İSTİHDAM VE İŞSİZLİK - Ünite 2: İstihdam ve İşsizlik Olgusunun Teorik Temelleri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 2: İstihdam ve İşsizlik Olgusunun Teorik Temelleri

Ünite 2: İstihdam ve İşsizlik Olgusunun Teorik Temelleri

Giriş

Bu ünitede temel iktisadi düşünce okullarının istihdam ve işsizlik ile ilgili görüşleri ve analizleri çerçevesinde istihdam ve işsizlik konusunun teorik temelleri açıklanmaktadır.

İstihdam ve İşsizliğin Teorik Temelleri

Ekonomi biliminin kurucusu Adam Smith olarak kabul edilmektedir. İktisadi düşünceler, içinde bulundukları toplumun ekonomik ve sosyal gelişmelerinden etkilenen düşünürlerin ortaya atmış oldukları fikirler etrafında oluşur. Bu anlamda çeşitli ekonomik sorunlar üzerinde ortaya atılan fikirler ve tutarlı teoriler, iktisadi düşünce okulları olarak adlandırılır.

Merkantilistler ve Fizyokratlar 17. ve 18. yüzyılda ekonominin bilim olması yönünde katkıda bulunmuş ve klasik iktisat düşüncesinin ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştır. Klasik iktisatçılar ekonomi biliminin kurucuları olarak kabul edilirler ve bireyci bakış açısını savunurlar. Himayecilik Okulu, Tarihçi Okul ve Sosyalist Düşünce Akımı ise klasik iktisatçıları eleştiren akımlardır.

Merkantilizm, bir ülkenin zenginleşmesinin başlıca unsurunun altın ve gümüş olduğunu savunan düşünce akımıdır; Fizyokrasi, bir ülkenin zenginliğinin tarımdan geldiğini savunan düşünce akımıdır; Marjinalist düşünce ise faydaya dayalı yeni bir değer teorisi geliştirmiştir.

Keynesyen teoriye göre ise toplam talebin tam çalışmayı sağlayacak düzeye çıkması için devlet müdahalesi gereklidir. Keynesyen politikalara yönelik eleştiriler Monetaristlerden gelmiştir, Monetaristler devletin ekonomiye müdahalesinin başlıca istikrarsızlık kaynağı olduğunu savunmuşlar ve istikrar unsuru olarak “Doğal Oran Hipotezi”ni sunmuşlardır. “Doğal işsizlik oranı” işgücü piyasasının dengede kalabileceği mümkün olan en düşük düzeydeki orandır.

Klasik Düşüncede İstihdam ve İşsizlik

Klasik istihdam teorisi Keynes öncesi yıllarda savunulmuştur. Günümüzde ise bu görüşün tamamının kabul gördüğünü söylemek zordur.

Klasiklere göre, ekonomideki tüm fiyatların ve özellikle ücretlerin hem aşağıya hem de yukarıya doğru esnek olması, ekonominin tam istihdam dengesine ulaşması ve bu dengenin kararlı olması için yeterlidir. Tam istihdamdan uzaklaşıldığında ise yine fiyat mekanizması ile tekrar dengeye dönülerek mevcut tüm üretim faktörleri kullanılacaktır. Ekonomide otomatik denge mekanizması olduğunu savunmuşlar ve istihdam konusu üzerinde fazla durmamışlardır. Bu yüzden de klasiklere atfedilen istihdam varsayımı, arz-talep, faiz haddi ve ücret düzeyinin belirlenmesi üzerine görüşlerinden çıkarılan bir sonuçtur, buna göre ise Klasiklerin temel görüş ve düşünceleri Mahreçler Yasası, Faiz Teorisi ve Ücret Teorisi başlıkları altında incelenebilir.

Mahreçler Yasasına göre her arz kendi talebini yaratır. Faiz teorisiyle tasarrufların yatırıma sarf edileceği iddia edilir. Klasik ücret teorisine göre ise gayri iradi işsizlikten ekonomik düzen sorumlu değildir.

