’de Selçukluları destekleyen Karahanlı Böritegin ile Ali Tegin’in çocuklarının aralarındaki mücadeleye göz yumarken, Hârizmi’de Selçukluların düşmanı Şah Melik’e verdi. Böylece Selçuklulara gelecek yardımların önünü kesmeyi planladı. Mesud 30 Haziran günü Serahs yakınlarında konakladığı sırada Selçuklu öncüleri tekrar göründü. Bunlar Gaznelilerin kıyısında konakladıkları suyun yönünü değiştirince, Gazneli ordusunun en önemli meselesi su bulmak oldu.

Selçuklu-Gazneli Mütarekesi

Çarpışmaların şiddetlenmesi ve kayıpların artması her iki tarafı geçici de olsa bir barış yapmaya zorlamaktaydı. Nitekim Gazneli veziri sultana Selçuklular ile bir andlaşma yapmak gerektiğini bildirmiştir. Gazneli ordusu bu geçici barıştan sonra Ağustos 1039’da Herat’a ulaştı. Sultan Mesud bölgede hâkimiyeti tekrar sağladı. Bir müddet Selçuklu işgalinde kalan topraklarda idarî teşkilât yeniden kurulurken vergiler toplanmaya başlandı.

Dandanakan Savaşı

Sultan Mesud Gazne’den istediği teçhizat ve askerler geldikten sonra 9 Kasım 1039’da, Herat’dan ayrılarak Nişabur’a doğru ilerlemeye başladı. O sırada Tuğrul Bey Nişabur’da bulunmaktaydı. Süratle hareket eden Sultan Mesud doğrudan Nişabur’a gidecek olursa Tuğrul Bey’in kaçacağını bildiği için önce Tus şehrine yürüyüp onu şaşırtmak istedi. Fakat Gazneli ordusunu adım adım takip ettiren Tuğrul Bey, sultanın yolları kapatmak istediğini anlayarak süratle Nesa tarafına çekildi. Gazneli öncüleri Habûşân kasabasına geldiği zaman, Tuğrul Bey’in buradan az önce ayrılmış olduğunu öğrendiler. Sultan da Bâverd’e bir akın yaptı. Zira Tuğrul Bey o sırada Bâverd’e gelmiş ve kendisinden önce oraya ulaşmış olan Çağrı Bey ile öteki Türkmenlerle buluşmuştu. Selçuklular süratle Nesâ’ya çekilirken Gazneli ordusu da onları takibe koyuldu. 24 Mayıs 1040’da Gazneli ordusu Selçuklu kuvvetlerinin hücumuna rağmen öğleye doğru Dandanakan Kalesi’ne ulaşabildi. Sultan Mesud ordusunun su sıkıntısını önlemek için beş fersah ilerideki havuza gidilmesini emretti. Bu hareket Gazne ordusunun düzeninin bozulmasına ve savaşın kaybedilmesine yol açtı. Gazneli ordusunun çökmesine ve dağılmasına sebep oldu. Savaş alanını terkeden Sultan Mesud önce Merv ovasında bulunan Barkdiz Kalesine, sonra da Garcistan tarafına kaçtı.

Sultan’ın Hindistan’a Kaçışı ve Öldürülmesi

Dandanakan yenilgisi Gazneli devletini büyük devlet olmaktan çıkarmış ve onu Hindu-kuş’un güneyine çekilmeye mecbur bırakmıştı. Mesud Gazne’ye dönerken, Dandanakan sahrasında kurulan bir taht üzerine oturan Tuğrul Bey ise Horasan emiri olarak selâmlanıyordu. Savaşa devam etmeyi istiyordu. Fakat Belh’in yardımına gönderilen Altuntaş pusuya düşürülerek askerleri imha edilince, kardeşi Muhammed ve dört oğlunu 11 Ekim 1040’da Nagar Kalesinden Gazne’ye getirtti. Sultan kardeşi Muhammed ve oğullarına kendisine sadık kalmaları için yemin ettirdi. Nitekim Mesud Sind Nehrini geçip Marikale’ye geldiğinde askerlerin bir kısmı ile Hindli köleler hazineyi yağmaladılar ve askeri isyana teşvik ettiler. Sonuçta ordu Mesud’u hal’ ederek kardeşi Muhammed’in yanında yer aldı ve 21 Kasım 1040’da onu ikinci kez sultan ilan etti. Mesud yakalanıp Girî Kalesine gönderildi ve orada öldürüldü.

