İLKÇAĞ FELSEFESİ - Ünite 8: Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dini Dönem) Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 8: Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dini Dönem)
Giriş
İlkçağ felsefesinin son ve büyük akımı YeniPlatonculuktur. Yeni-Platonculuğun kurucusu Plotinus’ tur. Yeni-Platonculuk felsefe tarihi kaynaklarında YeniEflatunculuk veya Neo-Platonizm gibi isimlerle de anılmaktadır.
Yeni-Platoncular etkilendikleri kaynakları bire bir tekrar etmek yerine, bunları özgün bir sistematik yapı dâhilinde yoğurmuştur. Daha da önemlisi, söz konusu kaynakların pek çok fikrini ya yeniden yorumlamışlar ya da bütünüyle reddetmişlerdir. Örneğin Yeni-Platoncu ekolde Stoacılıktan kimi izler gözlenmekle birlikte iki ekol arasındaki farklılıklar yadsınamaz boyuttadır. Stoacılar materyalisttir. Yeni-Platonculuk ise anti-materyalist (madde karşıtı) bir yaklaşıma sahiptir. Yeni-Platoncuların en fazla bağlılık gösterdiği Platon’un düşünceleri dahi bu dinî ve mistik sistemin gerekleri doğrultusunda yeniden yorumlanabilmiştir. Örneğin Platon’un toplumsal yapı karşısında ikinci plana ittiği birey Yeni-Platonculukta merkezî bir rol üstlenmiş gözükmektedir.
Yeni-Platonculuğun Genel Çerçevesi
Yeni-Platonculuk felsefî olduğu kadar dinî bir yapıya sahiptir. Onun dinî karakterini dönemin sosyokültürel şartlarında aramak da gerekmektedir. Bu noktada karşımıza çıkan en önemli etken Hıristiyanlık olacaktır.
Yeni-Platonculuğun kendisini Hıristiyanlığa karşı bir rakip olarak konumlandırdığı dahi söylenebilir. YeniPlatonculuk hızlı bir şekilde yayılan Hıristiyanlığa karşı verilmiş dinî ve felsefî bir cevaptır.
İlkçağ felsefesinin genel itibariyle dinî inanca yabancı olduğu hiçbir şekilde iddia edilemez. Hemen hemen bütün ilkçağ filozoflarının şu veya bu şekilde dinî bir inanca sahip oldukları söylenebilir. O kadar ki, en tutarlı materyalist filozoflardan biri olan Demokritos’un düşüncesinde bile dinî bir takım referansların mevcudiyetine şahit olunmaktadır. Hatta ilkçağ düşünürlerinin hem filozof hem de teolog oldukları iddia edilmektedir. Buna karşın, Hıristiyanlık ilkçağ felsefesi için tamamen yabancı bir unsurdur. Her şeyden önce, Hıristiyanlık monoteist bir dinî geleneği temsil etmektedir. Monoteizm, dönemin yerleşik çok tanrıcı inanç biçimleri açısından bir risk teşkil etmektedir. Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu tarafından resmi din olarak kabul edilmesini müteakip paganist inançlara karşı verdiği kanlı mücadele göz önünde bulundurulduğunda bu riskin ne denli hayati olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Monoteizm kavramı Yunanca mono (tek) ve theos (tanrı) kavramlarından türemiş olup “tek tanrıcılık” anlamına gelmektedir. İlk monoteist (tek tanrıcı) din Yahudiliktir. Hıristiyanlık ve İslam monoteist dinî geleneğin devamıdır.
Esasen monoteist gelenek Yahudilerle birlikte ortaya çıkmıştır. Yahudilerin başlıca dinî metinleri Septuagint adıyla milattan önce üçüncü yüzyılda Yunancaya tercüme edilmiş, böylece ilkçağ filozofları Yahudi dinî inancıyla erken denebilecek bir dönemde tanışmışlardır. Fakat monoteizmin tehdit olarak görülmesi Hıristiyanlığın yükselişinden sonraki döneme rastlamaktadır. Muhtemelen bunun en önemli nedeni Yahudiliğin kendi içine kapalı bir yapıya sahip olmasıdır. Yahudiliğin evrensellik iddiası yoktur. Başka bir deyişle Yahudilik, ırk temelli bir din olduğu için yayılmacı değildir. Bu bakımdan, Yahudi düşüncesi, büyük oranda paganist bir nitelik arz eden yerleşik ilkçağ dinî inançları açısından bir risk teşkil etmemiştir. Hıristiyanlık ise yayılmacı bir karaktere sahiptir. Bu yayılmacı yeni dinî inanca karşı gerek kitlelerin gerekse düşünürlerin endişelerini giderecek bir cevaba ihtiyaç duyulmuştur ki YeniPlatonculuk tam da böyle bir cevap olarak ortaya çıkmış gözükmektedir. Bu durum, Yeni-Platonculuğun felsefî olduğu kadar dinî bir karaktere sahip olmasının temel gerekçelerinden birini teşkil etmektedir.
