KELAM'A GİRİŞ - Ünite 8: Kelâmda Varlık Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Kelâmda Varlık

Varlık Çeşitleri

Kelâm literatüründe Gazzali öncesinde varlık iki kategoride incelenir; Kadim ve hadis. Aynı dönemde kelâma giren vacib ve mümkin terimleri felsefi terimler olduğu için asli bir unsur olarak yer edinememiştir. Bunun en büyük nedeni ise yaratma düşüncesidir. Mümkin ve vacib kavramları felsefi anlam olarak tercih etmeyi öngörürür. Buna göre Tanrı, yoktan yaratan değil, var olanın yokluk ya da varlık yönünü karar verendir. Hadis, önceden yok iken sonradan var olma, yoktan var edilme; Kadim kelimesi ise öncesi olmayan, kendisi varken başkasının olmaması anlamlarıyla terimleştirilmiştir. Sonuç olarak varlığın kısımları geleneksel formda kadim ve hadis olarak ikiye ayırır, kadim, Allah ve O’nun sıfatlarıdır. Hadis ise; cevher, cisim ve arazdan ibarettir.

Kadim Varlık: Allah ve Sıfatları

Kelâmın varlık anlamında; kadim varlık tarafını Allah’ın zatı ve sıfatları oluşturur. Allah ve sıfatları birbirinden ayrı düşünülmemelidir. Allah’ın sıfatları onun varlığının tamamının ifadesidir.

Allah, zaman mekân içinde bulunmayan, sayısal anlamda tanımlamaya uygun düşmeyen, yegâne, tek ve hiçbir şeye ihtiyaç duymayan yüce bir varlıktır. Allah âlemi yaratmış ve idaresini yürütmektedir. Âlemde var olan her şey onun yarattığıdır ve varlığını sürdürebilmek için O’nun müdahale ve desteğine ihtiyaç duymaktadır. Her şey onun bilgi ve iradesi altındadır. Ne olursa onu bilir, ne dilerse o gerçekleşir. Yüce Allah’ın bu özelliklerini en çarpıcı şekilde Bakara Suresi içinde bulunun Ayete’l-Kürsi anlatır; “Allah, kendisinden başka tanrı olmayandır. O diridir ve her şeye ikame ve idare edendir. Ne uykuya ne uyuklamaya yenik düşer. Göklerde ve yerde olan her şey O’nun hükmü altındadır. O’nun izni olmaksızın kim bir başkasına arka çıkabilir veya aracılık edebilir? Onların önlerini ve arkalarını/geleceklerini ve geçmişlerini O bilir. O dilemedikçe hiç kimse O’nun bilgisine erişemez. Kürsüsü/kudreti bütün gökleri ve yeri kapsar. Gökleri ve yeri bir düzen içinde tutmak ve idare etmek O’na asla ağır gelmez. Çünkü O, her türlü eksiklikten uzak ve her şeyin üstündedir.” (el-Bakara 2/255)

Allah’ın sıfatları, selbi ve subuti olmak üzere ikiye ayrılır. Selbi sıfatlar Allah’ın ne olmadığını anlatan sıfatlardır. Allah’ın varlığına uygun olmayan, O’na atfedilmesi yakışık kalmayan, eksikliği çağrıştıran bütün özellikleri ondan uzak tutmayı hedefleyen sıfatlar selbi sıfatlar tarafını oluşturur. Bunlar;

Vücud; Allah’ın var olması, yok olmasının düşünülememesi

Kıdem; Allah’ın geçmişe doğru başlangıcının bulunmaması

Beka; Allah’ın gelecek yönünde bir sonunun bulunmaması

Vahdaniyet; bir ve tek yegâne olması, iki veya daha fazla olmaması

Muhalefetün li’l-havadis; Yaratılmış hiçbir şeye benzememesi

Kıyam bi nefsihi; Bir başka varlığa ihtiyaç duymaması

Subuti sıfatlar ise, Allah’ın ne ve nasıl olduğunu anlatan sıfatlardır. Başka bir deyişle; Allah’ın genelde âleme, özelde insana yönelik işlev gören özellikleridir. Bu yüzden bu sıfatların gerçeklikleri söz konusudur. Bunlar;

Hayat; Allah’ın diri ve canlı olmasıdır.

İlim; Allah’ın her şeyi bilmesidir.

İrade; Allah’ın hiçbir sınırla kayıtlı olamayacak şekilde dilemesidir.

Kudret; Dilediği her şeye güç yetirebilmesidir.

Tekvin; Güç yetirdiği her şeyi yaratmasıdır.

Kelâm; Allah’ın yarattığı varlıklara vahiyde bulunması yani onlara sözlü olarak hitap etmesidir.