Sultan Muhammed’in İkinci Saltanatı

Sultan Muhammed ikinci kez tahta çıkarıldıktan sonra hemen Gazne’ye dönmemiş ve kışı Peşâver taraflarında geçirmişti. Şehzade Mevdûd ise babası Mesud tarafından Selçuklular ile mücadele için gönderildiği Belh taraflarında başarılı olamayarak Hupyan kasabasına çekilmişti. Bunun üzerine Belh valisi Altuntak Selçuklulara itaate mecbur kalmış, şehri Çağrı Bey’e teslim edip onun hizmetine girmişti. Mevdûd o sırada babasının ölümünü ve amcası Muhammed’in tahta geçtiğini haber aldı. Bu suretle Muhammed’in üç ay onsekiz gün sürmüş olan ikinci saltanat devresi de sona ermiş oluyordu.

Sultan Mevdûd Dönemi

Mevdûd Gazne’ye döndükten ve tahta oturduktan sonra vezirliğe yine Abdüssamed’i getirdi. Ancak Mevdûd henüz Gazneliler devletinin yegâne hâkimi değildi. Zira daha önce babası tarafından 1034-35’de Multan valiliğine gönderilen kardeşi Mecdud, istikrarsızlığı fırsat bilerek İndus’tan Hansi ve Thanesar’a kadar olan bölgeyle beraber Multan ile Lahor’u da zaptederek halkın mallarına el koymuş ve sultanlığını ilan etmişti. Bu durumu öğrenen Mevdûd onu ortadan kaldırmak için hazırlıklara girişti. Öte taraftan Mecdûd da büyük bir orduyla Gazne’ye doğru ilerlemeye başlamıştı. Fakat 11 Ağustos 1041’de Kurban Bayramını Lahor’da kutladıktan sonra esrarengiz bir şekilde çadırında ölü bulundu. Mecdûd’un ölüm sebebi anlaşılamadı. Böylece Hind’in idaresi de Mevdûd’un eline geçti ve o tek başına Gazneli sultanı oldu.

Sistan Meselesi

Selçuklular Sistan’a hâkim oldukları sırada, Gazneliler’e bağlı bazı kesimlerin Sultan Mevdûd’dan yardım istedikleri anlaşılıyor. Nitekim kısa bir süre sonra Kaymaz el-Hâcib komutasındaki Gazneli kuvveti Sistan önlerine gelerek karargâhlarını kurdu. Ancak Sistan’da Selçuklular adına hüküm süren Ebu’1-Fazl ile yapılan muharebeyi kaybeden Gazneli kuvvetleri geri dönmek zorunda kaldı.

Tuğrul emrindeki ikibin atlıyla Büst’ten harekete geçip yol üzerinde Ebu’l-Fazl’ın kardeşi Ebû Nasr’ı esir aldı. 1043 yılı başlarında Sistan’a geldi ve halktan pekçok kimseyi öldürerek etrafı yağmaladı. Neticede Ebu’1-Fazl onunla barış yaptı ve Sistan, Sultan Mevdûd devrinde Selçuklular’a tâbi olarak kaldı.