Plotinus’ un Hayatı ve Eserleri
Plotinus’un doğum yeri Mısır’ın Lykopolis şehridir. 270 yılında İtalya’nın Campania şehrinde ölmüştür. Ölüm nedeni difteridir.
Plotinus son derece sade ve dünyevî kaygılardan uzak bir yaşam sürdürmeye çalışmıştır. Porphyry’ nin aktardığına göre, bir beden içerisinde bulunmaktan utanç duyarmış. Bu hissiyat, Plotinus’ un ileriki sayfalarda ele alınacak olan maddeye yönelik negatif yaklaşımı ile beraber düşünüldüğünde daha bir anlamlı olacaktır şüphesiz. O, resmini veya heykelini yapmak isteyen sanatçıları sürekli reddetmiş ve şu cevabı vermiştir: “Tabiatın bizi hapsettiği bu kopyayı taşıyor olmak yeterli değil midir? Ardımda bu kopyanın bir kopyasını bırakmam gerektiğine gerçekten inanıyor musunuz?”
Plotinus, maddî yaşama dair ilgisizliğine karşın, insani ilişkilerde son derece nezaketli biri olarak tanınmıştır. Diğerkâmlığı, dürüstlüğü, asil karakteri ve ahlaki temizliği nedeniyle çok yaygın bir saygı görmüştür.
Plotinus’ un başyapıtı olan Enneadlar onun ölümünü müteakiben öğrencisi Porphyry tarafından bir araya getirilmiştir. Plotinus’ un hayatta iken bir eser yayımlamamış olması onun dünya yaşamına karşı olan mesafeli tutumuna bağlanabilir. Nasıl ki bir resminin ve heykelinin yapılmasını istememişse eserler bırakmayı da tercih etmemiştir. Enneadları teşkil eden yazılarını ise Porphyry’ nin teşvik ve ısrarları neticesinde kaleme aldığı bilinmektedir.
Plotinus’ un Düşüncesinde Varlık Hiyerarşisi
Yeni-Platonculuk, temelde varlıklar arasında gözetilen hiyerarşik bir sıralamaya dayanmaktadır denilebilir. Bu hiyerarşi, bir ucunda Tanrı’nın, diğer ucunda maddenin bulunduğu bir mükemmelliyet skalası üretmiştir. Tanrı, ya da Plotinus’ un kullandığı tabirle “Bir”, mükemmeliyetin pozitif tarafını teşkil etmektedir. Tanrı evrenin tek ve gerçek nedenidir. Madde ise “yokluk” tur. Madde hiçbir niteliğe sahip değildir. Dolayısıyla ondan bahsederken aslında yokluktan bahsedilmiş olmaktadır. Tanrı ve madde arasında ise yukarıdan aşağıya doğru Nous, Evren Ruhu ve bireysel ruhlar yer almaktadır. İnsan ruhu için nihai hedef, maddeden uzaklaşmak, Tanrı ile bütünleşmektir. Yeni-Platonculuk bu varlık katmanlarının temel niteliklerine dair yoğun bir tartışma yürütmüştür.
