İSLAM HUKUKUNA GİRİŞ - Ünite 9: Aile Hukuku Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 9: Aile Hukuku
Giriş
Evlilik, fıtrî bir ihtiyaç olup şekil ve şartları farklı olmakla birlikte bütün toplumlarda var olan ve aile hukuku kapsamında tüm hukuk sistemlerinin düzenledikleri bir müessesedir. Evlilik, İslam hukukunun korumayı gözettiği beş temel amaçtan dinin ve neslin korunmasıyla ilgili önemli bir sözleşmedir. Müslüman toplumlarda aile hukuku ile ilgili meseleler, mezheplerin ürettiği çözümler doğrultusunda çözülmüştür.
Evlenmenin Unsur ve Şartları
Evlenmenin Tanımı ve Hükmü: Birçok özelliği açısından diğer akitlerden ayrılmakla birlikte sonuçta evlilik akdi de bir akittir. Bundan hareketle klasik dönem fakihleri evliliği, “tarafların birbirinden cinsel yönden yararlanmasını mümkün kılan bir akittir” şeklinde tanımlar. Günümüz İslam hukukçuları ise evlenmeyi “Kadın ve erkek arasında birlikteliğin helalliğini ve yardımlaşmalarını sağlayan, her birine ait hak ve görevleri belirleyen bir akittir” şeklinde tarif eder.
Genel anlamda evlenme, bazı İslam hukukçuları tarafından mübah, bazıları tarafından mendup/sünnet bazıları tarafından da farz olarak kabuledilmiştir.
Nişanlanma ve Hukukî Mahiyeti: Nişanlanma, örf ve âdet gereği genellikle dünür gitmeden sonra evlenmeye söz verilmesini içeren ve yüzüklerin takılması ile yapılan bir merasimdir.
Bazı çağdaş İslam hukukçuları, nişanlanmayı, klasik kaynaklarda hıtbe adıyla incelenen uygulamaya benzetmektedir. Hıtbenin, toplumumuzdaki kız isteme ve dünür gitmeye benzetilmesi daha uygundur. İslam Hukukunda günümüzdeki anlamda bir nişanlılık düzenlenmemiştir.
Nişanlanmanın Şartları İle İlgili Hükümler:
- Nişanlanacak taraflar arasında evlenme engelinin bulunmaması gerekir. Evlenme engelleri, aşağıda nikahın şartlarında ele alındığı gibidir. Bundan sadece kocasının ölümü üzerine vefât iddeti bekleyen kadına yapılan üstü kapalı evlilik teklifi istisna edilmiştir (Bakara 2/235).
- İzin verinceye veya olumsuz bir şekilde sonuçlanıncaya kadar dünür gidilmiş veya nişanlanmış bir kıza evlenme teklifinin yapılması yasaktır.
Nişanlılık Dönemi İle İlgili Hükümler:
- Nişanlanma, taraflara evliliğin verdiği hak ve yetkileri vermez.
- Nişanlılık döneminde nişanlıların rahatça görüşmelerini sağlamak amacıyla yapılan imam nikahı veya dînî nikah adı altında yapılan nikah, nişan bozulduğu takdirde taraflar ve aileleri tarafından hiç yapılmamış gibi sayıldığı için sakıncalı bir uygulamadır.
- Nişanlılar, her zaman için bu nişanı bozma hakkına sahiptir, taraflar birbirlerini evliliğe zorlayamaz.
Nişanın Bozulması İle İlgili Hükümler:
- Nişanlanmada mehir belirlenmiş ve kıza verilmişse veya mehre sayılmak üzere takı gibi şeyler verilmişse bunlar mevcut olduğu takdirde aynen iade edilir, değilse bedeli ödenir.
- Nişanlılık döneminde tarafların birbirlerine verdiği hediyelerde hediye hükümleri geçerlidir.
- Nişanlılık evlenme mecburiyeti yüklemediği için nişanı bozan kimsenin, sahip olduğu bir hakkı kullandığı için nişanın bozulmasından doğan zararı tazmin ile yükümlü tutulmasının doğru olmayacağı söylenebilir.
Evlenme Akdinin Unsurları: Akdin unsurları taraflar, irâde beyanı ve akdin konusu olmak üzere üç şeyden oluşur.
Evlenme akdinde taraflar, evlenecek kadın ve erkektir. Hanefîlerin dışındaki çoğunluğa göre kadın, ne kendi adına ne de başkası adına irade beyanında bulunamadığı için bu anlamda nikah akdinde taraf olamaz.
