İSLAM DÜŞÜNCE TARİHİ - Ünite 5: Batı Endülüs Filozofları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Batı Endülüs Filozofları

Giriş

Endülüs, İslâm felsefe geleneğinin en özgün örneklerinin sunulduğu bir coğrafyadır. Endülüs filozofları özellikle İbn Bâcce ve İbn Rüşd beraber düşünüldüğünde Aristo metinlerini daha yakından takip ettikleri görülmektedir. Yeni Eflatuncu etkiler ayıklanmaya çalışılmıştır.

İbn Bacce

İbn Bâcce (ö. 533/1139) Batı İslâm dünyasında yetişen ilk Müslüman filozoftur. Endülüs'ün kuzeyindeki Sarakusta (Saragossa) şehrinde muhtemelen 470'te (1077) dünyaya geldi. İbnü's-Sâiğ olarak da tanınan İbn Bâcce Batı literatüründe genellikle Avempace diye anılır.

İbn Bâcce'nin felsefî eserlerinde gözümüze çarpan en önemli özellik Aristo'nun ve Fârâbî'nin eserlerine yazmış olduğu şerhlerdir. Bu aynı zamanda döneminin felsefe yapma tarzını da yansıtmaktadır. İbn Bâcce şerh yazım tekniklerinde Fârâbî'yi model almaktadır. İbn Bâcce'nin kendisi de şerh şeklinde yazım tarzında İbn Rüşd üzerinde çok etkili olacaktır.

Endülüslü Müslüman filozoflarda akıl, ittisal, mutluluk, sosyal ve siyasal yaşamla ilişkileri konularının merkezde olduğunu görmekteyiz. Bunun en önemli sebebi İbn Bâcce döneminde Endülüs'te yaşanan iç karışıklık ve siyasal birliğin bölünmüşlüğüdür.

İbn Bâcce'nin felsefesinin temel konusu insan ve insan mutluluğudur. İnsan, yapısı itibariyle evrene benzer. Onda üç boyut bulunur: 1) Tabiî, 2) duyusal ve 3) aklî boyut. Fakat insanı diğer varlıklardan ayıran özelliği aklıdır. İbn Bâcce Aristocu çizgiyi takip ederek insanı bu doğanın bir parçası olarak kabul eder. İbn Bâcce'ye göre insanın en yüksek ve yetkin boyutu akıldır. En temel fiili ise tümel kavramlar oluşturmaktır . İnsan düşünme kabiliyeti ise diğer varlıklardan ayrışmakta ve doğal yaşamın dışında farklı alternatifler üretebilmektedir. Hayvanlar ise doğal yaşamı sürdürmektedir. İbn Bâcce, insanın duyusal algıdan başlayıp nihaî düzeyde müstefâd aklı elde edişine kadar yükselen entelektüel gelişimini, çeşitli bilme ve kavrama duraklarından geçen bir manevî yükseliş olarak tasvir eder.

İbn Bâcce insanları aklî suretleri elde etmelerine ve buna bağlı olarak oluşan akli yetkinliklerine göre derecelendirir.

  1. Cumhûr (sıradan insanlar) mertebesi: Bu seviyede olan insanlar aklın konusu olan şeyleri ancak "maddî sûretler aracılığıyla idrak edebilmektedir. Bu seviyedeki insanlar yetkinlik bakımından en düşük seviyede olanlardır.
  2. Nuzzâr: Bu sınıf tabiat bilimleri ve matematiksel bilimlerle uğraşan kimselerdir. Soyut sûretleri cisimlerin idrakleri olarak değil de kendinde varlığı olan ma'kûller olarak idrak edebilmektedirler. Fakat bu sınıf da manevi suretleri doğrudan idrak edememektedir.
  3. Su'edâ (mutlu insanlar): İbn Bâcce'ye göre bu son grup filozoflardır. Tabiat âlimi maddî ve manevi suretleri yani ma'kûlleri elde ettikten sonra yetkinleşmesine devam eder. Yetkinleşme sonucunda ma'kûlleri doğrudan idrak edebilir, eşyanın mahiyetini ayniyle kavrar. İbn Bâcce bu hale müstefâd akıl adını verir.

İbn Bâcce'nin ahlak ve siyaset konusundaki görüşleri özellikle Fârâbî'ye oldukça benzerdir. İnsan fiilinin ortaya çıkışını istek, öfke ve akıl güçlerinin çatışmasında açıklar. Yönetim çeşitlerini bireyin kendisini yönetmesi, ailesini yönetmesi ve şehir yönetimi olmak üzere üçe ayırır. Buna ilaveten Yüce Allah'ın evreni yönetmesini de tedbir kavramı altında inceler.