Doğal ücret teorisi işçinin fizyolojik ihtiyaçlarının ücret düzeyini belirlediğini öne sürmektedir. Ücret fonu teorisine göre ise ücret düzeyini işgücü hacmi ile ücretin ödenmesine ayrılan fon belirlemektedir.

Keynes’in İstihdam Teorisi

Keynes, klasiklerin görüşlerinin dışında yeni varsayımlara dayalı bir istihdam teorisi geliştirmiştir. Keynes tasarrufların faiz oranı karşısındaki esnekliğinin klasiklerin ileri sürdüğü kadar yüksek olmadığını savunmuştur. Keynes’e göre insanlar muamele ve ihtiyat amacıyla ellerinde önemli miktarda parayı faiz haddinden etkilenmeden tutabilirler. Ayrıca yine Keynes’e göre tasarruflar faizin fonksiyonu olmaktan çok gelir düzeyine bağımlıdır. Bu nedenle tasarrufları faizin fonksiyonu olarak kabul etmek yanıltıcı olabilir.

Klasiklere göre, her arz kendi talebini yaratır; Keynes’e göre arz talebi uyaran bir güçtür ve istihdam düzeyi, toplam arz ve talebe bağlıdır.

İşsizliğin çözümünde klasiklerin önerdiği çarelerin özellikle 1930’lardan sonra geçerli olmadığı iktisatçılarca anlaşılmıştır. Adını iktisatçı J.M. Keynes’ten alan bu okul işsizlik konusunda da klasiklerden ayrılmaktadır. Klasiklere göre bir malın veya emek biriminin fiyat ya da ücret esnekliği tam olursa işsizlik mevcut olmayacaktır. Oysa Keynes eserinde fiyat ve ücretlerin tam ve esnek olması hâlinde bile ekonomide işsizliğin çıkabileceğini açıklamıştır. Çünkü emek arz ve talebi ile mal ve hizmet arz ve talebi arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Mal piyasasındaki bir dengesizlik emek piyasasını etkileyecektir.

Neo-Klasik Düşüncede İstihdam ve İşsizlik

Neo-klasik istihdam teorisi 1870-1930 döneminde geliştirilmiştir. Bu istihdam teorisinde tam rekabet, ürün homojenliği, giriş ve çıkış serbestliği, alıcı ve satıcıların fiyatı veri alması, piyasa hakkında tam bilgi varsayımları altında Neo-klasik işgücü piyasalarının otomatik olarak tam istihdam dengesine gelmesi söz konusudur. Tam istihdamı otomatik olarak sağlayan mekanizma gerçek ücretlerin esnekliğidir. Neo-klasik işgücü piyasası analizi tam bir istihdam analizidir.

Neo-klasik teoriye göre işsizlik “iradi” (gönüllü) bir durumdur. Neo-klasiklere göre, ekonominin tam istihdamda devamlı gelişme göstermesi mümkündür. Neo-klasik düşünce sistemi eksik istihdam ve konjonktür dalgalanmalar› karşısında yetersiz kalmıştır. Bu durumda Neo-klasik düşünürler ekonominin normal şartları ve modellerin geçerli olduğunu savunmuşlar, eksik istihdam dengesini ücretlerin yüksek tutulması, emek mobilitesi eksikliği gibi nedenlerle ve konjonktür dalgalanmalarını parasal nedenlerle açıklamışlardır.

Monetarist Düşüncede İstihdam ve İşsizlik

Monetarist Yaklaşım ve İstihdamda Dalgalanma Monetaristler istikrar unsuru olarak “Doğal Oran Hipotezi”ni getirmişlerdir. Doğal oran (doğal gelir ve işsizlik oranı) teknolojik gelişmeler, üretim fonksiyonu değişmesi, yatırım gibi reel faktörler tarafından belirlenmektedir.

Monetaristler doğal işsizlik oranını tam istihdam gibi yorumlamaktadır.

