İSLAM DÜŞÜNCE TARİHİ - Ünite 2: İslâm Düşünce Okulları Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: İslâm Düşünce Okulları
İslâm Düşünce Okullarının Ortaya Çıkışını Belirleyen Sebepler
Hz Peygamberin ölümünden sonra Müslümanların hayatta karşılaştıkları problemler artarak devam etti. İslâm bilginleri ve düşünürleri aracılığıyla dinamik olarak bu sorunlara çözüm bulmak durumundaydı. Bu doğal süreç bugünde devam etmektedir. Sonuç olarak da hayatla dinamik etkileşim neticesinde İslâm düşünce okulları ortaya çıktı.
İslâm Düşünce okullarını ortaya çıkaran sebepleri iki şekilde inceleyebiliriz.
- İslâm dininin ana metinlerinden kaynaklanan sebepler ve
- yeni dinin etkileşim alanlarından ortaya çıkan sebepler.
İslâm Düşüncesinin oluşumunda dini metinlerin kendi karakterlerinden kaynaklanan özellikler bulunmaktadır. Zahirleri açısından bakıldığında, Allah'ın sıfatları, insanın irade hürriyeti gibi konularda dini metinlerin kendi içerisinde çelişik ifadeler bulunmaktadır. Ayrıca dinî metinlerin bünyelerinde barındırdığı kapalılığın belirleyici bir rolü vardır. Bazı ayet ve hadisler farklı şekillerde anlaşılabilmiştir. Bazı dini metinlerin anlamları herkesin aynı şeyi anlayabildiği şekilde açık ve seçik değildir. İslâm düşünce okulları hem dini metinlerin anlaşılmasını bir sorun olarak tartışacak hem de bunun yöntemine dair tartışmaları yürütecektir. Özellikle Kelam düşünce okullarının oluşumunda bu husus belirleyici olacaktır.
İslâm düşünce okullarının oluşumunun vahyin dışında İslâm'ın tarihteki yayılış serüveniyle de yakından alakası vardır.
İslâm’ın diğer iki semavi din geleneğinden önemli bir farkı vardır. İslâm, tarihi bir gerçeklik olarak devletle beraber var olmuştur. Yahudilik ve Hıristiyanlık ise doğuşları itibariyle devletle beraber ortaya çıkmamışlardır. İslâm’ın doğuşundan itibaren devletle beraber varlığını devam ettirmesi, İslâm dininin düşünce okullarının oluşum sürecini ve mahiyetlerini etkilemiştir.
Kısmen tepkiler olsa da İslâm toplumunun genelinde dışlayıcı ve katı savunma duvarları oluşmamıştır. İslâm düşünce okulları işte bu ortam içerisinde ortaya çıkmıştır. Kelam, tasavvuf ve felsefe okulları, hem sorunların ortaya çıkışı itibariyle hem de kavramsal içeriklerin aktarılması bakımından, oluşum süreçlerinde bu kültürel zenginlikten istifade etmiştir.
Diğer taraftan İslâm'ın siyasal bir yapıyla imparatorluk formunda var olması diğer din ile kültürlerle anlamlı bir ilişkinin kurulması ve ortak bir dilin inşasını zorunlu kılmıştır.
Bunun dışında İslâm'ın devletle beraber olması felsefenin temsil ettiği aklî ilimler geleneğinin tevarüsünü zorunlu kılmıştır. Devlet vergilerin toplanması, gelirlerin hesaplanması, harcanması, dinen tespiti zorunlu olan vakitleri belirlenmesi, sağlık hizmetleri ve benzeri eylemler için matematik, fizik, tıp, astronomi gibi akli ilimlere zorunluca ihtiyaç duymuştur.
Diğer din ve kültürlerden gelen aklî eleştiriler İslâm düşünce okullarını çok çeşitli şekillerde etkiledi. Brahmanizm, Mecusilik, Dehrilik, Tabiatçılık, Batınîlik ve İlhad gibi hareketler İslâm'a yönelik entelektüel eleştiri ve saldırılarda bulundu. Bu eleştiriler bir yönüyle İslâm'ın kendi metinlerinin daha farklı ve derinden anlaşılmasına yol açarken diğer yandan da "red" ve savunma çabalarıyla aklî sınırlar çizilme ihtiyacını doğurdu.
Mecusiliğin bir kolunun evrenin ve evrendeki oluş ve bozuluşu açıklamak için kullandığı iki ezeli ilke yani iyilik ve kötülük ilkesi cevap verilmesi gereken bir eleştiriydi. Bu doğrudan Allah’ın birliğine yönelmiş bir meydan okumaydı.
