İNSAN VE DAVRANIŞ - Ünite 8: Kişilik Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Kişilik

Kişilik Kavramı

Psikolojide ise kişiliği, bireyin iç ve dış çevresiyle kurduğu ve bireyi diğer bireylerden farklılaştıran, tutarlı ve yapılaşmış ilişki biçimi olarak tanımlamak mümkündür. Bir başka ifade ile kişilik, bireyin fiziksel ve sosyal çevreyle ilişki kurma biçimini şekillendiren, bireyi diğerlerinden ayıran, kendine özgü duygu, düşünce ve davranış kalıplarıdır.

Kişilik tanımlarından yola çıkarak öncelikli olarak bireyin davranışlarının diğer bireylerden farklılaşan nitelikte ve ayırıcı olması gerekmektedir. Öte yandan kişinin davranışının zaman geçse de değişmeyen, tutarlı bir yapıda olması önemlidir. Kişilik davranışları ile ilgili bir diğer özellik ise, davranışın yapılaşmış ve kalıplaşmış olmasıdır. Kişilik davranışlarını şekillendiren bir diğer unsur ise ilişki kuruş biçimidir . Bireyin ortaya koyduğu davranışlar bireyin iç ve dış çevresiyle kurduğu ilişkiden etkilenir.

Kişiliğin gelişmesinde ve şekillenmesinde biyolojik faktörler ve çevresel faktörler etkili olabilmektedir. Her bireyin çevresinde gerçekleşen olaylara, toplumsal baskılara tepkileri de farklı olabilmektedir. Kişilikle ilgili bazı yaklaşımlar kişiliğin bilinçdışı unsurlar, saldırganlık ve cinsellik güdüleri çerçevesinde şekillendiğini vurgularken, bazıları ise bireyin çevresinin etkili olduğunu ileri sürmektedirler. Yine bazı yaklaşımlar bireyin görünen farklı yönlerini kişilik özellikleri olarak kategorileştirirken, bazıları ise beden yapısının kişilikte önemli olduğunun altını çizmektedirler. Bazı yaklaşımlarda ise kişiliği oluşturan temel unsur, bireylerin çevrelerini algılama ve gösterilen tepkilerdeki farklılaşmadır.

Psikodinamik Yaklaşım

Psikodinamik yaklaşımda kuramcılar psişik enerjinin davranışlar üzerindeki etkisi üzerinde çalışmaktadırlar. Psikodinamik kuramlar, kişiliğin bilinçdışı (bilinçaltı) unsurlarla şekillendiğini savunmaktadırlar ve en önemli öncüsü Sigmund Freud’tur. Onu takip eden ve onun kuramına yeni ve farklı yorumlar getiren Carl Gustave Jung , Alfred Adler, Karen Horney ve Erik Erikson gibi kuramcılardır.

Sigmund Freud (1856-1939)

Freud’a göre davranışın temeli şu an farkında olduğumuz her şeyi kapsayan bilinç düzeyinde gerçekleşen duygu ve düşüncelerin yerine bilinçdışına ait duygu ve düşüncelere dayanmaktadır. Freud’a göre insan davranışının temelinde bilinçdışı güdüler ve dürtüler bulunmaktadır. Freud’a göre bütün insan davranışları iki temel biyolojik içgüdü tarafından yönlendirilmektedir. Bunlar; yaşam içgüdüsü (Eros) ve ölüm içgüdüsüdür (Thanatos) . Kişilik gelişiminde en etkili güdülerden biri olarak cinsellik güdüsünü, erotik anlamından ziyade yapılan herhangi bir işten elde edilen hazzın her türü olarak tanımlamak daha uygun olacaktır.

