İNSAN BEDEN YAPISI VE FİZYOLOJİSİ - Ünite 1: Fizyolojiye Giriş Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: Fizyolojiye Giriş
Giriş
Canlının en temel yapı ve fonksiyon birimi olan hücreler, hücreler arası destek yapılarla bir araya gelmesi ile dokuyu; dokular organları; organlar sistemleri ve sistemler de canlıyı oluşturmaktadır. Sayıları 100 trilyona kadar çıkabilen canlı bedenindeki hücrelerin sağlıklı bir şekilde yaşamlarını sürdürmeleri sistemlerin de sağlıklı bir şekilde devamlılığını sağlayacaktır. Bu nedenle hücre düzeyinde meydana gelen her türlü değişiklik canlı bedenini etkileyecektir. Bedenimizde çok farklı çeşitte, görevde ve sayıda hücreler bulunmaktadır. Yapı ve fonksiyon bakımından farklılaşan hücrelerin en küçüğü 2-4 mikron çapındaki trombositler ve mikrogliya hücreleridir. En büyük hücre ise yumurta hücresidir. Hücrelerin boyları birbirinden farklılıklar gösterir. Sinir hücrelerinin yani nöronların boyları, uzantılarıyla birlikte 1 metreyi ulaşabilirken bazı hücrelerin boyları birkaç micron kadardır. Hücrelerin şekilleri de birbirinden farklıdır. Yuvarlak, yassı, ipliksi, iğsi, prizmatik, küp ya da diğer bazı farklı şekillerde hücreler bulunmaktadır. Özelleşmiş bazı hücreler dışında genel olarak yapılarının %70-85’i su, %10-20’si protein, %5-10’u lipidler, karbonhidratlar ve elektrolitleri içerir.
Fizyoloji, Patoloji ve Homeostasis
Canlının en küçük yapısal ve fonksiyonel birimi olan hücre içerisinde çok sayıda birbirinden bağımsız ve bağımlı biyokimyasal ve fizyolojik olaylar gerçekleşir. Bu olayların hepsi hücrelerin dolayısıyla bedenin canlı kalabilmesi için şarttır. Hücrelerin organize olarak dokuları, dokuların da organları ve sonrasında bir bütün olarak sistemleri ve canlı bedenini oluşturduğunu düşündüğümüzde karşımıza mucizevi bir yapı çıkar.
Fizyoloji ve Homeostasis İlişkisi
Fizyoloji canlı bedenini oluşturan sistemlerin, organların, dokuların ve hücrelerin birbirinden bağımsız ve birlikteliklerindeki ilişkileri inceler, yaşamın gereği için var olan mekanizmaları araştırır. Basitçe de bedenin içinde meydana gelen her türlü biyolojik, kimyasal ve fiziksel olayları inceleyerek yaşamın mantığını araştırır. Fizyolojinin sınırları aşıldığında patoloji yani hastalık ortaya çıkar. Canlı bedenini oluşturan sistemlerin beden dışından ve içinde hatta hücrelerin hücre içi ve dışında meydana gelen değişimlere uyum göstermesi, bu değişiklikleri algılayarak var olan sistemlerini hücresel fonksiyonlarını koruması gerekir. Basitçe bedenin ve hücrenin her türlü stres yaratan iç ve dış uyarılara karşı iç ortamlarını sabit tutmalarına Homeostasis (canlı denge, iç denge, kararlı durum) adı verilir. Homeostasis, sabit bir iç ortamı korumak için içten ve dıştan gelen değişime direnmedir.
Patoloji hastalıkların incelenmesi bilimidir. Patoloji “hastalığın altta yatan doğasını araştıran, tedavi etmeye çalışan bir tıbbi alan” olarak tanımlanır. “Patoloji” kelimesi Yunanca “hastalık” anlamına gelir. Patolog, patoloji alanında tıpta uzmanlaşmış kişidir.