Mütevahhid, yalnız adam, toplumun geneli gibi yaşamayan aykırı ve sıra dışı kişidir. İbn Bâcce bu tür insanlar için nevabıt "ayrık otu" kavramını kullanır. Fârâbî'de bu kavram olumsuz içerik taşımaktaydı. İbn Bâcce ise erdemsiz toplumda erdemli yaşamaya çalışan insan anlamında olumlu kullanır. Halkın süs ile gösterişe battığı, insanların aşırı dünyevileştiği cahil bir toplumda yalnız insan mütevahhidin bilinçli bir tavırla o topluma yabancılaşması, kendi mutluluğu açısından zorunludur.

İbn Bâcce bu yalnızlık halini sürekli bir hal olarak görmez. Bu durum zorunlu bir geçiş dönemidir. İleride oluşacak erdemli toplum da ancak yetkinleşmiş insanlarla mümkündür. Diğer bir ifadeyle yetkinleşmiş yalnız insanlar erdemli toplumun nüveleridir. Yalnız insan bencilce sadece kendi yetkinliğini hedeflememektedir. Aksine gelecekteki erdemli yönetimi mümkün kılacak metafiziksel ve diğer teorik bilgileri edinmektedir. İbn Bâcce'ye göre bu teorik yetkinlikler ve bilgiler olmaksızın erdemli toplum imkânsızdır. Yalnız insan bu amaçla hicret bile edebilir.

İbn Tufeyl

Endülüs felsefe okulunun ikinci önemli ismi İbn Tufeyl'dir (ö. 581/1185). İbn Tufeyl aynı zamanda tabib ve fakihtir. İbn Bâcce'nin kitapları onun eğitiminde önemli bir rol oynamıştır. Aynı zamanda İbn Tufeyl meşhur filozof İbn Rüşd'ü Muvahhidî Halifesi Ebû Yakub Yûsuf b. Abdülmümin'e takdim eden kişidir. İbn Rüşd yine İbn Tufeyl'in yönlendirmesi ve Halife'nin isteğiyle meşhur şerhlerini yazacaktır.

İbn Tufeyl'in felsefesi hakkında bilgi edindiğimiz tek eser Hay b. Yakzân 'dır. Bu eserde İbn Tufeyl Fârâbî, İbn Bâcce ve kısmen İbn Sînâ'yı eleştirir. Kendi meşrikî hikmet tasavvurunu sunar. Sunduğu hikâye çerçevesinde dinfelsefe ilişkilerini ve insanın mutluluğa nasıl ulaşacağını tartışır. İbn Tufeyl'e göre meşrikî hikmet teorik akıl yürütmeyle yetinmez. Sadece akıl yürütme ve araştırma en yüksek yetkinlik derecesine ulaşmak için yeterli değildir. İnsanın duygu dünyasında yaşamış olduğu manevi tecrübeleri ihmal edilmemelidir. Müşahede, zevk, huzur ve ruhi tecrübe önem kazanır. İbn Tufeyl kesin hakikate ve mutluluğa ulaşmada tasavvuf ehlinin vurguladığı yöntemi öne çıkarır. Gazzâlî'nin bu noktada model olduğunu belirtir. Ona göre Gazzâlî müşahede ve huzur hallerini yaşamış ve böylece en yüce mutluluğa erip, kutsî mertebelere ulaşmıştır.

Hay ıssız bir adada hayata gelen bir insanı temsil etmektedir. İbn Tufeyl Hay’yın adada hayatının başlamasıyla ilgili iki tane teori ileri sürer. Bir tanesi Hay’yın yandaki bir adadan bırakılmasıdır. İkinci teori ise Hay’yın tropikal bir bölgede toprağın mayalanması ve nefesin üfürülmesi ile canlılık kazanmasıdır. Hay idrak güçleri aşamasıyla bilgi edinmekte ve kendisine bir yaşam alanı oluşturabilmektedir. Bu süreçlerde evrenin gerçekliği yavaş yavaş ama süreklice keşfetmektedir. Hay ihtiyaçları ortaya çıktıkça ameli aklını kullanılır araçlar ve teknikler icad eder. İbn Tufeyl’in burada sunduğu evren tasarımı Aristocu şemayı takip ederek organiktir. Hayy tabiattan yola çıkarak yaratıcı Tanrı fikrine ulaşır.