Freud’a göre kişilik; id, ego, superego olarak adlandırdığı yapıların etkileşimlerinden meydana gelmektedir. Doğuştan gelen ve bilinçdışı istek ve güdülerden oluşan id haz peşindedir. İd için önemli olan bir an önce bu isteklerin haz verici bir şekilde doyurulması ya da sıkıntı veren durumdan kaçılmasıdır. Bunu id iki şekilde yerine getirir. Birincisi boğazına bir şey takıldığında öksürmek gibi tepkisel davranışlar; İkincisi ise kendini rahatlatmak için kızdığınız bir arkadaşınıza rüyanızda haddini bildirmek gibi durumları içeren hayal kurma ya da başka deyişle arzu gerçekleştirmedir.

Düşünme ve akıl yürütme süreçlerinin kontrolü ego tarafından yürütülür. Ego; bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı etkileşimli olarak çalışmaktadır. İdden gelen haz arayışına yönelik dürtü ve istekleri dış dünya koşullarına göre ayarlayan ego bu dürtü ve isteklerin yerine getirilmesinde gerçeklik ilkesi doğrultusunda aracılık sağlar. Bu süreçte bireyin davranışlarında toplumsal yapı içerisinde şekillenen kurallar, gelenekler ve kişiliğin ahlaki boyutunu içeren superego etkili olur. Superego ve onun değerlendirme ölçütleri doğuştan değil sonradan kazanılanlarla şekillenir.

Farkında olamadığımız ama kolaylıkla hatırlanabilecek bilgiler bilinç öncesi ni oluşturur. Bilinç ise şu an içinde olduğunuz durumla ilgili olarak tüm hissedilenleri kapsar. Bilinçdışı (bilinçaltı) ise bireyin istese de hatırlayamayacağı ama farkında olmadan davranışlarını yönlendirebilecek unsurları içerir.

Çoğu zaman Freud’un kişilik ile ilgili kuramı bir buzdağına benzetilir. Kişiliğin ve güdüleyici faktörlerin çok az bir kısmı yüzeyde görünürken, kişiliğin ve onu oluşturan davranışların görünmeyen büyük bir kısmı yüzeyin altında yer almaktadır (S:167, Resim 8.3). İdi insanın nefsi, egoyu benlik, superegoyu da vicdan olarak adlandırmak mümkündür.

Freud ve Kişilik Gelişimi: Freud’a göre bireyin davranışlarına yön veren cinsel dürtünün doyurulma isteği Freud’un kişilik kuramını biçimlendirmektedir. Freud tarafından cinsel dürtünün yarattığı enerji olarak tanımlanan libido birey olgunlaştıkça vücudun farklı yerlerinde yoğunlaşmaktadır. Libidonun vücut içerisinde yoğunlaştığı bölgeler bebeklerin olgunlaşmasıyla yer değiştirir. Cinsel enerji eğer olgunlaşma sürecinde bir şekilde vücudun belli bir bölgesinde takılıp kalırsa saplanma meydana gelir

Oral Dönem: Bebek 18 aya kadar olan süreçte dış dünya ile ağzı yoluyla bağlantı kurar. Her şeyi ağzına götüren bebek için libido ağız bölgesinde yoğunlaşır. Freud’a göre ileride yaşanabilecek alaycı, tartışmayı seven, kolay aldanabilen, kendine güvenden yoksun kişilik yapısı bu dönemdeki saplanmayla yakından ilgilidir.

Anal Dönem (18 ay-3,5 yaş): Bu dönemde çocuklarda libido anal bölgeye kaymaktadır. Bu dönem de çocuklarda tuvalet eğitimi verilirken sıkı ve baskıcı uygulamalara gidilmesi ilerde bu durumla ilgili sıkıntılı kişilik özelliklerinin yaşanmasına neden olabilmektedir. Freud, inatçılık, cimrilik, aşırı titiz ve düzenli olma gibi kişilik özelliklerinin bu dönem yaşanan saplanma ile ilgili olduğunu ileri sürer.