İrâde beyanı, evlenecek tarafların, akde razı olduklarını ifade eden sözleridir ki, bu sözler îcâb ve kabûl diye isimlendirilir. İrâde beyanıyla ilgili önemli bir konu, îcâb ve kabûlde kullanılacak kelimeler konusudur.
Her akitte irade beyanlarının yöneldiği ve akdin hükmünü kabule elverişli bir konunun (mahal) bulunması gerekir. Nikah akdinin konusu ise menfaat türünden bir şey olup bu da tarafların birbirinden cinsel yönden yararlanma imkanıdır.
Evlenme Akdinin Şartları: Bunlar in‘ikad, sıhhat, nefaz ve lüzum şartlarıdır.
İn‘ikad Şartları: Kuruluş şartları olup bunlar akde, hukuken varlık kazandırır. Bu şartlardan birinin yokluğu durumunda akit bâtıl olur.
Ehliyet: Akdin taraflarının, edâ ehliyetine sahip olması gerekir. Buna göre mümeyyiz olmayan küçüklerin ve akıl hastalarının yaptıkları evlilikler bâtıldır.
Velayet, bir kimsenin söz ve tasarruflarının diğeri üzerinde geçerli olması ve onun işlerini idare etmesidir. Bu kişiye veli denir. Evlendirme hususunda velayet; velayet-i icbar, velayet-i nedb ve velayet-i şirket olmak üzere üçe ayrılır.
Nikahta evlendirme velayetine sahip olan veliler, veliyy-i hâs (hususî veli) ve veliyy-i âm (umûmî veli) olmak üzere ikiye ayrılır.
Doktrinde velayetin bu derece hakim olmasında sosyokültürel yapının önemli ölçüde etkisinin bulunduğunu söylemek mümkündür. Esas itibariyle velayet, eksik ehliyetlilerin ve ehliyetsizlerin menfaatlerini korumaya yönelik olarak kabul edilen bir müessesedir.
Meclis Birliği: Tarafların rızalarını gösteren îcâb ve kabûlün birbirine, araya herhangi bir işin veya îcabdan dönme anlamına gelebilecek bir davranışın girmediği aynı toplantıda bağlanması gerekir.
Îcâb ve Kabûlün Birbirine Uygun Olması: Akdin kurulabilmesi için îcâb ve kabûlün her yönden birbirine uygun olması gerekir.
Evliliğin Ta‘lîkî Bir Şarta Bağlanmaması: Akit sırasında ileri sürülen şartlar iki gruptur. Ta‘lîkî şartlar, takyîdî şartlar.
Süreklilik: Evlilik akdinin, süre belli olsun veya olmasın, geçici bir süre için yapılmaması şarttır. Geçici bir süre için yapılan müt‘a nikahı, dört mezhebin hukukçularının da içinde bulunduğu İslam hukukçularının geneline göre bâtıldır.
Evlenme Engelinin Bulunmaması: Evlenecek erkek ile kadın arasında şer‘î açıdan evlenmelerine engel bir durumun olmamasıdır.
Sürekli evlenme engelleri; kan bağı, sıhriyet (evlilik) bağı ve süt emme sebebiyle olmak üzere üç türe ayrılır.
Geçici evlenme engelleri, ortadan kalkması her zaman mümkün olan evlenme engelleridir. Din farkı, iki akraba ile birden evlenme, beşinci kadın, başkasının eşi olma, üç kere boşama gibi.
Sıhhat Şartları: Akdin hukuken geçerlilik kazanabilmesi için taşıması gereken şartlardır. Bu şartlardan birinin yokluğu durumunda akit, sahih olmaz.
Şahitlerin Bulunması: Sıhhat şartlarının en önemlisi, evlilik akdinin yapıldığı esnada iki şahidin bulunmasıdır. Mâlikîler, nikah anında iki şahidin bulunmasını şart olarak görmeyip Hz. Peygamberin “Nikahı, ilan ediniz” sözü sebebiyle şart olan şeyin, evliliğin ilan edilmesi olduğu görüşündedirler.
İkrâhın Olmaması: Hanefîlerin dışındaki çoğunluğa göre ise mükrehin (evliliğe zorlanan kişinin) yaptığı evlilik, sahih değildir.
