İNSAN HAKLARI VE KAMU ÖZGÜRLÜKLERİ - Ünite 1: İnsan Hakları ve İnsan Hakları Hukuku Kavramı Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 1: İnsan Hakları ve İnsan Hakları Hukuku Kavramı
Giriş
İnsan doğası ve yapısı gereği, vazgeçilmez, devredilmez, şarta ve vadeye bağlanamaz haklara sahiptir. Bu haklar insan olmasından ötürü sadece ona aittir. Bu anlayış, insan haklarıyla ilgili bildirgeler, uluslararası anlaşmalar ve anayasalar tarafından da benimsenmektedir.
Tanım ve Terim Meselesi
İnsan hakkı; “hangi ulusal, etnik, dinî, zümrevî veya mesleki topluluktan olursa olsun, her kişinin yalnızca insan olmak itibariyle sahip bulunduğu değeri korumaya dönük eylem potansiyelinin başkalarınca tanınmasını ve her çeşit dış müdahaleye karşı korunmasını gerektiren en üstün ahlaki iddia veya taleptir”.
İnsan hakları, hareket noktası olarak bireyi kabul etmekte ve bireylere insanca bir yaşam sürmeleri için gerekli asgari şartların sağlanmasını amaçlamaktadır. Kavramın merkezinde yer alan “insan” unsurunun bir sonucu olarak bu haklar genellikle evrensel ölçekte tanımlanmakta ve uluslararası düzenlemelere konu olmaktadır. İnsan hakları, insanın doğuştan sahip olduğu haklardır ve bireylere insanca bir yaşam sürmeleri için gerekli asgari şartların sağlanmasını amaçlamaktadır.
İnsan Haklarının Şartları ve Unsurları
İnsan Haklarının Şartları
Bir hakkın insan hakkı olarak tanımlanabilmesi için temel olması, evrensel olması ve açıkça tanımlanabilir olması gerekir.
Temel hak ifadesi, insan haklarının asgari hayat şartlarını konu aldığına işaret eder.
Evrensellik, ülkenin gelişmişliğine bakılmaksızın insan haklarının herkes için uygulanabilir olmasını gerekli kılar. İnsan hakları evrenseldir çünkü ihtiyaçlar ve kapasitelerle ilgili olarak tüm insanlar için geçerli olan kabullere dayanmakta ve hayatta olan tüm insanlara uygulanabilmektedir.
Açıkça tanımlanabilir olma , insan hakların yerine getirilip getirilmediğinin veya ihlal edilip edilmediğinin açıkça anlaşılabilmesini mümkün kılar. Açıkça tanımlanabilir olma şartının en önemli faydası, yargısal korunma sağlanmasıdır. Bu hakkın hangi makamlar tarafından hayata geçirileceği ve güvence altına alınacağı açık olmalıdır. Sorumlu makam, yükümlülüklerini yerine getirebilmek için gerekli kapasiteye sahip olmalıdır. Bir insan hakkının varlığından söz edebilmek için “yetki”, “talep”, “tanınma-saygı gösterilme” unsurlarından oluşması gerekir.
İnsan Haklarının Unsurları
Hakkın özü bir şeyi yapabilme yetkisidir. Bu onun aynı zamanda bir zorunluluk değil, bir izin niteliği gösterdiği anlamını da taşır. Başka bir ifadeyle, hak sahibi hakkın konusundan yararlanıp yararlanmamak bakımından bir takdir yetkisine sahiptir ancak kişi hakkını kullanmaya zorlanamaz.
Her hak, sahibine olumlu ya da olumsuz bir talepte bulunma yetkisi verir. Genellikle “özgürlük hakkı” negatif taleplerin, “talep hakkı” ise hem olumlu hem de olumsuz taleplerin dayanağı olabilir. Bir başka ifadeyle, bir hak başkalarına ya sırf bir kaçınma yükümlülüğü ya da kaçınmaya ek olarak bir edim yükümlülüğü yükler.
