İLK MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERİ - Ünite 3: Karahanlılar (Türk Hakanlığı): Kuruluş Dönemi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Karahanlılar (Türk Hakanlığı): Kuruluş Dönemi
Devletin Adı ve Hanedanın Kökeni
Ortaçağ Türk devletlerinde devletin adını, genellikle devleti kuran hanedanın atasından yani kan bağından, kurulduğu coğrafyadan, hiyerarşik konumundan veya inanç yapısından aldığı görülmektedir. Rus bilgin Grigorev tarafından 1874 yılında yaptığı bir çalışmasında hakanların kullandığı “kara” unvanına nispetle sunî olarak verilmiş, bilim çevresinde genel bir kabul görmüş ve günümüze kadar kullanıla gelmiştir. “Kara” kelimesinin yön belirten “kuzey” anlamının yanında olumlu ve olumsuz pek çok anlamı vardır. Hakanlıkta ise bu unvan “büyük, güçlü ve eski (köklü)” anlamında kullanılmıştır. Yine aynı yöntemle bazı araştırmacıların da “İlig Hanlar” veya “Buğra Hanlar” sunî adını tercih ettiği bilinmektedir. “İlig: Hakandan aşağı mertebede bulunan han soyundan yöneticilerin kullandığı bu unvanın anlamı O. Turan’a göre, Türkler devlete “il” dedikten sonra, ona sahip ve hakim olana “illig” (yani illi) diyecekleri pek tabiidir. Zamanla bir -l düşmesi ile “ilig”e dönüşmüştür. N. Atsız’a göre ise hakanların kullandığı arslan, buğra, togan, tuğrul, yağan vs. hayvan isimleri gibi bir tür geyik adı olması daha mümkündür. Ortaçağ İslam kaynaklarında devletin bilinen ilk hakanı olan Bilge Kadır Han ve çocuklarının atası Afrâsyâb olarak kaydedilmektedir. Buna dayanarak onlardan “Afrâsyâblılar, Afrâsyâb Ailesi, Afrâsyâb Oğulları, Afrâsyâblı Hanlar, Afrâsyâblı Melikler, Afrâsyâblı Emîrler” şeklinde bahsedilmektedir. Yûsuf Has Hâcib (ö.1070 sonrası) ve Kâşgarlı Mahmud (ö. 1074 sonrası), Farsça bir isim olan Afrâsyâb’ın Türkçe adının “Alp Er Tonga” olduğunu söylemektedirler. Diğer taraftan ortaçağın meşhur tarihçilerinden Mesûdî (ö. 956), hakanlar hakanının Karluklardan, Fars (ve Bâbil)’ı feth eden Afrâsyâb ve Şane (yani Gök-Türk hakan ailesinin atası A-şi-na’nın İslam kaynağındaki adı)’nin de bunlardan olduğunu kaydetmektedir. Buna göre; Afrâsyâb ve A-şi-na aynı kökendendir. “Türk” adının hem A-şi-na soyundan Gök-Türk kaganların hem de Afrâsyâb’a bağlanan hakanların unvanları arasında kullanıldığına şahit olunmaktadır. Bu çerçevede Gök-Türklerin Orhun kitabelerinde, Tanrı gibi gökte olmuş “Türk” Bilge Kagan ve Tanrı gibi Tanrı yaratmış “Türk” Bilge Kagan/Hakan ile Babam “Türk” Bilge ... vb. ibarelerinde, Afrâsyâb soyunun temsilcilerinin de adlarına bastırdıkları sikkelerde ve kitabelerde “Türk” Hakan, Yağan “Türk” Tegin, Alp Kılıç Tonga Bilge “Türk” Tuğrul Hakan unvanları arasında “Türk” adı dikkati çekmektedir. Bu nedenle ortaçağ kaynakları başta Afrâsyâb olmak üzere bu hanedan üyelerinin isimlerini sıklıkla “Türk” adı ile birlikte zikrederek, Afrâsyab Türk, Kadır Han Türk, Togan Han Türk, İlig Han Türk ve Sübaşı Tegin Türk gibi, bazen de sadece Türk Hakan’ı, Türk Hakanları, Türk Hanları ifadelerine yer vermektedirler. Kâşgarlı Mahmud’a göre buğra, deve aygırı demektir. Buğra Han unvanı da buradan gelmiştir. “Batı Denizi”, Türk’ün yani Afrâsyâb’ın atasının yurt tuttuğu Issıg-Göl iken, çocuktan gebe kaldıktan sonra Lin adlı ülkenin askerlerinden kaçan dişi kurdun sığındığı mağaranın bulunduğu dağ, Issıg-Göl yakınındaki Iduk-Art (Izık-Art yani Kutsal Dağ) idi. IssıgGöl ise Barshan’da idi ki, bu da Afrâsyâb’ın oğlunun adı ve onun kurduğu bir şehirdir. Ayrıca, Gök-Türklerin sembolü niteliğindeki kurdun, Afrâsyâb’ın şeceresinde hem onun dedesinin adı “Böri (Kurd)”, hem de “Böri Tegin” gibi kendi soyundan gelenlerin kullandığı bir unvan olduğu hatırlanmalıdır. Kâşgarlı Mahmud, Afrâsyâb’ın “hakan”, oğullarının “han” unvanı taşıdığını belirtir ki, İslam kaynakları hiyerarşi basamağının en üstünde bulunan Afrâsyâb ve oğullarının bu unvanlarına, yani sistemine atıfta bulunarak onları; “Hakaniyye (Hakanlık)”, “Hâniyye (Hanlık)”, “Benî Hakan (Hakan Oğulları)”, “Peserân-ı Hakan (Hakan Oğulları)”, “Evlâdü’l-Hâniyye (Hanlık Oğulları), “Âl-i Hakan (Hakan Ailesi)”, “Beytü’l-Hâniyye (Hanlık Ailesi)”, “Hân-ı Hanân (Hanlar Hanı)”, “Mulûku’l-Hakaniyye (Hakanlı Melikler)” vb. isimlerle kaydettikleri görülür. Bunların yanında, devletin hem sistemine hem de kökenine atıfta bulunan ortaçağın büyük tarihçisi İbnü’l-Esîr (ö. 1233), devleti “Hâniyye” ve Hakaniyye”nin yanında “Hâniyyetü’l-Etrâk” yani Türk Hanlığı ya da Türk Hakanlığı adıyla kaydetmektedir.
Devletin bilinen ilk hakanı Bilge Kadır Han’ın soy ağacı Afrâsyâb’a uzanmaktadır. Türkçe adı Alp Er Tonga olan ve Gök-Türk hanedanı A-şi-na ile aynı kökten gelen Afrâsyâb nedeni ile devlete “Afrâsyâblılar” ya da “Afrâsyâb Oğulları” denmiştir. Bu yönü ile Afrâsyâblılar Gök-Türklerin bir devamıdır. Afrâsyâb’ın gerek kavmî ve coğrafî olarak Türk, gerekse han soyunun Türk boyuna dayanması, kendileri gibi ortaçağ kaynaklarının da bu ailenin üyelerini “Türk” adı ile birlikte zikretmelerine neden olmuştur. Bunun yanında Afrâsyâb’ın hakan unvanına yapılan atıflara bağlı olarak bu devlete “Hakanlık” dendiği gibi, köken ve sistemine bağlı olarak kaynaklarda “Türk Hakanlığı” da dendiğine rastlanmaktadır.
