KARŞILAŞTIRMALI SİYASAL SİSTEMLER - Ünite 7: Totaliter Rejimler Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 7: Totaliter Rejimler

Ünite 7: Totaliter Rejimler

Giriş

Genel olarak merkeziyetçi bir devlet yapısı ve radikal bir ideoloji üzerine kurulan, içinde bulunduğu sosyo-ekonomik yapının bütün üyelerini ve kurumlarını dönüştürmeyi hedefleyen, bireysel özgürlükleri ortadan kaldıran siyasal sistemler totaliter rejim olarak adlandırılır. Totaliter kelimesinin anlamı topyekûncu demektir. Bu kavram, Mussolini döneminde İtalya’da ortaya çıkmıştır. Tarihsel olarak faşizmle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.

Totaliter Rejim Kavramı

Totaliterlik Fransızca kökenli bir sözcüktür. Ancak 1920’li yıllarda İtalya’da bugünkü anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Bazı yazarlara göre kavramı ilk önce Mussolini’nin siyasi rakiplerinden liberal eğilimli bir gazeteci ve siyasetçi olan Giovanni Amendola özgürlüklere yer bırakmayan ve toplumun bütün kesimleri üzerinde topyekûn denetim sağlamayı amaçlayan yeni rejimi eleştirmek için kullanılmıştır.

Devletin işleyişinde aşağıdaki davranışlar görülmektedir;

  • Devlet terörü

  • Suikastlar

  • Yargısız infazlar

  • Aykırı veya eleştirel düşüncelere sahip kişiler işten çıkarılmakta ve kamusal kaynaklardan mahrum bırakılmaktadır.

  • İnsanlar takip edilerek, dinlenir.

  • Şüpheliler listesi hazırlanır.

Totaliter rejimlerin belirleyici özellikleri arasında;

  • Silahlanmanın devlet tekelinde olması

  • Polis teşkilatı kullanılarak devletin vatandaşlarına karşı şiddete başvurmasının olduğu öne sürülmektedir.

Devlet şiddetinin temelinde hiç bitmeyen bir düşman arayışı vardır. Totaliter rejimleri kuran hükümetler seçim yoluyla iktidara gelebilir; ancak rejimin kurumsallaşması zor kullanarak ve zor kullanma tehdidine başvurarak insanların sindirilmesine dayanır. Totaliter rejimin veya totaliterliği özünü her yapı ve kurumun bütünüyle devlet aygıtlarını kullanan otoriteler tarafından denetim altına alınması oluşturmaktadır.

Bütün siyasal sistemler bir resmi ideoloji etrafında gelişirler ve kurucu anayasaları bu ideolojinin unsurları etrafında şekillenir. Demokratik siyasal sistemler de, özgürlük, eşitlik, bireysel haklar gibi bazı değerleri ve hedefleri ön plana çıkarırlar. Oysa totaliter rejimlerin köktenci ve bütüncül bir yeni toplum ve insan / yurttaş yaratma içeriğinde olan bir ideolojik özü vardır. Totaliter rejimin belirlediği ideal yurttaş tanımı eğitim sisteminin temelini oluşturur.

  • Totaliter rejimlerde her türlü egemenlik kurma aracı meşrudur.

  • İktidarların kurumsallaşmaya başladığı aşamada herkes birer muhbir veya rejim düşmanı olmak durumunda kalmaktadır.

Görüldüğü üzere totaliter rejimler belli bir ideoloji etrafında şekillenmektedir. Devlet, ideolojisine uygun olarak sürekli propaganda ve endoktrinasyon faaliyetleri yürütmektedir. Radyo ve televizyon programları propaganda amaçlı kullanılmakta, topluma sürekli doğru değerler ve tutumlar hatırlatılmaktadır. Totaliter rejimlerde iletişimin devlet tekelinde olması propagandayı halkla ilişkiler sürecinden çıkarıp endoktrinasyonun, yani bir öğretinin kitleler tarafından sorgulanmadan benimsenmesinin sağlanmasına yönelik faaliyetler bütününün bir parçası haline getirmektedir.

Kitlelerin harekete geçirilmesine yönelik faaliyetler yürütülürken rejime tam itaat ideolojinin vücut bulmuş hali olarak gösterilen lidere tam itaati içerir. Almanya ve İtalya örneğinde olduğu gibi bu rejimler hiyerarşik olarak örgütlenmiş bir siyasi partinin karizmatik liderinin seçmenleri ikna etmesiyle iktidarı ele geçirmişlerdir.