İnsan hakları, sahibine bir şey yapabilme, olumlu veya olumsuz talepte bulunma yetkisini veren, devlet ve başkalarınca tanınması-saygı gösterilmesi gereken haklardır.
Hak Kavramı
Hak kavramı hukukta bireyin korunmasını isteme konuşunda yetkili sayıldığı, hukuken tanınmış menfaat olarak tanımlanır. İnsan hakları öğretisinde ise hak insan için var olma ve yaşama imkanı, insan benliğinin bir ayrıcalığı olup, ilişkiler hayatına karışan bireyin bedeni, fikri ve manevi kuvvet ve kabiliyetlerini kullanıp fiil ve harekette bulunma iktidar ve yetkisidir.
İnsan Haklarının Nitelikleri
İnsan hakları başka hak kategorilerinden ayırt etmeye yarayan; “evrensellik”, “doğuştan sahip olma”, “toplum öncesi olma”, “mutlaklık”, “vazgeçilmezlik”, “birey hakkı olma”, “çoğunlukla hürriyet hakkı olma”, “temel hak olma”, “esas olarak devlete karşı ileri sürülebilen iddialar niteliğinde olma” gibi kimi niteliklere sahiptir. Ancak bu niteliklerin, günümüzün “insan hakları” söyleminde dile getirilen hakların tümü için geçerli olduğunu söylemek zordur.
Evrensellik
İnsan hakları evrenseldir çünkü ihtiyaçlar ve kapasitelerle ilgili olarak tüm insanlar için geçerli olan kabullere dayanmaktadır ve hayatta olan tüm insanlara uygulanabilmektedir. Bütün insanlar zamana ve mekâna bağlı olmaksızın insan haklarına sahiptirler.
Dolayısıyla, insan doğası, dil, din, köken, cinsiyet gibi ayrımlara göre farklılaşmadığı için, insanın doğasından kaynaklanan haklar, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın tüm insanlar için aynı olmalıdır. “Evrensellik”, kavram olarak, tüm insanlar için her zaman ve yerde geçerli olma özelliğidir.
Doğuştan Kazanılma
İnsan hakları, insanın doğuştan sahip olduğu, doğasından ve niteliğinden kaynaklanan, kişiliğinden ayrılmaz haklardır. İnsan hakları, varlığı hukukun tanımasına bağlı olan ve sonradan kazanılan haklardan tamamen farklıdır. İnsan haklarının doğuştanlığı, uluslararası, bölgesel ve ulusal insan hakları hukuku metinlerinin hemen hepsinin başlangıç kısımlarında vurgulanmıştır. AY m. 12/1’de, herkesin kişiliğine bağlı, ... temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu ifade edilerek, doğuştanlık vurgulanmaktadır.
Mutlaklık
İnsan haklarının varlığı herhangi bir kayda ya da şarta bağlanamaz; hiçbir düşünce ve mülahazayla varlıkları inkâr edilemez, geçersiz kılınamaz. Ancak, insan haklarının varlığı, insanın topluma karşı ödevlerinin varlığına bağlı değildir. Bu nedenle, insan haklarının kapsamı daraltılamaz, pazarlık konusu yapılamaz. İstisnasız tüm insan haklarına saygı gösterilmelidir.
Vazgeçilmezlik
İnsanlar, insan haklarına, sırf insan olmaları nedeniyle doğuştan sahip olmaktadırlar. Bu nedenle, insanlar, insan haklarını sözleşmeyle başkalarına devredemeyecekleri gibi, bunlardan vazgeçemezler de. Çünkü insan hakları doğrudan doğruya insanın kişiliğine bağlıdır. AY m. 12/1’de, “herkes kişiliğine bağlı, ... vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir” denilerek insan haklarının vazgeçilmezlik niteliğine açıkça yer verilmektedir.
Bireye Ait Olma
İnsan haklarının öznesi bireylerdir. İnsan hakları temelde birey haklarıdır. Çünkü topluluk, cemaat, grup, sınıf ve toplum gibi kollektiviteler, varlıkları bireylerden bağımsız olan aslî gerçeklikler olmayıp bireylerden oluşan ilişki ağlarıdır. Dolayısıyla toplulukların hakları insan haklarına göre ikincil konumdadırlar. Sadece bireyler tercihte bulunabilirler.