Evlilikte İleri Sürülen Takyîdî Şartlar: Akdin kurulmasından sonrası ile ilgili şartlar olup “şöyle şöyle olmak üzere” şeklinde ileri sürülen şartlardır. Evlilik düzenine ve akdin ruhuna aykırı olan şartlar fasit olur, ancak, nikah akdinin sıhhatini etkilemez. Şartlar geçersiz, evlilik geçerlidir.
Unsurları ile birlikte in‘ikad ve sıhhat şartlarını taşıyan evlenme akdi sahih evlenme akdidir. Unsurları ya da in‘ikad şartlarından biri eksik olan evlenme akdi bâtıl olur. Bâtıl bir evlilik zifaf olsun olmasın evliliğe ait hiçbir sonuç doğurmaz. Sadece Hanefîlere göre mehr-i misil gerekir ki, buna ‘ukr denilir. Unsurları ve in‘ikad şartları tamam olmakla birlikte sıhhat şartlarından biri eksik olan evliliğe, fâsit evlilik denir. Örneğin şahitsiz evlilik böyledir. Fâsit bir evlilik, zifaf (birleşme) olmamışsa hiçbir sonuç doğurmaz.
Nefaz Şartları: Akdin yürürlüğe girmesi ve sonuçlarını doğurması için gerekli olan şartlardır. Bu şartları taşımayan bir evlilik akdi, askıdadır. Evlilik akdinin yürürlük kazanmasını engelleyen durum çoğunlukla velinin onayının gerekli olduğu durumdur. Nefaz şartlarını taşıyan akde nâfiz, bu şartlardan birini taşımayan akde mevkuf denir.
Lüzum (Bağlayıcılık) Şartları: Evlilik akdinin geriye döndürülemeyecek şekilde olmasını gerektiren şartlara, lüzum (bağlayıcılık) şartları denir. Fakat bazı durumlarda ilgili tarafların veya velilerinin akde itiraz ederek feshettirme hakları vardır.
Hanefîler tam ehliyetli kadına bizzat evlilik akdi yapma hakkı tanıdıkları için denkliğin bulunmaması ve mehrin, mehr-i misil olmaması gibi kadın aleyhine söz konusu olabilecek zararları, veliye itiraz hakkı vererek telafi yoluna gitmişlerdir.
Lüzûm şartlarını taşıyan evliliğe lâzım evlilik, bu şartlardan birini taşımayan evliliğe gayr-ı lâzım evlilik denir.
Kefâet, evlenecek taraflar arasında dinî, iktisadî ve sosyal konum bakımından bir denkliğin varolması demektir. İslam hukukçularının çoğunluğu, denkliğin gözetilmesi gerektiğinde hem fikirdir. Denkliğin bulunmasından dolayı eşlerin arasını ayırmak hâkimin hükmüne bağlıdır.
Denkliğin bulunmadığı bir evliliğe velinin ses çıkarmayıp susması itiraz hakkını düşürmez. Hanefîlere göre denklik soyda, Müslüman oluşta, dindarlıkta, hürriyette, servette ve sanatta olmak üzere altı noktada aranır.
Evlenmenin Hukukî Sonuçları
Geçerli bir evlilik akdinin doğurduğu belli başlı sonuçlar şunlardır:
Mehir: Erkeğin evlenirken kadına verdiği veya vermeyi taahhüt ettiği malî değeri olan bir şeydir. Kur’an’da mehrin kadına içten gelen bir bağış olarak verilmesi emredilmiştir (Nisâ 4/24). Mehir, evlenen kadının hakkıdır ve kadın aldığı mehir ile çeyiz yapmaya zorlanamaz. Mehir, evlilik akdinin şartı değil sonucudur.
Eğer mehrin miktarı evlilik sırasında belirlenmiş ise buna mehr-i müsemmâ belirlenmemişse mehr-i misil denir. Peşin verilen mehre mehr-i muaccel, sonra verilmek üzere kararlaştırılan mehre mehr-i müeccel denir. Sahih bir nikah mehri gerektirir.
Halvet-i sahîha, eşlerin kimsenin göremeyeceği ve ansızın gelemeyeceği bir yerde baş başa kalmalarıdır.
Mehir belirlenmeksizin ya da mehir olmamak şartıyla evlenen kadına mufavvıda denilir.
Müt‘a, kişinin gelir seviyesine göre mehr-i mislin yarısını geçmemek üzere ayrıldığı eşine verdiği mal ya da para cinsinden bir hediyedir.