Tanrı: Plotinus Tanrı’yı her şeyin ilk nedeni olarak görürken aslında Platon’un yürüttüğü bir muhakemeyi kullanmaktadır. O da tıpkı Platon gibi maddi dünyanın sürekli bir değişim halinde bulunduğu, dolayısıyla da bir gerçekliğe sahip olmadığı kanaatindedir. Sürekli değişen bir şeyin gerçek anlamda var olduğu söylenemez. Bu nedenle, değişmeyen gerçekliğin maddi dünyadan farklı ve ayrı bir gerçeklik olarak mevcut olması gerekir. Bu da Tanrı’dır. Peki, her şeyin ilk ve tek nedeni olan Tanrı hakkında olumlu ifadeler kullanılamıyor oluşunun nedeni ne olabilir? Plotinus negatif teolojisini hangi gerekçeye dayandırmaktadır? Bu soru, genellikle din felsefesinin önemli mevzularından biri olan “din dili” başlığı altında tartışılmaktadır. Negatif teolojiye dair tartışmalar oldukça eskidir.
Tanrı’nın ne olduğundan çok ne olmadığı üzerinde duran söylem apofatik teoloji olarak nitelendirilmektedir. Tanrı’nın niteliklerinin olduğu ve bunlar hakkında konuşulabileceği düşüncesine ise katafatik teoloji denilmektedir. Apofatik teoloji negatif, katafatik teoloji ise pozitif birer söylem olarak nitelendirilebilir.
Yeni-Platoncu öğreti Tanrı’dan taşan şeylerin O’na yakın veya uzak oluşlarına göre bir değere sahip olduklarını iddia etmektedir. O’na yakın olan varlık değerli, ondan uzak olan ise değersizdir. Işık kaynağı olan güneşten ne kadar uzaklaşılırsa karanlığa (maddeye) o denli yaklaşılmış olur. Varlık hiyerarşisinde ne denli aşağıya inilirse, o denli yetkin olmayana, çoğulculuğa, değişime ve ayırıma ulaşılır. Daha sonraki her evre, bir önce gelenin gerekli etkisidir- onun kopyası, gölgesi ve ilineğidir. Ancak sonraki her evre, daha yüksek seviyeye ulaşma çabası içindedir, kaynağa geriye doğru dönüş çabası yaşanmaktadır.
Plotinus evreni tasvir etmekle yetinmemiştir. Evrenin kaynağı, insanın bu evrendeki yeri, insanların karşı karşıya bulundukları ahlaki ve manevi güçlüklerin üstesinden nasıl gelecekleri gibi hususlara dair de açıklamalar sunmuştur. Başka bir deyişle, Yeni-Platonculuk Bir’i hem felsefî bir ilke, hem de dinî tecrübenin nihai objesi olarak tasavvur etmiştir. Bir sadece eşyanın nedeni olarak var değildir; o aynı zamanda dönüş yeridir. İnsanın nihai hedefi Tanrı ile bir olmaktır. Ruhun dünya üzerinde geçirdiği her macera aslında Tanrı’ya dönüşün bir adımıdır.
Nous: Yunanca bir kelimedir ve “akıl”, “zihin”, “düşünce” ya da “sezgi” anlamlarına gelmektedir.
Plotinus sudur sürecinin üç aşamalı olarak gerçekleştiği kanaatindedir. İlk aşamada, Tanrı’dan Nous türemektedir. Bu bir yaratma değildir elbette. Zorunlu olarak Tanrı’dan ortaya çıkan ilk varlıktır Nous. Nous’un Tanrı’dan sudur etmesiyle birlikte, birlik çokluğa dönüşmeye başlar.
Plotinus’a göre, Nous, duyusal ya da fenomenal dünyada ne kadar şey varsa bunların tamamının ayrı ideasını barındırmaktadır. O aynı zamanda kendisinden sonra var olacak şeyler açısından da bir kaynak teşkil etmektedir.
Ruh: Sudur sürecinin ikinci aşamasını Ruh teşkil etmektedir. Cisimsel olmayan ve bölünemez bir varlık olarak ruh, manevi gerçeklikle maddi gerçeklik arasında bir köprü, duyular üstü dünya ile duyusal dünyayı birbirine bağlayan halka görevi görür. Nous’ tan daha az yetkin bir varlık, Nous’ un bir sureti olan ruh, düşünce gücüne sahiptir.
Monoteizmin iddia ettiği biçimiyle “yaratma” fiili Plotinus’ un tasarladığı sisteme aykırıdır, bu nedenle Yeni-Platonculukta yaratma doktrinine rastlanmaz. Fakat bu Yeni-Platonculuğa has bir durum değildir. Esasen Antik Yunan düşüncesi bütünüyle “yoktan var etme” anlamındaki “yaratma” fikrine yabancıdır. Antik Yunan düşünürleri hiçten ancak hiçin çıkacağı, başka bir deyişle bir şeyin yoktan var edilemeyeceği kanaatine sahiptirler. Bu bakımdan Plotinus geleneğe uygun bir yorumda bulunmuştur.