Dehriyye olarak anılan gruplar evrenin zamanın eseri olduğu şeklinde görüşler ileri sürdüler. Bu görüş aynı zamanda cahiliyye Arapları arasında da bulunmaktaydı.
Tabiatçılar olarak isimlendirilen bir grubun Tanrı’yı dışlayarak evreni sadece tabiatın bir eseri olduğu iddiası da cevaplanmalıydı. Bu son iki eleştiri ise Tanrı’nın mutlak ezeliliğine ve varlığına yönelik bir meydan okumaydı.
Hint kökenli Brahmanların –ki Berahime olarak anılmaktaydı- Peygamberliğin imkân ve gerekliliğine yönelik eleştirileri vardı. Peygamberliğin Allah’ın mutlak adaletine aykırı olduğunu ileri sürüyorlardı. Görüşlerine göre hem peygamber hem de kavmi seçilmiş hale geliyordu. Bu ise Allah’ın mutlak adaletine aykırıydı. Allah eşit davranmalıydı. Tüm insanlarda bulunan akıl onların mutluluğa ulaşması için tek başına yeterliydi.
Hıristiyanlar ise bir ama üç olan Tanrı inancını yani teslis inançlarının doğru olduğunu savunuyorlardı. Ayrıca Hıristiyanlar kendi inançlarını korumak için Kur’an’ın ezeli oluşunu da teslisin ezeli unsurlarına benzetti. Hıristiyanların Allah’ın birliği hakkındaki bu meydan okuması en derin tartışma konusunu ortaya çıkardı.
Bâtıniler ise hermetik kültürle ilişki içerisindeydi. Bâtıniler dini metinlerin zahiri manalarının önemli olmadığını iddia ettiler. Önemli olan batınî, deruni anlamdı. Onlara göre akli, objektif bilgi kurtuluşa ve mutluluğa erdiremezdi. Kurtuluş ve mutluluk ancak masum imamların takip edilmesiyle elde edilebilirdi.
İslam Düşünce Okulları
Bu çerçevede ortaya çıkan önemli İslâm düşünce okulları kelam, felsefe ve tasavvuftur. İslâm Düşüncesinin Kelam okullarının ortaya çıkışında öncelikle siyasi olaylar etkilidir. Hz. Peygamber’in ölümünün arkasından kimin halife olacağı sorunu ortaya çıkmıştır. Hz. Ali’nin sonraki taraftarları, halifenin kimin olacağının dinen, vahiy yoluyla belirlendiğini iddia etmişlerdir. Hz. Osman’ın öldürülmesinin ardından Hz. Ali’nin hilâfeti döneminde meydana gelen Cemel ve Sıffîn savaşları meydana gelmiştir. Bu bağlamda bir Müslümanı öldürmenin dinî hükmü, iman-günah, kader-cebir, tekfir gibi konular tartışılmış ve çözümler aranmıştır.
Hilafet meselesi etrafında Hariciler, Şia ve Mürcie grupları ortaya çıkmıştır. Kader ve cebr konuları etrafında ise Cehmiyye, Cebriyye, Kaderiyye ve Mutezile okulları ortaya çıkmıştır. Mutezile karşısında ise Selefiyye, Eşari ve Maturidi okulları ortaya çıkmıştır. Kelam bir yandan İslâm inanç esaslarına yöneltilen eleştirileri aklî yöntemlerle cevaplandırmıştır. Diğer yandan da eleştirilerden de istifade ederek İslâm inancını tutarlı bir aklî sistem haline getirmeye çalışmıştır. Kelamcıların eleştirilere cevap veriş şekli cedel formunda gerçekleşmiş ve bu da onların yöntemi olmuştur.
İslâm Düşünce okullarından tasavvuf ise tarihsel olarak ilk ortaya çıkışı ekonomik zenginleşmeye tepki olarak ortaya çıkmıştır. Fetihler sonrası İslâm toplumun geçirmiş olduğu zenginleşme ve dünyevileşme eğilimleri dinin, insanın, dünyanın ve yaşamın anlamına dair sorular uyandırmıştır.
İslâm Düşünce Okullarından felsefenin kurulması ise farklı bir dinamikle olmuştur. Felsefenin İslâm dünyasında oluşmasının en önemli vasatı tercüme hareketleridir.
