İSLAM SANATLARI TARİHİ - Ünite 8: Türk Çini Sanatı Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 8: Türk Çini Sanatı
Giriş
Kelime anlamı Çin’e ait (çînî) demek olan çini, günümüzde pişmiş topraktan yapılan sırlı duvar kaplamalarına verilen bir addır. Eski kaynaklarda buna “sırça” veya “kâşî” denildiği görülmektedir. Pişmiş topraktan yapılan çanak çömleğe eskiden, malzemenin cinsine göre “toprak evânî” veya “çini evânî” denilirken; günümüzde topraktan yapılan kullanım eşyasına seramik veya keramik denilmektedir.
Killi topraktan pişirilerek yapılan kullanım eşyasına keramik, duvar kaplama malzemesine ise çini veya seramik ismi verilmiştir. Seramiği meydana getiren kaolin (arı kil), kuvars ve silika gibi maddelerden bileşim miktarı ve pişirme derecelerine göre toprak evânî, çini (kâşî), porselen (fağfûr) veya cam gibi alt gruplar meydana gelir.
Bir veya birden fazla metalin, metal olmayan elementlerle birleştirilerek pişirilmesi sonucu oluşan inorganik bileşiğe “seramik” denir. Tümü killi topraktan yapılan veya yüksek oranda kil ihtiva eden ham maddelerden üretilmiş, yüzeyi parlakça ve en sert seramik grubuna “porselen” adı verilmektedir.
Levha halinde mimari tezyinatta kullanılan duvar kaplama malzemelerini kâşî veya çini, pişmiş topraktan yapılan kullanım eşyasını ise seramik ya da toprak-evânî veya çini evânî diye adlandırılır.
Pişmiş topraktan çanak çömlek yapma sanatının, Asurlular zamanına kadar uzandığı bilinmektedir. Türkler daha VIII. yüzyıldan itibaren bu sanat dalında ileri derecede bilgi ve tecrübe sahibidirler. Uygurlar, Karahanlılar gazneliler, pişmiş toprağı ve çini sanatını kitâbelerde ve binalarda yapı malzemesi olarak kullanmışlardır. Seramik sanatı, İslâm öncesi Türk toplulukları arasında Göktürkler ve Kırgızlarda görülmektedir.
Anadolu coğrafyasına bakıldığında Bizanslılar’ın, mimaride süsleme unsuru olarak çiniyi tercih etmeyip, mozaik kullandıkları görülmektedir. Emevîler de Bizans’tan etkilenerek mozaik kullanmayı sürdürmüşlerdir. Mimari yüzeyde günümüze kadar ulaşan çini kullanımı ilk olarak Kayrevan’daki Sîdî Ukbe Camii’nin (670-862) mihrabında görülmektedir.
Perdahlı çinilerin en erken tarihli örneklerine Abbâsîler devrinde (IX. yüzyıl) Sâmerrâ’da rastlanmıştır. Karahanlılar döneminde, XI. yüzyıldan itibaren tek renkli çinilerin kullanıldığı bilinmekle birlikte, günümüze kadar ancak Özkent’te bulunan ve XII. yüzyıldan örnekler sınırlı sayıda ulaşabilmiştir.
Büyük Selçuklular döneminde gelişen çini geleneği, İlhanlılar zamanında daha da hız kazanmıştır.
En erken örneklerine Sultan III. Mesud Sarayı’nda rastladığımız kabartma, tek renkli sır altı çiniler XII ve XIV. yüzyıllar arasında, Sultâniye ve Sultanâbâd’da revaç bulmuş Rey, Cürcân ve Kâşân’da da benzer örnekler üretilmiştir.
Timurlular döneminde seramik evânî yapımında duraksama görülürken kâşî üretimine hız verildiği gözlenmektedir.
İran’da Timurlular’dan beri süregelen iç ve dış cephelerin çinilerle kaplanması geleneği, Safevîler döneminde de (1501-1736) sürmüştür.
Hindistan çevresinde de XIII. yüzyıldan itibaren sırlı tuğla kullanımı görülmektedir.
Anadolu’da eski sayılabilecek örnekler arasında Siirt Ulucamii ve Minaresi (XII. yüzyıl), Divriği Kale Camii’nin (1180) taçkapısı ya da Konya II. Kılıçarslan Türbesi (1155-1192) sayılabilir. Nizâmeddin Yağıbasan’ın Tokat’ta 1164’ten önce yaptırdığı Çukur Medrese Selçuklu devrinin çini kullanılan en eski yapılarındandır.