Hindistan Meselesi

Bazı racalarla birlikte Dehli racası Mahipala, Gaznelilerin batı meseleleriyle uğraşmasını fırsat bilerek tekrar bağımsızlığını ilan etmeye teşebbüs etti. Bunlar 1043- 44’de Hansi ile Thanesar’ı zaptederek Gazneli memurlarını buradan kovdular. Müttefiklerin gayesi Müslümanların dinlerine yaptıkları hakaretlere son vermekti. O sebeple Hinduizmin en önemli merkezlerinden biri olan Kangra (Nagarkot)’nın alınması için harekete geçtiler. Hinduların Kangra’yı zaptederek gösterdikleri başarı, bölgede Hinduizmin yeniden hayat bulmasını sağlamış ve yıkılan tapınakların yerlerine kısa sürede yenileri inşa edilmiştir.

Gazneli-Selçuklu Münasebetleri

Sultan Mevdud Hindistan’da geçici bir süre sükûneti sağlayınca Selçuklu meselesini kendi lehine çözebilmek için Herat üzerine yürüdü. Sultanın bütün arzusu, Selçukluları ele geçirdikleri yerlerden çıkarmak ve Gazneli devletinin ihtişamını tekrar canlandırmaktı. Nitekim o Güneybatı hudutlarını emniyet altına aldıktan sonra Kuzeybatı Afganistan’da Selçukluları durdurmaya ve geçici de olsa geri çekilmeye mecbur etti. Sultan Mevdûd Herat şehrini kurtarmış, Ceyhun nehri üzerinde önemli bir köprübaşı olan Tirmiz şehrini de birkaç yıl elinde tutmuştu. Ancak Sultan Mevdûd Çağrı Bey’in hastalanmasından istifade ile Horasan’a bir ordu sevketti. Çağrı Beyin gönderdiği oğlu Alp Arslan ise 1043’te Gazneli ordusunu yendi ve bin kadar esir ile pek çok ganimet ele geçirdi. Daha sonra Çağrı Bey, Alp Arslan ile birlikte Tirmiz üzerine yürüyerek burayı ele geçirdi. Ama bir yıl sonra Gazne’yi almak üzere harekete geçecek olan Sistan hâkimi Ertaş, aynı başarıyı gösteremeyecek ve hezimete uğrayıp Sistan’a döndü.

Sultan Mevdûd’un ölümü

Sultan Mevdûd Selçuklular’a karşı tek başına kesin bir sonuç alamayacağını anladığı için çevredeki hükümdarlar ile bir ittifak kurmaya çalıştı. Ciddi müzakerelerden sonra İsfahan’da bulunan Hemedan’ın eski hâkimi Kâkûyî Ebû Kalicâr ve Karahanlılar’dan muhtemelen İbrahim b. Nasr ile ittifak yaptı. Mevdûd onlarla birleşmek üzere Gazne’den ayrıldı. Fakat yakalandığı kulunç hastalığı onu geri dönmek zorunda bıraktı. Hastalığı şiddetlenen Mevdûd 18 Aralık 1049 tarihinde Gazne’de öldü.

Dört Yılda Dört Sultan, Bir Mütegallibe Dönemi

Sultan Mevdud’un Çağrı Bey’in kızıyla evliliğinden dünyaya gelen oğlu Mesud beş yaşında Gazneli tahtına çıkarıldı. Ancak Mevdud’un Sistan’a gönderdiği Vezir Abdürrezzak Mendiş Kalesinin yakınlarına ulaştığı sırada sultanın ölüm haberini alınca hemen orada tutuklu bulunan ailenin en yaşlı üyesi Abdürreşid’e biat etti ve emrindeki ordunun da onu hükümdar ilan etmesini sağladı. O sırada Gazne’de ileri gelen devlet adamları II. Mesud’u hal’ ederek 29 Aralık 1049’da Ali b. Mesud’u tahta çıkarmıştı. Bunun üzerine Abdürreşid, vezir ve beraberindeki askerler Gazne’ye yürüdü. Bu kuvvetlere dayanamayacağını anlayan Ali b. Mesud kaçmış ve rakipsiz kalan Abdürreşid 24 Ocak 1050’de Gazneli devletinin yeni sultanı ilan edilmiştir. Sabık Sultan Ali ise yakalanarak bir kalede hapsedildi.

