İSLAM HUKUKUNA GİRİŞ - Ünite 10: Ceza Hukuku Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 10: Ceza Hukuku

Giriş

Toplumsal düzenin sağlanması hususunda en etkili ve işlevsel olan kurallar hukuk kurallarıdır. Toplumsal düzeni bozucu nitelikteki davranışlar ve bu davranışlar yapıldığında toplum adına, onu temsilen devlet tarafından gösterilen tepki, hukuk kuralları ile belirlenmektedir. Söz konusu davranışlara suç, onlara gösterilen tepkiye ceza, suçları ve cezaları düzenleyen hukuk kurallarına da bir bütün olarak ceza hukuku denilmektedir.

İslam ceza hukuku, İslam hukukunun kendine özgü sistematiği içinde ukûbât terimiyle ifade edilmektedir. Hakların türü ve bağlı olduğu ilkeler de İslam hukukunun genel teorisine ilişkin (usûl-i fıkıh) eserlerde incelenmektedir. İslam ceza hukukunun oluşumunda ve bilimsel bir faaliyet alanı olarak ortaya konulmasında da İslam hukukunun diğer alanlarında olduğu gibi, meseleci (kazuistik) yöntem takip edilmiştir. Suç ve ceza, ceza hukukunun iki temel kavramıdır.

Suç

Suç Kavramı ve Tanımı

Suç, Allah’ın emrettiği davranışları yerine getirmemek ya da yasakladığı davranışları yapmak biçiminde tanımlandığında dinî, ahlâkî ve hukukî kurallara dönük her türlü ihlâli içine alan bir kavramı göstermektedir. Geniş anlamında suçun kapsamına, dünyevî ya da uhrevî yaptırım öngörülen bütün davranışlar girmektedir.

Klasik İslam ceza hukuku doktrininde suç, “Allah’ın had ya da ta’zîr türünde yaptırım (ceza) öngördüğü şer’î yasaklar” biçiminde tanımlanmıştır. Şer’î yasaklar ifadesi, aslında ilahî irade tarafından yasaklanan her davranışı içine alacak genişliktedir. Suç kavramı, hukuk düzeni tarafından yasaklanmış ve yapılmalarına belli cezalar öngörülmüş davranışlar esas alınarak tanımlanmıştır.

Suç kavramı çağdaş İslam ceza hukuku doktrininde ise “yapılması yasaklanan ve yapılmasına ceza öngörülen bir fiili yapmak ya da terk edilmesi yasaklanan ve terk edilmesine ceza öngörülen bir fiili terk etmek” biçiminde tanımlanmıştır.

Suç kavramını ifade etmek için klasik İslam ceza hukuku kaynaklarında genellikle cerîme ve cinâyet terimleri kullanılmaktadır.

Suçların Kısımları

Had, Kısâs ve Ta’zîr Suçları: Bir yaklaşıma göre had, Kitâb ve Sünnet’te doğrudan düzenlenmiş ve cezaları açıkça belirlenmiş suçları ifade eden bir terimdir. Bir suçun had suçları arasında sayılabilmesi için, Kitâb ve Sünnet’te doğrudan düzenlenmiş ve cezasının belirlenmiş olması yanında, Allah hakkını ihlâl eden bir suç niteliğinde olmasını da şart koşmaktadırlar.

Kısâs suçları (cinâyât/cerâimu’l-kısâs): İnsanın canına ve vücut bütünlüğüne yönelik saldırı niteliği taşıyan yasaklanmış davranışlardır.

Ta’zîr suçları (cerâimu’t-ta’zîr): İki kısımda ele alınabilir. İlk kısımdaki davranışlar birer suç olarak ilahî irade (Şâri’) tarafından düzenlenmiş, ancak bunların nasıl cezalandırılacakları bildirilmemiştir. İkinci kısımda ise Kitâb ve Sünnet’te doğrudan düzenlenmemiş, toplumsal koşullara göre belirlenmeleri yetkili organa bırakılmış olan suçlar yer almaktadır.