Tanrı, Nous ve Ruh, Plotinus felsefesinde hipostaz, başka bir deyişle “gerçek varlık” ya da varlığın temel dayanağı olarak isimlendirilmektedirler. Tanrı, ya da Bir, Plotinus tarafından varlığın ötesinde konumlandırıldığı için hiyerarşiyi Nous ile başlatmak gerekmektedir. Nous’ un ardı sıra varlık hiyerarşisinin ikinci aşaması ruhtur. Madde ise mutlak yokluktur. Fakat ruhun cisimlere bir mevcudiyet sağlayabilmesi için de madde zorunludur. Bu bakımdan, madde varlık hiyerarşisine ancak cisimleştikten sonra girebilir. Bu durumda bile o ancak hiyerarşinin son basamağını teşkil edebilir.
Madde: Plotinus’ un varlık hiyerarşisi içerisinde en aşağı tabakayı madde teşkil etmektedir. Salt madde, antik Yunan düşüncesinin genelinde olduğu gibi Yeni-Platoncu düşüncede de yokluk olarak kabul edilmektedir. O mutlak yokluk ve karanlıktır. Maddenin mutlak yokluk olması onun herhangi bir niteliğe sahip olmamasından kaynaklanmaktadır. Karanlık olmasının nedeni ise Tanrı’ya uzak olmasıdır. Tanrı’nın Plotinus tarafından bir güneşe benzetildiği hatırda tutulacak olursa maddeye atfedilen bu nitelikleri anlamak daha kolay olacaktır.
Plotinus’un düşüncesinde madde ile cisim arasında bir ayırım yapılmaktadır. Maddenin yokluğu evrendeki cisimlerin yokluğu anlamına gelmemektedir. Maddenin yokluk olduğu şeklindeki düşünce ilkçağ filozoflarınca genel olarak benimsenmektedir. Plotinus’ a göre, madde herhangi bir niteliğe sahip değildir. Maddenin bir nitelik edinmiş hali ise cisimdir. Bu açıdan bakıldığında, her cisim zorunlu olarak maddîdir. Fakat bunun tersi geçerli değildir. Maddenin mutlak anlamda cisimsel olması gibi bir durum söz konusu değildir.
Birbiriyle mücadele halindeki iki sistem olarak Hıristiyanlık ve Yeni-Platonculuk düşüş ve kurtuluş teorilerine sahiptir. Her iki sistem açısından da insanın “düşmesine” neden olan şey maddî bir unsur olarak bedendir. Gerek Hıristiyanlık gerekse Yeni-Platonculuk açısından beden, yani madde insanı aşağıya çekmekte, onu düşürmektedir. Bu iki sistem arasındaki ilişkide hangisinin baskın olduğu mevzuu ayrı bir tartışma konusudur. Bununla birlikte, Hıristiyanlığın yer yer paganist unsurlar içerdiği göz önünde bulundurulacak olursa Yeni-Platoncu düşüncenin baskın karaktere sahip olduğu sonucu çıkarsanabilir. Yeni-Platoncu düşünce paganist niteliğinden hiçbir zaman taviz vermemiştir. Antik pagan felsefenin son nefesi, adeta son çırpınışı olan YeniPlatonculuk Aziz Augustinus ile birlikte Hıristiyan felsefesinin ilk basamağı halini almıştır. Bu açıdan bakıldığında, iki sistem arasında bir etkileşimde baskın rolün büyük oranda Yeni-Platoncu gelenekte olduğu söylenebilir.