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Devletin bilinen ilk hakanı Bilge Kadır Han’ın soy ağacı Afrâsyâb’a uzanmaktadır. Türkçe adı Alp Er Tonga olan ve Gök-Türk hanedanı A-şi-na ile aynı kökten gelen Afrâsyâb nedeni ile devlete “Afrâsyâblılar” ya da “Afrâsyâb Oğulları” denmiştir. Bu yönü ile Afrâsyâblılar Gök-Türklerin bir devamıdır. Afrâsyâb’ın gerek kavmî ve coğrafî olarak Türk, gerekse Kâşgarlı Mahmud’un belirttiği üzere han soyunun Türk boyuna dayanması, kendileri gibi ortaçağ kaynaklarının da bu ailenin üyelerini “Türk” adı ile birlikte zikretmelerine neden olmuştur. Bunun yanında Afrâsyâb’ın hakan unvanına yapılan atıflara bağlı olarak bu devlete “Hakanlık” denmesi dikkate alındığında İbnü’lEsîr’in köken ve sistemine uygun olarak kaydettiği “Türk Hakanlığı” adını benimseyerek, günümüz araştırmacılarının sunî olarak ürettiği Karahanlılar, İlig Hanlar ve Buğra Hanlar vb. adların yerine kullanmak, tarih metodu açısından daha isabetlidir. Dolayısı ile ünitelerde sunî “Karahanlılar” adı yerine orijinal adlarından biri olan “Türk Hakanlığı” adı tercih edilmiştir.
Devleti Kuran Karluklar: Yabguluktan Hakanlığa (766-840)
Oğuznâme rivayetinde, yasak olmasına rağmen Gûr ve Garcistan yolunda yüksek bir dağda bulunan kardan dolayı Oğuz’un ordusundaki iki üç boyun geri kaldığı ve Oğuz’un da onlara “karlı” anlamına gelen “Karluk” dediği anlatılır. Firdevsî (ö. 1020 veya 1025)’nin Şehnâme’sinde ise Afrâsyâb’ın ordusundaki önemli Türk boylarından biri olan Karluklar, VII. yüzyılın başlarında tarih sahnesine çıktıklarında Altayların batısında Beşbalık’ın kuzey batısında, Kara İrtiş Irmağı kenarında To-ta-ling’de yani, Zaysan-Urungu-Alagöl üçgeni içinde yaşıyorlardı. Türgişler gibi Gök-Türklerin bir kolu, hatta akrabası olarak gösterilen Karluklar, bu sırada üç kola ayrılmış bulunuyorlardı.
Askerî yönleri ile ön plana çıkan Karluklar, “Üç Boy Yabguluğu”, Basmillerin II. Gök-Türkleri ortadan kaldırması ile “Sağ Yabguluk”, Uygur Kaganlığı’nın kurulması ile “Sol Yabguluk” mevkiinde bulundular. GökTürkler ve Uygurların şiddetli tazyiki karşısında ise aşamalı olarak Yedisu havalisinden Seyhun boylarına kadar itildiler ve hatta, Türgişlerin dağılma sürecinde Taşkend’deki Tudun İ-nai-t’outuch’iu-le idaresinde yeni bir siyasi birlik kurulunca, Karluklar da burada görev alarak “Yabgu” unvanı aldılar.
İslam ve Çin medeniyeti arasında bir set oluşturan Türgişlerin dağılması, Arapları ve Çin’i 751 yılında Tarâz (Talas)’da karşı karşıya getirdi. Bundan en çok yararlanan ise Karluklar oldu. Atlah mevkiinde ve Talas nehri kıyısında beş gün süren savaşı, Issıg Göl Karluklarının yardımını alan Ziyâd b. Sâlih komutasındaki Araplar kazandı (Temmuz 751). Bundan sonra, Karluklar bölgenin siyasî geleceğinin belirlenmesinde daha mühim bir rol üstlenmeye başladılar.
Mâverâünnehr: Arapça bir terkip olan kelime, “nehir ötesi” anlamına gelir ve burada “Ceyhun nehri ötesi” anlamında kullanılmıştır. Ceyhun nehri ötesinde kalan bölgenin nerede sonlandığı ise tartışmalı bir konudur. Sâmânî devletinin başkenti Buhârâ ile Semerkand’ın yer aldığı Soğd, Şâş, Fergâna Çağâniyân, Huttâl, Bedahşân ve Hârizm, Mâverâünnehr’in önemli vilayetlerindendir.