Çoğunlukla Hürriyet Hakkı Olma
Hürriyet, insan iradesi üzerinde dış müdahalelerin, baskıların ve kısıtlamaların olmamasını; en genel anlamda, hayatı hangi değer ve ideallere göre yaşayacaklarına, keyfi bir müdahale olmadan bireylerin kendilerinin karar verebilmelerini ve o yolda hareket edebilmelerini ifade eder. Hürriyet doğrudan doğruya insanın kendi kişiliği ve benliğinden doğar. Hürriyet felsefi bir kavramdır. Kişi açısından somutlaşması toplum düzeniyle ilgilidir. Toplumun hukuk ve siyaset düzeni kişinin iç dünyasındaki isteklerine, kararlarına uyduğu, bunların gerçekleşmesine cevap verdiği takdirde hürriyetten söz edilebilir.
Temel Hak Olma
İnsan hakları temel haklardır; çünkü varlıkları egemenin iradesine bağlı değildir. İnsan haklarının temel olmasından kastedilen, onların anayasal düzenin temelini oluşturdukları veya oluşturmaları gerektiğidir.
Devlete Karşı İleri Sürülen İddialar Niteliğinde Olma
İnsan hakları doktrininin temel işlevi, siyasi iktidarların keyfi müdahalelerine engel teşkil edip iktidarı sınırlandırmak; iktidarı bireyin rızasına dayandırarak bireyin kendini gerçekleştirebilmesinin yolunu açmak ve devletin bütün uygulamalarında insan haklarını koruma duyarlılığıyla hareket etmesini sağlamaktır. Bu itibarla insan hakları ilk çıktığı günden bu yana siyasi bir nitelik taşımakta ve siyasi iktidara karşı ileri sürülmektedir. İktidarın ve dolayısıyla yürürlükteki hukuk düzenin bu hakları tanıması, koruması ve güvence altına alması gerekir.
İnsan haklarının esas hedefi kişiyi devlete karşı korumaktır. Bu çerçevede devletin insan haklarıyla ilgili olarak;
- Tanıma,
- Dokunmama,
- Koruma ve
- Temin/tedarik
olmak üzere dört ödevinin bulunduğu söylenebilir:
Tanıma
Devletin başta gelen ödevi, insan haklarını tanımaktır. Devlet insan haklarını başta anayasa olmak üzere bütün hukuk düzeni ile tanır.
Dokunmama
Devletin görevlerinden birisi de sivil, kamusal ve siyasal alanda insan hakları kullanımlarına karışmamasıdır. İnsan haklarına devletin müdahalesi istisnai bir durumdur ve ancak sivil barışın korunması amacıyla haklı gösterilebilir.
Koruma
Devletin temel görevi insan haklarını korumaktır. Asıl ihlal eden devlet olmakla beraber, ,insan haklarına yönelik olarak, kendisinden gelebilecek ihlal ve tecavüzlerin yanında, başka kişi ya da gruplardan gelecek saldırıları önlemek ve mevcut saldırıları yaptırıma bağlamak da devletin ödevidir.
Temin-Tedarik
Kusurları olmaksızın geçimlerini/bakımlarını sağlayamayanlar (sakatlar, yaşlılar, kimsesiz çocuklar) için devlet, toplumun kurumu sıfatıyla gerekli tedbirleri almak ve gerekli kurumları kurmakla yükümlüdür.
İnsan Haklarının Bütünlüğü
İnsan hakları, içerikleri, işlevleri ve sınırlamaları bakımından birbirinden farklılık taşısalar da, hepsi bir bütünün bileşenleri, ayrı uygarlık sisteminin ayrılmaz parçalarıdır.