Anadolu Selçukluları döneminde yapı dışında renkli sırlı tuğla, bazen de kâşîgerî (çini mozaik) kullanılmıştır.
Anadolu Selçuklularında çini mozaik, genellikle kubbe içinde, kasnakta, geçiş unsurlarında, kemerlerde, eyvanlarda, mihraplarda, sandukalarda ve pencere üstlerinde kullanılmıştır.
Konya Karatay Medresesi (1251), çini mozaik sanatında Selçuklular’ın ulaştığı yüksek seviyeyi gösterir.
Selçuklu da ,sivil yapılarda görülen çiniler daha çok perdahlı çinilerdir ve kompozisyonlarda çoğu zaman insan ve hayvan figürlerine yer verilmiştir. Dinî yapılarda düz renkli çinilerden kesilerek tertip edilmiş geometrik kompozisyonlar, yazı ve ileri derecede üslûba çekilmiş rûmî bezemeler kullanılmıştır.
Anadolu Selçukluları’nın sultanı Alâeddin Keykubad (1221-1237) tarafından yaptırılan Kubâdâbâd Sarayında “Türk oturuşu” diye adlandırılan bağdaş kurmuş insan figürlerinin yanı sıra çift kartal, çift ejder, balık, tavus kuşu, insan hayvan karışımı mitolojik yaratıklardan oluşan ve sembolik anlamlar ifade eden motifler de bulunmaktadır. Anadolu Selçuklu saray ve sivil yapılarında perdahlı çiniler üzerine insan, hayvan ve fantastik figürler işlenirken, dinî yapılarda niçin geometrik motiflerden oluşan çini mozaik bezemeler tercih edilmiştir.
Renkli sır tekniğinde üretilmiş çinilere Anadolu’da ilk olarak Bursa Yeşilcami’de (1419) ve Çelebi Mehmed Türbesi’nde (1421) rastlamaktayız.
Renkli sır tekniğinde çini üzerine nakışlar, içine sır maddesi katılan boyalarla işlenir. En çok kullanılan renkler lâcivert, fîrûze, sarı, yeşil ve bazen mora çalan kiremit kırmızısıdır. Bazen de sarı rengin üstüne veya doğrudan lâcivert zemine altın uygulandığı görülmektedir.
Bursa Murâdiye Camii ve Medresesi’nde (1425) mütevazı miktarda da olsa, tek renk sırlı levha, renkli sır ve çini mozaik tekniklerinin bir arada kullanıldığı görülmektedir.
Edirne Murâdiye Camii’nin (1436) renkli sır çinileri ise Bursa Yeşilcami ve Türbesi’nin bir ileri aşamasını göstermektedir.
Şehzade Mehmed Türbesi’nde (1548), teknikte ve nakışlarda açık bir ilerleme görülür. Bu tekniğin kemale erdiği döneme ait İstanbul’daki diğer yapılar Gazi Kara Ahmet Paşa Camii (1558) ve Haseki Hürrem Sultan Türbesi’dir (1558). Türk çini sanatında bu tekniğin en son görüldüğü yer Hürrem Sultan Türbesi’dir (1558).
Osmanlı döneminin en önemli çini üretim merkezi İznik olmuş, XV-XVII. yüzyıllar arasında evânî üretimiyle çini üretimi, teknik ve desen özellikleri bakımından birbirine paralel olarak hızlı bir gelişme göstermiştir. İlk devir Osmanlı yapılarında görülen renkli sır çinilerle Timurlu dönemi çinileri oldukça yakın bir benzerlik göstermektedir.
Türk çini sanatının zirvesine ilk defa İstanbul Süleymaniye Camii’nde (1558) görülen, hafif kabarık mercan kırmızısı renginin kullanıldığı, İznik kâşîleriyle ulaşılmıştır.
Türk çini sanatının zirvesine ilk defa İstanbul Süleymaniye Camii’nde (1558) görülen, hafif kabarık mercan kırmızısı renginin kullanıldığı, İznik kâşîleriyle ulaşılmıştır.
Milet’te üretildiği düşünülerek “Milet işi” denen bazı kırmızı hamurlu çinilerin de, yapılan kazı ve araştırmalar sonucunda, XIV. yüzyılın ikinci yarısından XV. yüzyılın başlarına kadar tarihlenen ikinci dönem İznik çinileri olduğu anlaşılmıştır.
