KELAM'A GİRİŞ - Ünite 4: Mu‘tezile Kelâmı Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 4: Mu‘tezile Kelâmı

Giriş

Kelâm ilmi tarihinde Mu‘tezile oldukça önemli bir yere sahiptir. Mu‘tezile, hicrî II. asrın başlarında Basra’da ortaya çıkan, kendisine ait özel görüşleri olan ve Kelâmın kurucusu olarak kabul edilen bir ekoldür. Hatta Ehl-i Sünnet kelâmının fikri temellerinin atılmasında da bu ekolün katkısı vardır.

Mu‘tezile İsmi ve Mezhebin Doğuşu

“Mu‘tezile” kelimesi, sözlük anlamı itibariyle “ayrılanlar”, “uzaklaşanlar”, “bir köşeye çekilenler” gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak ise itikadî meselelerin yorumunda akla ve insan iradesine öncelik veren kelâm mezhebi olarak tanımlanabilir.

Mezhebin doğuşu hakkında;

  1. Bu hususta genellikle kabul edilen görüş, Mu‘tezile’nin ilk defa, Basra’da Vâsıl b. Ata’nın (ö. 131/748) Hasan-ı Basrî’nin (ö.110/728) ders halkasından ayrılmasıyla oluşmaya başladığıdır. Bu görüşe göre, Büyük günah işleyenin durumu ne olur sorusuna verilen cevaplar dolayısıyla bu ayrılığın meydana geldiği söylenmiştir.
  2. Bu isim kendilerine, büyük günah işleyeni imandan da küfürden de ayırmaları sebebiyle verilmiştir.
  3. Büyük günah meselesinde el-menzile görüşünü ileri süren Vâsıl ve arkadaşları, o güne kadar Müslümanların büyük günah işleyenler hakkındaki mevcut görüşlerin hepsinden ayrılmaları sebebiyle bu ismi almışlardır.

Mu‘tezile’nin Doğuşunu Hazırlayan Sebepler

Müslümanlar Arasındaki İhtilaflara Çözüm Arayışları

Mu‘tezile mezhebinin doğuşuna etki eden unsurların başında İslam toplumunda zaman zaman kendini gösteren ve kaynağı gerek itikadî gerekse siyasî olan bir takım ihtilaflar gelir. Mu‘tezile bu ihtilaflardaki görüşleri tenkit ediyor ve meselelere yeni çözümler getirmeye çalışıyordu. Mesela büyük günah işleyenin durumu ve imanın hakikatinin ne olduğu hususunda Mu‘tezile, bir taraftan Haricîlere diğer taraftan Mürcie’ye karşı çıkmıştır.

Hz. Osman’ın şehit edilişinden sonra Müslümanlar arasında cereyan eden Cemel (36/656) ve Sıffîn (37/658) savaşları yeni soruların ve gruplaşmaların oluşmasına sebep olmuştur. Bu sorulara aranan cevaplar İslam dünyasında yeni akımların ve mezheplerin doğmasına sebep olmuştur. Mu‘tezile mezhebi bu mezheplerden birisidir ve adından sıkça söz ettirip çok sayıda taraftar toplamıştır.

İslam’ı Savunma

Fetihler yoluyla sınırlar genişleyince Müslümanlar, yabancı din ve kültür mensuplarıyla iç içe yaşamaya başlamışlar; İslam toplumunda ister istemez bir tartışma ortamı belirmiştir. Özellikle hicrî II. asırda yabancı din ve kültürlerle tartışarak İslamî inanç ve düşünceleri ilk savunanlar ve bu konuda önemli hizmet görenler Mu‘tezilî âlimler olmuştur.

Mu‘tezile geleneği içerisinde yabancı din ve kültürlerle ilişki içerisinde olan ve onlarla mücadelelerde ilk öne çıkan kişi Vâsıl b. Ata’dır. Vâsıl’ın Haricîler, Şia, materyalistler, tabiatçılar (natüralistler) ve Mürcie kelâmını en iyi bilen; İslam’a açıkça zıt görüşleri ve düalistleri(senevîye) en iyi susturan kişi olduğu ifade edilmektedir. Mu‘tezile mezhebine mensup âlimler ayrıca diğer dinlere mensup kişilerle de mücadele etmişlerdir.