Karluklar, Talas savaşından sonra bölgedeki Çin hakimiyetinin kalkmasını fırsat bilerek Issıg Göl havalisindeki Türgiş topraklarına saldırıya geçtiler. 766 yılında Türgişlerin merkezleri Suyâb ve Taraz şehirlerinin yanı sıra, Çu nehri kenarında yer alan Batı Gök-Türklerin eski ordugâhı Kuz Ordu, yani Balasagun’a hakim olarak Karluk Yabguluğu’nu kurdular. Oğuzlar ile mücadeleye giriştiler ve onları Aşağı Seyhun boylarına ittiler. Bu mücadeleler sırasında Karlukların başında Burguçan unvanlı Arslan İl-Türgig bulunmaktadır. Onun hakimiyet alanı 780’lerde Kâşgar, Yarkend ve Taraz’ı da içine almaktadır.
Karluk Yabguluğu, VIII. asrın son çeyreğinden itibaren Seyhun boyu ve Fergâna taraflarına kadar hakimiyet alanlarını genişleterek İslam’ın doğusunda Abbâsîlerin en mühim rakipleri olmuşlardır. Üç Karluk boyunun (Moutse “Mou-luo”, Ch’ih-ssu “P’o-fu”, T’a-shih-li), uzun bir mücadeleden sonra 766 yılında Türgişlere son vererek Balasagun, Tarâz ve daha sonra elde ettikleri Kâşgar merkezlerinde “Yabguluk” çatısı altında tesis ettikleri ve Aşina soyundan gelen Bilge Kadır Han’ın tarih sahnesinde ilk kez görüldüğü 840 yılına kadar geçen evresi, hakanlığın “Yabguluk Dönemi”ni teşkil etmektedir. Karluklar hakkında Çin kaynaklarında verilen bilgiler, İslam kaynaklarında verilen bilgilerle konunun özü itibarı ile birebir örtüşmektedir. Buna göre; Karluk birliğini oluşturan boylar, batıya göç ederek Türgişlere son verdiler ve Yabguluk çatısı altında kurdukları siyasî birlik ile Türk Hakanlığının kuruluş devresini oluşturdular.
Kuruluşta Yer Alan Diğer Türk Boyları: Hakanlığı Hangi Türk Boyu Kurdu?
Çiğiller
Çiğiller Avfî ve el-Mervezî’ye göre, devleti kuran Karlukların dokuz boydan oluşan birliğinden üçünü temsil etmekte idi. Atlı çoban olan ilk grup, Barshan’ın ötesinde bir kasaba olan Kuyâs ya da Kuyâş’da bulunuyordu. Çiğillerin ikinci grubu, Tarâz yakınlarındaki bir kasabada yaşamakta idiler. Üçüncü grup ise Kâşgar’da bulunan bazı köylerde ikamet ediyorlardı ve bunlar bir yerden çıkarak dağılmışlardı. XII. yüzyıla ait yazarı bilinmeyen Mücmelü’t-Tevârîh ve’lKısas adlı eserde Çiğil padişahına “Tüksîn-i Çiğil” dendiği kaydedilmektedir. Kâşgarlı Mahmud’a göre Tüksîn, halktan olup, handan üç kat aşağı bulunan kişiye yani, memura denirdi. 766-775 yılları arasında yaşanan Karluklar ve Oğuzlar mücadelesinde, Oğuzları Seyhun ve ötesine iten Karluk boyları Çiğiller olmalı ki, Kâşgarlı Mahmud, Çiğilleri Oğuzların kadim düşmanları olarak zikreder. Hakanlığı kuran veya hanedanı temsil eden boyun hangi Türk boyu olduğu meselesi için ortaya atılan görüşlerden biri de Çiğil tezidir.