İznik seramiklerinin üçüncü devresinde, Selçuklu seramiğinden bazı etkiler taşıyan tek veya iki renkli motiflerle işlenmiş basitçe bir teknik kullanılarak ileri düzeydeki İznik çini sanatının parlak devresi hazırlanmıştır.
Dördüncü dönem İznik çini ve seramiklerini, Milet işi adlandırmasında olduğu gibi, yine Şam’da üretildiği düşünülerek “Şam işi” adı verilen mavi-beyaz çini grubu oluşturmaktadır.
İznik atölyelerinin büyük bir teknik zaferi olan, hafif kabarıkça, parlak mercan kırmızısının kullanıldığı çiniler, beşinci ve en son aşamayı gösterir. Fîrûze, mavi, yeşil, kırmızı, lâcivert, beyaz ve bazen de siyah olmak üzere yedi rengin sır altına tatbiki, bu güne kadar dünya çini sanatında görülmemiş bir teknik gelişmenin eseridir.
Osmanlı çinicilik sanatı tarihteki en yüksek seviyesine, XVI. yüzyılın ikinci yarısında erişmiştir. Türk çini sanatının klasik devri olarak kabul ettiğimiz bu dönem, Silivrikapı’daki İbrâhim Paşa Camii’nin (1551) çinileriyle başlar ve bunu Süleymaniye (1560), Rüstem Paşa (1560), Sokullu Mehmet Paşa (1571), Piyâle Paşa (1573) ve Üsküdar’daki Atik Vâlide (1583) camilerinin çinileri izler.
Sultan Ahmed Camii (1616), Türk çini sanatının en parlak döneminin sonlarına ait en çok örneğin bir arada bulunduğu son büyük yapıdır.
Topkapı Sarayı’nda Bağdat ve Revan Köşkleri, Üsküdar Çinili Camii (1640) ve Eminönü’ndeki Yeni Vâlide Camii’nde (1663) görülen çiniler desen ve kompozisyonlar açısından pek zengin olmakla birlikte, Osmanlı çini sanatında duraksamanın, hatta gerilemenin görüldüğü örneklerdir.
XVIII. yüzyılın başlarında İznik çiniciliği, eski ihtişamını geride bırakarak tarihteki yerini almıştır.
XVIII. yüzyıldan günümüze, ülkemizin çini ihtiyacını Kütahya merkezli çini atölyeleri karşılamaktadır.
Çini veya seramik yapımında kullanılan malzemeler, çininin gövdesini oluşturan ana hamur, süslemenin yapılacağı renkleri meydana getiren boya veya madenî oksitler ve çiniye cilalı görünüm veren sır tabakası olmak üzere üç ana kısımdan oluşmaktadır.
Hamur: Çini hamurunda kaolin (arıkil), kuvars , feldspat dolomit, talk, boksit, şamot ve mermer tozu gibi hammaddeler de kullanılabilir. Seramiği meydana getiren bu maddelerin bileşim miktarı ve pişme derecelerine göre çini (kâşî), porselen (fağfûr) veya cam gibi türler meydana gelir.
Boya: En sık rastladığımız fîrûze (turkuvaz), Türklerin ismiyle bütünleşmiş ve her devirde en beğenilen renk olmuştur. Bunun yanı sıra kobalt mavisi (zehebî lâcivert), lâcivert, mor, yeşil, sarı, kırmızı, siyah ve beyaz renkler de kullanılmıştır.
Sır: Seramik hamurunun üzerine sürülen, pişince eriyerek hamurun üzerini kaplayan ve ona cam veya camsı görünüm kazandıran, koruyucu ince şeffaf tabakaya sır adı verilmektedir. Sır, en basit şekli ile silis, kuvars ve kurşun oksitten meydana gelir.
Çini Teknikleri: Çini ve seramik, parçayı meydana getiren hammaddenin terkibine, renklendirme ve sırlama yöntemine, pişirme ve uygulama şekline göre değişik gruplar oluşturmaktadır.
Renkli Sırlı Tuğla: Tuğladan yapılan örgü malzemesinin geometrik şeklinden istifade edilerek, tuğlayı yatık, dik veya verev dizmek suretiyle ya da içeri girintili veya dışarı çıkıntılı örmek suretiyle cephelerde çok hareketli ve canlı bir görünüm elde edilmiştir.
Düz Çini (Kâşî) ve Çini Mozaik (Kâşîgerî): Kare, dikdörtgen veya altıgen şekillerde pişirilen, üst yüzeyi sırlı, düz renkli levhalar, mimari de olduğu şekliyle duvar kaplaması olarak kullanılabildiği gibi, farklı renklerde pişirilmiş levhalardan kesilen parçalar yan yana getirilmek suretiyle daha renkli bir görünüm elde edilmiştir.