Nafaka: Başkasının yaşamasını sağlamak için kişinin yüklendiği masraflar anlamına gelir. Nafaka ile yükümlü olan kocadır. Kadın zengin bile olsa nafaka yine kocaya aittir. Kadının nafakaya hak kazanabilmesi için şu şartlar gereklidir:
- Evlilik akdinin sahih bir şekilde yapılmış olması gerekir.
- Kadının evliliğe hazır bir fizikî olgunluğa sahip olması gerekir.
- Kadın, kocasının istifade edeceği bir durum ve yerde olmalıdır.
Bu malî yükümlülükleri dışında koca, hanımına karşı iyi davranmak ve onunla iyi geçinmekle yükümlüdür.
Evliliğin Sona Ermesi
Evliliğin sona ermesi konusunda geçmişten günümüze uygulanan üç sistem mevcuttur. Serbest boşama sistemi; ölüm hariç, evlilik hiçbir şekilde sona eremez” şeklinde ifade edilen adem-i zeval sistemi ve belli sebeplere dayalı olarak mahkeme tarafından evliliği sona erdirme sistemidir.
İslam dininde sebepsiz yere boşama hoş görülmemiş ve Hz. Peygamber tarafından “Allah katında helallerin en sevimsizi boşamadır” şeklinde nitelendirilmiştir.
İslam hukukunda evliliğin sona ermesinin talak ve fesih olmak üzere temelde iki yolu vardır.
Fesih: Akit sırasında veya sonradan meydana gelen bir eksiklik veya bozukluk sebebiyle evliliğin sona erdirilmesidir. Fesih ile talak arasında mahiyet ve sonuçları bakımından bazı farklar vardır.
- Fesih, evlilik birliğine derhal son verirken talakta bu gerçekleşen talakın türüne göre değişiklik gösterir.
- Fesih, talak sayılmadığı için kocanın sahip olduğu üç talak hakkını eksiltmez.
- Zifaftan önce fesih yoluyla ayrılmalarda mehir gerekmez.
- Talak, genel olarak hâkimin hükmüne bağlı değilken, fesih bu açıdan ikiye ayrılır.
Talak: Belli sözler ile evlilik bağını çözmek ve ortadan kaldırmaktır ve İslam hukukunda evlilik birliğini sona erdirmenin en yaygın yoludur.
Talakta Kullanılan Sözler ve Talakın Sayısı: Sarîh sözler, söylendiğinde kendisiyle boşamanın kastedildiğinin açıkça anlaşıldığı sözlerdir. Örneğin “Sen boşsun”, “Seni boşadım” gibi sözler açık sözlerdir. Kinayeli sözler ise hem boşama anlamına gelebilecek hem de başka bir anlama gelebilecek türden sözlerdir.
Kocanın sahip olduğu boşama hakkı üçtür. Talak, ister ric‘î olsun ister bâin olsun ilk ikisinde belirli şartlarla geri dönme imkanı vardır (Bakara 2/229).
Üçüncü boşamayla meydana gelen ayrılığa beynûnet-i kübrâ (büyük ayrılık) denir. Üçüncü talak olmayan bâin talak ile meydana gelen ayrılığa ise beynûnet-i suğra (küçük ayrılık) denir.
Talakın Çeşitleri: Talak, dönülebilir olup olmamasına göre ric‘î ve bâin talak, sünnete uygun olup olmamasına göre de sünnî ve bid‘î talak kısımlarına ayrılır.
Ric‘î talak, yeniden nikah ve mehire gerek olmaksızın kocaya, boşadığı eşine dönme imkanı veren talaktır. Ric‘î talakta koca, iddet süresinde eşine dönmezse bâin talaka dönüşür.
Bâin talak, yeni bir akit ve yeni bir mehir ile evlenmedikçe kocaya, boşadığı eşine dönme imkanı vermeyen talaktır. Koca, ölüm hastalığında eşini rızası olmaksızın boşamış ise İslam hukukçularının çoğunluğuna göre bu boşama bâin de olsa mirasçılığa engel değildir.
Hz. Peygamberin tavsiyelerine uygun olarak yapılan boşamaya, sünnî talak denir. Hanefîler sünnî talakı, ahsen talak ve hasen talak olmak üzere ikiye ayırır. Ahsen talak (en güzel boşama), kadını, cinsel ilişkinin olmadığı bir temizlik döneminde bir kere boşamak ve iddeti bitinceye kadar beklemektir. Hasen talak (güzel boşama) ise kadını, üç temizlik döneminde her dönemde bir talak vermek suretiyle üç kere boşamaktır.
