İNSAN VE DAVRANIŞ - Ünite 4: Algılama Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 4: Algılama
Algının Tanımı ve Doğası
Algı ve duyum insan deneyimlerinin temel birleşenlerindendir. Algı ve duyum, aynı kavram değildirler. Algı bireye özgüyken, duyum daha genellenebilir olup, duyum gerçekleşmeden algının gerçekleşebilmesi mümkün değildir. Bu yüzden bireyin algısı sadece duyumladığı uyarıcılara değil aynı zamanda uyarıcılara ait yorumlarına göre değişmektedir. Kısacası algı; beklenti, güdü, tecrübeler ve kültürden etkilenen bilişsel bir süreçtir.
Algısal süreçlere, psikologlar tarafından analiz-sentez kuramı çerçevesinde hipotez test etme olarak bakılmaktadır. Bu kurama göre birey duyu organları tarafından uyarıcılar ile karşılaştığında bir hipotez geliştirir ve bu hipotezi belleğinde sakladığı şemalarla karşılaştırır. Başka bir deyişle algısal süreç, bireyin algıyı aktif olarak inşa etme süreci olup, bu süreçte gerçeklik ile ilgili tahminlerin en iyisi oluşturulur ve bu test edilir. Algının hem duyuma hem de uyarıcının yorumuna dayandığını analiz etmek gerekmektedir. Çünkü sadece duyum ya da sadece uyarıcının yorumu algının oluşması sürecini yeterli kılmamaktadır.
Biçim Algısı
Gestalt psikologları bireylerin beş duyu organı ile ilgili duyusal bilgi parçacıklarını anlamlı bütünler haline getirirken belirli tutarlıkların algılama sürecinde oluştuğunu fark etmişlerdir. Zihnin, algılama sürecinde oluşan tutarlıkları örgütlenme ilkeleri ile açıklanmaktadır. İki tür temel örgütlenme ilkesi vardır. Bunlar,
- Şekil-zemin ilişkisi,
- Nesnelerin belirli özelliklerine göre gruplamadır.
Şekil-zemin ilişkisi bireylerin gördüğü nesneleri şekil ya da zemin olarak ayırt etmesi ile ilgilidir. Herhangi bir nesnenin şekil ya da zemin olma durumu bireylerin algılamasına bağlı olarak değişir, sabit değildir. Kısaca verilen bir nesnede bireyin neyin zemin neyin şekil olarak sınıflandığı, algılayıcının uyarıcıya verdiği tepkiyi gösterir (s:28, Şekil 2.1). Nesnelerin gruplandırma ilkeleri ise
- Yakınlık,
- Benzerlik,
- Tamamlama,
- Süreklilik,
- Ortak kader ilkelerinden oluşmaktadır.
Uzayda birbirlerine yakın olan nesneleri bir grup olarak algılama eğilimine yakınlık ilkesi olarak adlandırılmaktadır (s:29, Şekil 2.3). Bireylerin çeşitli yönlerden birbirlerine benzer nesneleri bir grup (bir birim) olarak algılamaları benzerlik ilkesi ile açıklanmaktadır (s:29, Şekil 2.4). Öte yandan, bireylerin duyusal olarak girdilerinde eksik (boşluk) olsa bile nesneyi (şekli) bir bütün olarak ele alıp tamamlayabilmesi, tamamlayıcılık ilkesinin varlığını ortaya koyar (s:29, Şekil 2.5). Süreklilik ilkesine göre bireyler nesneleri düzenli bir eğri ya da düz bir çizgi üzerinde yerleştirerek bir birim olarak algılama eğilimi içerisindedir (s:30, Şekil 2.7). Hareketi temel alan ilke ise ortak kader ilkesidir. Ortak kader ilkesine göre aynı yön ve hızda hareket eden nesneler bir grup (bütün) olarak birey tarafından algılanmaktadır (s:30, Şekil 2.8).
Hareket Algısı
Çevrede hareket eden uyarıcıların varlığında gerçek hareket olarak deneyimlenir. Hareket algısı iki türlüdür. Bunlar,
- Gerçek hareket,
- Görünürde harekettir.
Gerçek bir hareketin nasıl algılandığının basit bir yanıtı bulunmamaktadır. Çünkü hem hareket eden hem de hareket etmeyen nesneler retinada hareket imgesi olabilmektedir. Görünürde hareket ise üç türlüdür. Bunlar,
- Otokinetik etki,
- Stoboskobik hareket
- Fi fenomenidir.