Monetaristlere göre doğal işsizlik, yapısal ve geçici işsizlikten ibarettir. Doğal işsizlik oranını azaltmak için iktisatçılar bazı önerilerde bulunmuştur:

  • Emek piyasasıyla ilgili enformasyonu iyileştirmek,

  • Eğitim programları düzenlemek,

  • Çalışanları daha fazla çalışmaya teşvik edici kamusal programlarla desteklemek,

  • Devletin iş arayanların son olarak başvuracakları merci olmasını sağlamak.

Tam İstihdam ve Doğal İşsizlik Oranı

Tam istihdam ekonomide işsiz kimsenin bulunmadığı anlamına gelmez, ekonomi teorisinde geçici ve yapısal işsizliğin tam istihdamı engellemediği kabul edilir. Tam istihdamdaki bir ekonomide ölçülen işsizliğe doğal işsizlik oranı denir, bunun belirlenmesi de oldukça zahmetlidir. Üstelik zamanla ve ülkeden ülkeye değiştiği de görülmektedir.

Bazı iktisatçılara göre doğal işsizlik oranı NAIRU ile aynı şeydir. NAIRU ise istikrarlı bir enflasyon oranı sağlayan yani enflasyonu hızlandırmayan işsizlik oranıdır. Eğer bir ülkede enflasyon NAIRU’dan daha düşükse enflasyon yükselme eğilimindedir.

Çağdaş İktisadi Düşüncede İstihdam ve İşsizlik

Yeni Klasik Düşüncede İstihdam ve İşsizlik

Ortodoks klasik görüşte olduğu gibi yeni klasik görüşe göre, gerçek ücrette beklenen ve gerçekleşen arasındaki farktan kaynaklanan bir dalgalanma piyasadaki eksik bilgilenmenin bir sonucudur. Keynesyen düşünceye karşı Monetaristlerce başlatılan karşı atak 1970’li yılların başlarında R. Lucas, T. Sargent, N. Wallace, R. Barro gibi iktisatçıların öncülüğünde yeni klasik makroekonomi çerçevesinde; piyasaların kendi kendini düzelttiği savunularak sürdürülmüştür (Yıldırım, Bakırtaş, & Yılmaz, 2003: 12). Phillips Eğrisinin “Doğal işsizlik Oranı” kavramı ışığında yeniden yorumlanması gerektiğini belirten Friedman’ın bu konudaki görüşleri daha sonra Yeni Klasikler tarafından ayrıntılı olarak ele alınmıştır.

Ekonomik büyüme ve işsizlik arasındaki etkileşimin başlangıcı işsizlik ve ücretler arasındaki ilişkiyi inceleyen orijinal Phillips eğrisine dayanmaktadır.

Rasyonel beklenti kavramı ilk kez John F. Muth tarafından geliştirilmiştir. Bireylerin subjektif bekleyişlerinin objektif beklenen değerle aynı olacağı varsayımından hareketle rasyonel beklenti görüşünü geliştiren Muth, bireylerin beklentilerinin ya da sonuçların teori tarafından yapılan tahmin etrafında olma eğilimini vurgulamaktadır.

Reel konjonktür teorisi ise herhangi bir anda arz edilen emek miktarının, çalışanlara sağlanan ekonomik teşviklere bağlı olduğunu vurgulamaktadır. Çalışanlara daha fazla getiri sağlandığında çalışma arzuları da artacaktır. Çalışanlara ödenen ücret çok az olursa çalışanlar tamamen ya da geçici olarak çalışmaktan vazgeçeceklerdir. Bu sebeple ekonomik teşvik önemlidir. Zaman içinde emeğin bu şekilde tahsis edilmesine emeğin zamanlar arası ikamesi denir. Reel konjonktür teorisine göre bütün çalışanlar ne zaman çalışacağına ne zaman boş zamanı tercih edeceğine karar verirken fayda-maliyet analizi yapacaklardır. Eğer ücret geçici olarak yüksekse ya da faiz oranı yüksekse şimdi çalışmak isteyeceklerdir. Eğer ücret geçici olarak düşükse ya da faiz oranı düşükse boş zamanı tercih edecektir.