Tuhsîler
Şerefüzzamân el-Mervezî, Karlukların dokuz boyundan biri olarak kaydetmiştir. Zenginlikleri at, koyun, kürk, otağ ve çadırdır. Yaz kış otlaklarda ve çayırlarda dolaşırlar. Lâzne ve Ferâhiye, Tuhsîlerin iki boyu olup, bu adı taşıyan iki köy vardır. Tuhsîlerin bir diğer köyü Suyâb (Tokmak), yirmibin adamın (atlının) çıktığı geniş bir köydür. Kâşgarlı Mahmud’a göre Tuhsî, Kuyas’da bulunan bir Türk oymağıdır. Bu nedenle “Tuhsî Çiğil” de denmektedir. Bu bilgiler çerçevesinde, Tuhsîler atlı çoban bir boy olarak, bir zamanlar Türgişlerin başşehri olan Suyâb’ı ellerinde bulundurmak ve önemli bir askerî unsur olmakla, Çiğillerin batısında İli ırmağı kıyılarından, batıda Çu ırmağı ağzına kadar uzanan bölgede önemli roller üstlenmiş olmalıdırlar.
Türgişler
Karluklara ilk itaat eden boylar arasında Türgişleri oluşturan On-Ok boyları Beş Tuo-lu ve Beş Nu-shih-pi de bulunuyordu. Aşağı Seyhun’a itilen Oğuz ve Peçenekler, Nu-shih-pi kolu ile ilişkilendirilmektedir. Gerdîzî’ye göre, Neviket ve Penciket taraflarında sekizbin adamın (atlı) çıktığı bir dağın sol tarafında bulunan üç dağın yanında yer alan Hûtkiyâl dağına bir fersah uzaklıkta ve beş bin adamın (atlı) çıktığı bir yer vardı ki, başkanına “Yağlîlâ” denirdi. Bunlar Türgişler olup, bozkırlarda otururlardı. Bundan başka üç dağ silsilesinin bulunduğu Ulu dağ denilen yerden üçyüz (otuzbin) atlı çıkardı.
Ezgişler veya Egdişler
Kâşgarlı Mahmud, bunların Özkend’de yerleşmiş bir Türk oymağı olduğunu ve Ezgiş kelimesinin aslının da Egdiş olup zamanla bozulduğunu söyler. İdrisî’ye göre, Ezgişlerin batısında Oğuzlar ve onların muhtelif boylarının ülkeleri yer almaktadır. Doğusunda Yecüc ve Mecüc (Çin seddi) bulunmaktadır. En çok at eti yemektedirler. Ezgişler, geniş yüzlü, büyük başlı, gür saçlı ve parlak yüzlü insanlardır. On Oklara mensup bir boy olarak kabul edilen Ezgişler, Karluk birliğinin bir boyu olarak da kabul edilmektedir. B. D. Koçnev, hakanlık paralarında görülen “Türk” unvanının, hakan ailesinin genel anlamda Türk halkına bağlılığına işaret ettiğini belirtir. O 1178’de Buhara’da ve 1176’da Semerkand’da basılan Muhammed b. Mesûd’un sikkelerinde “Egdiş Tafgaç Han” ile 1202 tarihli Benâket sikkesindeki Çağrı Han’ın “Uluğ Egdiş” unvanlarına dayanarak, hakan ailesinin Türk çatısı altında Egdiş boyundan gelebileceği tezini ortaya atmaktadır. Hakanlığı kuran veya hanedanı temsil eden boyun hangi Türk boyu olduğu meselesi için ortaya atılan görüşlerden bir diğer önemli görüş de Ezgiş tezidir.
Bulaklar
Şerefüzzamân el-Mervezî’ye göre, Karluk birliğinin dokuz boyundan biri olan Bulaklar, Hudûdü’l-Âlem’de Yağma’dandır ve Toguzguzlara karışmış bir kavim olarak kaydedilmiştir. Kâşgarlı Mahmud ise, sadece Bulakların Türklerden bir oymak olduğunu, Kıpçaklar tarafından esir edildiğini, ancak sonra kurtulduklarını ve “Elkâ Bulak” adını aldıklarını söylemektedir. O. Pristak, Bulak adı ile Çin kayıtlarında Üç Karlukların ilk grubu Mou-tse (Mouluo)’yu aynı boy olarak değerlendirmektedir.