Eğer tamamıyla karanlık olan bir odada sessizce oturup, karşı duvardaki sabit ışık kaynağına sürekli bakılırsa, bir süre sonra ışık kaynağının hareket etmeye başladığı görülmektedir. İşte bu oto-kinetik etki olarak adlandırılmaktadır. Stroboskopik hareket, resimleri hareketlendirmeyi mümkün hâle getirilmektedir. Hareket sabit nesne imgelerinin hızlı bir biçimde arka arkaya sunulmasıyla oluşturulur (s: 32, Şekil 2.9). Fi fenomeni ise stroboskopik hareketten farklı bir hareket türü olmayıp, stroboskopik hareketin basit hâli olarak ele alınmaktadır. Her iki hareket türünün temeli süreklilik ilkesine dayanmaktadır. Öyle ki, arka arkaya gelen resim ya da ışık noktalarının bir birim olarak algılanması sonucu hareket hissi yaşanır (s: 32, Şekil 2.10).
Derinlik ve Uzaklık Algısı
Günlük hayatta, görünüşte çok basit davranışlara kaynaklık eden algısal yargılara ulaşmak, en önemli algısal olgulardan biri olan derinlik ve uzaklık algısı ile mümkün olmaktadır. Örneğin, merdiven çıkmak, araba sürmek ve basketbol potasına topu atmak gibi birçok aktiviteyi derinlik ve uzaklık algılarımızı kullanarak yapabilmekteyiz. Derinlik ve uzaklık algısı iki tür ipucuna bağlı olarak gerçekleşmektedir. Bunlar, tek göze bağlı ipuçları ve çift göze bağlı ipuçlarıdır.
Tek göze bağlı ipuçları genellikle resimlerde gösterilebilmektedir ve gerçek anlamda tek göze bağlı ipuçları ressamlar tarafından kullanılmaktadır. Tek göze bağlı ipuçları ise
- Göreli büyüklük,
- Doğrusal perspektif,
- Görsel alanda yükseklik,
- Örtüşme,
- Dokum gradyanından oluşmaktadır.
Göreli büyüklükte, eğer iki nesne aynı büyüklükteyse, büyük görünen nesne gözlemciye daha yakın olarak değerlendirilmektedir (s:33, Şekil 2.11). Doğrusal çizgilerin uzaklaştıkça birbirlerine kavuşacakmış gibi görünmesi ise doğrusal perspektif ipucu ile açıklanmaktadır (s:33, Şekil 2.12). Nesnelerin birbirlerine göre aşağıda ya da yukarıda durmaları uzaklığı algılamak için kullanılan bir ipucu olup görsel alanda yüksekliği algılamamızı sağlamaktadır. Görsel alandaki iki nesne örtüşmüşse, diğer nesneyi örten nesne önde ve daha yakında algılanırken, kısmen örtülmüş olan nesne daha uzakta olmaktadır (s:33, Şekil 2.13). Görsel alanda ayrıntıları kaybolan, sıklaşan ve silikleşen nesneler uzak olarak algılanırken, tüm ayrıntıların görülebildiği nesneler daha yakında algılanmaktadır (s:34, Şekil 2.14). Bu yüzden, dokum gradyanı (sıklığı) ya da netliği uzaklık algısına neden olan ipuçlarından biri olarak değerlendirilmektedir.
Çift göze bağlı iki ipucu derinlik ve mesafeyi algılamamıza yardımcı olmaktadır. Bunlar,
- Retinal ayrıklık,
- Kavuşma derecesidir.
Retinal ayrıklık insanın iki gözünün arasındaki 6 cm’lik mesafeyi temsil etmektedir. İki gözün işbirliği ile sadece insan ve etobur (vahşi) hayvanların anatomik yapıları ile derinliği algılamaları, stereoskopik görme olarak adlandırılan olgu ile açıklanmaktadır. Kavuşma derecisi ise görme çizgisinin uyarıcının bulunduğu mesafeye göre göz bebeklerinin hareketini üretmesi ve bu kas hareketi beyinde uyarıcının uzaklığına dair yargı üretmesi olarak tanımlanabilir.
Algısal Değişmezlik
Algısal değişmezlik olgusuna sahip olmayan bir birey hafızası yokmuş olarak görülebilir. Çünkü kişinin yaşadığı dünya ve nesnelere ait deneyimlerin var olması ve bunları aşina olması algısal değişmezlik olgusuna bağlıdır. Algısal değişmezlik olgusu olmasa, görsel duyumlarda hiç durmaksızın devam eden bu değişme nedeniyle dünya sabit olarak algılanamazdı. Farklı ışık, farklı perspektif ve farklı uzaklık koşullarında nesneden göze gelen retinal imge de farklı olacağı için, birey, aynı nesneyi her seferinde yeniden ve yeniden tanımak zorunda kalırdı. Algısal değişmezlik olgusu içerisinde
- Şekil değişmezliği,
- Büyüklük değişmezliği,
- Renk değişmezliği yer almaktadır.