Beden içinde ya da dışında meydana gelen her değişime mutlaka akut (hızlı) ya da kronik (yavaş) bir yanıt oluşturulmaktadır. Canlı bu değişimlere yanıt verebildiği sürece yaşamasını sürdürebilir. Tabii burada önemli olan bu değişimlerin algılanabilmesi, merkezi sinir sistemine (MSS, beyin ve omurilik) iletilmesi, MSS’de değerlendirilmesi ve uyarıya uygun yanıt verilebilmesidir. Bunun için de bedende hemen hemen her yerde gelen uyarının şiddetine, cinsi ne ve diğer özelliklerine bağlı olarak bu değişiklikleri yani uyarıyı algılayan reseptörler bulunmaktadır. Bu reseptörler bu değişiklikleri algılayarak bu değişiklikleri MSS ne iletmektedir.
Hücre Organizasyonu
Hücre
1665 yılında varlığı ilk kez net biçimde Robert HOOKE tarafından ortaya konan hücre canlının yapısal ve fonksiyonel en küçük yapı taşıdır. Hücreyi oluşturan başlıca yapılar su, elektrolit, protein, lipid ve karbonhidratlardır. Hücreler yapılarına, şekillerine ve fonksiyonlarına göre farklı şekillerde sınıflandırılmaktadır. Bulundukları doku ve organların yapısına göre, kan damarı içinde bulunan hücrelerde olduğu gibi yuvarlak, yassı, ipliksi, iğsi, prizmatik, küp ya da farklı bir biçimde olabilirler. Bazen de fonksiyonlarına göre hücrelerin şekilleri ortaya çıkar. Hücrelerin boyutları da birbirinden farklıdır. Bedende bulunan en küçük hücreler kan damarı içindeki kan pulcukları (trombositler) ve beyinde bulunan mikroglia hücreleridir. Bedendeki en büyük hücre grubu ise yumurta hücresi yani ovumdur. Yetişkin bir insanda 100 trilyona yaklaşan sayıda bir hücre bulunabilir. Her hücrenin kendine özgü bir fonksiyonu bulunmaktadır. Kan hücrelerinden eritrositler oksijen taşımak için fonksiyonel bir yapıya kavuşmuş çekirdeklerini dahi kaybetmişlerdir. Bedende bulunan tüm hücrelerin çekirdeği var iken eritrositlerin çekirdeği yoktur. Bütün hücrelerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için enerjiye ihtiyaçları vardır. Enerji üretimi de karbonhidrat, yağ ve proteinlerden elde edilir. Yetişkin sağlıklı bir insanda bedenin % 60-65’ı sıvıdır. Bu sıvı bedende basitçe hücre içinde, hücre dışında ya da hücreler arası boşlukta bulunur.
Hücre Yapısı
Hücreler genel olarak üç temel kısımdan oluşur. Hücre zarı, sitoplazma ve çekirdek.
Hücre zarı, tüm hücrelerin etrafını saran, hücrelerin içeriğinin dışarıya çıkmasını engelleyen, seçici geçirgen yapısıyla madde giriş ve çıkışına aracılık eden, hücrelerin sınırlarını belirleyen, hücre dışından gelen bazı sinyalleri tanıyarak ilgili yapılara ulaştıran fonksiyonel bir yapıdır. Hücre zarına fonksiyonel özellikler kazandıran hücre zarının yapısıdır. Hücre zarına plazma zarı da denmektedir. Hücre zarının kalınlığı hücreden hücreye değişse de genelde 6-10 mm kalınlığındadır. Hücre zarının yapısı ile ilgili olarak çok farklı sayıda model öne atılmışsa da günümüzde en çok kabul gören model akıcı-mozaik zar modelidir. Akıcı-mozaik zar modelinde hücre zarı çift kat lipid tabakası ve üzerinde gömülü proteinlerden oluşur. Hücre zarı üzerinde bulunan bu proteinler kendi arasında iki farklı şekilde bulunur. Zarın iç kısmına yerleşik olan ve zarı boylu boyunca kat eden proteinlere integral protein; zarın üzerinde yüzeysel olarak bulunan proteinlere periferik protein adı verilir. Hücre zarlarının temel yapısı lipidlerdir. Lipidlerden sonra proteinler önem kazansa da hücre zarlarında gerek proteinlere bağlı gerekse lipidlere bağlı karbonhidrat molekülleri de bulunmaktadır. Hücre zarlarının dışa bakan yüzeylerinde proteinlere bağlı şeker moleküllerine glikoprotein; lipidlere bağlı şeker moleküllerine glikolipid denir. Hücre zarının temel bileşeni lipidler olarak değerlendirilse de hücrenin fonksiyonu ile ilgili temel görevler proteinlere aittir. Hücre zarını oluşturan proteinlerin çeşidi, miktarı ve sayısı hücreden hücreye farklılık gösterir. Hücre zarında iki tip protein bulunmaktadır.