Yaygın işsizlik ve yoksulluğun kitleleri arayışa ittiği bir dönemde totaliter liderler demokratik kurumların zayıflığını, siyasi partiler arasındaki rekabetin yıkıcı etkilerini ve ülke bütünlüğüne yönelik iç ve dış tehditleri propagandalarında kullanarak seçimleri kazanmışlardır. Ancak totaliter rejimlerde liderler sadece güçlü siyasi kişilikler değildir. Görsel ve yazılı medya başta olmak üzere propaganda yöntemleriyle totaliter lider kişiliğinde milli ruhu somutlaştıran, sıradan bir bireyden çok daha erdemli ve güçlü, her şeyi bilen, gören ve anlayan yarı-kutsal bir kahramana dönüştürülmektedir. Max Weber’in karizmatik otorite olarak adlandırdığı bu lider kültü liderin eylemlerinin sorgulanmasını engeller ve kararlarının diğer siyasi kuvvetler ve kitleler tarafından benimsenmesini sağlar. Liderin ölümünden sonra da uzun süre adı korku ve saygı uyandırmaya devam eder, geçmişteki kararlarının sorgulanmasından kaçınılır. 2011’de ölen Kuzey Kore lideri Kim Jong-il’in arkasından haftalarca ağlayan kitlelerin çizdiği manzara bu olgunun en güzel örneklerinden birisini oluşturmuştur. Totaliter rejimlerin varlığını kabul eden araştırmacılar arasında ise hangi ölçütlerin bir baskıcı rejimi totaliter rejim olarak adlandırmakta kullanılacağı konusunda bir uzlaşma yoktur. Ancak toplumdaki bütün yapılar ve kurumlar üzerinde topyekûn egemenlik ve denetim kurulması kavramın tanımlanmasında siyaset bilimcilerin üzerinde uzlaşltığı unsurlardan birisidir.

Totaliter Rejim Uygulamaları

İtalya Örneği: Faşizm

Totaliterlik kavramının İtalya’da bizzat Mussolini tarafından siyasi literatüre kazandırılmış olması nedeniyle Mussolini tarafından kullanımı yaygınlaştırılan faşizm ile totaliterlik çoğu zaman eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Siyasi alanda Mussolini’nin rejimi totaliter hale getirmek için attığı ilk adımlardan birisi seçim kanununu değiştirmek olmuştur. Lider kültü sayesinde Mussolini daha önce de belirtildiği gibi birden fazla bakanlığı kişisel olarak yönetebilmiştir. Yine de Hitler ve Stalin düşünüldüğünde Mussolini’nin etrafında oluşturulan lider kültünün zayıflığı göze çarpmaktadır. Faşist hareket içinde Mussolini taraftarları varlığını sürdürebilmiştir. Yine İtalya’nın ikinci Dünya Savaşı’nda yenilmeye başlamasıyla kral, Mussolini’yi görevden alabilmiştir, tutuklanması ise kitle hareketlerine yol açmamıştır. Bu durumun da gösterdiği gibi totaliterlik ve faşizm kavramlarının çıkış yeri olmasına karşın İtalya’daki rejimin topyekûn egemenlik sağlayabildiğini söylemek güçtür.

Almanya Örneği: Nazizm

Totaliter rejimlerin en kurumsallaşmış örneği Nazi Almanya’sıdır. Rejimin kurucusu Adolf Hitler 1919’da Alman İşçi Partisi’ne girmiş, 1921’de adı daha sonra sadece Nazi Partisi şeklinde anılacak olan Alman Nasyonal Sosyalist işçi Partisi’nin başına geçmiştir. 1923’te Beer Hall Putsch olarak bilinen bir darbe girişiminde bulunmuştur. Girişimin başarısız olmasından sonra hapse atılan Hitler burada Nazi ideolojisinin ve rejiminin temelini oluşturan Kavgam adlı kitabı yazmıştır. Hem söz konusu kitapta hem de Nazi partisinin programında belirtildiği üzere Nazizm Almanların üyesi olduğu ırkın yüceltilmesine ve Almanların kendi topraklarında rahat yaşaması için başta Yahudiler olmak üzere Aryan ırktan olmayanların imhasının planlanmasına dayanmaktadır. Bu örneğin de gösterdiği üzere totaliter rejimler modern rejimlerdir ve demokratik kurumların anti-demokratik güçler tarafından ele geçirilmesiyle ortaya çıkmışlardır. Hem İtalya’da hem Almanya’da totaliter rejim hileyle de olsa çeşitli yasalar çıkarılarak kurulmuş ve pekiştirilmiştir. Almanya’da Naziler rejimin totaliter özelliğine kavuşmasını sağlayan yetki yasasını geçirmiştir. İtalya’da ise faşist yasalar, Parlamento’nun her iki kanadının da oylarının çoğunluğuyla geçmiştir. Totaliter rejimler bu yönleriyle kurumları lağveden geleneksel baskıcı rejimlerden ayrılmaktadır. Aksine mevcut siyasal süreç ve kurumları kullanarak iktidarlarını pekiştirmekte, bilahare yeni kurumlar kurarak bu kurumlar yoluyla sosyo-ekonomik yapıyı dönüştürmektedirler.