Fallik Dönem (3-5 yaş arası): Bu dönemde çocuklarda cinsel enerji, cinsel bölgeye doğru kayar. Cinsel organlarını keşfetmeye başlayan çocuk aynı cinsiyetten olan anababasına karşı kıskançlık hissi geliştirirken, karşı cinsiyetten olan anababasına karşı ise aşırı bağlılık göstermeye başlar. Erkek çocuğun annesine karşı aşırı bağlılık göstermesini, Freud Yunan mitolojisinde bilmeden babasını öldürüp annesi ile evlenen Oedipus’tan yola çıkarak Oedipus kompleksi (karmaşası) olarak adlandırmaktadır. Kız çocuklarında babaya duyulan tutku ve hayranlık, anneyi aşırı kıskanma durumu ise Elektra kompleksi olarak adlandırılmaktadır.

Gizil Dönem: Fallik dönem sonlandıktan sonra çocuklarda cinsellik ilgisi kaybolmaya başlar. 5-6 yaşlarında başlayan bu süreç bir şekilde ergenlik dönemine kadar sürer. Bu dönemde çocuk cinsiyetle ilgili konularla ilgilenmez ve bu dönemde kızların ve erkeklerin oyun gruplarında seçimleri genellikle kendi cinslerine yöneliktir.

Genital Dönem: Ergenlik dönemiyle birlikte başlayan ve son psikoseksüel basamak olan dönem genital dönemdir. Dönem itibariyle cinsel dürtülerin uyanmasıyla birlikte doyurulmamış cinsel dürtülerin cinsel ilişki yolu ile karşılanması durumu söz konusudur. Fakat bu aşamada en ideali, sorumluluk duygusu ve diğer insanları da düşünme gibi konuların ağır basmasıyla dürtülerin ertelenmesidir.

Freud’un kuramı, genel olarak erkeği merkeze alan ve cinselliği vurgulayan bir kuram olarak eleştirilere maruz kalmıştır. Freud’un öne sürdüğü üzere, kızların penisleri olmadığı için penis kıskançlığı adını verdiği durum yüzünden aşağılık duygusu yaşadıklarına dair savı artık pek kabul görmemektedir. Freud’un kuramının her şeyi açıklamaya dönük gücünün sınırsız olması eleştirilmektedir. Ayrıca Freud’un kuramı deneysel yöntemin uygulanmasına pek olanak vermediğinden bilimsel yöntem açısından da eleştirilmektedir.

Carl Gustave Yung (1875-1961)

Jung’a göre bilinçdışı, ego için bir yaşam kaynağıdır. Freud’dan farklı olarak Jung egoyu; kişisel bilinçdışı ve ortak (kolektif) bilinçdışı olmak üzere iki alanda inceler. Bireyin kişisel bilinçdışında bastırılmış veya unutulmuş duygu ve düşünceleri yer alır. Ortak bilinçdışında ise insanoğlunun geçmiş yaşantılarından deneyim ve ortak anılarından oluşmuş ortak düşünce ve davranış kalıpları mevcuttur. Bu zihinsel temsil ve düşünce biçimleri Jung tarafından arketip olarak adlandırılmaktadır. Bütün bireylerin sahip olduğu bir annelik imgesine yönelik anne arketipi ve tanrı arketipi bu duruma örnek olarak verilebilir.

Kişilik belirleyici arketiplerin en önemlilerinden biri de bireyin dışarı yansıttığı ve diğer insanlar tarafından bilinen fakat aslında bireyin iç benliğini saklayan maske (persona) arketipidir. Bireyin dışarı yansıttığı kişilik özellikleri ile maskelediği özellikleri arasındaki farklılıkların aşırılığı bireyde kişilik bozukluğunun sebebi olabilmektedir.

Erkek ve kadın kişiliğinde görülen arketipler; anima ve animus olarak adlandırılır. Her erkeğin içinde dişi, bir kadının içinde de erkeksi yön olduğunu vurgulayan Jung’a göre erkekteki daha hassas ve destekleyici davranışları açıklayan kadın arketipi anima, kadın kişilik yapısındaki saldırgan davranışı ortaya koyan arketip ise animus tur.