Sultan Ferruhzâd Dönemi (1052-1059)

Ferruhzâd’ın karşılaştığı ilk büyük tehlike Abdürreşid’in ölümü ve saltanat değişikliğinden faydalanmak isteyen Çağrı Bey’in Gazne üzerine yürümesidir. Ancak Gazneli ordusu Büst şehrine kadar ilerleyen Selçuklu kuvvetlerini bozguna uğrattı. Çağrı Bey bu yenilgi sonucu Horasan’a dönmek zorunda kaldı. Sultan Ferruhzâd, durumunu sağlamlaştırdıktan sonra Horasan’a sahip olmak üzere harekete geçti. Bu maksatla hazırlanan büyük bir ordu Toharistan’daki Emîr Kutbeddin Gülsarıg idaresindeki Selçuklu kuvvetlerinin üzerine gönderildi. İki taraf arasındaki savaşı kazanan Gazneliler olmuş, Selçuklu ordusundan birçok kumandan ve asker esir düşmüştü. Bu yenilgi üzerine harekete geçen Alp Arslan, Gaznelileri mağlup etti. Bu savaşın ardından 1053’de taraflar arasında anlaşma yapıldı.

Sultan İbrahim B. Mesud (1059-1099)

Sultan Ferruhzâd’ın yerine kardeşi İbrahim geçti. Onun sultan olmasıyla uzun bir süre devam eden Gazneli Selçuklu mücadelesi antlaşmayla sona erdi.

Sultan III. Mesud Dönemi (1099-1115): Gazneli Hâkimiyetinin Hindistan’a Kayması

Sultan İbrahim’in yerine oğullarından III. Mesud geçti. O Selçuklu sultanı Melikşah’ın kızıyla evliydi. Mesud iyi ahlâklı, adalet ve insaf sahibi bir hükümdardı. Onaltı yıllık bir saltanattan sonra Mesud’un 1115’de ellidört yaşında ölümü üzerine Gazneli tahtında iç karışıklıklar başgösterdi ve oğlu Şirzâd tahta çıktı.

Sultan Arslanşah Dönemi (1116-1118)

Şirzâd’dan sonra III. Mesud ile Selçuklu sultanı Melikşah’ın kızı Mehdü’l-Irak’ın oğlu Arslanşah 1116 yılında tahta çıktı. Arslanşah’ın annesi Mehdü’l-Irak’ı küçük düşürmesi üzerine Melik Sancar bizzat Gazne’ye yürümeye ve Behramşah’ı tahta oturtmaya karar verdi. Büst civarında yapılan savaşta Selçuklu ordusu galip gelmiş ve Arslanşah Gazne’ye dönmüştü. Uzlaşma olmayınca Melik Sancar hazırlıklarını tamamlayarak Gazne’ye yürüdü. Selçuklu ve Gazneli kuvvetleri Şehrûbûd sahrasında karşılaştılar. Neticede Gazneli ordusu ağır bir yenilgiye uğradı. Arslanşah Hindistan’a çekilmekten başka çare bulamadı. Arslanşah Hindistan valisi Muhammed-i Ebû Halim’in desteğiyle bertaraf etmeye çabaladığı kardeşi Behramşah tarafından 1118’de öldürtüldü.

Sultan Behramşah (1118-1157) ile Husrevşah Dönemi (1157-1160)

Behramşah tahta çıktığı sırada Arslanşah taraftarı Hindistan valisi Muhammed isyan etti. 1119’da yenilmesine ve bağışlanmasına rağmen rahat durmayıp Hindistan’a yürüyen Behramşah, İndus’u gemilerle geçerek Multan civarında onu bir daha mağlup etti. Muhammed ve onyedi oğlu öldü. Sultan âsileri cezalandırdıktan sonra Hüseyin b. İbrahim Alevî’yi Hindistan valiliğine tayin ederek Gazne’ye döndü. Sultan Behramşah’ın saltanatı 1134 yılına kadar sakin ve refah içerisinde devam etmişti.