Karizmatik kişiliğinin ve Propaganda Bakanlığı’nın yardımıyla Hitler’in ve Nazi ideolojisinin yanılmazlığı dayatılmıştır. Güçlü ve geniş halk desteğine sahip bir direniş olmaksızın milyonlarca kişinin toplama kamplarına gönderildiği ve bu kamplarda hayatını kaybettiği düşünüldüğünde ve İtalya’da Kara Gömlekliler’ in Mussolini’yi muhalefete karşı yumuşak davranmakla suçlaması ve Mussolini’nin bu paramiliter grubun isyan etmesinden çekinerek muhalefete yönelik tutumunu sertleştirmek zorunda kaldığı düşünüldüğünde, Hitler’in hem Nazi siyasi hareketi hem de partisinin içinde ne kadar güçlü olduğu daha iyi anlaşılabilir. Nazi propagandasının etkili olduğu ve İtalyan faşist devletinin aksine Nazi devletinin topyekûn egemenliği sağlamaya daha yakın olduğu söylenebilir. Nazi rejimi ancak ikinci Dünya Savaşı’na ABD’nin dâhil olması ve Müttefiklerin Almanya’yı yenmesiyle sona ermiştir.

Sovyetler Birliği Örneği: Stalinizm

Totaliterlik kavramının başlıca iki örneği Nazi Almanyası ve Stalin Rusyası olmuştur. Totaliter bir rejimin kurucu ideolojisinin özellikleri ve temel ilkelerinden çok iktidara geldikten sonra sosyo-ekonomik düzeni topyekûn denetim altına alma, kurumları ve toplumu dönüştürme ve bu hedefler için şiddete başvurma kıstaslarına öncelik verilerek bir totaliterlik tanımı yapıldığında Mussolini ve Hitler rejimleri sağ totaliterlik, Stalin rejimi sol totaliterlik olarak adlandırılmaktadır. Bundan yola çıkılarak çok sayıda kaynakta Stalin dönemindeki Sovyetler Birliği rejimi totaliterliğin Marksizm-Leninizm uygulaması olarak kabul edilmektedir. Resmi adı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olan Sovyetler Birliği’nin kurulmasından önce Rusya’da Çarlık olarak anılan ve ancak yirminci yüzyılın başında meşruti hale gelen bir monarşi yönetimi bulunmaktaydı. Çarlık yanlısı bir general önderliğinde gerçekleşen ve Rusya’nın savaşa devam etmesini sağlamaya çalışan başarısız bir darbe girişiminden sonra geçici hükümet yıkılmış, Ekim Devrimi olarak adlandırılan bir devrimle Bolşevikler Vladimir İlyiç Ulyanov (Lenin) liderliğinde iktidara gelmiştir. Lenin dönemi totaliter bir dönem olarak değerlendirilmemektedir. Lenin’in ölümünden sonra 1924’te Joseph Stalin’in partinin genel sekreterliğine seçilmesiyle devlet totaliter özellik kazanmaya başlamıştır.

Liderin kendi dönemindeki siyasetin içerisindeki etkinliği, lidere ve devlete tam itaatin sağlanmasının hedeflenmesi, devlet şiddetinin yoğunluğu, halkın gözetim ve baskı altında tutulması, endoktrinasyon ve propaganda yoluyla toplumsal yapının dönüştürülmeye çalışılması, bu amaçla iletişim araçlarının devlet tekelinde tutulması yukarıda yaptığımız totaliter rejim tanımıyla örtüşmektedir. Demokratik rejimlerde liderler karizmatik kişiliğe sahip olsalar da devletin üzerinde olamazlar; ancak Hitler, Mussolini ve Stalin döneminde liderler ve yandaşları her şeyin ve herkesin üzerinde birer siyasi kişilik yaratmaya çalışmışlardır.