Jung bireyleri ilgilerin yöneldiği alan açısından; içe dönüklük ve dışadönüklük altında ikiye ayırır. Kendi dünyalarına kapanma, kendileri ile ilgilenme, sosyallik ve kendine güven açısından sorunları olan kişiler içedönük tipler olarak nitelendirilir. Toplumsal kuralları ve değerleri benimsemede sıkıntılar yaşarlar. Dışadönük tip ise çevresindekilerle kurduğu bağlantı kolay ve uyumludur. Sosyal ortamlara katılmakta sorun yaşamazlar, çevresindekilere değer verir ve hareketlerini diğerlerine göre ayarlar.

Alfred Adler (1870-1931)

Adler, Freud’un ortaya koyduğu id, ego ve superegonun çatışmasıyla ortaya çıkan kişilik yapısından farklı olarak insanların doğuştan olumlu güdülere sahip olduğunu ve kendilerini bireysel olarak en üst seviyelere taşımak ve mükemmel olmak için çaba gösterdiklerini ifade eder. Adler, bireyin yaşamboyu bu aşağılık duygusunu yenebilmek için üstünlük çabası ortaya koyduğunu ileri sürer. Üstünlük çabasıyla birlikte bireylerin yaşadıkları fiziksel zayıflıkların ya da kayıpların daha çok çaba göstermek ve mükemmele ulaşma yolunda öncülük ettiğini savunur ve bu durumu da ödünleme olarak nitelendirir. Küçük yaşlarda geçirdiği zatürree sebebiyle ölümden dönen Adler’in kuramında kişisel hayat deneyiminin etkisi büyüktür.

Adler kişilik gelişiminin ilk yıllarında ailenin kişilik gelişimine olan etkisini vurgulamaktadır. Kişiliği ve kişilik davranışlarını etkileyen bir diğer unsur ise doğum sırası dır. Aile içinde ilk, ortanca ya da en küçük çocuklar farklı kişilik gelişim özellikleri gösterirler. Adler’e göre insanların gerçeklik temeline dayanan ya da dayanmayan aşağılık duygularının üstesinden gelmeye çalışmaları kişilik gelişimleri açısından önemlidir. İnsanların bir şekilde kaderlerini belirleme gücüne sahip olmaları, kuramın insancıl psikoloji yaklaşımına öncülük etmesi açısından önemlidir.

Karen Horney (1885-1952)

Freud’un cinselliği ön plana almasının yanında, doğuştan erkek ve kadın kişilik yapılarının farklılaştığı ile ilgili iddialarına karşı çıkan Horney, kadınların cinsiyetlerinden dolayı daha farklı kişilik özellikleri göstermesinin sebebinin biyolojik değil toplumsal faktörler olduğunu vurgulamıştır. Horney yetişkinlerin sorunlarını çözmede kısaca duyguların değişkenliği olarak tanımlanan nevrotik eğilim lerden birini benimsediğini öne sürmektedir. Horney’in ortaya koyduğu nevrotik eğilimler; insanlara yönelmek, insanlara karşı hareket etmek ve insanlardan uzaklaşmak şeklinde sıralanır.

İnsanlara yönelmek olarak adlandırılan ve diğerlerine bağımlı bir yapıyı işaret eden bu durumda, çocuklar anne babalarından sürekli ilgi ve kabul görmek isterler. Bu kişiler sürekli sevgi talep eder ve karşısındaki kişiye neredeyse bıktırıcı şekilde bağlanırlar.

İnsanlara karşı hareket eden bireyler, diğer bireylerle savaşmayı kaygıdan kurtulmanın bir yolu olarak görürler. Kötü aile ortamı ile mücadelenin anlamı çocuk için saldırganlık ve düşmanlık olabilmektedir. Bu tarz yetişkinler diğer insanlara karşı, kendilerine bir kötülük gelmeden “en yi savunma saldırıdır” şeklinde bir yol benimseyerek hareket ederler.