- İntegral protein : Hücre zarının lipid tabakasında bir taraftan diğer tarafa uzanan proteinlerdir. İntegral proteinler hücre zarını boydan boya kat edebildikleri için hücre zarlarında por adı veren kanalları oluştururlar. Bu porlardan su ve su içinde eriyen maddelerin geçişleri sağlanır. İntegral proteinlerin başka bir görevi de kimyasal habercilerin (hormon, nörotransmitter gibi) bağlanma yerleri olmasıdır. Bu tip proteinlere reseptör adı da verilir. Hücreler arası bağlantıları sağlayan yine protein yapısındaki moleküllerdir.
- Periferal protein: Zarın herhangi bir yüzeyine tutunarak zarı boydan boya kat etmeyen yüzeysel proteinlerdir. Periferik proteinler genel olarak integral proteinlere tutunarak hücrelerde enzim fonksiyonu gösterirler.
Hücre organizasyonu
Hücre zarının etrafını çevirdiği hücresel bir alan bulunmaktadır. Hücre zarı ile çekirdek arasında kalan akıcı yoğun sıvıya sitoplazma adı verilir. Sitoplazma hücre içinde yüksek düzeyde organize olmuş fiziksel yapılar olan organeller ve bunların içinde bulunduğu sıvı kısımdan oluşur. Etrafı zarlarla çevrili bu başlıca organeller mitokondri, endoplazmik retikulum, Golgi apereyi, peroksizom, lizozom ve ribozomdur. Organellerin ve partiküllerin içinde dağıldığı sıvıya da sitozol adı verilir. Hücrenin yaşamsal fonksiyonları organellerce gerçekleştirilir.
Sitozol
Hücre zarı ile çekirdek arasındaki boşluğu dolduran organellerin içinde bulunduğu sıvı kısma sitozol adı verilir. Sitoplazma içinde sadece lipid, protein glikoz, enzim bulunmaz aynı zamanda hücrenin belirli bir şekilde olmasını sağlayan hücre içi iskelet proteinleri bulunur.
Endoplazmik Retikulum
Hemen hemen tüm canlı hücrelerde endoplazmik retikulum bulunur. Endoplazmik retikulumun görevi hücre içinde madde dağıtımı, madde taşınımı ve kalsiyum gibi maddelerin depolanmasından sorumlu olmasıdır. Görev tanımına uygun olarak da endoplazmik retikulumun yapısı tübüler ve düz-yassı veziküllerden oluşmuş bir ağ şeklindedir. Özellikle iskelet kası hücrelerinde kalsiyum deposu olarak görev alır. Bedende oluşan ya da bedene sonradan alınmış olan zehirli ve atık maddelerin yıkılmasına ve uzaklaştırılmasına katkıda bulunur. Sindirim sistemi ile ilgili olarak da yağların taşınmasında görev alır.