Bid‘î talak, sünnete aykırı olan boşamadır.
Talakın Şartları: Boşayan kimsenin kocanın, kendisi olması gerekir. Kocanın, boşama hakkını hanımına vermesi, kocanın boşama hakkını ortadan kaldırmaz. Boşayan kocanın tam ehliyetli olması, akıllı ve bülûğa ermiş olması gerekir. Eksik ehliyetlileri ve bazı şartlarda ehliyetsizleri velileri evlendirebilirse de bunların eşlerini onlar adına boşayamaz. Evli olan veya ric‘î talak iddeti bekleyen kadın hakkında talakın geçerli olduğunda görüş birliği vardır.
Talakta Şahit Bulundurma: İslam hukukçularının büyük çoğunluğuna göre boşamanın gerçekleşmesi için şahitler huzurunda olması şart değildir.
Muhâlea (Hul’): Aralarında anlaştıkları bir bedel karşılığında kadının, kocayı, kendisini boşamaya razı etmesidir (Bakara 2/229). Kural olarak evlilik akdinde mehir olabilecek her türlü mal, hul‘ bedeli olarak kararlaştırılabilir. Muhâlea, Hanefîlere ve Mâlikîlere göre bir bâin talaktır.
Tefrik (Kazâî Boşama): Kadının, istemediği bir evlilikten kurtulmasının diğer bir yolu da belli sebeplerin bulunması halinde hâkime başvurmak suretiyle ayrılmayı istemesidir. Bu talep üzerine hâkimin ayrılığa hükmetmesine tefrik denir.
Hastalık ve Kusur Sebebiyle Tefrik: Tefriki gerektiren hastalık ve kusur iki türlüdür: Birincisi, erkekte bulunan iktidarsızlık gibi cinsel ilişkiye engel bir kusur ve hastalığın bulunmasıdır. İkincisi, cüzzam gibi karşı tarafta tiksinti uyandıran veya bulaşıcı bir hastalığın bulunmasıdır.
Hanefîlere göre erkeğin boşama hakkı olduğu için bu tür kusurlar erkek için değil, kadın için tefrik sebebidir. Diğerlerine göre ise her ikisi için de tefrik sebebidir. Bu tefrik bir bâin talak sayılır.
Kocanın Kaybolması Sebebiyle Tefrik: Kayıplıkta iki durum söz konusudur. Birincisi, kocanın kaybolup kendisinden haber alınamaması, ölü mü diri mi olduğunun bilinmemesidir. Bu şekilde olan kimseye mefkûd denir. İkincisi, hayatta olduğu bilinmekle birlikte evine gelmeyen kimsedir. Buna da gâib denir. Bu ayrılık, Mâlikîlere göre bir bâin talak, Hanbelîlere göre ise fesihtir.
Nafakayı Temin Etmemek Sebebiyle Tefrik: Kocanın nafakayı temin edememesi iki şekilde olur. Ya imkanı olduğu halde temin etmiyordur ya da imkanı olmadığı için temin edemiyordur.
Fena Muamele ve Geçimsizlik Sebebiyle Tefrik: Fena muamele ve geçimsizlik her iki taraftan söz konusu olabilecek bir durumdur. Böyle bir durumda Kur’an’da iki taraftan birer hakem seçilerek tarafların aralarının düzeltilmesi tavsiye edilmiştir (Nisâ 4/33-34). Hanefîler ve Şâfiîler ile Mâlikîler arasındaki fark, hakemlerin konumu ile ilgilidir. Hanefîlere ve Şâfiîlere göre koca, hakemlere vekalet vermemişse hakemler, talaka hükmedemez. Mâlikîlere göre ise vekil konumundadırlar ve talaka hükmedebilirler.
Îlâ Sebebiyle Tefrik: Îlâ, bir kimsenin dört ay veya daha fazla hanımına yaklaşmayacağına Allah’ın adını anarak yemin etmesi veya yaklaşmamayı ağır bir ibadete bağlamasıdır.
