İLKÇAĞ FELSEFESİ - Ünite 1: Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe

Felsefe Sözcüğünün Anlamı

Felsefe sözcüğünün sahip olduğu anlamı kavramak için, bu sözcüğün Antik Yunan insanları için taşıdığı ilk anlamı incelemek faydalı olacaktır. Tam karşılığı philosophos olan bu sözcük aslında sevgi demek olan philo ve bilgelik demek olan sophos sözcüklerinin bir birleşimidir. Yani, bugün bu terimin tam karşılığının, bilgi sevgisi ya da bilgelik sevgisi olduğunu söyleyebiliriz. Bir etkinlik olarak felsefe ilk olarak MÖ 600 yılları civarında İyonya kenti olan Milet’ te Thales öncülüğünde başlamıştır. Felsefe sözcüğü daha sonraki dönemlerde Pythagorasçılar tarafından kullanılmaya başladığından, Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes’ in dahil olduğu Milet Okulu yaptıkları çalışmalara felsefe değil de doğa araştırmacıları anlamına gelen physikoi adını vermekteydiler. MÖ 800’lerden MÖ 500’lere gelindiğinde mitolojik düşünce şekli Eski Yunan dünyasındaki düşünme şeklini ve ufkunu etkilemeye başlamıştı. Bunun bir sonucu olarak, felsefe büyük oranda mitolojinin etkisi altında kaldı. Dahası, mitolojik düşünce yapısının kendine has akli yönü, ilk Yunan filozoflarının mitolojik kavramları akılcı bir yöntemle ele almaya teşvik etti.

Mitolojik Düşüncenin Ana Hatları

Mitolojik Düşüncenin Ana Hatları Mitolojik düşünme her şeyden önce köken sorunlarına, yani evrenin, insanın, canlıların kökenleri sorununa bir takım açıklamalar getirme çabasıdır. Mitoloji evrendeki oluşumlar ve varlıkları anlama ve bu oluşumlar arasında bağlar kurmaya çalışmıştır. Ancak, mitolojinin kurmaya çalıştığı bu bağların bugünün bilimsel nedenselliği ile kıyaslandığında daha güçsüz olduğu görülür. Mitoslar evrendeki her şeyi kişileştirerek dünyayı ve evreni açıklamaya bu nedensellik bağlarını kurmaya çalışmıştır.

Mitolojik düşüncede nedenler fazla sorgulanmasa da, düşüncenin temelini içinde bulunduğumuz evrene ve evrenin beraberinde doğa ve çevreye hatta bireylere saygı duymak oluşturmuştur. Mitoloji sadece evreni değil insanının varlığını da açıklama işlevi görmüştür. Ancak, her ne kadar düşünen ve hem evreni hem kendini sorgulayan insan aklının ürünü olmalarına rağmen, nedensellik bağlamındaki yetersizlik gibi bir takım nedenlerden dolayı, mitoloji evren ve insana dair soruları cevaplamada zamanla yetersiz kalmıştır. Diğer bir deyişle, mitosların evreni ve insanı açıklarken kullandığı cevaplar zaman içerisinde insan aklını ikna etmede başarısız ve yetersiz hale gelmiştir. Bunun sonucunda, Eski Yunan insanı bu türden soruları cevaplamak için yeni yöntem ve araçlar arayışına girmiştir. Mitolojinin yetersiz kaldığı bu durumda “Varlık nedir?” ya da “Hayatın anlamı nedir?” gibi daha doğrudan sorular soran ve bunları açıklamaya çalışan felsefe devreye girmiştir. Özellikleriyle MÖ 8.-5. yüzyılları dolaylarında, mitolojinin bir zamanlar ki gücü kalmamış, mitoloji için adeta çöküş süreci başlamıştır.

Bu esnada, diğer yandan Yunan devletlerinde yeni gelişmeler ortaya çıkmıştır. Bu süreci daha iyi anlamak için, o dönemde meydana gelen toplumsal değişimlere bakmak gereklidir.

Sabit bir zemin izleyen mitolojik düşünce özellikle toprak sahibi aristokratlar tarafından kanıksanmıştı. Onların şairi ise Homeros’tu. Ne var ki artık Homeros’un dünya görüşü ve fikirleri insanlara yeterli gelmiyordu. Öte yandan toprak eski önemi yitirmeye başlamış ve zenginliğin önemli bir ölçütü olmaktan çıkıyordu. Toprağın yerine geçen yeni güç paraydı. Zanaatkarlık yaparak para ve mal biriktiren işçiler gemicilik yapmaya başlamışlardı ve zenginleşmekteydiler. Arsitokrat sınıfı artık güç kaybediyor, ciddi toplumsal ve siyasal değişimler meydana geliyordu. Felsefenin doğuşu da bu sosyal ve siyasal değişimlerin bir neticesi olarak bu döneme denk gelmektedir