Ribozom
Protein sentezinin yapıldığı organeldir. Sitoplazmada serbest ya da endoplazmik retikuluma bağlı olarak bulunur. Temel görevi hücrenin yapısına katılan proteinleri sentezlemektir. Proteinlerin yapıtaşı aminoasitlerdir. Aminoasitler ribozomlarda bir araya getirilerek proteinler sentezlenir.
Mitokondri
Hücrelerde enerji üretiminden sorumlu olan mitokondri sitoplazmasının bütün alanlarına yerleşmiştir. Şekilleri yuvarlaktan çubuk şekline kadar değişkenlik gösteren mitokondrilerin sayısı hücreden hücreye değişkenlik gösterir.
Golgi Aygıtı
Mikroskopla incelendiğinde birbirine dizilmiş kese yığılması şeklinde görülmektedir. Golgi aygıtı endoplazmik retikulumla sıkı bir ilişki içerisindedir. Salgı yapan hücrelerde özellikle gelişmiştir. Golgi aygıtının görevleri hücre zarının yapısına katılmak, lipid ve glikoliplerin sentezini yapmak, çeşitli salgıların sentez ve depolanmasını sağlamak ve lizozomların oluşumuna katkıda bulunmaktır. Golgi aygıtının en spesifik görevi endoplazmik retikulumla birlikte salgı veziküllerini oluşturmaktır
Lizozom
Lizozom sitoplazmada bulunan yoğun bir matrikse sahip zarla çevrili bir organeldir. Sayıları hücreden hücreye değişse de genelde bir hücrede 200-300 kadardır. Lizozomlar golgi tarafından oluşturulur. Şekilleri düzensizdir. İçerisinde 50’nin üzerinde enzim barındırır. Lizozomlar bir anlamda hücrelerin yıkım odacıklarıdır. Lizozom hücre içi sindirim yeridir. Hücreler yaşamlarını sürdürebilmek için enerji üretmek zorundadır. Enerji kaynakları olan besinler de hücre içine girdiğinde hücrenin kullanabileceği kadar küçük hale getirilmelidir. Yani makromeoleküller mikromoleküllere çevrilmelidir. Bu görevi lizozom yerine getirir. Lizozomlar ayrıca bir hücrede yaşlanan, haraplanan ya da fonksiyonunu yerine getiremeyen hücre içi diğer yapıların da yıkımından sorumludur. Lizozomlar ayrıca canlının çeşitli gelişim basamaklarında da görev alır.
Peroksizom
Peroksizomlar lizozomlarla benzerlik gösterse de lizozomlardan farklı olarak içlerinde daha çok oksidaz ve katalaz enzimleri içerirler. Peroksizomlarında etrafı bir zarla çevrilmiştir. Peroksizomların içinde bulunan oksidaz enzimi hidrojen iyonları ile birleşerek hidrojen peroksit üretiminden; katalaz enzimi de oluşan bu hidrojen peroksitin yıkımından sorumludur. Böylece hidrojen peroksit zararsız duruma getirilir.
Nukleus (Çekirdek)
Hücrelerin ana komuta merkezi çekirdektir. İnsan bedeninde eritrositler haricinde tüm hücrelerde bulunan çekirdeğin büyüklüğü ve şekli hücreden hücreye değişkenlik gösterir. Çekirdeğin büyüklüğü genelde hücre büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Çekirdek sayısı genel olarak tüm hücrelerde tektir. Bazı hücrelerde (karaciğer, dev kemik hücreleri gibi) birden fazla çekirdek görülebilir. Çekirdek hücrelerin kontrol merkezidir. Çekirdek plazması koyu kıvamlı yarı akışkan kolloidal bir sıvıdır. Bu sıvı içerisinde proteinler, lipidler, çeşitli inorganik tuzlar bulunur. Çeşitli safhalarda ve çeşitli boyama teknikleri ile hücre çekirdeği mikroskopla incelendiğinde çekirdekte görünen uzun ipliksi yapılara kromatin iplikleri adı verilir. Kromozom üzerinde daha koyu görünen ya da koyu boyanan alanlara kromatin adı verilir. Bir hücre bölünme uyarısı ile birlikte bölüneceği zaman bu kromatin iplikleri kısalır kalınlaşır ve daha rahat gözlenir. Bu kısa kalın yapılara artık kromozom adı verilir.