Çin Örneği: Maoizm

Sovyetler Birliği’nin yapısını örnek alması, Marksist-Leninist ideolojiye göre kurumlarını oluşturmaya başlaması ve topyekûncu bir takım politikaları nedeniyle 1949’da kurulan Çin Halk Cumhuriyeti zaman zaman totaliter bir rejim olarak adlandırılmaktadır. Mao Zedong önderliğinde yapılan devrimle işçi ve köylülerin iktidarının kurulması hedeflenmiştir. Mao’nun iktidara gelişi, daha önce bahsettiğimiz diğer uygulamalarda olduğu gibi ülkenin içinde yer aldığı bir savaştan kaynaklanmıştır. Japonya ile Çin arasındaki savaşta gerillaların başına geçen Mao’nun başarısı, Sino-Japon Savaşı’ndan önce başlayan iç savaşta dengelerin Mao lehine değişmesini sağlayan etkenlerden biri olmuştur. Japonya’ya karşı yapılan savaş sırasında iki parti birleşik bir cephe kurmuş olsa da, savaşın sonra ermesinden sonraki üç yıl boyunca iç savaş şiddetini artırmış, Çin’in ikiye bölünmesiyle sona ermiştir. 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti adını alan rejim Marksizm-Leninizm’in Mao tarafından iktidarın işçi ve köylülerin birlikte yönetimde yer almasını sağlayacak şekilde yeniden yorumlandığı bir ideolojinin etrafında örgütlenmiştir. Maoizm, bu bakımdan 1949’dan Mao’nun 1979’daki ölümüne kadar süren dönemi ve Mao’nun sosyalizm yorumunu ifade etmektedir.

Totaliter Rejimlerde Siyasal Kültür ve Toplumsallaşma

Totaliter rejimlerin kurulmasına yol açan ve pekiştirilmesini sağlayan koşullar nelerdir? Toplumun demokratik kurumlara olan güvenini sarsacak ve totaliter lideri kurtarıcısı olarak görmesine neden olacak düzeyde derin bir ekonomik kriz bu rejimlerin ortaya çıkışında önemli rol oynamaktadır. Bu tür durumlarda orta ve alt orta sınıflar sahip oldukları refah düzeyini ve sosyal statüyü kaybetmekten korkmaktadır. Öte yandan alt sınıflar içindeki bulundukları yoksulluğun suçlusu olarak orta ve üst sınıfları kayıran siyasal sistemi hedef almaktadır. Bu durumda totaliter lider ve partisi sistemi bütünüyle değiştirme vaadinden dolayı alt sınıflardan; kargaşaya el koyma, düzeni ve güvenliği yeniden sağlama vaadinden dolayı da alt sınıfların öfkesinden korkan orta sınıflardan destek almaktadır.

Totaliter bir rejimin başarısının ve varlığını sürdürebilmesinin siyasal kültürü şekillendirebilmesiyle ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Doğası gereği ekonomiden aileye toplumun bütün unsurlarını egemenliği altına almaya çalışan totaliter liderler ve partiler iktidara gelince devleti merkezileştirir. Buna bağlı olarak yerel yönetimlerin yetkileri azaltılır, kendi partisi dışındaki partileri ve siyasal hareketleri yasadışı ilan eder, temel hak ve özgürlükleri askıya alır veya ortadan kaldırır, basını sindirir ve işçi hareketlerini gerekirse güç kullanarak bastırır. Her totaliter sistem kendine özgü baskı ve sindirme yöntemleriyle bilinmektedir. Totaliter rejimlerdeki sindirme ve korkutma çabası zaman içerisinde azalabilir. Ayrıca rejimin içinde zamanla kurtarılmış bölgeler oluşabilir veya totaliter (topyekûncu) olma özelliğini sistem zamanla yitirebilir.