Hay b. Yakzân eserinde İbn Tufeyl tabiattaki varlıkların oluş ve bozuluşa tabi olduğunu, ve varoluşları hususunda başka varlıklara muhtaç olduğunu gören Hay yaratıcı Tanrı'nın böyle olmaması gerektiği sonucuna varır. Tanrı öteki varlıklara muhtaç olmamalıdır. Varlığının bir sebebi de olmamalıdır. 0 zorunlu varlık olmalıdır. Temelde Hay Tanrı hakkında Onun en mükemmel varlık olması ve her türlü eksiklikten uzak olması gerektiği sonucuna varır. Hay Tanrı'nın her türlü kusur, zaaf ve eksiklikten de uzak olması gerektiği sonucuna ulaşır.

Hay b. Yakzân isimli hikâyenin son bölümünde gerçek anlamda bir din felsefesi tahlili yer almaktadır. Bu tahlilde temel felsefî hakikatlerle sahih bir dinin yaygın kabul görmüş hakikatleri arasında bir mukayeseye gidilmekte ve bu hakikatlerin rasyonel, mistik ve sosyal kavranış biçimleri değerlendirilmektedir.

İbn Tufeyl'in hikâyedeki çözümlemelerinden anladığımız kadarıyla dinî metinler, hakikatleri herkesin anlayabilmesi için temsillerle, benzetmelerle ve hayali ifadelerle anlatmaktadır. Böylece geniş halk kitleleri temel doğru ve davranışları en kolay bir şekilde anlayabilmektedir. Fakat dinî metinlerinin zahirlerinin dışında deruni ve batıni anlamları da bulunmaktadır.

İbn Tufeyl'e göre nazarî bilgiyle mistik bilgi arasında bir çelişki olmadığı gibi nazarî ve mistik yolla ulaşılan metafizik gerçeklerle dinî öğreti arasında da bir çelişki yoktur. İnsanların çoğunun anlayış seviyeleri düşük, ahlaki yetkinlikleri gelişmemiş ve dünyaya bağlılıkları çok fazla olduğundan ne Hayy'ın temsil ettiği nazari yöntemi ne de Absal'ın temsil ettiği müşahede yöntemini takip edebilirler. Bundan dolayı dini hitap bu gerçekliği göz önüne alarak insanların mutluluğu için gerekli olan temel metafizik hakikatleri ve salih amelleri mesellerle, kıssalarla ve hayali ifadelerle anlatmıştır. Bundan dolayı geniş halk kitleleri için iyi olanın dinin zahirî kurallarına riayet etmek ve dini yorumlamaktan uzak durmaktır. Hikâyede Hay ve Absal'ın Salaman ve arkadaşlarıyla anlaşamaması ve sonunda ayrılmak zorunda kalmaları bu durumu sembolize etmektedir. İbn Tufeyl'in din ile felsefe arasındaki bu çözümlemeleri karşılığını İbn Rüşd'de de bulacaktır.

İbn Rüşd

Endülüs'ün üçüncü en önemli filozofu İbn Rüşd'dür (ö. 595/1198). İleri gelen bir ailenin çocuğu olan İbn Rüşd Meşşâî okulunun son temsilcisi, filozof, fakih ve hekimdir. Aristo'nun felsefî doktrinine sadık kalarak eserlerini şerh ettiğinden İslâm âleminde "şârih", Latin dünyasında "commentator" unvanıyla tanınmıştır.

İbn Rüşd ilmi dini ve akli geleneklerin hemen hepsinde ürün vermiştir. Bidâyetü'l-müctehid ve nihayetü'lmuktesıd, İbn Rüşd'ün fıkha dair mukayeseli bir hukuk kitabıdır. İbn Rüşd'ün felsefi analiz kabiliyetini fıkıh alanında sergilemiş olduğu bir eseridir.

Faslul-makâl fî-ma beyne'ş-şer'ia ve'1-hikme mine'l-ittişâl, İbn Rüşd'ün vahiy ile aklın, dinle felsefenin uzlaştırılması ve tevil konularında kaleme aldığı eserdir. Din-felsefe ilişkilerinde özgün ve analitik bir eserdir.

el-Keşf an menâhici'1-edille, dini metinlerin zahirlerini esas alarak, tüm kelam geleneğini sistematik konular çerçevesinde yorum kabiliyeti bakımından kendi perspektifinden incelediği eseridir.

Tehâfütü Tehâfüti'l-felâsife, Gazzâlî'nin Tehâfütü'lFelâsife'sine reddiye olarak kaleme aldığı eseridir. Yüzyılları aşan etkisi bulunmaktadır.