Hukuken Korunma Zorunluluğu
Bütün bu özelliklerin en önemli sonucu, insan haklarının hukuk kuralları tarafından korunmasının zorunlu olmasıdır. Hatta bu haklarla ilgili anlaşmazlıklar, tüm taraflara tam adil ve eşit davranmayı mümkün kılacak usul ve esasları uygulayan yetkili, tarafsız ve bağımsız bir mahkeme yoluyla yargısal olarak ele alınmalıdır.
İnsan Haklarının Dikey ve Yatay Etkisi
İnsan haklarının özel yapısı, hem birey ile devlet ve hem de bireylerin kendi aralarındaki ilişkilerde ortaya çıkabilmektedir. Birey ile devlet arasındaki ilişkiye insan haklarının “dikey etkisi” denilmektedir.
İnsan haklarının “yatay etkisi”, diğer konular yanında hükümetlerin yalnızca insan hakları ihlallerinden kaçınma yükümlülüğü içinde olmalarından değil fakat aynı zamanda bireyleri, diğer bireylerin ihlallerinden koruma görevine de sahip olduğunu ifade etmektedir.
İnsan Haklarının Sınıflandırılması
Kolektif ve Bireysel Haklar Ayrımı
Kullanım şekilleri bakımından insan hakları;
- Bireysel ve
- Kolektif haklar
olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.
Bireysel haklar, her bir bireyin başkasının katılımına gerek duymaksızın kullanabileceği haklardır. Kolektif haklar ise ancak bir topluluk halinde kullanabilen haklardır. Dernek, toplantı ve gösteri yürüyüşü, grev hakları gibi.
Temel Haklar-Temel Olmayan Haklar Ayrımı
Temel haklar-temel olmayan haklar ayrımına göre, uluslararası hukuk alanında dile getirildikleri anlaşmalara göre, taraf oldukları devletler tarafından aykırı davranılamayan haklar temel haklar, diğerleri ise temel olmayan haklardır.
Negatif Haklar-Pozitif Haklar Ayrımı
Geleneksel bir yaklaşımla haklar, pozitif haklar ve negatif haklar olmak üzere bir sınıflandırmaya tabi tutulmaktadır. Buna göre, negatif haklar, bütünüyle bireyin hakları kullanmasına veya onlardan yararlanmasına devletin müdahale etmemesini gerektiren haklardır.
Buna karşılık pozitif haklar; devletin olumlu bir müdahalesinin, bir ediminin söz konusu olması gereken haklardır. Bu tür haklar daha çok ekonomik, sosyal ve kültürel haklara tekabül etmektedir.
Yasal Haklar-Moral Haklar Ayrımı
Özellikle pozitivist görüşü benimseyenlerce kabul edilen bu sınıflandırmaya göre, yasal haklar, yasama organının çıkardığı yasalarla ortaya konulan ve geçerlik kazanılan haklardır. Buna karşılık, moral haklar, yasal haklardan bağımsız ve onlara öngelen, yasal hakların üstünde ve her zaman geçerli olan haklardır.
Koruyucu Haklar-İsteme Hakları-Katılma Hakları Ayrımı
Bir kısım yazarlar, insan haklarını;
- Kişilerin devlete ve
- Devletin de kişilere olan hakları
olarak ikiye ayırmaktadırlar.
Devletin kişilere olan haklarını da;
- Kişisel haklar,
- Sosyal haklar ve
- Siyasi haklar
olmak üzere üçe ayırmaktadırlar.
Klasik Haklar-Sosyal Haklar Ayrımı
Klasik haklar, kişisel ve siyasal hakları kapsamaktadır ve asıl amacı birey karşısında devletin gücünü sınırlandırmayı sağlamaktır. Sosyal haklar ise ekonomik, sosyal ve kültürel hakları içermektedir. Bu haklar, istihdam, eğitim, sağlık gibi insan gelişimi için gerekli olan koşulları yaratmak amacıyla hükümetlerin aktif bir şekilde müdahalede bulunmasını gerektirmektedir.