Semi’; Allah’ın kâinatta bulunan her şeyi işitmesidir.

Basar; Allah’ın kâinatta bulunan her şeyi görmesidir.

Hadis Varlık: Âlem

Âlem terimi kelâm kaynaklarında Allah’ın dışında var olan her şey diye tarif edilir. Allah, kadim varlıktır; O’nun dışındaki var olanların toplamı olan âlem de aynı zamanda hadis varlığı gösterir. Kelâm mezheplerinin tamamı bu düşüncede buluşsa da ayrıntılarda fikir ayrığına düşmüşlerdir. Bu ayrıntı ise, Allah ve âlem tasavvurunda var olanlar kategorisine giren nelerin Allah’a, nelerin âleme ait olduğudur.

Mutezile ’ye göre Allah yegâne kadim varlık olduğuna göre onun dışındaki varlıklar, âleme dâhil edilmeli ve hadis kategorisinden sayılmalıdır. Kelâmcılar var olanı, zihnin dışında gerçekliği bulunan şeklinde açıklamışlardır. Sünni kelâmcılar tarafından zihin dışında gerçekliğin bulunduğu söylenen sıfatlar, Mutezile ’ye göre âlem kategorisine dâhildir ve hadistir.

Bu anlaşmazlığın açıklanmasında yardımcı olacak en güzel örnek Kur’an’dır. Mutezile ‘ye göre Kur’an hariçte gerçekliği olan bir varlıktır, dolasıyla Allah’tan başkadır ve âlemin bir parçasıdır. Bu itibarla da Kur’an yaratılmıştır. Ehl-i Sünnet’e göre ise Kur’an Allah’ın kelâmı olması yönüyle O’nun bir sıfatıdır ve kadimdir. Fakat insanlar tarafından okunan Kur’an, ses ve yazı olarak inşalara aittir, dolasıyla yaratılmıştır. Ancak Allah’ın sıfatı olan Kur’an, O’nun bir sıfatı olma yönüyle kadimdir.

Sonuç olarak kelâm ilminde; somut veya soyut, canlı veya cansız bütün varlıklar âleme dâhil edilmiş ve hadis olma noktasında birleştirilmiştir. Âlem ve içindeki varlıklar; cisim, cevher ve araz olmak üzere temelde üç unsurdan ibarettir.

Cevher

Kelâm düşüncesinde cevher, fikrinin kabul edilmesindeki temel kaygı ve amaç yoktan yaratma düşüncesine uygun bir âlem tasavvuru olmaktadır. Bu doğrultuda olmak üzere kelâmcılar, cevherlerden ve arazlardan oluşmuş yaratılmış kelâmi tabirle hadis/muhdes olan bir âlem düşüncesi ortaya koymuşturlar. Kelâmcılar cevher yerine bölünmeyen en küçük parça anlamına gelen cüz ellezi la yetecezza şeklindeki ifadeyi de kullanırlar. Cevher, şahidde bulunan, araz kabul eden mütehayyiz akdedilebilir bir varlık diye tarif edilir. Bu tanımda cevherin üç temel özelliği vardır:

a. Görünüşte bulunan bir varlıktır.
b. Kendisiyle birlikte araz bir varlıktır.
c. Yer kaplayandır.

Cismin, cevherlerin birleşmesi ile meydana gelmesi göz önüne alındığında, cismin görünür olması onun bir parçası olan cevherin de görünür olmasını gerektirir.

Cevherlerin ikinci özelliği arazlardan ayrı ve arınmış olamamasıdır. Başka bir söylemle her cevher muhakkak bir arazı beraberinde bulundurur. Fakat bu, cevherin arazın içine girmesi anlamına gelmez. Burada asıl olan cevherdir, araz ise ona bağlı olarak ve ondan hariç olarak birlikte bulunan özelliktir.

Cevherin üçüncü özelliği ise, uzayda yer kaplayan (mütehayyiz) olmasıdır. Yer kaplayanın kapladığı yere hayyiz denilir. Bakıllani hayyizi, kendisinde bir şey bulunan mekân ya da mekân takdirinde olan yer diye tanımlar. Cürcani ise, kelamcıların hayyizi, bir şeyin işgal ettiği düşünülen boşluk şeklinde tarif ettiklerini bildirir. Her iki tarifte de hayyiz varsayılan mekân olarak kabul edilmektedir. Cevher, boşlukta değil kendisinin işgal ettiği bir mekândadır.