İbn Rüşd bunun dışında Şarih-i A'zam ünvanına layık olarak Aristo'nun hemen hemen tüm eserlerini üç farklı tarz ve boyutta şerh etmiştir. Aristo'nun eserleri dışında Galen'in tıbba dair risalelerini ve Eflatun'un devletine de kısa bir şerh yazmıştır.

Mantığa dair, İbn Rüşd, Îsâğücî ile birlikte Organon içinde yer alan sekiz kitaba hem kısa hem orta ölçüde, el-Burhân'a ise büyük hacimde şerh yazmıştır. Îsâğücî, Kitâbü'lMakülât, Kitâbü'l-İbare, Kitâbü'l-Kıyâs, Kitâbü'l- Cedel, Kitâbü's-Safsata, Kitâbü'l-Hatabe ve Kitâbü'ş- Şiir şerh yazdığı eserlerdir.

Fiziğe dair olarak ise İbn Rüşd Aristo'nun Arapça'ya çevrilen tabiat bilimleri alanındaki üç eserine kısa, orta ve büyük şerh; iki eserine kısa ile orta şerh; iki eserine de kısa şerh yazmıştır. Bunlar Kitabü's-Semâ vet-tabiî, Kitâbü'sSemâ ve'l-'âlem, Ki-tâbü'1-Kevn ve'1-fesâd, Kitâb'l-Âşâri'l Ulviyye, et-Ta-bfiyyâtü's-suğrâ, Kitâbü'n-Nefs, Kitâbü'1- Hayevân. Ayrıca fiziğe dair telif olarak Makale fi'1-büzûr ve'z-zer'i yazmıştır.

Metafiziğe dair ise Aristo'nun Metafiziğine küçük, orta ve büyük olmak üzere üç türde şerh yazmıştır. Bunun dışında heyulani aklın faal akılla ittisalina dair ayrı üç tane risalesi bulunmaktadır.

İbn Rüşd'ün genel olarak bütün bir felsefe tarihini derinden etkileyen en önemli özelliği felsefi şerh yazmasıdır. İbn Rüşd tarz ve boyut olarak üç tür şerh yazar. Bunlar Büyük, Orta ve Küçük şerhlerdir.

Küçük Şerhler diğer iki şerhte olduğu gibi Aristo metnine doğrudan bağımlı değildir. Kullanılan dil ve uslup İbn Rüşd’ün bizzat kendisinindir. İbn Rüşd kendi görüşlerini özetleyerek doğrudan aktarmayı tercih eder. Küçük Şerhler ele aldıkları kitabı içerik ve konu bakımından takip ederler.

Orta Şerhler ise yapı ve üslup bakımından Küçük Şerhler'den farklılık arz ederler. Aristo'yu lafzen ve plan olarak adım adım takip ederler. Orta Şerhler, Aristo metininin Arapça'nın kültür dili olduğu çevrelerde daha derinden anlaşılmasını amaçlamaktadır. Orta Şerhler, Themistius ve İskender gibi ilk dönem Yunan Aristo şarihlerinden de istifade eder. Ayrıca Orta Şerhlerde pagan kültürüne ait unsurları hazf eder.

İbn Rüşd'ün Büyük Şerhlerde konuları ele alış tarzı daha farklıdır. Bu metinlerde Aristo'dan doğrudan alıntılar yapar ve daha sonra Aristo metnini şerh eder. Mesela Kitâbü'nNefs'in Büyük şerhinde akıl konusu gibi problematik ve kapalı bir konu da Aristo'nun bir iki cümlelik metinleri, İbn Rüşd tarafından iki-üç sayfa analiz edilip şerh edilir.

İbn Rüşd'ün kullanmış olduğu önemli tekniklerden birisi kavramsal analizdir . Kavramsal analiz hem metnin anlaşılması bakımından, hem de muayyen sorunların çözümünde uygulanmıştır. Endülüslü filozofun metinleri anlarken ve şerh ederken kullandığı tekniklerden diğer bir tanesi de Aristo sonrası tarihsel birikimin analizi ve otoritelere başvuruştur . İbn Rüşd için otorite Aristo’dur. İkincil olarak Kudema olarak atıfta bulunduğu Yunanlı şarihler Themistius ve Aleksander Afrodisias’tır. Fârâbî, İbn Sînâ ve İbn Bâcce’ye ise çağdaşlar olarak atıfta bulunur. Üçüncü olarak metinlerin anlaşılmasında Endülüslü filozofun klasik bir metni anlama ve şerh etme tekniği olarak eleştiriyi sistematik olarak kullanır.