Liân Sebebiyle Tefrik: Erkek, eşinin zina ettiğini veya doğan çocuğun zinâ mahsulü olduğunu iddia eder ve bunu da dört şahit ile ispat edemezse hâkim önünde eşiyle karşılıklı olarak özel bir şekilde yeminleşir (Nûr 24/6-8). Buna liân veya mülâane denir. Liânın asıl amacı, kocanın karısının zinâ ettiğini tespit ettirmek veya zinâdan doğan çocuğun kendisine nispet edilmesini önlemektir. Evliliğin sona ermesi ise liânın zorunlu bir sonucudur. Liânın konusu, zinâdan doğan çocuğun nesebinin reddedilmesi ise çocuğun koca ile nesep bağı kesilir.
Evliliğin Sona Ermesinin Sonuçları
İddet: Talak, fesih ve ölüm gibi bir sebeple evliliği sona eren kadının, başkası ile evlenebilecek hale gelmesi için beklemesi gereken süredir. İddet, kadının hamile olup olmadığının tespiti, vefat eden kocanın hatırasına saygı gösterilmesi, ric‘î talakta kocaya eşine geri dönme fırsatının tanınması gibi maksatlara yönelik olarak emredilmiştir. İddet bekleyen kişi, esas itibariyle kadındır. Fakat bazı durumlarda erkeğin de iddet beklemesi gerekebilir. Kadının durumuna göre iddette değişik süreler tespit edilmiştir.
- Hayız veya temizlik süresi ile iddet
- Doğuma bağlı iddet
- Zamana bağlı iddet: Kocaları vefat eden ve hamile de olmayan kadınların iddeti 4 ay 10 gündür (Bakara 2/234).
İddet Nafakası: Hanefîlere göre ric‘î talak ve bâin talak ve bazı istisnalarla birlikte fesihten dolayı iddet bekleyen kadının yiyecek, giyecek ve mesken gibi ihtiyaçları kocasına aittir. İslam hukukçuları, vefat iddeti bekleyen kadına hiçbir şekilde nafaka gerekmediği görüşündedirler. Bu durumda kadın ya tekrar evlenerek evlilik nafakasına kavuşacak ya da nafakası, velayet sistemi gereği velisi tarafından karşılanacaktır.
Miras: İslam hukukunda mirasçılığın kan bağı ve evlilik bağı olmak temelde üzere iki sebebi vardır.
Nesep: Nesep, çocuğun anne-babasıyla olan kan bağını ifade eder. Çocuğun, doğduğu kadın ile nesep bağı sabit olduğu için herhangi bir ispat vasıtasına ihtiyaç duyulmaz. Bu daha çok baba açısından söz konusu olan bir durumdur.
Çocuğun babası ile nesep bağının tespiti için üç yol vardır:
Birincisi, sahih evlilikte nesebin sabit olmasıdır. İslam hukukçularına göre hamilelik süresinin asgari sınırı altı aydır.
İkincisi, fasit evlilikte ve evlilik şüphesi ile birleşmede nesebin sabit olmasıdır. Fasit bir evlilikte nesebin sabit olması için akit yeterli değildir, fiilî birleşme şartı aranır.
Üçüncüsü, ikrar ile nesebin sabit olmasıdır. Nesep, bir kimsenin birinin kendi çocuğu veya babası olduğunu ikrar etmesi, kabul etmesiyle de sabit olur.
İslam hukukunda evlatlık müessesesi yoktur. Kimsesiz çocukların alınıp büyütülmesi iyi görülmüşse de evlat edinen ile evlatlık arasında mirasçılık hükümleri cereyan etmez ve evlenme engeli söz konusu olmaz.
Çocuğun Emzirilmesi: Çocuğun emzirilmesi, bakım ve terbiyesi içinde yer almakla birlikte öneminden dolayı İslam hukukunda “Radâ” başlığı altında ayrıca düzenlenmiştir. İslam hukukçularının çoğunluğu annenin, çocuğunu emzirmeye hem dinen hem de hukuken mecbur olduğu görüşündedir. Emzirme süresi, İslam hukukçularının çoğunluğuna göre iki yıldır (Bakara 2/233).
Çocuğun Bakım ve Terbiyesi: İslam hukukunda küçüklerin şahıs ve mallarında velayet söz konusu olduğu gibi terbiyesinde de söz konusudur. Çocukların bakım ve terbiyesi İslam hukukunda “Hıdâne” (Hadâne) başlığı altında incelenir.
Çocuk, belli yaşa kadar bakım ve terbiyesi için öncelikle anneye verilir. Çocuğun bakım ve terbiyesini üstlenen kişinin hür, akıllı, bülûğa ermiş, çocuk bakabilecek ve çocuğun hayatını, sağlığını ve ahlakını koruyacak biri olması gerekir.