İş arama teorisi Neo-klasik iktisat görüşünün bir uzantısı olarak kabul edilmektedir ve tamamen mikro ekonomik bir analizdir. İş arama teorisi serbest rekabetin tam bilgilendirme varsayımından hareket eder ve bu varsayımı sorgular. İş arama teorisine göre, çalışma ile çalışmama arasındaki tercih ile bir işi kabul edip etmeme arasındaki tercih zaman içinde değişmektedir. İşsizlik oranı ve süresinin temel belirleyicisi “iş arama süreci” olmaktadır. İş arama süreci birçok unsur tarafından etkilenmektedir. İş arama süresinde gelirden yoksun olmamak iş arama süresini uzatan temel faktördür. Bu bakımdan işsizlik sigortası iş arama sürecini uzatan bir faktördür.

İşsizlik oranı ve süresinin temel belirleyicisi iş arama sürecidir.

Yeni Keynesyen Düşüncede İstihdam ve İşsizlik

Yeni Keynesyenler, Ortodoks Keynesyen görüşün ücretlerin düşüşü konusundaki katılıkları varsayımını olduğu gibi kabul etmekte ancak bu varsayımın açıklanması gerektiğini vurgulamaktadırlar. Gönülsüz işsizlerin ücretlerinin düşmesine neden karşı çıktıkları ücret katılığı modellerinde cevaplanmaktadır. Uzun dönemde rasyonel beklenti ve monetarizmi kabul ederler. Ancak asimetrik bilgi, fiyatların ve ücretlerin yapışkanlıkları ve katılıkları gibi nedenlerle piyasaların temizlenmediğini ileri sürerler. Bu durumda eksik istihdam oluşacak ve dolayısıyla genişletici kamu politikalarıyla reel hâsıla ve istihdam üzerinde etkili olacaktır. Günümüzde tartışmalar Yeni Klasikler ve A. Okun, D. Romer, J. E. Stiglitz, G. Akerlof ile R. E. Lucas, T. J. Sargent ve R. Barro gibi temsilcileri bulunan Yeni Keynesyenler arasında sürmektedir.

Yeni Keynesyen emek piyasasını;

  • Yapışkanlıklar,

  • Rijitlikler ve

  • İşlem maliyetleri olmak üzere üç özellikle şekillendirmektedir.

Emek Piyasasında Nominal Rijitlikler: Nominal ücrette yapışkanlıkların ve rijitliklerin nedenleri; güven ve iyi ahlak sorunu, işsizlik sigortalarının etkileri, uzun dönemli ücret sözleşmeleri ve menü maliyetleridir.

Emek piyasasında da bazı mal piyasalarında ortaya çıkan güven sorunu ortaya çıkmaktadır. Örneğin beşerî sermaye ile ilgili kazanımlar emek verimini arttıracaktır. Bu kazanım için emek tarafından belli bir çaba gösterilmesi gerekmektedir; böylelikle emeğin verimi artar. Bu sırada emeğe yüksek ücret ödenmesi hem emeğin hem işverenin lehine sonuçlar doğurur. Ancak bir zaman sonra, işçi belli bir beceriyi kazanınca işverenin işçiye yüksek ücret ödeme konusunda bir isteği kalmayacaktır.

İşveren çalışanın başka bir işe geçme olasılığı olmadığını düşüncesi ile eski ücretini ödeyebilir. Çalışanın işyerine özgü beceriler kazanması hâlinde bu durum geçerlidir. Bazen işveren açısından da benzer durum ortaya çıkabilir. İşçi bir kez yüksek gelir elde edince daha düşük çaba gösterme eğilimine girebilir. Pazarlıkta güven sorunu önemli bir konudur ve bu güven sorununun çözümü büyük ölçüde çalışanlara bağlıdır. “Mahkûm Çıkmazı (Prisoner’s Dilemma)” adı verilen bu durumu aşmak için sözleşmelere açıkça işçilerin yüksek çaba göstermeleri durumunda yüksek ücret ödeneceği koşulu konabilir.