Türk çini sanatında yaygın olarak kullanılan en eski çini bezeme tekniği olan çini mozaik tekniği, kaynağını sırlı tuğla süslemeden almıştır.
Bu teknikte önce düz renkli levhalar ayrı ayrı fırınlanıp, desen için gerekli olan renkler bu levhalardan istenilen şekilde kesilip çıkartılır.
Bazı durumlarda, düz renkli çinilerin üzerine desen, çini üzerindeki sırlı tabaka kazınarak ve kazınan kısımlar da başka bir malzemeyle doldurulup tesviye edilerek işlenir.
Perdahlı Çini (Luster Tekniği): Batı kaynaklarında “luster” tekniği olarak bilinen perdahlı çini ilk olarak Sâmerrâ’da ortaya çıkmıştır. Çini üzerinde madenî bir pırıltı elde etmek için yararlanılan bir tür sır üstü uygulamasıdır.
Perdahlı çini tekniği, gümüş ve bakır oksidin kırmızı veya sarı toprak boyayla birlikte, sülfür karışımı ve sirkeyle halledilerek hazırlanır.
Mertabanî : Batılı kaynakların Selâhaddîn-i Eyüzyılûbî’ye nisbetle “seladon” adını verdikleri bu teknik, duvar kaplama çinilerinde değil, evânî yapımında kullanılır. İlk olarak Merteban’da yapılmış olduğu için “mertebanî” diye isimlendirilen bu değerli çanak çömlek türünün zehirli yiyeceklere karşı duyarlı olduğu söylenir.
Sır Üstü Tekniği: Sır üstü tekniğinde pişmiş toprak malzeme önce mat bir sırla kaplanıp bir kez pişirilir ya da pişirilmeden çini üzerine işlenecek desenler sırlı boya ile işlendikten sonra bir kez daha pişirilir, böylece desenler önceden sürülmüş sırlı tabakayla kaynaşarak zemine yerleştirilmiş olur.
Sır Altı Tekniği: Sır altı tekniği XIII. yüzyılda Anadolu Selçukluları’nda kullanıldığı gibi, esas gelişmesini XVI. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlılar’da tamamlamış en yaygın çini tekniğidir.
Mînâî (Heft-reng): Sır altı ve sır üstü tekniklerinin bir arada kullanılmasıyla çok renkli bir satıh elde etmeye yarayan tekniğe “mînâî” adı verilmiştir. Bu tekniğe sır altı ve sır üstüne yedi rengin bir arada tatbik edilebilmesinden ötürü “heft-reng” adı da verilmiştir.
Anadolu’da örneklerine yalnız Konya Alâeddin Köşkü’nde rastladığımız bu teknik daha çok İran’da yaygınlık kazanmıştır.
Bu teknikler çok zahmetli ve masraflı olduğundan Anadolu’da fazla yaygınlık kazanmamıştır. Bu tekniğin en çok görüldüğü yerler ise Basra, Rakka ve Kâşân’dır.
Renkli Sır (Lakabî): Çağdaş yayınlarda cuerda seca adıyla anılan, eski kaynaklarda ise lakabî denen renkli sır tekniği, ilk defa Timurlular döneminde ortaya çıkmıştır.
Tekniğin ana özelliği, süslemenin zemine doğrudan çinkolu, şeffaf olmayan renkli sır ile tatbik edilmesidir. Bu teknikte nakışlar levha üzerine renkli sırla boyanarak yapılır. İşlenen nakışlar, krom oksit, balmumu veya manganezli bir bileşimle tahrirlenerek pişirildiği için, renkler arasında oluşan ince çizgi sayesinde, renkli sırlar akıp birbirine girmezler.
Mavi Beyaz: Osmanlı’nın çok renkli klasik sır atlı çinisini hazırlayan şeffaf sır altına uygulanmış mavi-beyaz çiniler, malzeme ve teknik ayrıntılar bakımından renkli sır çinilerden daha farklı bir tarz oluşturmaktadır.
Çok Renkli (Elvan) Sır Altı Tekniği: Bütün renkler sır altında olduğu için, yüzeyde pürüzsüz bir parlaklık elde edilmiştir. Bu teknikte yalnızca sarı renk saf dışı bırakılmıştır.