Allah Haklarına ve Kul Haklarına Yönelik Suçlar: Allah hakları tabiriyle, kamusal (toplumsal) haklar; kul hakları tabiriyle de özel (kişisel/bireysel) haklar kastedilmektedir. İslam hukuku kuralları yoluyla korunan haklar, Allah hakkının ya da kul hakkının ağırlık derecesine göre,

  1. Sırf (hâlis) Allah hakları,
  2. Allah ve kul hakkı ortak, fakat Allah hakkının üstün olduğu haklar,
  3. Allah ve kul hakkı ortak, fakat kul hakkının üstün olduğu haklar,
  4. Sırf (hâlis) kul hakları biçiminde dört kısma ayrılmaktadır.

İslam ceza hukukunda da suçlar Allah hakları ve kul hakları ayırımı esas alınarak dört kısımda tasnif edilebilmektedir. İhlâl edilen hakkın niteliği ve ağırlık derecesi bakımından suçları şu şekilde tasnif edebiliriz:

  1. Sırf Allah hakkını ihlâl eden suçlar: Zina ve içki içme suçları örnek verilebilir. Bunların işlenmesinde başka kişilere doğrudan verilen bir zarar bulunmamaktadır.
  2. Allah ve kul hakkı ortak olup, Allah hakkının daha ağırlıklı olarak ihlâl edildiği suçlar: Zina iftirası (kazf) ve hırsızlık (sirkat) suçları örnek verilebilir. Zina iftirası, kişilik; hırsızlık ise mülkiyet haklarına yönelik suçlardır.
  3. Allah ve kul hakkı ortak olup, kul hakkının daha ağırlıklı olarak ihlâl edildiği suçlar: Bunlara kısâs suçlarını örnek verebiliriz.
  4. Sırf kul haklarını ihlâl eden suçlar: Özellikle Şâfiî hukukçularca kabul edilen yaklaşımda zina iftirası suçunun Allah hakkını hiç ihlâl etmediği ileri sürülmemektedir.

İlke olarak, had suçları Allah haklarını ve kısâs suçları da kul haklarını ihlâl eden suçlardır. Ta’zîr suçları ise, çeşitli derecelerde hem Allah haklarının hem de kul haklarının ihlâl edilmesi biçiminde açığa çıkabilmektedir.

Suçların Özellikleri

  1. Hâkimin takdir yetkisinin bulunup bulunmaması: Had ve kısâs suçlarında cezalar tek olup, hâkimin takdir yetkisini kullanacağı bir alt ve üst sınır aralığı söz konusu değildir.
  2. Şikâyete bağlı olup olmama: Allah haklarını, yani kamusal hakları ihlâl eden had suçlarında koğuşturma (takip) şikâyete bağlı değildir. Kısâs suçlarında ağırlıklı olarak kul hakları ihlâl edildiği için, onların koğuşturulması şikâyetin bulunmasına bağlanmıştır.
  3. Affın mümkün olup olmaması: Had suçlarında devlet ya da mağdur konumundaki kişilerin suçluyu affetmeleri hukukî sonuç bakımından geçerli bir etkiye sahip değildir. Kısâs suçlarında ise af etkilidir.
  4. Hafifletici sebeplerin dikkate alınıp alınmaması: Had ve kısâs suçlarında hafifletici sebepler dikkate alınmamaktadır.
  5. Zamanaşımının etkili olup olmaması: Zamanaşımı, ilke olarak, Allah haklarını ihlâl eden suçlarda etkili, kul haklarını ihlâl eden suçlarda etkili değildir
  6. Suçun isbatında şüphenin etkili olup olmaması: Had ve kısâs suçları, ancak belli isbat vasıtaları ile sâbit olur.

Suçun Unsurları: Klasik doktrinde de tüm suçların bağlı olduğu bir kısım ilkelere işaret edilmiştir.

Kanunî unsur: Bir davranışın (fiil) kanunda suç olarak tanımlanmış olması demektir. Kanunda tanımlanmamış hiçbir davranış suç olarak kabul edilemez. Kanunî unsur, kanunsuz suç olmaz ilkesine dayanmaktadır.