Tarihî Gelişimine Göre İnsan Haklarının Sınıflandırmaması
Fransız hukukçu Karel Vasak tarafından insan hakları üç kuşağa göre sınıflandırmamıştır:
- Birinci kuşak kişi hakları ve siyasî haklar,
- İkinci kuşak ekonomik, sosyal ve kültürel haklar,
- Üçüncü kuşak ise dayanışma hakları dır.
İnsan Haklarının Tarihi Gelişimi ve Pozitif Hukuka Geçişi
Tarihi Gelişimi
İlk Çağda insanların, siyasi iktidarlara karşı mutlaka korunması gerektiğinin anlaşıldığı, siyasi iktidarlar karşısında dokunulmaz ve devredilmez birtakım haklara sahip olduklarının belirtildiği andan itibaren insan hakları düşüncesinin ortaya çıktığı söylenebilir. İnsan hakları düşüncesinin felsefi düzeyde ilk ortaya çıkışı Antik Yunan’a kadar uzanır.
Orta Çağda iki olay insan hakları açısından önemlidir. Bunlardan;
- Biri Hıristiyanlığın ortaya çıkışı,
- İkincisi de feodalizmdir.
Feodalizmde yönetilenler, yöneticilere karşı hizmet ve sadakatle borçlu olup, yönetilenler de onları korumakla yükümlüdür. Bu dönemde hürriyet, derebeylerin toprakları üzerindeki hürriyetleri olarak anlaşılmıştır. Bundan dolayı bu dönemde temel hak ve hürriyetlerin karşılıklı olarak tanınmasından söz edilemez. Ancak, krallar ve feodal beylerle halk arasında büyük mücadeleler neticesi yapılan anlaşmalar, insan haklarının sonraki gelişmesinde yol gösterici rol oynamış ve bu antlaşmalarla kazanılan haklar, sonraki hakların temelini oluşturmuştur. Orta Çağda özellikle Hıristiyanlığın insan kişiliğine değer kazandırması ve tanrısının bir benzeri olarak insanın bazı haklara sahip olabileceği düşüncesinin ortaya çıkarması ile kölelik düzenine karşı başkaldırmalar olmuştur. Fakat Çağın ortalarına doğru Hıristiyanlık devlet otoritelerine karşı insan haklarını ve vicdan hürriyetini savunmayı bırakmıştır. Çünkü, dini çevrelerin organize gücü olan kilise ile siyasi güç birleştiği için fertlerin hak ve hürriyetleri etkin çevrelerce önemsenmemiştir. Böylece, Kilise, varlığını tehlikeye sokan, kendisi için tehdit oluşturacak düşüncelerle, her türlü baskı aracını kullanarak kıyasıya mücadele etmiştir.
Yeni Çağda insan hakları siyasi düşünce tarihini ilgilendiren felsefi bir tartışma olmaktan çıkmış, devletin anayasal hukuk düzenini ilgilendiren bir konu olarak hukuk alanına girmiştir. Bu dönemde mutlak egemen devlet anlayışı zayıflamış, kişiler ve sınıflar arasındaki dengesizlikler ve eşitsizlikler giderilmeye çalışılmış ve insan hakları anayasalarda yer alan haklar olarak hukuk hayatına mal edilmiştir.
Pozitif Hukuka Geçişi
İnsan haklarının felsefi ve ahlaki bir konu olmaktan çıkıp, pozitif hukuk kurallarıyla güvence altına alınmasıyla ilgili gelişmeler Batı (Avrupa) kaynaklıdır. Ancak bu tür gelişmeler, bütüncül bir insan hakları anlayışının sonuçları olarak gerçekleşmekten ziyade, ortaya çıktıkları ülkedeki, toplumsal ve siyasi mücadeleler sonucunda egemen konumda olanlardan koparılan kısmî tavizler şeklinde olmuşlardır.