Madde Taşınması
Homeostasisin sağlanabilmesi için gerekli temel şartlardan birisi de hücrelerin iç ve dış ortamda meydana gelen değişimlere uyum sağlayarak mevcut fizyolojik değerlerini koruyabilmesidir. Hücrenin basitçe temel yapısını düşündüğünüzde aklınıza hücre zarı, çekirdek ve hücre zarı ile çekirdek arasında kalan sıvı kısımlar akla gelir. Hücrenin içi-dışı, organellerinin içi-dışı, çekirdeğin içi-dışı hep sıvı bir ortamdır. İşte hücrelerin ve temel yapılarının canlılığını sürdürebilmesi için gerekli olan maddeleri bu sıvı ortamdan alması; gerekli maddeleri kullanması ve kullanım sonrası açığa çıkan zararlı, atık ya da gereksiz maddeleri hücrelerden dışarı atması gerekir. Bu işlemlerin yapılabilmesi için de maddelerin hücreye tek giriş ve çıkış alanı olan hücre zarlarını kullanmak gerekir. Hücre zarının yapısını hatırladığımızda hücre zarının çift kat lipid tabakası ve üzerinde proteinlerin bulunduğu aklımıza gelir. Seçici geçirgen bir yapıya sahip olan hücre zarları her maddenin geçişine izin vermez. Maddelerin ve suyun hücreye giriş ve çıkışları kontrol altındadır. Hücrelere, hücre zarı üzerinden madde giriş ve çıkışına madde transportu adı verilir. Madde taşınmasında bazı faktörler öne çıkar. Karbondioksit, oksijen gibi gazlar ile yağda eriyen maddeler hücre zarından kolaylıkla geçerler. Bazı büyük moleküllü maddeler de proteinler aracılığıyla geçiş yapabilir. Örneğin hücre zarında bulunan çeşitli proteinler maddelerin geçişine aracılık ederler. Bu geçişlerde iki farklı protein karşımıza çıkar. Hücre zarını boylu boyunca kateden proteinlerin ortası boşluktur. Bunlara por adı verilir. Bu porlar sayesinde bazı moleküller hücre zarından kolaylıkla geçiş yaparlar. Bu proteinlere kanal proteinler adı verilir. Diğer bir taşıyıcı protein şekli de protein kendine madde bağlanınca yapısal olarak şeklini değiştirir ve maddenin trasportunu sağlar. Bunlara da taşıyıcı protein adı verilir. Bazı maddeler de hücre zarını yapısal olarak (endositoz ve ekzositoz) kullanarak hücre zarından geçiş yaparlar. Basitçe hücre zarından taşınma difizyon, ozmoz, aktif taşıma, ekzositoz, endositoz olarak sayılabilir.
Difizyon
Maddelerin zar boyunca geçebilmeleri için maddelerin geçişlerini sağlayacak bir güce ihtiyaç vardır. Bu geçiş gücü zarın her iki tarafındaki basınç farkı, gradiyent yani yoğunluk farkı olabilir. Bu farklılıklar maddelerin geçişleri için itici bir güçtür. Bu itici güç sayesinde maddeler enerji kullanmaksızın zarın bir tarafından diğer tarafına seçici geçirgenliğin izin verdiği ölçüde rahatlıkla geçebilir. Maddelerin çok yoğun ortamdan az yoğun olduğu ortama doğru geçişlerine difüzyon adı verilir. Hücre zarından difüzyon basit difüzyon ve kolaylaştırılmış difüzyon olmak üzere iki şekilde gerçekleşir.