Sultan Husrev Melik Dönemi (1160-1186) ve Gaznelilerin Sonu

Husrevşah’tan sonra oğlu Husrev Melik Gazneli tahtına oturdu. Hâkimiyet sahası Pencâb bölgesi ile sınırlı olan Husrev Melik de Gazneliler devletini yıkılmaktan kurtaracak bir karaktere sahip değildi. Her yerde Türk ve yerli emirler ona yüz çevirerek bağımsız hareket etmeye başlamışlardı. O ise eğlence ve içki içmekle meşgul idi. Öte taraftan Gazne’ye hâkim olan Gûrlu Gıyâseddîn Muhammed buraya Muizzeddîn Muhammed’i yerleştirmişti. Gazneli sultanı ve oğlu önce Gazne’ye, sonra da Gûrlular’ın başkenti Fîrûzkûh’a götürüldü. Peşâver’e ulaştıklarında şehir halkı onları karşılayıp ağırladılar ve hayır duada bulundular. Gûr hükümdarı Gıyâseddîn ise Husrev Melik’in Garcistan bölgesindeki Balarvân kalesine götürülmesini emretti. 1191’de oğlu Behramşah ile beraber orada öldürüldü. Bu suretle büyük Gaznelilerin son temsilcisi de ortadan kaldırılmış oldu.

Devlet Teşkilatı

Elbette ki devletin en önemli dayanağı ve mutlak hakimi olan hükümdarın bazı özellikler taşıması gerekir. Devrin anlayışına göre hükümdarlar âdil, dindar, Allah’tan korkan, merhametli, cömert’dir. Beyhakî bu özelliklere, hükümdarların iyi idareci olma vasıflarını da ekleyerek bir yeri fethetmek değil, fethedilen yerleri iyi idare edebilme kabiliyetinin önemli olduğuna işaret eder. Zikredilen özelliklerin Gazneli sultanlarında bulunduğuna dair bazı örnek olaylar naklederek onların cömertlik ve adaletini ön plana çıkartır.

Hükümdar

Gazneliler’de devletin başı olan hükümdar, yasama, yürütme ve yargı yetkisini doğrudan doğruya Allah’tan alır ve yeryüzünde onun adına uygulardı. Ortaçağ Türkİslâm devletlerinde bunun kaynağı tamamen Türk hâkimiyet telâkkisiydi ve bu telakki Türklerin İslamiyet’i kabullerinde de etkili olmuştur.

Saray Hayatı

Gazneliler merkeziyetçi bir yönetime sahipti ve bu yönetimin başında mutlak güç sahibi sultan bulunmaktaydı. Sultanın başında bulunduğu bu idarî teşkilatın merkezi de saraydır. Saray hayatı denildiğinde ilk akla gelen, sultanın günlük hayatıdır. Onun resmî ve özel hayatını birbirinden kesin çizgilerle ayırmak mümkün değilse de bir devlet adamı olarak sultanın günlük hayatı resmî ve özel olmak üzere iki noktada incelenebilir.

Saray Adetleri: Saray adetlerinin başında Gazneliler için çok önemli ve çok da neşeli bir olay olan sultanın tahta çıkışı gelmektedir. Bir taraftan ölen sultan için ağlanırken, diğer taraftan da yeni sultanın tahta oturuşu muhteşem törenlerle kutlanırdı.

Saray Görevlileri: Gaznelilerde saray başlı başına mufassal bir teşkilata sahipti. Her görevlinin yetkisi, sorumlulukları önceden tespit edilmiş bulunuyordu. Aynı zamanda saray hizmetlileri bulunmaktadır. Bunlar; Hacibi Bozorg, Hâcibler, Ağaçi, Vekil-der .

Merkez Teşkilatı

Gazneli devletinde işler beş büyük divanda görüşülüp karara bağlanırdı. En yetkili makam Divan-ı Vezaret, devletin iç ve dış yazışmalarının yapıldığı Divan-ı Risalet, teftiş işleriyle Divan-ı İşraf, günümüz milli savunma bakanlığı olan Divan-ı Arz ve hükümdara ait emlaki idare eden Divan-ı Vekalet’dir.