İnsanlardan uzaklaşmada kaygı verici durumdan kurtulmak için bazı çocuklar birilerine bağımlı ya da onlarla düşmanca ilişkiler kurmak yerine kimseyle ilişki kurmama yolunu seçebilirler. Kendi kendilerine yeteceklerine inanırlar ve duygusal deneyimlere karşı kapalıdırlar.

Erik Erikson (1902-1994)

Erikson egonun, yani benlik kavramının da kendisine has bazı yapıcı görevlerinin olduğunu ileri sürmektedir. Erikson’a göre ego aslında kişiliği oluşturan güçlü ve diğerlerinden bağımsız bir yapıdır. Erikson’a göre kimlik bireysellik ve biriciklik duyguları ile beraber geçmiş ve gelecekle bütünleşen ve sürekli bir yapı gösteren karmaşık içsel durumdur. Erikson kişilik gelişiminin yaşam boyu devam ettiğini savunur. İnsanlar bu kişilik gelişimi boyunca önemli sekiz ayrı dönemeçte önlerine çıkan iki ayrı seçenekten birini seçmek durumunda kalırlar. Erikson’un ortaya koyduğu kişilik gelişimindeki önemli dönemeçler aşağıda kısaca açıklanmıştır.

Temel güvene karşı güvensizlik: Bebekler yaşamlarının ilk yıllarında çevrelerindeki insanlara bağımlı olduklarından, onlara karşı gösterilen sevgi ve bakımın bebekler üzerindeki etkisi çok önemlidir.

Özerkliğe karşı utanma ve şüphecilik: İki yaşından sonra bebekler çevreyi keşfedip kendilerini çevrelerindeki diğer nesnelerle karşılaştırırlar. Freud’un kuramında anal döneme denk gelen bu aşamada yürümek, tutunmak ve tuvalet alışkanlığını kazanmada çocuk için kontrol önemlidir.

Girişkenliğe karşı suçluluk duyma: Çocukların diğer çocuklarla etkileşim halinde olması ve sosyal dünyaya adım atmaları çatışma ve zorlukları beraberinde getirir.

Başarıya karşı aşağılık duygusu: İlkokula başlayana kadar her işi başaracağını düşünen çocuk okula başladıktan sonra kendisini çevredeki çocuklarla rekabet içerisinde olduğu farklı bir ortamda bulur. Ailesi ve çevresi tarafından diğer çocuklarla kıyaslanma, öğretmenin ilgisini kazanma, diğer çocuklar tarafından sevilme isteği gibi unsurlar, çocuk için yeni sorunlar demektir.

Kimlik kazanmaya karşı rol karmaşası: Ergenlik dönemini kapsayan bu süreç bireylerde farklı olarak algılanmaktadır. Kimi bireyler bu dönemi oldukça sıkıntılı yaşarken kimi bireyler ise aile ve çevre desteği ile bu dönemi daha kolay atlatabilmektedir. Bu dönem boyunca “Ben kimim?” sorusunu kendisine soran birey kendisi ile ilgili doğru değerlendirmeler yapar ve yeni rollerini sorgular.

Yakınlık kurmaya karşı soyutlanma: Ergenlikten yetişkinliğe geçişte yaşanan sorunlardan biri de, diğer bireylerle samimi ilişki kurabilmekle ilgilidir. Özel ilişki arayışı içerisindeki bireyler, kendilerine yakın olabilecek, duygusal olarak paylaşım sağlayabilecekleri bireyleri ararlar.

Üretkenliğe karşı durgunluk: Orta yaş dönemlerinde bireylerin görevi bir sonraki nesli yetiştirmek, onları biçimlendirmektir. Bu dönemde birey toplumda kendi çocukları ya da diğer gençlerle olan etkileşimlerinde toplumun ya da kendisinin birikimlerini aktarır. Bireylerde bu davranış biçimiyle birlikte üretkenlik duygusu gelişir.