İbn Rüşd metinleri sürekli bir analizle ve diğer Aristocu şarihleri sürekli eleştirmekle teorik sorunlara çözüm bulmaya ve yeni konumlar üretmeye çalışır. İbn Rüşd eleştirirken dairesel bir hareket çizer. Eleştirirken içselleştirir ve yeni çözümler üretir.

İbn Rüşd Metafiziğin Küçük şerhinde, metafiziğin konumunu değerlendirirken, diğer teorik ilimlerde elde edilen tikel sonuçların külli ilkeler bakımından gözden geçirme görevinin Metafiziğe ait olduğunu belirtir.

İbn Rüşd’e göre felsefe bütün varlığı Allah'ın varlığına hikmet ve kudretine delil teşkil etmesi bakımından inceleyen ve yorumlayan bir ilimdir. İbn Rüşd'ün felsefi sistemi göz önüne alınarak düşünüldüğünde bu, sebepsonuç ilişkisi temeline dayalı olarak, varlık âlemindeki sebepler ve sonuçlar arasındaki hikmetleri kavrayarak, Allah'ın hikmet ve kudretini, külli bir açıdan bakıldığında da yaratıcının yaratmasının bir sonucu olan âlemin ilk sebebinin, yani Allah'ın varlığını kavramakla gerçekleşmektedir.

İbn Rüşd felsefenin gerekliliğini ortaya koymak için fıkıh ilmindeki Kur'an ayetlerinden delil getirmeye benzer bir şekilde ayetlerden delil getirir. İbn Rüşd'ün felsefenin gerekliliğini ortaya koyabilmek için başvurduğu diğer bir yolda gereklilik ve meşruiyetini ispatlamış olan fıkıhlafelsefe arasında benzerlikler kurmaktır.

İbn Rüşd felsefe, bilim ve mantık çalışmalarının bir gelenek işi olduğunun ve bunların "süreklilik- devamlılık" prensibiyle var olabildiklerinin farkındadır. İnsanlar şu sebeplerle felsefi çalışmalarda yanlışlar yapmaktadır. a. yaratılış, itibariyle felsefe için gerekli olan zekâ düzeyine sahip olamadıkları; b. düşünce alışkanlıklarına ve metodolojisine sahip olamadıkları; c. felsefe öğretim ve eğitim imkânlarına sahip olamadıkları ve d. objektiflik için gerekli ahlaki olgunluğa sahip olmadıkları için.

Din ile felsefe, hakikatleri insanlara öğretmek bakımından gaye birliği içerisindedirler, onlar birbirinin sütkardeşidir. Dinin gayesi Allah'ı ve varolanları olduğu şekilde bilmek olan gerçek bilgiyle, insanı mutluluğa götüren ve mutsuzluktan alıkoyan bedeni ve nefsanî fiillerden oluşan gerçek ameli insanlara öğretmek. Aynı şekilde felsefede fıtraten zeki, şeri adalet ve fazilete sahip insanlara gerçekleri öğretmeye çalışmaktadır.

İbn Rüşd'e göre insanların anlayış ve kavrayış düzeylerinin ve bilgiye ulaşma metotlarının farklı olması ve bütün insanlara hitap eden şeriatın bunu gözeterek nassları bu özellikte vahyetmesi tevil ve yorumu zorunlu kılmaktadır.

İbn Rüşd'e göre ahlak ilminin iki kısmı bulunur. İlk anlamıyla ahlâk, iradî fiil ve alışkanlıklarla ilgilidir. İkinci kısım, bu alışkanlıkların nefse kazandırılması yöntemleri ile kötü huyların nefisten uzaklaştırılması yani tedavisiyle ilgilidir.

İbn Rüşd Eflâtuncu çizgiye uygun olarak nefsin üç parçasının her birinin mükemmelliği ile özdeşleştirdiği hikmet, cesaret ve iffet erdemlerini temel erdemler kabul eder. İbn Rüşd, genel olarak ahlâk ve siyasetin, erdemleri vatandaşlara kazandırma olan pratik gayesine ulaşmanın iki yolu olduğuna inanır: ilki delillendirme olup ikincisi ise zorlamadır. Bu bağlamda, onun düşüncelerinin en ilginç kısmı, vatandaşların her sınıfına uygun gelecek delil türünü belirlemektir. Çoğunluğa hitâbî ve şiirsel deliller uygunken, seçkin azınlığa ise burhânî deliller uygundur. Bu sınıflardan her biri, kendi tabiatlarının kabul ettiği mükemmellik türünü kazanabilirler.