Basit difüzyon herhangi bir protein molekülünün yardımı olmaksızın sadece konsantrasyon farkına bağlı olarak maddelerin seçici geçirgen bir zardan çok yoğun ortamdan daha düşük yoğunluktaki ortama geçişleridir.
Kolaylaştırılmış difüzyon ise taşıyıcı aracılı difüzyondur. Maddelerin çok yoğun olduğu ortamdan daha düşük yoğunluktaki ortama aracı bir protein yardımıyla enerji kullanmaksızın taşınmasıdır.
Suyun difüzyonu (Osmoz): Suyun difüzyonu da suyun içinde bulunduğu ortamın yoğunluğuna bağlıdır. Su molekülleri de su açısından çok yoğun olduğu ortamdan daha düşük yoğunluktaki ortama seçici geçirgen zar aracılığıyla enerji kullanmaksızın geçiş yapar. Suyun geçişindeki en büyük itici ya da emici güç osmotik basınçtır.
Enerji Gerektiren (Aktif) Transport
Enerji harcamaksızın hücre zarından moleküllerin ya da maddelerin geçişi için belli bir gradiyent-yoğunluk farkı ya da basınç farkı gerekir. Hiç bir madde kendinden daha çok yoğunluktaki ortama kendi başına enerji kullanmaksızın geçemez. Ancak enerji kullanarak daha yoğun bulunduğu ortama taşınması gerekir. Bu tür taşınmaya yani maddelerin elektrokimyasal farka karşı enerji sarf edilerek taşıyıcı proteinler aracılığı ile hücre zarından taşınmasına aktif transport denir. Bu tür taşınan maddelere örnek olarak sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum, klorür, bikarbonat, demir, hidrojen, klor, iyodür ve ürat iyonları ile değişik şekerler ve amino asitler verilebilir.
Sekonder Aktif Transport
Aktif taşınmada maddelerin az yoğun oldukları ortamdan çok yoğun ortama taşınmaları enerji bağımlıdır. Bazı maddelerin (sodyumun aktif taşınması gibi) taşınması sırasında oluşan başka bir güç vardır. Şöyle ki; sodyum potasyum pompası 3 sodyum iyonunu hücre dışına atarken 2 potasyum iyonunu hücre içine difüzyonu etkileyen önemli faktörler hücre zarının kalınlığı, lipidde eriyebilirlik, maddelerin geçebildiği protein kanal sayısı ve kanal geçirgenliği, ısı, maddelerin moleküler ağırlığıbüyüklüğü ve konsantrasyon farkıdır. Sodyum ve potasyumun pozitif yüklü iyonlar oldukları düşünüldüğünde her bir pompa aktivitesinde net 1 pozitif iyon kaybı yaşanmaktadır. Bu nedenle gerek bir pozitif iyonun net kaybı gerekse hücre içinin negatifliği hücre dışındaki sodyum iyonunun hücre içine doğru yönelmesine yol açar. Yani sodyum için büyük bir konsantrasyon farkı oluşur. Bu fark bir anlamda enerji kaynağı olarak düşünülebilir. Sodyum hücre içine girmeye çalışır. Sodyum hücre içine girerken başka moleküllerin de hücre içine alınmasına yol açar. Bu tür birlikte taşınmaya co-transport adı verilir. Sodyumla birlikte taşınan moleküller glikoz, aminoasit, klor, iyot, olarak verilebilir. Bu tür taşınmalarda da aracı taşıyıcı proteinler görev alır. Co-transportun zıddı yani ters yönde taşınma da söz konusudur. Özellikle böbrek tübül hücrelerinde sodyum geri emilirken hidrojen iyonu bedenden idrar yolu ile atılmak üzere tübüle geri verilir.