Yağmalar
Kâşgarlı Mahmud’a göre, Türk boylarından biri olan Yağmalara, “Kara Yağma” da denmektedir. Yağmaların menşei hakkında Gerdîzî bunların başkanına “Yağma Tuğ” unvanı verilmesinin hikayesini anlatır. Hududü’lÂlem’e göre, Yağmaların bulunduğu bölgenin doğusunda Toguzguzlar, güneyinde Kuça nehrine karışan Huland nehri, batısında Karluk sınırları bulunmaktadır. Melikleri Toguzguz evladındandır. Yağmaların bir çok boyu vardır. Binyediyüz tanınmış boyu olduğu söylenir. Kâşgar’ın başkanları Karluklardan ve Yağmalardan idi. Artuç, Yağmaların kalabalık bir köyü iken, halkı yılanlar fazla çoğaldığı için burayı terk etti. Hîrgilî ya da Hîrmekî, büyük bir köy olup, halkı Artuçlular idi. Burada üç çeşit Türk vardır: Yağma, Karluk ve Toguzguz. Yağmalar, Kâşgar ile onun kuzeyindeki Narin ırmağı arasında yaşamaktaydılar. Mücmelü’t-Tevârîh ve’l-Kısas’da ise Yağma padişahına “Buğr(a) Han” dendiği kaydedilmiştir. Yağma tezini savunan araştırmacıların en önemli dayanağı Yağma hükümdarlarının “Buğra Han” unvanını taşıdıkları, Kara Hanlılardan bir çoğunun da aynı unvanı kullandıkları düşüncesidir. Yağma tezinin en önemli dayanağı olan “Buğra Han” unvanı ile ilgili görüşün zayıf noktası şudur: Yağmaların 840 yılından sonra Kâşgar bölgesine geldiği fikri kabul edilirse, bundan bir asır önce, 738’lerde Fergâna’da Uşrûsene hakimi ve çocuklarının “Kara Buğra” unvanı taşıdıkları görülmektedir. Şu halde, “Kara” ve “Buğra” unvanının geç dönemde doğudan gelen Yağmalar ile ilgili değil, Türgiş ve Karluk nüfuz sahasındaki Gök-Türk ve Akhunların bakiyeleri olan Batı Türkleri ile ilgilidir.
İslam’ın Kabulüne Kadar Hakanlık (840-920)
Bilge Kadır Han zamanında Türk beldelerinden ilk Müslüman olan Şâş (Taşkend) şehrine, Sâmânî ailesinin büyüğü olan Nuh b. Esed gaza yapmakta idi. IX. yüzyılın ilk çeyreğinde Türk Hakanlığı’nın batı sınırını oluşturan Mâverâünnehr, Sâmânî ailesinin hakimiyetine girmeye başlamıştı. Abbâsîlerin Horasan valisi Gassân b. Abdâd, 820 yılında Sâmânî ailesinden Nuh b. Esed’i Semerkand, kardeşlerinden Ahmed’i Fergâna ve Yahya’yı Şâş ve Usrûşene valiliğine tayin etti. Bilge Kadır Han ve Nuh b. Esed arasında mektuplaşma ve karşılıklı elçiler göndermeye dayanan diplomatik ilişkiler, 841’de Nuh b. Esed’in vefatına kadar devam etti. Satuk’un biyografisi dikkate alındığında babası Bazir Arslan Han’ın 915 yılına kadar Balasugun’da iktidarda kaldığını söylemek mümkündür. Türk Hakanlığı Hakanları şunlardır (s:58,Tablo 3.1):
- Bilge Kadır Han (...840-....?)
- Bazir Arslan Han (...?-915)
- Arslan Han (...? / ...?)
- Satuk Buğra Kara Han Abdü’l-Kerîm b. Bazir (921-955)
- Baytaş Arslan Han Musa b. Satuk (344-349? / 955-960?)
