KELAM'A GİRİŞ - Ünite 3: İlk Dönem Kêlâmi Şahsiyetler Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: İlk Dönem Kêlâmi Şahsiyetler
Giriş
Kelâm ilmi şüphesiz tek bir sebebin sonucu olarak doğmamıştır. Birbirine bağlı birçok sebep ve etkenin neticesi olarak ortaya çıkmıştır.
Hz. Peygamber’in ahirete irtihalinden sonra daha önceden gündeme gelmemiş bazı konulara girilmiş, iman esaslarını ilgilendiren bir takım sorulara cevaplar aranmıştır. Öncelikle, müslümanlar arasında cereyan eden olayların akabinde büyük günah işleyenin durumu, imanın mahiyeti, kaza-kader gibi konularda oldukça farklı fikirler ortaya atılmış, fırkalaşmanın temelleri atılmıştır. Kader tartışmaları ve kaderin inkârı bu olayların ardındaki süreçte ortaya çıkmıştır.
Bu ünitede, bir takım görüşleriyle olumlu ya da olumsuz, sonradan kelâm ilminde bazı anlayışların ve önemli tartışmaların yerleşmesine sebebiyet veren ilk ilim adamlarından söz edilecektir.
Ma’Bed el-Cühenî
İslam coğrafyasının genişlemesine paralel olarak bir takım fikrî gelişmeler meydana gelmiştir. Bu gelişmeler içerisinde kaza ve kader meselesi de vardır. Kaderin olmadığı, ezelde kulların fillerinin belirlenmediği fikrini toplumda yüksek sesle ilk ortaya atanın Ma’bed elCühenî’dir (80/699). Gaylân ed-Dımaşkî (ö. 120/738 civarı) de bu konuda benzer fikirleri savunmuştur.
Bu konuda önemli olan husus, iki şahsın kader konusunda Müslümanlar arasında ilk defa konuşanlar olmaları, kaderi inkâr ederek insanı fillerinde hür kabul etmeleri ve insanı kudret sahibi olarak görmeleridir. Bu iki zatın kader ile ilgili görüşleri Kaderiyye mezhebinin aslını teşkil etmiş, bu görüşü benimseyenlere kaderî denilmiştir.
Gaylan ed- Dımaşkî
Gaylân b. Müslim ed-Dımaşkî el-Kıbtî (ö. 120/738 civarı) irade hürriyeti konusundaki fikirleriyle Ma’bed el-Cühenî ile birlikte ilk Kaderiyye fırkasının doğuşunu hazırlayan tabiûn dönemi âlimlerinden biridir, ancak hayatı hakkında fazla bilgi yoktur.
Gaylân, bazı kaynaklarda Kaderiye’ye, bazılarında Mürcie’ye, bir kısmında Kaderî Mürcie’ye, bir kısmında ise Mu‘tezile’ye mensup bir âlim olarak gösterilmektedir.
Gaylân, kelâm ilmi ve tarihi bakımından, Kaderiye ve Mu‘tezile’nin benimsediği prensipleri daha önce ortaya koyması bakımından önem arz eder. Nitekim Mu‘tezile’nin “el-usûlü’l-hamse” diye anılan beş temel prensibine temel teşkil eden görüşleri ilk önce o dile getirmiştir.
Gaylân, imâmet konusunda liyakat ve vasıf ilkelerine ağırlık vermiştir. Bununla o, Emevîler’e karşı bir siyasî muhalefet sergilemiştir. Ona göre halife Kitap ve Sünneti iyi bilmelidir. Ümmet üzerinde ittifak ettiği takdirde Kureyş’e mensup olmayan bir kişi de halife olabilir. Başlangıçta Gaylân’ın Emevî halifeleriyle yakın ilişkisi vardı. Ancak sonraları kaderi inkâr düşüncesine gitti. Bu fikrini halka açıklayıp onları yönetime karşı kışkırttı, Emevîlerin parasal politikalarını eleştirdi. Daha da ileri giderek Emevî halifeliğini tanımadığını ilan etti. Bu da onun idamını getirdi.
Ca‘d b. Dirhem
Ca‘d b. Dirhem (ö. 124/742 [?]) tabiûn neslinden olup, İslam düşünce tarihinde ilâhî sıfatlar, halku’l-Kur’ân ve insanların fiilleri gibi itikadî konuları ilk defa tartışmaya açan kelâmcılardan biridir.