Orta Çağda felsefe tüm aklî bilim ve geleneklerinin şemsiye ismidir. Ve felsefe büyük oranda bilim anlamına gelmektedir.
Müslüman filozoflara göre felsefe insanlığın ortaya çıkışından itibaren devam eden bir tür hakikat araştırmasıydı ve kendileri de hakikatin peşinden koşan öğrencilerdi. Müslüman filozoflar felsefenin birikimsellik, süreklilik ve evrensellik boyutlarını her zaman önemsemişlerdir. Kendilerinin ürettikleri felsefi birikim de evrensel dünyaya hitap etmekteydi.
Aklî mirasın devralınmasına yönelik tercüme hareketiyle beraber felsefenin altında birçok okul oluşmaya başladı. Bunlardan özellikle Meşşâî ve İşraki okul İslâm dünyasında yaygınlık kazanıp sürekli olmuştur. Bunun dışında Dehriyye ve Tabiatçılar şeklinde iki okul daha vardır.
Dehriyye şeklinde anılan okul evrenin başlangıcı ile sonu olmadığını ve yaratılmadığını iddia etmektedir. Okulun isminde bulunan "dehr" kelimesi başlangıcı ve sonu olmayan zaman anlamındadır. Bu okul âlemin ezelîliğini ve maddî evrenin ötesinde akıl, ruh ve Tanrı gibi manevî hiçbir varlığın bulunmadığını ileri sürmüştür. Evrenden ayrı bilinçli ve irade sahibi Tanrı fikrini reddetmiştir. Bilgi konusunda ise duyuların dışında başka bir bilgi kaynağı kabul etmemiştir.
Tabiatçı okul varlıktaki değişimi sebep-sonuç ilişkileri çerçevesinde sadece tabiatla açıklamaktadır. Tabiattaki her türlü oluşum, değişim ve gelişimi rasyonel olarak açıklamaya çalıştılar. Bu okul tıp, kimya, astronomi ve matematik olmak üzere çeşitli pozitif bilim dallarında ciddi araştırmalar yaptı. İslâm dünyasında Câbir b. Hayyân ile Ebû Bekir er-Râzî'nin tabiatçı felsefelerinden bahsedilmektedir.
Meşşâî felsefe okulu felsefenin İslâm dünyasına aktarılması, içselleştirilmesi, sistemleştirilmesi, yeni özgün felsefi sorunların inşası ve evrensel felsefi sorunların tartışılmasına devam bakımından son derece önemlidir. Kindî, Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Bacce ve İbn Rüşd gibi seçkin İslâm filozofları tarafından temsil olunur. İslâm dünyasında en yaygın ve en etkili olan okul Aristo felsefesini takip eder.
Meşşâî okulu Aristo felsefi sistemi tarafından belirlenir ve yönlendirilir. Hakikatin hakikatle çelişmeyeceği ilkesine dayanarak, Aristo felsefesinin belli değişiklik ve tadilatla beraber İslâm diniyle uyumlu olduğunu düşünüyorlardı. Çatışma gibi gözüken alanları da tevil ve yorumlamayla aşmışlardır.
Meşşâî filozoflar dehriyye ve tabiatçı okullarının aksine peygamberlik kurumunu kabul ederler ve felsefi olarak savunurlar. Meşşâî filozoflara göre peygamberlik kurumu sosyal ve siyasal bakımdan zorunludur. Meşşâi filozofların Tanrı, evren, insan ve akıl konularında kendilerine has yaklaşımları bulunmaktadır. Bunların bir kısmı dönemin akli müktesabatından alınmış iken bir kısmı da müslüman filozofların kendi özgün katkılarıdır. Mesela Farabi Tanrı’yı şu şekilde tavsif eder: Tanrı zatı itibariyle bir olduğundan bütün varlıklardan farklıdır. Bundan dolayı varlıklar içerisinde sadece ilk varlık ismini ve anlamını O hak eder.
Meşşâî okula göre her şeyden önce din ile felsefe arasında konu ve gaye birliği bulunmaktaydı. İkisi de insanları mutluluğa götürecek gerçek bilgiyi ve gerçek ameli insanlara öğretmeyi hedeflemektedir.