- Arslan Han Ebu’l-Hasan Ali b. Musa (...?-998)
- Togan Han Ahmed b. Ali (998-1018)
- Arslan Han Mansur b. Ali (1015-1025)
- Togan Han Muhammed b. Hasan (1025-1027)
- Kadır Han Yusuf b. Hasan (1027-1031)
Ülkenin batısında faaliyet gösteren Bazir Arslan Han’ın kardeşi Oğulcak Kadır Han, diplomatik ilişkilerin devamı yönündeki Sâmânî İsmail b. Ahmed’in arzusuna pek itibar etmedi. Sâmânî İsmâil, 893 yılı baharında Oğulcak Kadır Han’ın merkezi Taraz’a bir sefer düzenledi. Taraz, İsmail b. Ahmed’in eline geçti ve “Tangaş (Tamgaç)” unvanı ile kaydedilen yöneticinin hatunu başta olmak üzere pek çok esir aldı. Tavgaç, Tabgaç, Tafgaç, Tapgaç, Tangaç vs. yazılış ve okunuşlarına rastlanılan Tamgaç kelimesinin siyasî ve coğrafî anlamları bulunmakla birlikte, burada hiyerarşik unvan olarak geçen kelimeyi Kâşgarlı Mahmud,“hakanlar, büyük ve eski anlamına gelen Tamgaç unvanını alırlardı ki, ‘ülkesi eski ve büyük’ demektir.” şeklinde açıklamaktadır. Oğulcak Kadır Han, ülkenin batısındaki muhatabı Sâmânî İsmail karşısında aldığı yenilgiden sonra Kâşgar tarafına çekildi ve Sâmânîlerle mücadeleyi buradan yönetmeye başladı. Nitekim, bir süre sonra 903 yılında bir intikam seferi düzenlendi. Kaynaklara göre, Türkler sayılamayacak kadar kalabalık büyük bir ordu ile Mâverâünnehr’e geldiler. Öyle ki, ordularında her biri bir başkana ait olan yediyüzbin oba (kubbetü Türkiyye, yani Türk kubbesi) bulunuyordu. Ülkede kısa bir süre için de olsa istikrar sağlanmıştı ki, bu kadar kalabalık bir ordu teşkil edilebildi. İsmail b. Ahmed, bu saldırıyı ancak bütün Mâverâünnehr halkını silah altına alarak püskürtebildi. İki yıl sonra 905 yılında ise Türk ülkesinden bazı şehirleri almaya muvaffak oldu. Oğulcak Kadır Han, rakibi Sâmânîlerin iç meselelerinden yararlanmayı da ihmal etmedi. Sâmânî ailesine mensup bir emîr Ebu Nasr b. Mansûr’un iltica talebini olumlu karşıladı ve ona Kâşgar yakınlarındaki Artuç beldesini verdi. Bu arada herşeye rağmen iki ülke arasında ticarî faaliyetler aksamıyordu. Oğulcak Kadır Han’a sığınan sadece Sâmânî emîri Ebû Nasr değildi. 915’lerde ölen kardeşi Bazir Arslan Han’ın karısı ve yedi yaşlarındaki oğlu Satuk Tegin de ona sığınmıştı. Muhtemelen, Bazir Arslan Han’ın yerine geçen II. Arslan Han, gasp ettiği tahtın gerçek varisi Satuk ve annesini Balasagun’dan ayrılmaya mecbur etmişti. Şimdi, hanedan üyeleri arasındaki parçalanmışlığın yanı sıra, hanedanın hakanlık unvanını tanıyan, ama buna gerektiği gibi itibar etmeyen Türk boylarının birbirleri ile süre gelen mücadele ortamının yarattığı istikrarsızlık dönemi, 920’lerde her iki sığınmacı tegin ve emîrin, İslam dairesinde ülkenin ve hanedanın yeniden tek bir çatı altında toparlanmasını öngören yeni rolleri ile sona erecek ve hakanlığın gelişme dönemi başlayacaktır.