Totaliter Rejimlerin Ekonomi Politiği ve Korporatizm

Bir ülkedeki sosyo-ekonomik yapının bütün unsurları ideolojiye uygun şekilde dönüştürülmek üzere totalitarizmin hedefindedir. Ülke ekonomisi ve kurumları bu rejimler tarafından denetim altına alınırlar. Farklı totaliter sistemler kendi ideolojilerine uygun şekilde ekonomik yapıyı dönüştürmüşlerdir.

Toplumsal eşitsizliğin temelinde yatması nedeniyle Sovyetler Birliği özel mülkiyetin yerine kamu mülkiyetini getirmiştir. Stalin’in parti yönetimine gelmesinden sonra 1928-1929 yıllarında önceden özel mülkiyette olan topraklar kamu mülkiyetine geçirilmiş, bir başka deyişle kollektifleştirilmiştir. Bunun yanı sıra köylülere evlerinin yanında küçük bir bahçe tutma ve az miktarda hayvan yetiştirme hakkı tanınmıştır. Ortak tarımda bir yandan sovhoz denilen devlet çiftlikleri öte yandan kolhoz denilen tarım kooperatifleri bulunmaktaydı. Kolhozlar ürünlerin merkezi yönetimin belirlediği fiyatlar üzerinden ilgili kamu kuruluşlarına satardı. Bir kolhozun planlanandan daha fazla ürün elde etmesi durumunda bu fazlayı kolhoz üyelerine dağıtma hakkı vardı. Teoride bir yandan özel mülkiyeti kaldırarak toplumsal eşitsizliği düzeltebilecek, öte yandan tarımda hızlı makineleşmeyle verimi artırabilecek sistemin pratikte verimsizliğe yol açmasının temelinde politikayı uygulamaya koyan devletin baskıcı bir devlet olması yatmaktadır. Rejimin ve ideolojisinin yanılmazlığını kanıtlama çabası kolhozların elde etmesi gereken yıllık hasadın planlamasının gerçekçi olmamasına neden olmuştur. Dolayısıyla üretim hedefin altında kalmasına karşın görevlilerin planlanan miktarda ürüne el koyması çiftçiyi kolhozda üretim yapmaktan soğutmuş, tarımla elde edilen ürünlerin büyük kısmına devletin haksız bir şekilde el koyacağı düşüncesiyle köylüler kendi bahçelerinde ürün yetiştirmiş ve bunlara da el koyulması ihtimaline karşın ürün miktarını ve çeşitliliğini asgari tutmuştur. Kollektif tarımla uğraşan üretim araçlarının da kamu mülkiyetinde olduğu bu sistemde, üretimle ilgili bütün kararlar merkezi planlamayla alınmıştır. Ancak tarım sektöründeki emek yoğun küçük işletmelerde kooperatif tarzı sınırlı girişimcilik örnekleri bulunmaktadır. Sınırlı sayıdaki bu küçük aile veya topluluk işletmelerinin dışında esas olarak istihdam kamu kuruluşları aracılığıyla gerçekleşmektedir.

Sağ totaliter rejimlerde ise ekonomik sistemin rejimin bünyesine dâhil edilmesinin en yaygın biçimi korporatizmdir. Genel olarak korporatizm çıkar gruplarının resmi siyasi sürece dâhil edilerek zaptı rapta alınmasıdır. Çalışan ve işveren örgütleri birer çatı kuruluş tarafından temsil edilir ve kamu politikaları devletle bu çatı kuruluşlar arasındaki üçlü görüşmelerde şekillendirilir. Tarihsel olarak loncaların yapısından etkilenerek oluşturulmuş bir sistemdir. Bir kuram olarak Liberalizm ve Marksizm’e karşı, hem serbest piyasadan hem de merkezi planlamadan uzak durmayı hedefleyen üçüncü bir ekonomik sistem olarak ortaya çıkmıştır. Korporatizm her ne kadar üçüncü bir yol, hem liberalizme hem de Marksizme bir alternatif olarak sunulsa da, faşist ekonomik sistemde özel mülkiyetin varlığı devam etmiştir. Aslen Mussolini döneminde İtalya’da uygulamaya koyulan korporatizm, başlangıçta Nazi partisinin ekonomik programına dâhil edilmiştir. Ancak Almanya’da İtalya’dakinden çok daha güçlü bir sanayici ve işadamları grubu olması, Almanya’nın temel hedefinin hızlı silahlanma ve nüfuz bölgesini genişletmek olması Nazileri iş çevrelerinin aktif desteğini almak zorunda bırakmıştır.