Avrupa’ da insan haklarının pozitif hukuka geçmesinde ilk önemli olay, İngiliz Parlamentosu tarafından 1689 tarihli Halklar Bildirisi’nin (Bill of Rights) çıkarılmış olmasıdır. Otoriteye karşı bireyin hakları açık bir şekilde 1776 tarihli Virginia Bildirgesi ile kabul edilmiştir XVII. Yüzyıl İngiliz ve XVIII. Yüzyıl Amerikan Devrimlerinden büyük ölçüde etkilenen Fransa’da Fransız Devrimi’ni takiben 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ilan edilmiştir. İngiliz ve Amerikan ve Fransız bildirgelerinde ifadesini bulan doğal haklar aydınlanma çağında yaygın bir etkiye sahip olmuş olmakla beraber, 1815’lerden itibaren bu etki azalmaya başlamış ve bu durum 1930’lara kadar devam etmiştir. II. Dünya Savaşını müteakiben, baskıcı rejimlere duyulan nefretin etkisiyle insan hakları düşüncesi yeniden güçlenmeye başlamıştır. 10 Aralık 1948 yılında BM Genel Kurulu’nda İHEB kabul edilmiş, bu bildiriye hukuken bağlayıcılık kazandırma çalışmaları sonucunda, 1966 yılında imzaya açılan iki uluslararası sözleşme 1976 yılında yürürlüğe girmiştir. Bunlar;
- BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile
- Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’dir.
İnsan haklarıyla ilgili uluslararası ya da evrensel nitelikteki belgeler ve kurumsal düzenlemeler yanında dünyanın çeşitli yerlerinde, bölgesel düzeyde uluslararası insan hakları alanında çeşitli girişimler söz konusu olmuştur. Bunlar arasında, 1953 yılında yürürlüğe giren 1950 tarihli İnsan Haklarını ve Temel Hürriyetlerini Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi ve ona bağlı Protokoller, 1978 yılında yürürlüğe giren 1969 tarihli Amerikalılar arası İnsan Hakları Sözleşmesi ve 1986 yılında yürürlüğe giren 1981 tarihli Afrika İnsan ve Halkların Hakları Sözleşmesi örnek verilebilir.
XX. Yüzyılda insan haklarının, başta anayasa olmak üzere pozitif hukukun konusu haline getirilmesi eğilimi yaygınlaşmış ve temel haklar sistematik bir şekilde düzenlemeye başlanmıştır.
Türkiye’de insan haklarının pozitif hukuka geçmesi, anayasacılığın gelişimi ile paralel gitmiştir. İlk anayasamız 1876 tarihli Kanuni Esasî klasik kişisel hakların başlıçalarını ve bu arada “gizli oy” hakkını açıkça tanımıştır. Cumhuriyet döneminin ilk anayasası olan 1924 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu da kimi klasik haklara yer vermiş ve 1789 tarihli Fransız Bildirgesindeki hürriyet tanımına yer vermiştir. Ülkemizde, Batıdaki sosyal haklarla ilgili ilk önemli pozitif gelişme 1961 Anayasası ile yapılmış ve sosyal devlet ilkesi anayasada belirtilerek ekonomik ve sosyal haklarla ilgili geniş bir haklar listesi Anayasada yer almıştır. 1982 Anayasası da daha sınırlayıcı hükümler içermekle birlikte, 1961 Anayasasındaki anlayışı, bazı istisnalarla devam ettirmeye çalışmış, ayrıca çevre hakkı gibi dayanışma haklarına da yer vermiştir.
İnsan Hakları Hukuku
Kapsamı ve Hukuk Dalları İçindeki Yeri
İnsan Hakları Hukuku esas olarak savaş dışı koşullarda geçerli normları ve kurumları düzenler. Savaş dışı koşullar genelde olağan rejim koşullarıdır. Olağanüstü rejim koşulları da insan hakları hukukunun düzenlediği bir alan olmakla birlikte, olağanüstü rejim nitelemesi, “savaşı” kapsamaz.
İnsan Hakları Hukukunun Özellikleri
İnsan hakları normlarının özellikleri, onların ahlâkîkültürel normlardan ve hukuk normlarından bazı farkları şunlardır:
- Evrensellik,
- Muamele görme ilkeleri niteliğinde olmaları,
- Muamele etme ilkeleri niteliğinde olmaları,
- Devletin temel ödevlerini dile getiren talepler niteliğinde olması.