Tercüme Faaliyetleri ve Felsefeye İlgi

Emevî’lerle başlayan özellikle Abbasîler döneminde hız kazanan tercüme faaliyetleri, Mu‘tezilî bilginlerini daha özgün bir yapıya kavuşturmada etkili olmuştur. Mu‘tezilî bilginleri, Yunan felsefesini incelemeye sevk eden sebep öncelikle, İslam’ı savunmak olmuştur.

a. Ancak neticede Mu‘tezile, İslamî inançları savunma ve ispat gibi dinî meselelerden felsefî problemlere doğru kaymış, zamanla felsefî konularla uğraşma onların esas meşguliyeti olmuştur.
b. Mu‘tezile, aşırı hayranlık duyduğu yunan felsefesinin tesirinde kalmış, itikadî konularda akla ve aklın vardığı ilkelere öncelik vererek akılla çelişir gördüğü nakilleri aklın ışığında te’vîl etmiştir. Onların bu tutumu, itikadî konularda aklın söz sahibi olmasını doğru bulmayan özellikle II./VIII. ve III./IX. asırdaki hadîs ve fıkıh âlimleri tarafından şiddetle tenkit edilmiştir. Mu‘tezile’nin akla bu derece önem vermeleri onları hedeflerinden saptırmış ve nass ile çelişen görüşleri savunma durumunda kalmışlardır.

Mu‘tezile mensupları, tartışma ortamlarında edindiği birikim ve güç ile Abbasî halifelerinden özellikle Me’mun, Mu’tasım (218-228/833-841) ve Vâsık (227- 232/841-846) zamanlarında devlet otoritesini de yanlarına alarak Kur’an’ın yaratılmış olduğu anlayışını başkalarına zorla kabul ettirmeye teşebbüs etmiştir. Bunun sonucunda Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) de içlerinde bulunduğu pek çok âlimin eziyet ve işkence görmelerine sebebiyet vermişlerdir. Bu sıkıntılı günler tarihe mihne dönemi olarak geçmiştir. Bu olaylar, ilk zamanlar gayet samimi düşüncelerle hareket eden Mu‘tezile’nin daha sonra neden görevini yapamaz hale geldiğini ve Ehl-i Sünnet kelâmının ortaya çıktığını önemli ölçüde izah etmektedir.

Mu‘tezile’nin Beş Temel İlkesi

Mu‘tezile, kendi içinde Basra ve Bağdat ekolü olarak iki ana şubeye ayrılsa da tüm mezhep mensuplarının ittifakla kabul ettiği beş temel ilke vardır ki bunlar, Mu‘tezile’yi diğer kelâm ekollerinden ayıran ve mezhebin ana karakterini oluşturan prensiplerdir. Mu‘tezile’nin beş temel prensibi şunlardır:

Tevhîd

“Tevhîd”, Allah’a hiçbir şekilde ortak koşulmaması ve birliğinin tasdik edilmesi anlamına gelmektedir. Tevhidin bu manasında İslam mezhepleri arasında bir ihtilaf yoktur. Bununla birlikte Mu‘tezile, tevhîd konusunda kendilerine mahsus izahlar yapmış, bundan dolayı, tevhîd esası Mu‘tezile’nin en önemli prensiplerinden biri olmuştur.

Mu‘tezile, Ehl-i Sünnet’in Allah’a izafe ettiği subutî sıfatları iki gruba ayırmaktadır. Birinci grup siga bakımından da sıfat olan hayy, âlim, kadir gibi masdardan türetilen kelimelerdir. Mu'tezile bu sıfatları Allah’a izafe eder. İkinci grup ise hayat, ilim, kudret… gibi masdar sigasındaki kelimelerdir. Mu‘tezile, işte bu grubu Allah’a izafe etmez. Buna göre Mu‘tezile, Allah âlimdir, kâdirdir gibi hükümleri kabul etmekle birlikte Allah’ın ilmi vardır, kudreti vardır gibi hükümleri kabul etmez.