Eyalet Teşkilatı

Her eyalette idarî taksimatın sivil, askerî ve adlî olmak üzere üç önemli şubesi bulunurdu. Sivil idarenin başı doğrudan vezire bağlı olan sahib-i divan idi. Vergilerin toplanması ve yönetim işlerinden sorumlu idi. Eyalet ordusunun ihtiyacını karşılamak da sahib-i divanın görevleri arasındaydı. Eyaletteki en yüksek askerî görevli ordu komutanı sâlâr ya da sipehsâlâr , adlî görevli ise kadı’l-kudât tır.

Bölge-Şehir Yönetimi: Beyhakî’ye göre Gazne, Nişabur, Rey, Belh, Büst, Tirmiz, Mekran, Puşenk, Gurgan ve Taberistan Gazneli ülkesinin belli başlı bölgeleridir. Yerli halkın soylu ailelerinden bizzat sultan tarafından atanan ve kendisine din adamlarının kıyafetlerine uygun bir hil’at tevcih edilen reis, hükümdar ile halk arasında bir vasıta ve şehrin iç emniyetini temin eden kimsedir. Askerî meselelerde şahnenin emrinde iş görürdü.

Askerî Teşkilat-Ordu: İslâmî devletler genellikle askerî güç üzerine kurulmuşlardır. Bu yüzden Gaznelilerin de bu sistemin içinde olmaları pek tabii idi. Gazneli ordusunun başkumandanı olan sultan, önemli savaşlarda bizzat komutayı ele alırdı. Bilindiği gibi orduların başarısı üç ana unsur üzerine kurulmuştur: İnsan, teşkilât ve teçhizat.

Kültür ve Medeniyet

Gaznelilerin Hindistan’da İslâm dininin tohumlarını atmakla, asırlar sonra Pakistan’ın ortaya çıkmasında birinci derecede etken oldukları doğrudur. Onun için Sultan Mahmud ve Mesud halen bölge halkının zihninde büyük Müslüman ve halk kahramanları olarak yaşamaktadır. Gazneliler devrinde Nişabur’da faaliyet gösteren mutasavvışardan Muhammed el-Dakkak (ö. 1014?), Abdurrahman es-Sülemî (ö. 1021) ve Hevâzin el Kuşeyrî (ö.1072) ile Herat’ta Muhammed el-Ensarî (ö. 1088) büyük bir şöhrete sahiptiler.

Edebiyat

Gazneliler devrinde Müslüman bir hükümdarda bulunması gereken siyasî, idarî ve askerî vasıflar yanında, sultanların adalet, cömertlik v.b. özellikleri de taşıması, bunlardan da öte ilmî, edebî ve dinî terbiye almış olmaları gerekliydi. Türk hükümdarlarında aranan alplik, uzluk, könilik ve bilgelik vasıflarına tekabül ettiği görülmektedir. Mesud’un Farsçayı çok iyi okuyup yazdığı, hatta Arapçayı da anladığı bilinmektedir. Diğer Gazneli sultanları da edebî zevke sahip, şâir ve edipleri toplayarak kendi değerlendirmelerine göre onları caize adı altında ödeneklerle destekleyip teşvik eden kimselerdi. Gazneliler devrinde devlet ricalinin de ilim ve edebiyata ilgi duydukları ve bizzat şiirle uğraştıkları görülmektedir.

Tarih Yazıcılığı

Tarih yazıcılığı bakımından da Gazneliler devri oldukça parlaktır. Sebüktegin ve Mahmud devrini et-Târîhu’lYemînî’ de anlatan Utbî, eseri Zeynü’l-Ahbâr’ ı Sultan Abdürreşid’e sunan Gerdizî, Mesud devrinin bize kadar gelen tarihçilerindendir.