Emek Piyasasında Reel Rijitlikler: Emek piyasasında reel rijitlikler incelenirken;

  • “İçeridekiler-Dışarıdakiler”,

  • “Etkin Ücret” ve

  • “Histeresiz Modelleri” ön plana çıkmaktadır.

Etkin ücret teorisinin temellerini Leibenstein (1957) atmıştır; ücret, yiyecek, tüketim, hastalık ve emek-verimlilik ilişkisini incelemiştir.

Düşük ücretli işçiler yeterince beslenemedikleri için hastalanacaklar ve verimlilik düşecektir. Oysa daha yüksek kazanan işçiler daha fazla besin aldıkları için daha az hastalanacaklar ve verimlilikleri artacaktır. Bu tez günümüzde az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde önemlidir. Etkin ücret teorisinin en önemli varsayımı, verimliliğin mutlak ücrete ve firmanın içindeki ve dışındaki fırsatların nispi çekiciliğine bağlamasıdır.

Etkin ücret teorisinin temeli verimlilik ve ücret arasındaki ilişkiye dayanır.

İçeridekiler-dışarıdakiler teorisi; heterojen emek piyasası koşullarında farklı sektörlerde işsizlerin dağılımını ve göreli yapısını açıklamaktadır. Teoride içeridekiler ve dışarıdakiler olmak üzere iki çeşit işçinin varlığı kabul edilmektedir. İçeridekiler tecrübelidir ve çeşitli emek güçlerince korunmaktadır. Onların değiştirilmesi firmaya önemli bir maliyete sebep olmaktadır. Dışarıdakiler ise işsizdir ya da ikincil sektörde çalışmaktadır. Korumasızdırlar, içeridekilerin yerinde olmak istemekte ancak başaramamaktadırlar.

Toplam işgücü = İçeridekiler + Dışarıdakiler

Yeni girenler tecrübesizdir ve içerideki olmayı istemektedirler. En önemli varsayımı ise “dışarıdakileri içeridekilere” dönüştürme maliyetinin yüksek olması ve bu dönüştürme maliyeti ile birleştirilen rantın içerdekilerce elde edilmeye çalışılmasıdır.

Histeri etkisi teorisine göre ise doğal işsizlik oranı otomatik olarak cari işsizlik oranını izlemektedir. Mevcut işsizlik oranının genişletici politikalarla düşürülmesi durumunda doğal işsizlik oranı azalacaktır.

İçeridekiler-Dışarıdakiler Modeli ve Histeresiz’e göre, ekonomide meydana gelen herhangi bir şok sonucu işlerini kaybedenler dışarıdakiler olacaktır. Küçük içeridekiler grubu da işlerini korumak isteyecektir. Bu yüzden bir kez dışarıdaki olunca içerideki olmak zordur çünkü firmalar dışardakini alıp eğitmek yerine içeridekiler arasında transfer yapmayı tercih etmektedir.

Etkin Ücret ve Histeresiz’e göre ise firmanın istihdamının kararsız olduğu, işçilerin işten kaçmaya fazlaca eğilimli oldukları fikrinden hareket edilmektedir. Bunu önlemek için de yüksek ücret gerekmektedir. Bu durum işçi sayısını sınırlandırmaktadır. Bu nedenle, firmanın istihdamı aynı yerde kalmaya eğilimlidir.

Yeni Keynesyenler, tam görüş birliği içinde olmasalar da işsizlik konusunda arz yanlı politikalar önermektedirler. Dışarıdakileri eğitmek de bu politikaların en önemli bir sonucudur. Ancak burada önemli olan eğitim maliyetlerini kimin üstleneceğidir. Keynesyen bir politikadan söz edildiği için bu görev devlete yüklenmektedir.