Düşünce yöntemindeki bu değişimde gemiciliğin önemli bir payı vardır. Öncelikle değişik toprak ve kültürlere seyahat anlamına geldiğinden dolayı, gemicilik yeni medeniyetlerdeki farklı inanış ve dünya görüşüyle tanışma ve onlardan haberdar olma fırsatı vermiştir. Ayrıca, gemicilikle uğraşan tüccarlar rüzgarlar ve gökyüzü konusunda daha bilimsel ve pratik bilgilere ihtiyaç duymaktaydılar

Kültürden kültüre büyük farkların gözlemlenebildiği mitolojide, kültürler arası benzer yönler de mevcuttur. İçerikte gözlemlenen farklılıklara rağmen, yapısal anlamda bir evrensellikten söz edilebilir. İşte kültürden kültüre değişen bu farklılıklar felsefenin doğmasına sebep olmuştur. Bu bağlamda, Eski Yunan dünyasında iki önemli figür öne çıkar; bunlar Homeros ve Hesiodos’dur. Yaklaşık MÖ 800’lerde yaşadığı bilinen Homeros’un MÖ 1200’lü, 1100’lü yılları anlattığı destan ve öyküleri, Eski Yunan dünyasının temel yapıtaşlarını oluşturur. Homeros’un yapıtlarından yola çıkarak, o dönemde tek tanrılı dinlerde görülen vahye dayanan din algısının yerine, esinlenme üzerine kurulu bir din anlayışı olduğu gözümüze çarpar. Bu bağlamda, Eski Yunan dünyasında, kurumsallaşmış bir dinden söz edemeyiz. O dönemde farklı yapılarda din anlayışı karşımıza çıkar. Bunlardan biri, halkın yaşadığı dindir. Buna göre her evin her klanın kendine özgü bir tanrısı bulunur, bu türden din anlayışlarında vahiy yerine çokça mantike (esinlenme) bulunmaktadır.

Eski Yunan’da o dönemeler görülen bir diğer din çeşidi ise özel kapalı bir şekilde yapılan ibadetler içeren tarikat şeklinde dinlerdir. Farklı şekillerde ortaya çıkan bu dinler, özellikle orta sınıf ve alt tabaka tarafından ilgi görmüştür. İşte Eski Yunan’da felsefenin oluştuğu dönemde toplumda bu türden din üzerine kurulu temel yapılar görülmektedir.

Eski Yunan düşüncesinin yapıtaşlarını şu kabuller üzerine kuruludur: başlangıçta var olan madde hem ebedi hem de ezelidir. Canlı olan bu başlangıç maddesi zamanla belli bir düzene sahip olan evrene yani cosmosa dönüşmüştür

Eski Yunan dünyasında can sözcüğü psykhe ile ifade edilir. Bu ruh ilahi bir ruh olmaktan öte, bir meteordur. Homeros’ ta ise temel madde sürekli bir hareket halinde olan okeanos. Ancak; burada da hareketin kaynağı sorgulanmamıştır. Temel madde Hesiodos’a göre ise farklıdır. Ona göre temel madde khaos’tur ve hareketin kaynağı ise eros’a atfedilmiştir. Homeros’ a baktığımız da sudan cosmosa geçişin nasıl olduğunu görememekteyiz ama buna rağmen Homeros bizi evrenin yapılışı hakkında bilgilendirmektedir.

Eski Yunan mitoslarında söz konusu evrenin başlangıcı ve doğaya bakış olduğu zaman karşımıza şu manzara çıkmaktadır: Canlı ve kutsal olan temel madde başlangıçta sınırsız ve belirsiz bir haldedir. Diğer bir deyişle, başlangıçta evrene kargaşa ve karışıklık yani khaos hakimdir. Zamanla bu madde belli bir düzene sahip olan evrene dönüşmüştür. Bu evren yani cosmos, khaostan farkı olarak düzenli ve sınırlıdır. Doğal olaylar arasındaki ilişki ise nedensellikten öte mitolojik olarak açıklanmaktadır. Dahası, doğadaki her varlığın nedeni doğa-üstü bir güçtür. Artık belli bir düzeni olan cosmosta, düzeni bozan her şey de cezalandırılmaktadır.

Homeros’un yapıtlarına göz attığımızda Eski Yunan toplumuna dair önemli veriler görmekteyiz. Onun dünyasında toplumsa hayat hiyerarşiktir ve toplumu soyları tanrıya dayanan soylular yönetmektedir. Dahası, Homeros sayesinde gördüğümüz bu dünyaya karamsarlık hakimdir ve adalet de çok işlememektedir. Ayrıca öbür dünyada olduğuna inandıkları bir cennet kavramı da yine toplumda yer edinmemiştir.

Bu destanlar bize iki farklı bilgiden söz ederler. Bunlar ilahi ve tanrısal bilgi ile insan bilgisidir. İlahi ve tanrısal bilgi sınırsızdır, geçmişi ve geleceği kapsayan her şeyin bilgisidir. Öte yandan, insan bilgisi ise sınırlı bir bilgidir.