Endositoz ve Eksositoz
Madde geçişleri genel olarak hücre zarı arasından olmaktadır. Ancak bedende ayrı bir taşınma olayı daha vardır. Bu tür taşınmalarda zarın geçirgenliği önemli değildir. Doğrudan hücre zarı kullanılarak gerçekleşir. Doğrudan hücre zarı kullanılarak hücre içine madde alımına ENDOSİTOZ; doğrudan hücre zarı kullanılarak hücre dışına madde atımına EKSOSİTOZ adı verilir.
Endositoz olayı kendi arasında 3 farklı başlıkta ele alınabilir.
- Fagositoz
- Pinositoz
- Reseptör bağımlı endositoz
Eksozitoz olayı ise endositozun tam tersidir. Hücre dışına verilecek olan maddelerin atılması yoludur.
Hücre Döngüsü ve Ölümü
Çok hücreli canlıların ömürleri boyunca döllenmeden başlayarak mitoz, farklılaşma ve ölüm olayları büyük önem taşır. Bir hücrenin yaşaması, bölünmesi, farklılaşması ya da ölmesi konusundaki kararı hücre içi ve dışından gelen uyartılar belirler. Yani her şey önceden planlanmıştır. Bir hücrenin ne zaman oluşacağı ne zaman öleceği bellidir. Çok hücreli canlıların büyüme, gelişme ve çoğalmaları hücre bölünmesiyle gerçekleşmektedir. Temel olarak hücre bölünmesine bakıldığında iki tip hücre bölünmesi ortaya çıkar.
- Mitoz bölünme: Mitoz bölünme sırasında bir hücre aynı genetik özelliklere sahip iki hücre oluşturmak üzere bir kez bölünür. Mitozun temel amacı, hücre sayısını arttırmak, yaralanan ve yaşlanan hücrelerin yerine yeni hücreler meydana getirmektir.
- Mayoz bölünme: Eşeyli üreyen canlıların üreme hücrelerinde görülür. Mayoz bölünme erkek veya dişi üreme hücrelerinin oluşumunda etkili olan özel bir bölünme şeklidir. Mayoz bölünme sonucu oluşan yavru hücrelerin kromozom sayıları ana hücreden farklı olarak ana hücrenin yarısı kadardır.
Hücre Döngüsü
Hangi tip bölünme olursa olsun bir hücreden yeni hücreler üretilmesi bölünme aracılığıyla gerçekleşir. Bölünme gerçekleşmeden önce hücreler dinlenme durumundadır. Bölünme öncesi durum olarak adlandırılan bu durumun süresi hücreden hücreye değişir. Hücre tipine göre birkaç gün olduğu gibi bir kaç haftada sürebilir. Bir hücrenin bölündükten sonra tekrar bölününceye kadarki geçen süreye hücre döngüsü adı verilir.
Hücre Ölümü
Hücreler fonksiyonlarını yerine getirdikten sonra, hasarlandıktan ya da yaşlandıktan sonra ölmeye programlanmışlardır. Hücre ölümü genellikle apoptoz veya nekroz şeklinde olmaktadır. Nekroz daha çok travma gibi fiziksel bir hasardan ya da hücrelere kimyasal olarak zarar veren toksik ajanlara maruz kalmaktan oluşur. Apoptoz ise basitçe programlanmış hücre ölümüdür. İstenmeyen, hasar görmüş veya potansiyel olarak kanser riski taşıyan hücrelerin uzaklaştırılması ya da yok edilmesinde kullanılan hücre intihar mekanizmasıdır.
Temel Vücut Sistemleri
Bedenin temel yapı ve fonksiyon birimi olan hücreler belli işlevleri yerine getirmek amacıyla farklılaşarak dokuları oluştururlar. Bedende 4 temel doku tipi vardır. Kas dokusu, sinir dokusu, bağ dokusu ve epitel doku. Dokular belirli fonksiyonları yerine getirebilmek için bir araya gelerek organ oluştururlar. İnsan bedenini oluşturan temel sistemler sinir sistemi, dolaşım sistemi, solunum sistemi, boşaltım sistemi, sindirim sistemi, hareket sistemi, üreme sistemi ve endokrin (hormonal) sistemdir.