Benlik bütünlüğü ya da umutsuzluk: Bireylerin yaşlanıp geriye dönük olarak yaşamlarını değerlendirdiklerinde yaşayacakları bunalımla beraber umutsuzluk ya da bir benlik bütünlüğü yaşamaları durumu söz konusudur.

İnsancıl Yaklaşım

Benlik kavramının kişiliğin odak noktası olarak ele alındığı kuramlar; benlik kuramları, insancıl yaklaşım ve kendini gerçekleştirme kuramları gibi farklı isimlerle anılırlar. İnsancıl yaklaşıma göre insan kendisi ve doğa ile uyum içinde yaşamak ister. İnsancıl yaklaşımda psikolojinin amacı, insanı tahmin etmek ya da kontrol etmek olmamalı, anlamak olmalıdır. İnsanlar Freud’un iddia ettiği gibi sürekli olarak içten gelen dürtülerin ve çatışmaların yönlendirdiği varlıklardan öte değişme ve gelişme potansiyeli olan bir yapıya sahiptirler. Yine aynı şekilde bireyler öğrenme yaklaşımlarında olduğu gibi sadece dışarıdan gelen ödül ve ceza ile yönlendirilecek pasif varlıklar değildirler. Bu yaklaşımda insanlar kendi eylemlerinden sorumlu tutulmaktadır. Birey kendisi için en iyiye ulaşmak adına seçimler yapmaktadır ve bu seçimlerinden kendisi sorumludur. Bu yaklaşıma göre bireyin önceki yaşantılarının bireyin davranışını belirlemede o kadar da etkili değildir. Bu yaklaşımda şimdi ve burada anlayışı altında önemli olan, bireyin kendisini ve çevresini o an için nasıl algıladığı ve seçimlerini ne şekilde oluşturduğudur. Bu alanda söz sahibi kuramcılar Carl Rogers ve Abraham Maslow ’dur.

Rogers’a göre birey için en iyisi olabilme ve bu konuda çaba göstermek gerçekleştirme eğilimi olarak adlandırılır. Bu durum tüm canlılar için geçerlidir. Bireyin benlik kavramını ve kim olduğu ya da ne yapmak istediği konusunda potansiyelini geliştirme çabası ise kendini gerçekleştirme eğilimi olarak tanımlanmaktadır. İnsanlar için önemli olan, kendileri için uygun doyumu sağlayan noktaya ulaşmaktır. Bu hedefe ulaşan kişiler potansiyelini tam olarak kullanan kişi olarak nitelendirilirler. Bu tarz kişiler için kendi duyguları ve düşünceleri önemlidir.

Genel olarak aileler ve çevre, bireylerin çocukluklarından itibaren sevgi saygı ve yakınlığı belirli koşullara bağlayarak vermektedir. Koşullu olumlu kabul olarak nitelendirilen bu durumda örneğin, aileler çocuklarını tüm yönleriyle değil, sadece belli özellikleriyle değerlendirirler ve onları sevme durumunu belirli bir koşula bağlarlar. Çocuğun kendini tümüyle gerçekleştirmesi için aile tarafından koşulsuz olumlu kabul durumunun sağlanması gerekmektedir.

Ayırıcı Özellik Yaklaşımları

Bazı araştırmacılar kişiliği değerlendirirken kişiden kişiye değişen kalıcı tutarlı kişilik özelliklerine göre sınıflandırma yapma yoluna gitmişlerdir. Bu özellikler bireylerin kendilerini ya da diğer bireyleri değerlendirirken kullandıkları heyecanlı, neşeli, kurnaz, anlayışlı gibi adlandırılan özelliklerdir. Çok sayıdaki bu kişilik özelliği faktör analizi adı verilen istatistiksel yöntemle daha az sayıda boyuta indirgenmektedir. Bu yaklaşımda kişilik özellikleri ile ilgili az sayıda faktör altında zıt özellikler içeren sıfat çiftleri (konuşkan-sessiz, sorumlu-güvenilmez, sakin-kaygılı) şeklinde düzenlenmektedir.