Bu dönem çinilerinin önemli bir ayırıcı özelliği ise yaklaşık yarım asır kadar varlığını sürdürecek olan mercan kırmızısının kullanılmasıdır.
Geliştirilen tekniğe paralel olarak desenler de incelmiş, saray nakışhânesinde geliştirilen İstanbul üslûbunun zarif desen anlayışı bu çinilerde hayat kazanmıştır.
İznik’te üretilen, selâtin ve kamu yapılarında kullanılacak çinilerin nakış örneklerinin İstanbul saray nakkaşları tarafından çizilip, gönderildiği Osmanlı saray arşivlerinde bulunan belgelerden anlaşılmaktadır
Bu teknik, 1600 tarihli Sultan III. Murad Türbesi’yle en üst seviyeye ulaşmışken, 1616 tarihli Sultan Ahmed Camii çinilerinden sonra giderek canlılığını yitirmeye başlamıştır.
Klasik tarzda sır altı çini yapımının safhaları şu şekildedir:
- Birinci aşama, hamurun hazırlanıp şekillendirilmesidir.
- İkinci aşamada, levha veya şekil verilmiş parçalar 1200- 1300 ºC ısıda fırınlanarak ilk pişirme gerçekleştirilir.
- Üçüncü aşamada, bir kez pişirilmiş parçalar üzerine, ilkin nakışlar fırça ile işlenip, sonra sırlanır veya doğrudan sırlama işlemine geçilir.
- Son aşamada, süslenip sırlanan çiniler tekrar fırınlanarak soğumaya bırakılıp işlem tamamlanır.
İlk önceleri Karahanlılar’da renkli sırlı tuğla ve çini mozaik tekniğiyle meydana getirilmiş kûfî karakterli kitâbeler ve sınırlı ölçüde geometrik bezemeler kullanılırken zamanla çini kullanımı yaygınlık kazanarak mimari tezyinatın ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Selçuklu döneminde Konya, çini süslemeciliğinin merkezi durumundadır.
Anadolu Selçuklu mimarisinde dinî yapılar ekseriyetle çini mozaik tekniği ile süslenmiştir.
Klasik devir Osmanlı mimarisinde, yapıların dış cephelerinde çini kullanılmazken, Batılılaşma sürecinde iç mekânlardan da çini kullanımı kalkmıştır. Osmanlı’nın son devir mimarlarının başlattığı “millî mimari” hareketi yapılarının dış cephelerinde, bilhassa pencere alınlıklarında ve kemer koltuklarında çini kullanımı son defa revaç bulmuştur.
İlk dönem yapılarında görülen renkli sırlı tuğla ve çini mozaik sanatının ustaları hakkında fazla bilgiye sahip değiliz, ancak birçok Anadolu Selçuklu yapısında sanatkâr imzası bulunmaktadır.
Sivas’taki Keykâvus I. Dârüşşifâsı’nda bulunan İzzeddin Keykâvus’a ait türbesi kitâbesinden bu eseri meydana getiren kişinin Marendli Ahmed olduğu anlaşılmaktadır.
Eski Malatya Ulucamii’nin (1224) kubbesi, eyvanı ve orta avlusunun duvarlarında görülen muhteşem çini mozaiklerde de birkaç usta imzası ile karşılaşmaktayız. Bunlardan en çok dikkat çekeni Yâkub b. Ebûbekir el-Malatî’dir.
Sırçalı Medrese’nin (1242) eyvanındaki çini mozaik süslemelerde de yine İran menşeli bir ustanın ismi, Mehmed b. Mehmed b. Osman el-Bennâ et-Tûsî olarak kayıtlıdır.
Osmanlı dönemine gelindiğinde, çiniciliğin merkezi İznik’te Orhan Gazi zamanından kalma çinilerden birinin üzerinde Musullu Abdullah ismi okunmaktadır.
Çelebi Mehmed’in yaptırmış olduğu çinileriyle meşhur Bursa’nın en iddialı yapılarından birisi olan Yeşilcami ve türbede Tebrizli ustalarla birlikte Ali b. İlyâs Ali’nin isimleri dikkat çekmektedir.
Osmanlı’nın son devir çinilerine en güzel örnek, Hafız Emin Usta’nın elinden çıkan Eyüp’teki Sultan Reşat Türbesi (1914) çinileridir.
Birçok eserin ustası bilinmese de, çiniler üzerindeki imza kitâbelerinden ve tarihî kaynaklardan, Türk çini sanatının gelişim sürecinini takip edebilmek mümkündür.