Had ve kısâs suçları Kitâb ve Sünnet’te tanımlandığı için kanunî unsuru içerdikleri ve kanunilik ilkesine tam olarak uygun düştükleri görülmektedir. Ta’zîr suçları ise had ve kısâs suçları gibi tanımlı suçlar olmadıkları için, kanunîlik ilkesine tam anlamıyla uygun değildir. Kanunlaştırma, ta’zîr suçları bakımından da kanunîlik ilkesinin tam anlamıyla geçerli hale gelmesi demektir. Ceza hukukunda kıyas yasağı, kanunîlik ilkesinin bir sonucudur.

Ceza kuralı, kural yürürlüğe girmeden önce işlenen suçlara uygulanamaz. Bir davranış ancak bir ceza kuralında tanımlandıktan sonra suç niteliği kazanacağı için, kural yürürlüğe girmeden o davranışın suç sayılması mümkün değildir. İslam ceza hukukunda had ve kısâs suçlarını düzenleyen kurallar Kitâb ve Sünnet’e dayandıkları için nâzil ya da vârid oldukları tarihten itibaren yürürlüktedir.

İslam hukukunda yeryüzü dârulislam ve dârulharb biçiminde iki kısma ayrılmaktadır. Dârulislam, Müslümanların egemenliği altında bulunan ve İslam hukuku kurallarının uygulandığı ülke demektir. Dârulharb ise dârulislam dışında kalan ve gayr-i müslimlerin egemenliği altında bulunan ülke ya da ülkeleri belirtmek için kullanılmaktadır. Ebû Hanîfe’ye göre dârulislamda bulunan müslümanlarla gayr-i müslim vatandaşlara (zimmîler) İslam ceza hukuku kuralları uygulanır. İslam hukukçularının çoğunluğu ise dârulislamda işlenen suçlar bakımından mülkîlik ilkesini benimsemişlerdir. Dârulharbde işlenen suçlar bakımından ise şahsîlik ilkesini geçerli saymışlardır.

İslam ceza hukukunda genel ilke, ceza hukuku kurallarının kişilere aynı şekilde uygulanmasıdır. İslam ceza hukuku doktrininde çoğunluk görüşü, devlet başkanının diğer kişiler gibi, hiçbir suçtan ötürü mutlak ya da nisbî dokunulmazlığının bulunmadığı yönündedir. Çoğunluk bakımından irtidâd suçunu düzenleyen ceza kuralının uygulanmasında kadın ve erkek farkı bulunmamaktadır. İslam ceza hukukunda gayr-i müslim vatandaşlara da ceza hukuku kuralları ilke olarak aynı şekilde uygulanır. İslam ceza hukukunda had suçlarını işleyen kölelere aynı suçu işleyen hürlere verilen cezanın yarısı uygulanır.

Maddî Unsur: Suçun maddî unsuru ile, suç olarak nitelenmeye elverişli bir davranışın (fiil) bulunması kastedilmektedir. Kişilerin içsel davranışları tek başlarına ceza hukukunun konusunu teşkil etmez. İlliyet bağı ise, hareket ve netice arasındaki sebep sonuç ilişkisi, yani hareketin neticeyi doğurucu niteliğidir. İlliyet bağı, cezaî sorumluluğun temel koşuludur.

Suçun, olumlu bir fiille işlenmesi durumunda, o suç için öngörülen cezanın uygulanacağı konusunda İslam hukukçuları görüş birliği içindedirler. İslam ceza hukukunda hazırlık hareketleri cezalandırılmaz.

Teşebbüs, kişinin işlemeyi kastettiği suça elverişli araçlarla başlayıp, elinde olmayan sebeplerle tamamlayamaması demektir. İslam ceza hukukunda teşebbüse, teşebbüs edilen suç için öngörülen ceza türünden bir ceza verilmez. Teşebbüs halinde yapılan hareketler kendi başına başka bir suç teşkil ediyorsa, o suçun cezası verilir.