Plotinus’ un Bilgi Anlayışı
Plotinus belirlediği varlık hiyerarşisine uygun olacak şekilde birbirinden farklı bilgi yolları öngörmektedir. Ona göre, cisimler dünyasını bilmenin yolu duyulardır. Ruhu bilmek insanın kendi özü vasıtasıyla mümkündür. İnsan ruhu, varlık hiyerarşisinde merkezi öneme sahip evren ruhunun bir parçasıdır. Dolayısıyla onu bilmek, insan açısından ancak kendi ruhu aracılığıyla mümkündür. Onun Tanrı’yı bilmesi ise, vecd yolu ile olmaktadır. Yukarıda ayrıntılı olarak ele alındığı üzere, Tanrı’yı evrendeki herhangi bir nesne gibi bilmek imkânsızdır. Çünkü Tanrı varlığın ötesindedir. O’nun hiçbir niteliği yoktur. Kendisi niteliksiz olmakla birlikte her şeye kaynaklık teşkil eden Bir’in klasik bilgi vasıtalarıyla bilinmesi bu bakımdan mümkün değildir. Onu, doğasına uygun düşecek şekilde, ancak mistik bir tecrübe vasıtasıyla bilmek mümkündür. Bilgi araçları da tıpkı varlık mertebeleri gibi belirli bir hiyerarşi içerisinde yükselmekte ve Tanrı hakkındaki bilgi ile sonlanmaktadır.
Plotinus’ un Ahlak Anlayışı
Yeni-Platoncu kurtuluş öğretisinin aynı zamanda başlı başına bir ahlak teorisi olduğuna işaret etmek gerekmektedir. Plotinus’ a göre, kendisini arındıran ruh artık başka bir bedenle dünyaya dönmez ve tümel ruha, yani Tanrı’ya kavuşup çileli süreci geride bırakır. Başka bir deyişle, ahlaki bir problem olarak ortaya çıkan reenkarnasyon süreci, ancak ahlaki bir adımla son bulabilir. Ahlak kurtuluşun zorunlu bir unsurudur zira ruhun yükselişi kişinin ahlaki ve entelektüel erdemler geliştirmesini gerekli kılmaktadır. Burada önemli olan, duyusal dünyadaki şeylerin ve bedenin, ruhun daha yüksek amaçlarını gerçekleştirmesine engel olmasını önlemektir. Ruh, sahip olduğu doğanın zorunlu bir sonucu olarak, daha yüksek bir dünyaya aittir ve onun en yüksek hedefi ancak böyle bir dünyada yaşamak olabilir. Bunun için de ruhun duyumsal dünyaya duyduğu eğilimden kendisini kurtarması gerekmektedir. Ahlakın nihai hedefi olan mutluluk, mükemmel hayata, o da düşünceye dayanır. Dolayısıyla, mutluluğun ilk şartı bedenden azade kalmak ve onunla bağlantılı şeylerden kendimizi arındırmaktır.
Plotinus eudaimonisttir. Başka bir deyişle, o, ahlakı mutlulukla özdeşleştirmekte ve ahlakın amacını insanın mutluluğa ulaşması olarak belirlemektedir. Peki, mutluluk nedir? Enneadlar’ın 1. cildinde, Plotinus mutluluk ile kastettiği şeyi açıklarken kendisi ile Aristoteles, Epiküros ve Stoacılar arasındaki belirgin farklılıklara işaret etmektedir. Ona göre, Aristoteles, Stoik düşünürler ve Epikürosçu filozofların benimsediği mutluluk tanımları eleştiriye açıktır. Zira, mutluluğun ön koşulu olan “iyi yaşam” ın, Aristoteles ve takipçilerinin iddia ettiği gibi “kendi özel amacını gerçekleştirme” ye, Stoacıların iddia ettiği üzere “doğaya uygun bir yaşam sürdürmeye” veya Epikürosçulukta benimsendiği biçimiyle “huzurlu olma” ya ve “sarsılmazlığa” (ataraxia) bağlı olması, mutluluğu yalnızca insanla ilgili bir ilke olmaktan çıkaracak ve bütün canlıları kapsayan bir hale sokacaktır. Bu son durumda, söz gelimi bitkilerin de “iyi yaşam” sürdürdüğü iddia edilebilecektir. Böylesi bir iddia bitkilerin de pekâlâ mutlu olabileceği anlamına gelecektir. Oysaki bu pek de makul bir iddia değildir. Plotinus’ a göre, mutluluk canlı varlıkların ulaşmak istediği bir şeydir. Fakat onu tüm canlı varlıkların nihai amacı olarak belirlemek doğru olmaz. Mutluluk yetkin ve gerçek bir yaşama bağlıdır. Bu yaşam ise ancak aklın uygun bulacağı bir yaşam olabilir. Bu nedenle canlı varlıklar içerisinde mutluluğu kendisine amaç edindiği söylenebilecek tek varlık insandır.