Raymond Cattell (1957-1966) faktör analizi adı verilen bu yöntemle kişilerin kendi değerlendirmelerinden yola çıkarak yaklaşık 200 kişilik özelliğini, 16 faktör altında toplamıştır Yürütülen araştırmalar sonucunda en sık karşılaşılan faktörler Büyük Beşli olarak adlandırılmıştır. Büyük beşlide yer alan faktörler şunlardır:

  • Nevrotik : Kaygılı ya da sakin, güvensiz ya da güvenli, kedine acıma ya da kendinden memnun,
  • Dışa dönük : Sosyal ya da çekingen, eğlenceyi seven ya da ciddi, şefkatli ya da mesafeli,
  • Açıklık : Hayalci ya da gerçekçi, bağımsız ya da uysal, çeşitlilik ya da sıradanlık,
  • Uyumlu : Yumuşak kalpli ya da katı, güvenen ya da şüphe duyan, yardımcı ya da işbirliği yapmayan,
  • Özdisiplin : Düzenli ya da düzensiz, dikkatli ya da dikkatsiz, özdisiplinli ya da zayıf iradelidir.

Eysenck ise kişiliğin oluşumunda içedönüklük ve dışadönüklük ile birlikte değişkenlik ve değişmezlik boyutlarının kişilik davranışlarının şekillenmesinde önemli olduğunu ileri sürmektedir. Örneğin, bu boyutların birleşimi sonucu; içedönük değişmez, dışadönük değişmez, içedönük değişken ve dışadönük değişken kişilik tiplerinden bahsetmek mümkündür. İçedönük değişmez tipler sakin, kendilerini kontrol edebilen; Dışadönük değişmez tipler atılgan ve lider özellikli; İçedönük değişken tipler sosyal ortamlardan kaçan karamsar ve kaygılı; Dışadönük değişken tipler ise çabuk heyecana kapılan, saldırgan ve hareketli bireylerdir.

Vücut Yapısı ve Kişilik

Bazı araştırmacılar bireylerin beden yapısına ilişkin özelliklerinin kişilik açısından belirleyici olduğunu ileri sürmüşlerdir. Sheldon (1954), insanları fiziksel yapılarına göre; endomorf, mezomorf ve ektomorf olarak üçe ayırmıştır. Sheldon insanların bu üç özelliğin karışımı kişilik yapılarını sergilediklerini ifade etmektedir.

Endomorf : Bu bireylerde fiziksel olarak karın bölgesinin daha geniş, beden hatlarının daha yuvarlak, kasların gevşek, saçların seyrek, ciltlerin düzgün olduğu görülmektedir. Sevme ve tanınma isteği yüksek, hoşgörülü, çabuk ve kolay duygulanıp, kaygılanan güvensiz kişilik özellikleri gösterirler.

Mezomorf : Kas, omuz ve beden yapıları gelişmiş güçlü atletik bir görünüme sahiptirler. Canlı beden hareketleri, spor ve serüvenden hoşlanma, içinden geldiği gibi davranma, acı ve sıkıntıya dayanıklı, kalabalık ve gürültüden hoşlanma gibi kişilik özellikleri gösterirler.

Ektomorf : Bu bireyler beden açısından ince uzun ve iyi gelişmemiş kas yapısına sahip özellikler taşırlar. Bedensel faaliyet yerine sürekli zihinsel işlevlerle meşgul olma, akılcı yaklaşım, topluluk, kalabalık ve açık alanlara çıkmaktan çekinme bu tip kişilerde sıklıkla görülür.