Cisim

Cismin manasıyla ilgili yaygın görüş bileşik varlık olduğudur. Cevherin varlığı reddeden Mu’tezile kelâmcısı Nazzam’a göre, cisim birleşik ancak sonsuzca bölünebilen varlıktır. İlk dönem kelâm âlimlerinden Dırar cismi arazların toplamından ibaret şeklinde tarif eder. Bölünemeyen en küçük parça olan cevheri ve onun hareket etme mekânını reddeden felsefeciler, cismi madde ile suretin birleşmesi sonucu meydana getiren varlık olarak tanımlar.

Mutezile mensupları ve Sünni kelâmcılar arasında cismin tanımında fikir ayrılığı vardır. Mutezile mensuplarına göre cismi belirleyen temel unsurlar cevherler olmakla birlikte cisim olma özelliği onun boyutlarıdır. Uzunluk, derinlik, genişlik gibi üç boyuta sahip olması gerekmektedir. Bunun gerçekleşebilmesi için de en az altı ya da sekiz cevhere ihtiyaç vardır. Bu doğrultuda da Mutezile’nin cisim tarifi cevherlerin birleşmesi ile boyutu ya da yönleri ile teşekkül etmiş varlıktır.

Sünni kelâmcılar ise, boyutları göz ardı ederek cismi iki veya daha çok cevherin birleşmesi ile meydana gelen varlık olarak tanımlamıştır. Onlar boyuttan ziyade cismin bileşik olma özelliği üzerinde durmuşlardır. Üç boyutlu olmak cismin önemli bir özelliğidir. Ancak üç boyutlu olmayıp cevherden ayrı olarak bileşik olan varlıklar da söz konusudur. Bundan dolayı cisim için bileşik olandır tanımı yeni bir sınıflama ihtiyacını ortadan kaldırmıştır.

Kelâmcılar cismi tanımlarken aslında fiziki değil inanç boyutuna yönelmişlerdir. Temel amaç cismin mahiyeti hakkında fikir yürütmek olmayıp, âlemin Allah’ın yaratmasıyla meydana geldiğini (hudus) kanıtlamak ve bu yolda halkın inançlarını pekiştirmek suretiyle onları taklit düzeyinden tahkik düzeyine ulaştırmaktır.

Araz

Âlemin üçüncü unsuru olan araz kelimesi “önceden yok iken sonradan olan” ve “yok olmaya yüz tutmuş bir şey” gibi anlamlardan yola çıkarak bir zaman diliminde ortaya çıkan ve aynı zaman diliminde yok olan vasıf, mana ve sıfatlar anlamında birleştirilmiştir. Araz kelimesinin erken dönemde bu tanımları çoğu zaman karıştırtılmış ve birbirinin yerine kullanılmıştır. Abdulkâhir el-Bağdadi’nin tanımında araz ve sıfat temel olarak aynıdır. Ancak araz cisimleri anlam olarak pekiştirirken, sıfat kalıcı manasından dolayı Allah’ın sıfatları olarak terimleştirilmiştir.

Araz kelimesi “bir zaman diliminde bulunup yok olması” anlamıyla geçici bir izlenim verse de kelamcılar cevher ve cisim gibi âlem içerisindeki var olanlardan sayarlar. Araz hariçte bulunan bir varlık türü olup, bulunması itibariyle cevhere muhtaç gibi görünse de, kategorik olarak ondan bağımsız bir varlıktır. Cevher, cisim ve araz kategorik olarak farklı sınıflandırılsa da araz olmadan cevher, cevher olmadan da cisim olmayacaktır. Bu açıdan araz cevherin ve cismin ayrılmaz bir parçasıdır.

Arazların temel özelliği bir zamanda diliminde bulunup yok olması açısından ikinci bir zaman diliminde var olması söz konusu değildir. Bu yüzden arazlarda geçicilik söz konusudur. Bu geçicilikte cevherler ve cisimlere değişime uğrama özelliği kazandırır. Bu durum ise içten bir değişim değil Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşir. Arazların geçiciliği, değişimi sağlarken cevher ve cisimlerin kalıcılığı sürekliliği sağlar. Böylece değişen arazlara rağmen değişmeyen cevher ve cisimler hayatın düzeninin korunmasını temin eder.

Arazların bir diliminde yok olurken, diğer zaman diliminde benzerlerinin yaratılmasıyla süreklilik devam eder. Arazların her bir zaman diliminde yeniden gerçekleşmesine benzerlerinin yenilenmesi anlamında teceddüd-i emsal terimini kullanmışlardır. Böylece her zaman diliminde yaratılan arazın benzer olması sürekliliği sağlarken yenilenmesi değişim olgusunu beraberinde getirmektedir. Dünya gerçekleşen süreklilik ve değişimin açıklamak bu şekilde mümkün olmaktadır. İnsanı göz önüne alırsak; çocukluk, gençlik ve yaşlılık yıllara göre değişiklik gösterirken asıl itibariyle aynı kalmaktadır.