Homeros gibi Hesiodos da bize Eski Yunan’a dair ışık tutan isimlerdendir. Hesiodos’un kurguladığı dünyada da yine belli bir karamsarlık hakimdir. Hesiodos’un dünyasında kavga ve adaletsizlik vardır; ancak, erdem anlayışı artık değişmiştir. Savaşçılık ve cesaret yerine artık çalışkanlık, düzenlilik ve yasalara itaat yeni erdemlerdir haline gelmişlerdir. Sonuç olarak, Hesiodos ve Homeros’un düşünceleri Eski Yunan felsefesine şu görüşleri kazandırmıştır.

  1. Homeros’un doğuştan erdem fikri
  2. Hesiodos’un kötümser tarih anlayışı
  3. İnsan bilgisi ile tanrısal bilgisi ayrımı
  4. Doğada bir düzenlilik olduğu fikri
  5. Kulaktan duyma bilgilerle doğrudan görmenin bilgisi arasında ayrım yapılması
  6. Evrenin temel maddesinin ezelî ve ebedî olduğu fikri
  7. Bu maddenin belli bir zaman içinde, oluşum ve dönüşümlerle, kosmos hâline geldiği fikri
  8. Ana maddenin canlı olarak tasavvur edilmesi, böylece onun dönüşüm nedeninin ne olduğuna ilişkin sorunun belli bir biçimde cevaplanmasının sağlanması
  9. Başlangıçta var olduğu kabul edilen belirsiz, sınırsız, şekilsiz maddenin belirli, sınırlı, şekilli kosmos hâline dönüşmüş olduğu fikri

Eski Yunan Mitosunun Genel Bir Değerlendirmesi ve Felsefe ile İlşkisi

Mitolojik düşünce ile felsefedeki düşünce arasındaki farklardan biri, ilkinde var olan kabuller neredeyse hiç sorgulanmazken, ikincisinde hemen her şey sorgulanmaktadır. Buna rağmen, felsefede de bir takım kabuller vardır. Bu kabuller içinde yaşanılan toplumundan gelirler. Eksi Yunan felsefesi başlamadan önce mevcut olan bu kabullerin başında evrenin ana maddesinin ezeli ve ebedi olduğu düşüncesi gelir. Diğer bir değişle, yoktan var etme ve var olan bir maddenin yok olması düşünceleri o dönemde kendine yer bulamamıştır.

İlk başlarda kaos olarak tanımlanan bu madde zamanla belli yasaların ve düzenin hüküm sürdüğü kosmosa dönüşmüştür. Madde kutsaldır ve aynı zamanda canlıdır. Evrendeki tüm varlıkların malzemesinin kaynağı da yine bu maddedir.

Daha sonraki kaynakların ışığında, Eski Yunan dünyasında insanın yaratılışın iki farklı öykü ile betimlendiğini görüyoruz. Bunlardan biri, insanların doğada kendi kendine topraktan var olduğunu anlatır. Diğer bir öykü ise insanın yaratılışını şöyle anlatıyor:

Dionysos adlı sevinç, çılgınlık ve şarap tanrısını titanlar bir gün yutuyorlar. Buna sinirlenen Zeus ise titanları yakıp kül ediyor. Titanlardan kalan bu kül ile suyun birleşmesiyle ise insan ortaya çıkıyor.

Başlangıçta, Homeros ve Hesiodos’ta ceza ve ödül bu dünyada veriliyordu. Öç olma bu dünyada gerçekleşiyordu. Bu durum aslında önemli bir konuya işaret etmektedir. Yani ölümden sonra da bir hayatın olduğu düşüncesi burada kendini gösteriyor.

Homeros ve Hesiodos’ta ölümden sonra ikinci bir hayatın daha olduğu inancı çok güçlü bir şekilde kendini göstermemektedir. Ancak bu inanç Eski Yunan felsefesinde, insan ruhunun yaptıklarından sorumlu olduğu fikrinin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor ve bu fikir, aslında Mısır’dan gelmiştir. Bu fikirler, insanın dünyadaki hayatına dikkat etmesi gerektiğini belirtmektedir. Bunun sonucunda Eski Yunan dünyasında arınma, ahlakta temiz olma anlayışı ortaya çıkacak ve böylece, bu dünya ve öbür dünya gibi çifte bir ruh anlayışına gelişecektir. Bunlardan birisi, ruh göçüyle ilgilidir. Ruh göçü, Hint’ten gelen bir anlayıştır. Ruh göçünde, insanın bu dünyada yaşadığı hayatın tam anlamıyla simetrik bir hâlinin diğer hayatında başına geleceğine dair bir inanç vardır.

Sonuç olarak; Eski Yunan dünyasındaki mitolojilerden anladığımız kadarıyla insanlar başlangıçta diğer canlı varlıklar gibiydi ve zamanla evrimleşip bir kültür varlığına dönüşmüştür. Yani kötü bir vaziyetteyken iyi bir konuma gelmiştir. Bir başka görüş ise bunun aksini dile getirmektedir. İnsanın başlangıçtaki üstün durumdan uzaklaşıp zamanla aşağılaştığı düşünülmekteydi. İşte felsefe bu anlayışla birlikte doğmuştur.