Hareket (Kas-İskelet) Sistemi
Hareket sistemi kemik, eklem ve kaslardan oluşur. Yatmak, kalkmak, yürümek, konuşmak gibi hareketlerin hepsinden hareket sistemi sorumludur. Kemikler bir araya gelerek iskelet sistemini oluştururlar. Kemikleri birbirine bağlayan oluşumlara eklem denir. Kemikler ve eklemler bedenin iskeletini oluştururlar ama hareket için bir de kaslara ihtiyaç vardır. Beden ağırlığının % 40 ını kaslar oluşturur. Kaslar düz, çizgili ve kalp kası olarak 3 ana başlıkta incelenir.
Dolaşım Sistemi
Kalp, kan ve kan damarlarından oluşan kapalı sisteme dolaşım sistemi denir. Dolaşım sistemi özellikle tüm bedendeki hücrelerin beslenmesi ve atıklarının geri toplanması için gereklidir. Dolaşım sisteminin merkezi olan kalp bedenimizdeki tüm hücrelere damarlar aracılığıyla kan pompalar. Damarlar yapıları ve görevlerine göre atar kılcal ve toplar damar olmak üzere üçe ayrılır.
Solunum Sistemi
Solunum sistemi burun boşluğu, yutak, gırtlak, soluk borusu, bronşlar ve akciğerlerden oluşmaktadır. Solunum sisteminin amacı hücre ve dokuların oksijen ihtiyacını karşılamak, metabolizma sonucu oluşan karbondioksiti hücre ve dokulardan uzaklaştırmaktır. Solunum sisteminin ana elemanı olan akciğerler göğüs boşluğu içinde sağda ve solda olmak üzere bulunur. Temel görevi hava ile kan arasında gaz alışverişini sağlamaktır. Yetişkinlerde dakikada alınıp verilen soluk sayısı 12-20; çocuklarda 15- 20, bebeklerde ise 18-25 arasındadır.
Sinir Sistemi
Tüm sistemler arası organizasyonu sağlayan temel sistem sinir sistemidir. Bedenin sağlıklı bir şekilde yaşamasını sağlayan sistemlerin hiçbiri tek başına çalışamaz. Sistemlerin tamamı birbirine bağlantılıdır, iletişim halindedir. Sinir sistemi iç ve dış ortamdaki değişiklikleri algılayarak, bedenimizin değişmiş yeni durumlara uymasını sağlar.
Boşaltım Sistemi
Boşaltım sistemi böbrekler, idrar boruları, sidik torbası ve idrar kanalından oluşmaktadır. Boşaltım sistemimizin temel görevleri kanın süzülmesi, geri emilmesi ve gereksiz-zararlı-atık maddelerin atılması ile su ve elektrolit dengesini düzenlemektir.
Sindirim Sistemi
Sindirim sistemi ağız, tükürük bezleri, yutak, yemek borusu, mide, ince ve kalın bağırsaklar, karaciğer, safra kesesi ve pankreastan oluşur. Sindirim sistemi besinlerin alınması, sistem içinde hareket ettirilmesi, parçalanması, emilmesi ve artıkların atılmasını sağlar. Yaşamımızı devam ettirebilmemiz için beslenmemiz zorunludur. Bu nedenden, beslenmemiz çok iyi düzenlenmiştir ama son derece karmaşık bir olaydır.
Üreme Sistemi
Yeryüzündeki canlı varlıkların 2 temel amacı vardır; biri yaşamını sürdürmek, diğeri üremektir. Birincisi zorunlu bir fizyolojik olaydır ama üreme zorunlu değildir. Türlerin devamlılığı için üreme zorunludur. Üreme sistemi birincil üreme organları ve yardımcı üreme organları olarak incelenir. Erkekte birincil organ testis iken dişilerde yumurtalıklardır