Bilişsel-Sosyal Öğrenme Yaklaşımları

Albert Bandura (1977-1986) her türlü dışsal uyarıcının insanı davranışını yönlendirdiği, insanın edilgen olduğu bir yapıyı kabul etmez. Ona göre davranışlarda bireyin bilişsel yapısı, öğrenme, deneyimler ve çevre ile olan etkileşimi önemlidir. Bandura’ya göre kişinin davranışları sürekli olarak çevre ile etkileşim halindedir. Bir şekilde davranışı belirleyen ödül ve ceza gibi dışsal unsurlar ile düşünce ve beklentiler gibi içsel unsurlar etkileşimli bir şekilde bir sistemin parçalarını oluşturmaktadır. Kişinin çevre ile olan etkileşimini Bandura karşılıklı belirleyicilik olarak adlandırmaktadır. Bandura, insanların gerçekten başarılı olacaklarına, değişebileceklerine inanmalarını özyeterlik adını verdiği kavramla açıklamaktadır. Özyeterlik, bireyin amaçlarına ne ölçüde ulaşabileceğini ortaya koyması açısından önemlidir.

Rotter’a (1966-1975) göre birey davranışı gerçekleştirme gücünü kendinde görüyorsa bireyde içten denetimliliğin etkin olduğu söylenebilir. Eğer bireyin davranışlarının şekillenmesinde bireyden daha baskın şekilde çevre etkili oluyorsa, bireyin kişilik davranışlarının dıştan denetimli olduğunu söylemek mümkündür.

Kişilik Ölçme ve Değerlendirme Teknikleri

Kişilik değerlendirilirken kişiliği ortaya koyan davranışın değerlendirilmesi önemlidir. Kişilik davranışlarını değerlendirmede araştırmacıların başvurdukları yöntemler; Bireysel görüşme, Gözlem ve Kişilik envanterleridir .

Bireysel Görüşme

Karşılıklı konuşma ve bilgi alma süreci olarak tanımlanabilecek olan bu süreç genel olarak yapılandırılmış ya da yapılandırılmamış olabilmektedir. Bu süreçte görüşmenin yol açacağı gerginlik kişiye özgü gerçek davranışların ortaya çıkmasını engelleyebilmektedir. Bu sebeple bu tür gözlemlerle beraber farklı kişilik ölçüm araçlarının devreye sokulması faydalı olacaktır.

Gözlem

Bireyin günlük hayatında ortaya koyduğu kendine özgü davranışları doğal halinde gözlem kapsamında incelenebilir. Bu süreçte birey eğitilmiş bir gözlemci tarafından özel olarak düzenlenmiş deneysel ortamda ya da doğal ortamda gözlenir ve kişilik davranışlarına ilişkin saptamalar yapılır. Gözlem, davranışçıların ve sosyal öğrenme yaklaşımcıların en çok kullandıkları araştırma yöntemlerindendir.

Kişilik Envanterleri

Objektif Testler: Bireylerin belli durumlara yönelik tepkilerini, duygu ve düşüncelerini standart bir sürece göre uygulanıp puanlandığı yazılı testler bu gruba girmektedir. Bu testler bireylerin kendileri tarafından doldurulur. Bu süreçte bireylerin verdikleri cevapların doğruluğu önkoşuldur.

Kullanımı en yaygın kişilik ölçeği Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri (MMPI), duygu, heyecan tepkileri, fiziksel ve psikolojik unsurları içeren 550 maddeden oluşmaktadır. Denekten bu maddelerdeki ifadeleri “doğru”, “yanlış” ya da “bilmiyorum” şeklinde cevaplaması beklenir.

Projektif Testler: Rorschach Testi; 1920’lerde Hermann Roscharch tarafından geliştirilen bu testte oldukça karmaşık mürekkep lekelerinden oluşan 10 kart dizisi kullanılmaktadır. Bireyler kartlarda ne gördüklerini ve neden öyle gördüklerini anlatırlar.

Tematik Algı Testi; 1930’larda Henry Murray tarafından geliştirilmiştir. Deneklere kişiler ve olaylar ile ilgili belirsiz resimler gösterilerek, bu resimle ilgili bir hikaye oluşturmaları istenmektedir.