Kişinin suçu işlemeye başladıktan sonra, kendi iradesiyle onu tamamlamaktan vazgeçmesi hali, İslam ceza hukukunda tevbenin cezaya etkisi bağlamında ele alınıp incelenmiştir. Kişinin vazgeçme anına kadar yaptığı hareketler (icra hareketleri) suç teşkil etmiyorsa fâil cezalandırılmaz.

Hukuka Aykırılık: Bir davranışı suç olmaktan çıkartan, hukuk düzenince tanımlanmış sebepler bulunabilir. Bunlara hukuka uygunluk sebepleri denilmektedir. İslam ceza hukukunda hukuka uygunluk sebeplerini şu şekilde açıklayabiliriz:

Hakkın Kullanılması: Hakkın kullanılması ile ceza hukukunun suç saydığı bir davranışın yapılmasının, hukuk düzeninin bir diğer kuralı tarafından fâilin hakkı olarak düzenlenmesi kastedilmektedir.

Görevin Yerine Getirilmesi: Görevin yerine getirilmesi (îfâ), hukuk kuralının hükmünü ya da yetkili merciin emrini icrâ etmek biçiminde açığa çıkar. Hükmün ya da emrin yerine getirilmesi, ceza hukuku kuralındaki tanımına uysa bile, suç olarak kabul edilmez.

Meşru Müdafaa: Meşru müdafaa, bir kişinin kendisine ya da üçüncü bir kişiye ait hakka yönelmiş haksız bir saldırıyı ortadan kaldırmak amacıyla saldırgana karşı gerçekleştirdiği savunma hareketleridir. Meşru müdafaa hali, ceza hukuku kuralında suç olarak tanımlanmış olan hareketleri suç olmaktan çıkartır.

Zorunluluk Hali: Zorunluluk (zaruret, ıztırar) hali, bir kişinin bilerek neden olmadığı bir hayatî tehlikeden kendisini ya da başkasını kurtarmak amacıyla suç teşkil eden davranışta bulunması demektir. Zorunluluk hali, ceza hukuku kuralında suç olarak tanımlanmış olan davranışı suç olmaktan çıkartır.

Manevî Unsur: Ceza hukuku kuralında tanımlanan ve hukuka aykırılık teşkil eden davranışın yapılmış olması, fâili sorumlu tutmak için yeterli değildir. Davranışın aynı zamanda fâil tarafından kusurlu bir biçimde gerçekleştirilmiş olması gerekir.

Kusur Yeteneği: İslam ceza hukukuna göre kusur yeteneğinin bir kişide bulunması, onun temyiz kudretine (ayırt etme gücü) sahip ve ergenlik çağına ulaşmış (âkil ve bâliğ) olmasına bağlıdır. Buna göre, mümeyyiz ve ergen olan kimselerin kusur yeteneği bulunduğu için onlar işledikleri suçlardan tüm sonuçlarıyla sorumludurlar. İslam ceza hukukunda ergenlik (bulûğ) çağı, kusur yeteneğinin tespitinde temyiz kudretiyle birlikte temel bir ölçüt olarak kabul edilmiştir.

İslam ceza hukukunda akıl hastalığı (cünûn), akıl zayıflığı/bunaklık (ateh) ile uyku ve bayılma kusur yeteneğini ortadan kaldıran hallerden sayılmaktadır.

İslam hukukçuları; sarhoşluğun bilmeden, zorunluluk halinde ya da ikrah (zor) altında meydana gelmesi durumunda sarhoşluğun kusur yeteneğini ortadan kaldırdığı ve belirtilen koşullardaki kişilerin cezaî sorumluluklarının bulunmadığı hususunda görüş birliği içindedirler. Bilerek ve isteyerek sarhoş olanların kusur yetenekleri bakımından ise iki ayrı görüş ortaya çıkmıştır. İlki, bu kimselerin had ve kısâs suçları bakımından sorumluluklarının bulunmadığını; onlara yalnızca sarhoş olmalarından ötürü içki içme cezasının ve işledikleri diğer suçlardan ötürü de uygun ta’zîr cezalarının verilebileceğini savunmaktadır.