Mimari

Yakın zamanlara kadar sadece yazılı kaynaklardan öğrenebildiğimiz Gazneli kültür mirasının bir kısmı son yıllarda yapılan kazılarla gün ışığına çıkarılmaya başlanmıştır. Aslında daha önce Gazne çok önemsiz, küçük bir şehirken Gaznelilerin elinde Asya’nın en büyük ilim ve kültür merkezlerinden birisi haline gelmiştir. Sultan Mahmud ve diğer sultanlar burada cami, medrese, kütüphane, hastahane, bahçe, saray ve çarşılar yaptırmıştır. Bu tür eserler sadece Gazne ile sınırlı kalmamış Nişabur, Belh, Büst, Herat gibi şehirlerde inşa edilen binalarla bütün ülke donatılmıştır. Devrin tarihçileri bütün ülkeyi süsleyen bu neviden eserlerin bolluk ve güzelliklerinden övgü ile bahsederken halkın ihtiyaç duyduğu çarşı, köprü, sebil, ribat gibi daha pek çok eserin inşasına önem verildiğini kaydederler

Saraylar: Saray genel olarak hükümdarın ikâmetgâhı ve devlet işlerinin yürütüldüğü yer olarak bilinir. Aslında üst düzey görevliler, devlet işlerini kendi saraylarında yürüttükleri gibi dergâhta (sultan sarayı) da icra etmişlerdir. Özellikle başşehirlerde yaptırılan sarayların gösterişli olmasına önem verilirdi. Bu yönüyle saray, hükümdar ve devleti içe ve dışa karşı haşmetli göstermek için düşünülmüş bir propaganda vasıtası idi.

Camiler: Gazneli camileri hakkındaki bilgileri, Fransız ve İtalyan arkeologların yaptıkları kazı ve araştırmalara borçluyuz. Büyük Selçuklularla başladığı sanılan Türk cami mimarisinin Karahanlılardaki gelişim çizgisinin Gaznelilerde de mevcud olduğu anlaşılmaktadır. Sultan Mahmud’un 1026’da Somnat seferinden sonra Gazne’de yaptırdığı Arûsü’l-Felek Camii bunun en önemli örneklerinden biridir.

Türbeler: Türbe mimarisi bakımından Gazneli sanatı, Karahanlı sanatının yanında sönük kalır. Çünkü çoğu günümüze ulaşmamıştır. Beyhakî’nin varlığına işaret ettiği Sebüktegin ve Mahmud’a ait türbelerden günümüze kadar gelen bazı kalıntılar çeşitli müzelerde muhafaza edilmektedir. Mesela Gazne’nin 2 km. doğusunda Ravza’da bulunan Sultan Mahmud’un türbesinin sandal ağacından, zengin süslemeli kapı kanatları bugün Delhi Müzesindedir. Gazne’deki türbe ve mezarlar çok sade ve gösterişsiz olduğu halde Sengbest’te Arslan Cazib Türbesi çok zengin ve Karahanlı türbelerini hatırlatan gelişmiş bir mimari tarzı göstermektedir. Arslan Cazib Gaznelilerin Tus valisi idi. Türbesinin bir ribat ve medreseyle birlikte külliye halinde yapılmış olması ihtimal dâhilindedir.

Diğer Yapılar: Mesud’un ilim adamlarına gösterdiği ilgi bilinmekle beraber onun eğitim hususundaki girişimleri Beyhakî’de yoktur. Ancak zamanında Huttelan’da yirmi küsür medresenin bulunduğu ve bunların sultan tarafından desteklendiği kaydedilmiştir.

Güzel Sanatlar

Mutaasıplıkları ile bilinen Gazneli sultanları resim ve heykel sanatına ilgi duymuşlardır. Son devirlerde yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan Mahmud’a ait Büst şehrindeki sarayın taht salonunun duvarlarındaki renkli resimler uzmanlarca önemli bir yenilik olarak nitelenmektedir. Nitekim Mahmud döneminde âlim ve aynı zamanda güzel resim yapmakla da meşhur olan Hârizmli Ebû Nasr Mansûr ülkesinden ayrılarak Gazne’ye gelip yerleşmiştir.