Meşşâî filozoflar Aristo’yu takiben felsefeyi nazarî ve amelî olmak üzere iki kısma ayırırlar. Nazari felsefe metafizik, fizik ve matematik bilimler gibi kendisinden sadece bilmenin ve bilginin hedeflendiği disiplinlerdir. Mantık ise nazari ilimlere bir giriş olarak düşünülmüştür. Mantık doğru düşünmenin ilkelerini ve yöntemini verir. Amelî felsefe ise bilginin ötesinde eyleminde hedeflendiği ve en genel anlamda insanı mutluluğa ulaştırmanın hedeflendiği disiplinlerdir.
Meşşâî filozofların insan anlayışı da temelde Aristo felsefesini takip eder. Meşşâî filozoflara göre insanın beş duyu, ortak duyu, tahayyül, müfekkire ve hafıza güçleri bulunmaktadır. Bu güçlerden her birisinin kendisine has ayrı fiili vardır.
Meşşâî filozoflar insanda tümel bilginin oluşması ve aklın gelişmesi evreleri bakımından şu şekilde tasnif ederler:
- Kuvve halindeki akıl veya potansiyel akıl
- Fiil hale geçmiş akıl
- Meleke halindeki akıl
- Müstefad akıl
Meşşâî filozoflara göre insanın bilgiye ulaşma sürecini açıkladıktan sonra insanın davranışlarının nasıl ortaya çıktığını açıklayabiliriz. İnsan davranışının ortaya çıkmasında, dış dünya ve bunların insan nefsindeki uzantıları olan duyu ile hayali formlar etkilidir. Ama aynı zamanda istek gücü de etkilidir. Aklın istek gücü üzerinde etkili olması durumuna ihtiyar adı verilir.
Meşşâî filozoflar Aristocu köklerden hareketle ameli felsefeye yani ahlak siyaset ilişkisine bütüncül ve organik bir bakış açısıyla yaklaşırlar. Onlara göre sadece ahlak ve siyaset değil, tüm felsefî disiplinler bir bütünü oluştururlar.
İşraki okul, Meşşâi felsefeyi eleştirerek ortaya çıkmış gibi durmaktadır. Aklî düşünce ile bilimsel raştırma yerine mistik tecrübe ve deruni sezginin önceliğini savunur. Okulun kurucusu Şehâbeddin es-Sühreverdî (ö. 587/1191) rasyonel bilgi kanalıyla gerçeğe ulaşmanın imkânsız olduğunu savunur. Kesin hakikate ilâhî feyiz ve ilhamla ulaşılır. Filozofları da buna göre tasnif eder. En yetkin düşünürleri de bu iki yöntemi kullananlar olarak ilan eder.
İşrâk okulu Meşşai bilginin kaynağı olarak akıl yürütmeyi temel alan rasyonalist Meşşâî felsefeye karşı mistik tecrübe ve deruni sezgiye dayanan düşünceyi savunur. İşrâkiler kesin bilgiye ulaşmada mantıkî kanıtlama ve çıkarımların yetersiz olduğunu savunur.
Sühreverdî, araştırma ve iç sezgi yöntemlerini kullanmaları bakımından hakikati arayanları üç kısma ayırır:
- Teellühü esas alıp bahse önem vermeyenler;
- Tefekkür ve rasyonel araştırmayı önemseyip teellühü ihmal edenler;
- Her iki yolu takip edenler.
İlkine müteellih, ikincisine hakîm, üçüncüsüne de müteellih hakîm veya ilâhî hakîm denir.
İşraki okul varlığın ortaya çıkışını Fârâbî ve İbn Sînâ'nın sudur teorisine benzer bir şekilde açıklarlar. Yalnız sudur teorisindeki akılların yerine nurlar konulur.
İşrâki filozoflar nuru, var olmak için başkasına ihtiyacı olmayan “saf nur” ve varlığı başkasından olan “arazî nur” diye ikiye ayırır.
Sühreverdi’ye göre, evrendeki varlıların hepsi Yüce nurun aydınlatmasından başka bir şey değildir. Buna bağlı olarak da aslında evrendeki bütün sebepler sonuç olarak nurdur. Çünkü dünyadaki hareketlerin, göklerin ve elementlerin sebebi Nurlar Nur’unun tecellilerinden başka bir şey olmayan aracı nurlardır.
Sühreverdi’ye göre, Peygamber, bilge için bir rehber, toplum için de düzeni sağlayan kuralları koyan bir yol gösterici olarak mutlaka gereklidir. İnsan yaşamak için bir topluma, toplum da yasa ve düzene muhtaçtır. Bu sebeple öteki dünyadan haberleri getirmesi, insanlar arasında uyumu sağlaması için peygamberlik bir ihtiyaçtır.