Bütün insanların amacı mutluluktur, fakat onların hepsinin buna ulaştığını söylemek de akla uygun değildir. Mutluluk ancak akıllı ruha özgü bir imtiyaz olarak nitelendirilebilir. Plotinus’ a göre, ruhun irrasyonelliğe, rasyonelliğe ve tinselliğe yakın üç kısmı vardı. O, bu ayırıma uygun düştüğü söylenebilecek üç insan tipolojisinden bahsetmektedir. Bazı insanlar gerçekliği duyusal evrene, dolayısıyla maddeye atfederler. Şu halde, onların akla özgü bir imtiyaz olarak mutluluktan pay almaları mümkün değildir. İkinci türdeki insanlar ara bir kategori olarak rasyonelliğe yakındırlar. Onlar sıradan duyu nesnelerinin üzerine yükselebilirler. Fakat bunların tekrar maddî olanın çekiciliğine kapılmaları da mümkündür. Üçüncü türdeki insanlar ise tinselliğe yakın olanlardır. Bu insanlar ahlakın nihai amacına, Tanrı gibi olmaya en yakın türü teşkil etmektedirler.
Ahlak erdemi gerektirir. Erdemler ise dörde ayrılır. İlk kısım erdemler “medenî” (civic) erdemlerdir. İkinci kısım erdemler “arınmayı sağlayan” erdemlerdir. Üçüncü kısım erdemlerin Plotinus’ un terminolojisindeki karşılığı “arınmış ruhun erdemleri” dir. Dördüncü kısım erdemlere ise o “ibretlik erdemler” adını vermektedir. Bu dört grup erdem Platon’un benimsediği erdemlerin (basiret, adalet, cesaret ve ölçülülük) gittikçe daha rafine bir hal alan biçimlerinden ibarettir. Bunlar ahlakın nihai amacı olan “Tanrı gibi olmak” veya “Tanrı’ya benzemek” hedefi doğrultusunda bir üst aşamaya geçtikçe asıl anlamlarına kavuşmaktadırlar. Plotinus’ a göre Tanrı’nın kendisi erdeme sahip değildir. Bu nedenle Tanrı’ya medenî erdemler atfedemeyiz. Fakat bu erdemlere sahip olmak yine de bizi Tanrı ile birleşme hedefine ulaştırabilecek yegâne araçlardır. Ruh ancak erdemler vasıtasıyla arınabilir ve nihai amacına ulaşabilir.
“Tanrı’ya benzemek” ya da “Tanrı gibi olmak” Plotinus’ un ahlaka biçtiği temel işlevdir. Fakat bunun problemli bir iddia olduğuna işaret etmek gerekmektedir. Zira Tanrı, Yeni-Platoncu düşünceye göre, hiçbir niteliğe sahip değildir. O, belirlenemeyecek kadar aşkın bir varlıktır. Hatta Tanrı varlığın ve iyiliğin ötesindedir. Peki, insan “Tanrı gibi olduğunu” nasıl iddia edebilecektir? Bundan emin olmanın bir yolu var mıdır? Plotinus’ un negatif teolojisi akılda bulundurulduğunda bunun imkânsız olduğu söylenebilir. Yeni-Platonculuğun buna vereceği cevap muhtemelen yine mistik tecrübeye gönderme yapacaktır. İnsan ruhu arındıkça, kendisini dünyevî, dolayısıyla da maddî olan şeylerden bütünüyle temizledikçe Tanrısallaşır. Bunun tecrübesi de ancak vecd halinde mümkündür. Başka bir deyişle, Plotinus’ un ahlak anlayışı, genel sistemine uygun bir şekilde, apriori bir ilkenin sübjektif bir şekilde temellendirilebileceği fikrini üretmektedir.