İkrah (zor) altında kalarak suç teşkil eden davranışları yapan kimselerin kusur yeteneklerinin bundan etkilendiği İslam ceza hukukunda da kabul edilmektedir. Tam ikrah (ikrah-ı mülcî), kişinin canına ve vücut bütünlüğüne ya da tüm mal varlığına yönelik tehdittir. Eksik ikrah (ikrah-ı gayr-i mülcî) ise dövmek, hapsetmek gibi cana, vücut bütünlüğüne ve tüm mal varlığına yönelik olmayan ikrahtır. Eksik ikrahın ilke olarak kusur yeteneğini etkilemediği kabul edilmektedir.

Kusur: Kusur, kişinin iradesinin suç teşkil eden davranışa yönelmesi demektir. Kusur, İslam ceza hukukunda önce kasıt ve hata olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. İslam ceza hukuku doktrininde kusur, kasıt (amd), kasıt benzeri (şibh-i amd), hata ve hata benzeri (mâ cerâ mecrâ’l-hata’) kısımlarına ayrılmaktadır. Kasıt, fâilin suçu bilerek ve isteyerek işlemesidir. Hatada davranışın yapılması hususunda bir istek bulunduğu halde, hata benzerinde bulunmamaktadır. Hata benzeri, fâilin suç teşkil eden davranışı yapmayı hiçbir şekilde istememesine rağmen davranışın meydana gelmesidir. Sebebiyet verme ise, fâilin hukuka aykırı olmayan bir davranışta bulunurken bir kimsenin ölümüne sebep olmasıdır.

Ceza

Ceza Kavramı ve Tanımı: Kelime olarak ceza, karşılık anlamına gelmektedir. İslam ceza hukukunda ceza kavramı ukûbet terimi ile ifade edilmektedir. Bir yaptırım olarak cezada, adaletin sağlanması, toplumsal düzenin korunması, suç işleyenin ıslahı, toplumdaki diğer kimselerin korkutularak suç işlemekten alıkonulması gibi amaçlar gözetilmektedir.

Ceza İlkeleri

Kanunîlik İlkesi: Cezalarda kanunîlik ilkesi, ceza hukuku kurallarınca düzenlenmeyen hiçbir cezanın verilemeyeceği anlamındadır. İslam ceza hukukunda had ve kısâs cezalarında kanunîlik ilkesi tam anlamıyla geçerlidir.

Şahsîlik İlkesi: Şahsîlik (kişisellik) ilkesi, cezanın ancak suçu işleyen kimseye verilebileceğini öngören bir ilkedir. İslam ceza hukukunda diyet kimi durumlarda suçlu tarafından değil, suçlu ile birlikte ya da o dâhil olmadan âkıle denilen erkek akraba topluluğunca ödenir.

Genellik İlkesi: Genellik ilkesi, cezaların tüm kişilere aynı şekilde uygulanması anlamındadır. İslam ceza hukukunda gayr-i müslimlere ve kölelere bir kısım cezalar, çoğunlukla onların lehine olmak üzere, farklı uygulanabilmektedir.

Cezaların Tasnifi

Aralarındaki İlişkiye Göre Cezalar: İslam ceza hukukunda cezalar aralarındaki ilişkiye göre aslî, bedelî, tâbi ve tamamlayıcı olmak üzere dört kısma ayrılmaktadır.

Uygulanma Biçimine Göre Cezalar: İslam ceza hukukunda cezalar uygulanma biçimine göre de bedenî, ruhî, hürriyeti bağlayıcı ve mâlî olmak üzere dört kısımda tasnif edilmektedir.

Cezaları Düşüren Sebepler: İslam ceza hukukunda cezalar çeşitli sebeplere bağlı olarak düşmektedir. Ancak her bir sebep bütün cezalar bakımından düşürücü bir etkiye sahip değildir.

Mağdurun Rızası: Mağdurun rızası, kişinin, ceza hukuku kuralında suç olarak tanımlanmış olan davranışın kendisine karşı yapılmasına rıza göstermesi anlamındadır.