Tanıdık olan bir nesneye bakıldığında, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, insan zihni onu hep aynı nesne olarak görmeye devam etmesi şekil değişmezliği ilkesi ile açıklanmaktadır (s:35, Şekil 2.15). Bir nesneye farklı mesafelerden bakıldığında nesnenin retinal imgesi de farklı büyüklüklerde olur. Nesne ile algılayıcı arasındaki mesafe arttıkça nesnenin retinaya düşen imgesi küçülür ya da tersinden, söz konusu mesafe azaldıkça nesnenin retinadaki imgesi büyür. Bu ise büyüklük değişmezliğini ortaya koymaktadır (s:36, Şekil 2.16). Farklı ışık koşullarında bir nesneyi aynı renk ve parlaklıkta algılamaya devam etmesi renk değişmezliği ilkesi ile açıklanmaktadır.
Algıda Psikososyal Faktörler
Bireyler algısal yeteneklerini kullanarak (algıda örgütlenme ilkeleri, derinlik algısı, algısal değişmezlik vb.) kullanarak dünyayı, dünyadaki nesneleri deneyim (tecrübe) kazanarak algılarlar. Bu yüzden algısal yetenekler kimi psikologlara göre doğuştan kimilerine göre de deneyimler ile kazanılmaktadır. Örneğin, psikologlar birçok çalışmaya dayanarak, temel algısal yeteneklerden biri olan görsel algı kapasitesinin doğuştan var olabileceğini, ama bu yeteneği (kapasiteyi) işlevsel hale getirmek ve daha fazla geliştirmek için deneyimlerin çok önemli olduğu görüşünü öne sürmüşlerdir. Algıyı etkileyen öznel faktörlerden en önemli olanlarından biri geçmiş deneyimlerdir. Günlük yaşamda yaptığımız faaliyetlerin çoğu geçmiş deneyimlerimize dayanmaktadır. Bu neden ile daha uyarıcının kendisi ile karşılaşmadan onunla ilgili ipuçlarına ya da sembollere tepki gösteririz. Dolayısıyla çoğu durumda, algı büyük ölçüde geçmiş deneyimlere dayanan bir çıkarsama süreci hâline dönüşmektedir. Örnek vermek gerekirse, gökyüzünde beyaz bir çizgi gördüğümüzde, herhangi bir uçağı görmesek bile uçağın geçmiş olduğunu söylememiz çok normaldir. Ritmik ama kötü bir ses duyduğumuzda bunun bir araba egzozu olduğunu düşünürüz. Herhangi bir sokaktan geçerken çöp kutusunun yanından geçtiğimizde kötü kokunun çöp tenekesi içinde bulunan çöplerden kaynaklandığını düşünürüz. Bu şekilde örnekler çoğaltılabilir.
Birey temel algısal kapasitesinin gelişiminde deneyimlerin çok önemli olması sebebi ile deneyimlerin algıyı nasıl etkilediği önem kazanmaktadır. Algıyı etkileyen deneyimler çeşitli psikososyal faktörlerden oluşmaktadır. Bunlar,
- Kültür,
- Bağlam,
- Kişisel özellikler olarak adlandırılmaktadır
Kültür bireyden bireye, hatta farklı ülkelerde yaşayan insanların algılarındaki değişimlere yol açmaktadır. Bireyin doğup büyüdüğü ve yaşadığı çevre algıda belirli eğilimlerin meydana gelmesine neden olmaktadır. Bu yüzden herhangi bir nesnenin ya da dünyadaki deneyimler sonucu ortaya çıkan algılarda kültürler arası farklı algısal eğilimler ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, Müller- Lyer ilkesi olan algı yanılsaması ile ilgilidir. Algı yanılsamasında, herhangi bir olgu belirli kültürlere özgü olup bazı kültürlerde görülmeyebilir.
Algıyı etkileyen bir başka psikososyal faktör bağlamdır. Uyarıcıların içerisinde bulunduğu bağlamda göreceli olup farklı şekilde algılamalara sebep olabilir. Uyarıcılar bağlama uygun şekilde anlamlandırılabildiği için algıyı etkileyen psikososyal bir faktördür. Algıyı güçlü bir şekilde etkileyen bir başka psikososyal faktör ise kişisel özelliklerdir. Kişisel özellikler tutumlar, ilgiler, beklentiler ve güdüler vb. duyuşsal faktörlerden oluşmaktadır. Bireyin kişisel özellikleri algıda seçici bir şekilde uyarıcıları düzenlemesini ve işlevsel olarak algılama sürecinin meydana gelmesini sağlamaktadır. Ayrıca, dikkat adı da verilen seçici algı da kısmen psikososyal faktörlerin etkisi altında ele alınmaktadır. Dikkat, bireylerin dünyanın karmaşıklığıyla başa çıkmasını sağlayan süreçlerden biridir. Başka bir deyişle dikkat, algılayıcının sosyal ve fiziksel dünyadaki uyarıcı çokluğundan etkilenmeden işlevsel olarak tek bir uyarıcıya odaklanmasına yardımcı olmaktadır.