Allah’ın hiçbir şeye benzememesi ve bu açıdan da tek olması inancıyla Mu‘tezile, Allah’a isnad edilen bazı sıfatları te’vîl etme cihetine gitmiştir. Onlar, Kur’an ve sahih hadîslerde geçen Allah’ın eli, yüzü, sureti, gözü, istiva etmesi, gelmesi, gitmesi, gülmesi, hayâ etmesi gibi ifadeleri zahirî ve lügat manasıyla değil mecazî ve te’vîl edilen manalarıyla anlamıştır.

Mu‘tezile’ye göre Allah’ın kelâm sıfatı da yoktur. Kelâm kadîm bir sıfat olarak kabul edilirse Allah’tan başka kadîm bir varlık kabul edilmiş olur. Ayrıca Kur’an’ın elimizdeki yapısı, kelâmın mahiyeti bize ait olan kelâmın mahiyetiyle aynıdır.

Allah’ın hiçbir varlığa benzemediği ve bu açıdan da tek olduğu inancının bir uzantısı olarak Mu‘tezile, Allah’ın ahirette gözle görülemeyeceğini iddia etmiştir. Çünkü onlara göre Allah cisimlere benzemez. Gözle görünen bir şey, bir yönüyle cisimlere benzemiş sayılır.

Adâlet

Bütün Müslümanlara göre Allah adildir, adâlet sahibidir; zalim değildir, zulüm işlemez ve zulmü asla sevmez. Ancak Mu‘tezile, tevhîd ilkesinde olduğu gibi adâlet kavramına farklı manalar yüklemekte, bununla diğer ekollerden ayrışmakta ve şunları anlamaktadır:

a. Allah’ın adil olması, kullara ait fiilleri yaratmaması anlamına gelir. Kul işlediği fiili bizzat kendisi varlık alanına çıkarır. Eğer böyle olmayıp da kulların fiillerini Allah yaratmış olsaydı sonrada bu fiillerinden dolayı insanları cezalandırsaydı bu takdirde Allah’ın adaletinden söz edilemezdi.
b. Allah, adaleti gereği yapmış olduğu fiillerinde ve yaratmasında mutlaka bir takım hikmet ve maslahatları gözetir, boşu boşuna hiçbir iş yapmaz. O, yaptığı her şeyi bir sebep ve gayeye bağlı dolayı yapar. Mu‘tezile’ye göre Allah Teâlâ’nın bazı yüce ve iyi prensiplere göre hareket etmesi zaruridir.
c. Mu‘tezile’nin adâlet anlayışına göre kulun menfaatine en uygun olanı Allah’ın yaratması O’nun üzerine vaciptir. Zira Allah, kötü ve çirkin bir şeyi yapmaz; yaptığını da en iyi bir şekilde yapar. Bu onun adaletinin gereğidir.
d. Adâlet anlayışının bir uzantısı olarak Mu‘tezile’ye göre Allah’ın, kullarına güçlerinin yetmeyeceği bir şeyi teklif etmesi caiz değildir.
e. Allah’ın itaatkâr kulunu cezalandırmayacağı, ölen müşrik çocuklarına azap etmesinin caiz olmadığı gibi hususlar da Mu‘tezile’nin adâlet anlayışı çerçevesinde varmış olduğu sonuçlardan bazılarıdır.