Suçlunun Ölümü: Suçlunun ölümü, onun şahsıyla ilgili (bedenî, ruhî ve hürriyeti bağlayıcı) cezaları doğal olarak düşürmektedir. Diyet ve mâlî cezalar ise suçlunun ölümü ile düşmez.

Suçlunun Tevbesi: İslam ceza hukukunda suçlunun tevbesinin yol kesme suçunun cezasını düşürdüğü konusunda görüş birliği vardır.

Sulh: Tarafların anlaşması anlamında sulh, yalnızca kısâs cezasını ve diyeti düşürür. Diğer cezalar bakımından sulh, herhangi bir etkiye sahip değildir.

Af: Affın, ilke olarak, had cezaları üzerinde bir etkisi söz konusu değildir. Kısâs, diyet ve ta’zîr suçlarında ise af, cezayı düşürücü bir sebep niteliğindedir.

Zamanaşımı: İslam ceza hukuku doktrininde zamanaşımının kısâs cezası ve diyet bakımından herhangi bir etkisinin bulunmadığı, ta’zîr cezaları bakımından ise cezayı düşürücü bir sebep niteliği taşıdığı konusunda ittifak edilmiştir.

Suçlar ve Cezaları

Had Suçları ve Cezaları

Zina Suçu ve Cezası: İslam ceza hukukunda zina suçu, aralarında nikah akdi bulunmayan kimselerin cinsel ilişkisi olarak tanımlanmaktadır. Zina suçu, suçu işleyen kimsenin ikrarı ya da dört şahitle kanıtlanabilmektedir. İkrar, itiraf demektir. Evli kimselerin işledikleri zina suçunun cezası recm, yani taşlanarak öldürülmedir. Bekâr kimselerin zina suçunu işlemeleri halinde ise onlara yüz celde (sopa) vurulur (Nûr 24/2).

Zina İftirası (Kazf) Suçu ve Cezası: Zina iftirası (kazf), bir kişiye zina ettiği ithamında bulunmak ya da kişinin nesebini inkâr etmek anlamındadır. Zina iftirası suçunun oluşması için ona özgü üç unsurun bulunması gerekmektedir. Birincisi zina ithamı yapmak ve nesebi inkâr etmektir. İkinci unsur, zina iftirasına uğrayan mağdurun muhsan olmasıdır. Zina iftirası suçunun üçüncü unsuru ise suç kastının bulunmasıdır. Zina iftirası suçu, had suçlarından olmakla birlikte, kul hakkını ihlâl niteliği de taşıdığı için koğuşturulmasının şikâyete bağlı olduğu ittifakla kabul edilmiştir. Zina iftirası suçunu işleyen kimseye ceza olarak seksen celde (sopa) vurulması öngörülmüştür (Nûr 24/4).

İçki İçme (şürb-sükr) Suçu ve Cezası: İslam’da sarhoşluk veren tüm içecekler haram kılınmış, bunların içilmesine cezaî yaptırım bağlanmıştır. Hanefîlere göre içki türleri bakımından içki içme (sükr) suçu, ancak onların sarhoşluk verecek ölçüde alınmasıyla işlenmiş sayılır. Cezasının kırk celde (sopa) mi yoksa seksen celde mi olduğu hususunda da görüş ayrılığı bulunmaktadır.

Hırsızlık (Sirkat) Suçu ve Cezası: Hırsızlık suçu, koruma (hırz) altında bulunan başkasına ait belli değerde bir malın sahiplenilmek amacıyla gizlice alınması demektir. Buna göre hırsızlık suçunun meydana gelmesi için çalınan şeyin mal niteliği taşıması ve belli değerde olması gerekmektedir. Bir diğer unsur, malın başkasına ait olmasıdır. Hırsızlık suçunda kul hakkının ihlâli de söz konusu olduğu için hukukçuların bazıları koğuşturma için şikâyeti şart koşmaktadırlar. Hırsızlık suçunun cezası, sağ elin bilekten kesilmesi biçimindedir (Mâide 5/38).