Plotinus’ un Estetik Anlayışı
Plotinus, tıpkı Platon gibi, insanların evrende gözlemledikleri güzellik vasıtasıyla duyu-üstü dünyaya ulaşabileceği kanaatindedir. Bu kanaat, Platoncu bir fikir olan “pay alma” anlayışına dayanmaktadır. Plotinus’ un ahlak teorisi ile kıyaslandığında onun estetik teorisi maddî olana yönelik tutum bakımından belirgin bir farklılık sergilemektedir. Ahlaki yaşam için beden bir risktir. Zira, o, maddî bir unsur olarak insanı daima aşağı çekmektedir. Fakat estetik açısından bakıldığında insanlar maddî bir unsur olarak fenomenal varlıklar vasıtasıyla bir yükseliş yaşayabilmektedir. Elbette ki, bu, Plotinus’ un antimateryalist teorisinde özsel bir değişiklik olarak görülemez. Estetik tecrübe vasıtasıyla ideal olan hakkındaki bilgiye ulaşmanın kendisidir teşvik edilen, fenomenlerin bizzat kendisi değil. Güzellik cisme içkin değildir. Başka bir deyişle cisim özü itibariyle güzel değildir. Plotinus’ un Platoncu bu yaklaşımından çıkarsanabilecek sonuçlardan biri nesnedeki güzelliğin “temsilî” olduğudur. Güzel olan nesneler bizi etkiler, fakat bu etkinin nedeni nesnenin bizzat kendisi değil, onun arkasında bulunan şey, yani güzel ideasıdır. Nesne o ideadan pay aldığı oranda güzelleşir. Haricî gerçekliği örgütleyen güç ve bizzat bir idea olarak ruhun etkinliği olmaksızın güzelliği açıklamak imkânsızdır.
Güzellik nesnenin özünden kaynaklanıyor olsaydı onda hiçbir zaman çirkinleşme temayülünün bulunmaması gerekirdi. Oysaki tecrübelerimiz bize bunun tam tersini söylemektedir. Bir nesne güzel iken pekâlâ çirkin olabilmektedir. Güzel duygusunun temeli, ruhun güzeli görünce onunla kendisi arasında bir yakınlığın mevcudiyetini tecrübe etmesidir. Çirkinlik ise bunun tam tersi bir durum olarak nitelendirilebilir. Bu hiç şüphesiz Platon’un eros hakkındaki yorumlarını akla getirmektedir. Güzel karşısında hissettiğimiz cazibe bizlerin, özce, güzel olanla aynı mertebeden, aynı dünyadan geliyor oluşumuza delâlet etmektedir. Bu bakımdan, Plotinus’ un Platon’u en azından estetik anlayışı itibariyle sıkı sıkıya takip ettiği söylenebilir. Platon’un Yeni-Platoncu estetik anlayışı üzerindeki bir diğer etkisi mimesis (taklit) kavramı vasıtasıyla takip edilebilir. Ana hatlarıyla belirtmek gerekirse, Platon görünüşler evrenindeki estetik nesnelerin güzel ideasının ancak taklitleri olabileceğini düşünmektedir. Plotinus da benzer bir kanaate sahiptir. Bu, nesnenin özce güzel olmadığı, onun güzelliğinin ancak temsilî olduğu düşüncesini tamamlamaktadır. Nesne ancak güzel ideasını temsil ve taklit ettiği kadarıyla estetik bir nesne olarak değerlendirilebilir.
Plotinus’ un ahlak ve estetik anlayışları arasında bir bağlantı olduğuna da işaret etmek yerinde olur. Ona göre, güzel ya da çirkin olan şey yalnızca nesne değildir. Güzellik veya çirkinlik nitelemelerini hak eden başka bir unsur daha vardır. Bu, Plotinus’ a göre, ruhtur. Çirkin ruh, kendisini maddeye kaptırmış, tiksinti duyduğumuz ruhtur. Ruhu güzel yapan, cisimden uzak durması; akla, ruhsal olana yönelmesidir, erdemlerdir. Cisim güzel ideasından pay almak suretiyle güzelleşirken ruh kendisini maddeden arındırmak suretiyle güzel olmaktadır. Şimdi, açıktır ki ruhun güzelliği veya çirkinliği onun sürdürdüğü yaşama göre tebarüz etmektedir. Başka bir deyişle nesnedeki güzellik estetik, ruhtaki güzellik ise etik bir mahiyet arz etmektedir. Bu demektir ki etik ve estetik birbirinden bağımsız alanlar olarak değil, insanın nihai kurtuluşunu mümkün kılan güzergahın zorunlu bileşenleri olarak YeniPlatoncu teorideki yerini almıştır.