Va‘d ve va‘îd

Va‘d iyi işler yapanların ahirette mükâfatlandırılması; va‘îd ise kötü amelde bulunanların ahirette cezalandırılması anlamlarına gelmektedir. Esasen bu prensip adâlet prensibinin bir sonucudur. Zira Mu‘tezile’ye göre iyi işlerde bulunanların ahirette sevap görmemesi, kötü amellerde bulunanların ceza görmemesi Allah’ın adaletine aykırıdır. Çünkü Kur’ân, yapılması iyi ve kötü olan hususları açıkça ortaya koymuştur.

el-Menzile beyne’l-menzileteyn

Mu‘tezile’ye göre büyük günah işleyen kimse ne mü’mindir ne kâfirdir. Bilakis iman ile küfür arasında bir mertebededir. Bu mertebe, Mu‘tezile’ye göre fâsıklıktır. Böyle bir kimse tevbe etmeden ölürse ebedi cehennemliktir. Şu kadar var ki bu kimsenizi azabı kâfirin azabından daha hafiftir. Tevbe ederse mümin olarak cennete gider.

Emr bi’l-ma’ruf nehy ani’l-münker

Mu‘tezile’nin beş temel esasından biri olan bu ilkeye göre “iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak” her Müslümana farzdır. Nitekim Kur’an’da iyi ameller emredilmiş, kötü ameller yasaklanmıştır. Mu‘tezile bu düşüncesine Kur’an’dan birtakım ayetlerle delil getirmiştir. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır”(Al-i İmran 3/104) ayeti Mu‘tezile’nin bu görüşünün temel dayanaklarından biridir. Mu‘tezile’de Akıl-Nakil Meselesi Kelâm mezhepleri içersisinde akla en çok yer veren ekol, Mu‘tezile’dir. Onlar, akla önem verdiğinden dolayı mukallidin yani inandığı şeyin delillerini bilmeyen birinin imanını geçerli saymaz. Onlar, akıllı bir insanın vahiy gelmeden önce kendi düşüncesiyle Allah’ın varlığını bulması gerektiğini söylerler.

Mu‘tezile’nin genel karakterinde şu vardır: Özellikle tevhîd ve adâlet konularında Allah ile ilgili belli prensipler, ilkeler konulur, Kur’an ya da hadîs metinleri eğer bu ilkelere uyuyor ise aynen bırakılır; uymuyor ise bu aklî ilkeler çerçevesinde nasslar te’vîl edilir. Bundan dolayı Mu‘tezile kelâmında akıl, te’vîl ve mecaz kavramları çok önemlidir.

Mu‘tezile’nin Diğer Görüşleri

  1. Mu‘tezile göre katil tarafından öldürülen birisi kendi eceliyle ölmemiştir. Bilakis ecelinden önce öldürülmüştür.
  2. Mu‘tezile’ye göre haram yiyecekler rızık değildir. Rızkı Allah verdiğine göre Allah kötü bir fiili işlemez. Bundan dolayı sadece helal olan yiyecek ve gıdalar rızık olarak adlandırılabilir.
  3. Mu‘tezile Kur’an’a çok vurgu yapar. Onlar itikadî konularda sahih bile olsa hadislere güven duymamaktadırlar.
  4. Hüsün ve kubuh yani iyi ve kötü olan şeyler vahiy gelmeden akılla bilinir.
  5. Mu‘tezile’ye göre evliyanın kerameti diye bir şey yoktur.
  6. Sihrin aslı yoktur. Sihir denilen şey sadece göz boyamaktır.

Basra ve Bağdat Mu‘tezilesi

Mu‘tezile, biri Basra diğeri Bağdat olmak üzere iki ana kola ayrılır. Bu iki ekole mensup âlimler, Mu‘tezile’yi diğer mezheplerden ayıran beş temel esasta birleşmelerine rağmen bir takım konularda ve ayrıntılarda farklı görüşler ortaya koymuşlardır.

Basra Mu‘tezilesi , Mu‘tezile’nin ilk temsilcilerinin de içinde yer aldığı bir ekoldür. Bu ekol, siyasi tartışmalardan ve iktidar ilişkilerinden uzak duran bir anlayışa sahiptir.

Bağdat ekolü ise daha çok amelî yönü öne çıkaran incelemelerde bulunmuşlar, mezhebin görüşlerinin devlet eliyle yayılması taraftarı olmuşlar, bundan dolayı yöneticileriyle iyi ilişkiler kurmuşlar, eserlerinde imamete daha çok vurgu yapmışlardır.