Yol Kesme (Hırâbe/Kat’-i Tarîk) Suçu ve Cezası: Yol kesme suçu, insanların can ve mal güvenliklerini ihlâl eden bir suçtur. Yol kesme suçunun cezası, işlenen suçun ağırlığına göre belirlenmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de yol kesme suçu için ölüm, asılma (salb), el ve ayağın çaprazlama kesilmesi ve sürgün cezaları öngörülmüştür (Mâide 5/33). Yol kesme suçunu işleyenler yakalanmadan önce tevbe ederlerse, söz konusu cezalar düşer (Mâide 5/34). Ancak kul haklarına yönelik talepler saklıdır.

İsyan (Bağy) Suçu ve Cezası: İsyan suçu, silah gücüne sahip bir topluluğun meşru devlet başkanına karşı, kendilerince geçerli bir sebebi öne sürerek, onu devirmek amacıyla ayaklanmaları biçiminde tanımlanabilir. İsyan suçunu işleyenlerle savaşılır ve onlar savaş esnasında öldürülebilir. Hukukçuların çoğunluğuna göre isyancılar, ancak ayaklandıkları zaman onlarla savaşılabilir.

Dinden Dönme (İrtidâd) Suçu ve Cezası: Dinden dönme, bir Müslümanın dinini terk etmesi demektir. İslam hukukçularının çoğunluğu Hz. Peygember’in “Kim dinini değiştirirse onu öldürün” (el-Buhârî, Cihâd 149) biçimindeki sözüne dayanarak, kadın ya da erkek olsun İslam’ı terk eden her bir kimseye ölüm cezası verileceği kanaatindedirler. Ceza uygulanmadan önce suç işleyen kişi tevbe edip İslam’a dönmeye davet edilir, İslam’a ilişkin şüphe ve itirazları açıklanıp giderilmeye çalışılır.

Kısâs Suçları ve Cezaları: Kısâs suçları ve cezaları İslam hukuku kaynaklarında genellikle cinâyât başlıklı bölümde incelenir.

Adam Öldürme: Kasıtla adam öldürme (amden katl) suçunun cezası kısâstır (Bakara 2/178-179; İsrâ 17/33). Burada kısâs, suçlunun öldürülmesi (idam edilmesi) demektir. Kasıtla adam öldürme suçlarında diyet bedelî bir yaptırımdır. Öldürülen kimsenin yakınlarından biri bile, kısâs talep etme hakkından vazgeçerse, kâtile kısâs uygulanamaz. Kasıtla adam öldürme dışında kalan adam öldürme suçlarının hiçbirinde kısâs cezası uygulanmaz (Nisâ 4/92). Kâtilin kasten adam öldürme dışında kalan adam öldürme suçlarında dinî bir ceza olarak keffâret ödemesi de gerekmektedir. Keffâret, mü’min bir köle azat etmek ya da imkân bulunmuyorsa iki ay oruç tutmaktır (Nisâ 4/92). Adam öldürme suçlarında kâtil, ilke olarak, öldürdüğü kimsenin miras ve vasiyetinden yoksun bırakılır.

Müessir Fiiller: Müessir fiiller tabiriyle, vücut bütünlüğüne yönelik ölüme yol açmayan vurmak, yaralamak, kırmak, kesmek gibi acı veren her türlü fiil kastedilmektedir. Kasten yapılan müessir fiillerin cezası da kısâstır (Mâide 5/45).

Ta’zîr Suçları ve Cezaları: Ta’zîr suçları, iki grupta tasnif edilebilir. İlk grupta, Kitâb ve Sünnet’te suç olarak düzenlenmiş, fakat cezaî yaptırım öngörülmemiş davranışlar yer almaktadır. İkinci grupta ise, toplumsal yaşamın gereklerine göre belirlenmeleri yetkili organa bırakılmış olan suçlar bulunmaktadır.

Ta’zîr suçları, hem Allah haklarını hem de kul haklarını ihlâl edici davranışlar biçiminde açığa çıkabilir. Ta’zîr cezaları, ölüm, celde (sopa), hapis, sürgün, kınama, tehdit, azarlama, nasihat ve teşhir gibi çok çeşitli biçimlerde olabilir.