Hayatının ilk dönemleri hakkında bilgi yoktur. Aslen Harranlı olduğu ileri sürülmüştür. Akaid konularını akılcı bir yaklaşımla ele alışı, onun eski felsefî kültür merkezlerinden biri sayılan Harran’da doğmuş ve yetişmiş olması ihtimalini güçlendirmektedir.
Ca‘d b. Dirhem’in bazı kelâmî görüşlerini şu noktalarda toplamak mümkündür:
- Allah Teâlâ’nın zatı dışında kadîm olarak kabul edilebilecek birtakım sıfatları yoktur.
- Allah, yaratıklara asla benzemez.
- Kur’ân-ı Kerîm kadîm değil hâdistir, yaratılmıştır.
- İnsanın fiilleri tamamen kendisine aittir; o, fiil işleme gücüne (istitâat) ve iradesine özgürce sahiptir.
Cehm b. Safvân
Cehm b. Safvân es-Semerkandî et-Tirmizî (ö. 128/745-46) ilk kelâmcılardandır. Cehmiyye fırkasının kurucusudur. Cehm’in, sıfatların inkârı, Kur’ân’ın yaratılmışlığı ve insan iradesini kabul etmeme (cebr) gibi düşünceleri en belirgin özelliklerini oluşturur.
Onun adıyla anılan Cehmiyye mezhebi, insan iradesini inkârı ve tam bir cebr anlayışı cihetinden Cebriye ile sıfatların inkârı yönünden Mu‘tezile ile örtüşür.
Cehm, çağdaşı Ebû Hanîfe ve Vâsıl b. Atâ ile de fikir alışverişinde bulunmuş ve talebeleriyle tartışmıştır. Onun görüşleri ana hatlarıyla şöyledir:
- Ulûhiyet: Cehm b. Safvân’a göre, Allah’a subutî ve haberî sıfatlar nisbet edilemez. Allah yaratıklara ait hiçbir sıfatla nitelendirilemez. Zira bu durum, teşbih, yani Allah’ı kullara benzetme anlamına gelir. Allah’tan başka her şey sonradan yaratılmıştır.
- Halku’l-Kur’ân: Kur’an’ın yaratılmışlığı meselesidir. Allah’ın sıfatları ve halku’l-Kur’ân hakkında ilk defa konuşan Ca‘d b. Dirhem olmuştur. Cehm b. Safvân, bu görüşleri ondan almış ve sistemleştirmiştir.
- Kaza Kader: Cehm, kulların mutlak cebr altında olduklarını öne sürmektedir. O, insanın hiç bir gücünün olmadığını, fiillerinde mecbur olduğunu, fiillerini icra ederken hiçbir iradesinin bulunmadığını, onları Allah’ın yarattığını ileri sürmüş, fiillerin insana izafe edilmesinin mecazî olduğunu iddia etmiştir.
- İman: Cehm’e göre iman, Allah’ı bilmek, küfür ise bilmemektir. Diğer bir deyişle iman kalbin marifetidir, bilgisidir; tasdik olmaksızın Allah’ı ve Hz. Peygamberin haber verdiği şeyleri kalben bilmek demektir. Kim Allah’ı hakkıyla bilir ve tanır, daha sonra diliyle inkâr ederse, küfre düşmüş olmaz. Çünkü ilim ve marifet, inkâr ile yok olmaz.
- Ahiret: Cehm b. Safvân’a göre Allah, ahirette görülemeyecektir. Zira bir şeyin görülebilmesi için onun cisim olması; bir yön ve mekânda bulunması gerekir. Allah Teâlâ cisim olmadığı ve bir yönde bulunmadığı için görülemez. Öte yandan Cehm’e göre kabir azabı, sırat ve mizân da yoktur.
- Akıl-Nakil: Cehm, nasları serbest bir akılcılıkla yorumlamaya çalışan; akılla nassın çatışması halinde aklın esas alınması ve nassın buna göre te’vil edilmesi gerektiğini savunan ilk kelâmcılardan biridir. Onun, nasslar karşısında aklı yanılmaz bir hakem kabul ettiği anlaşılmaktadır. O, nakil olmadan, akılla iyi ve kötünün bilinebileceği görüşündedir.
Ebû Hanîfe
Ebû Hanîfe Numan b. Sabit (80-150/699-767), h. 80 yılında Kûfe’de doğmuş, 150 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir. O, Hanefî mezhebinin imamı ve büyük bir müctehiddir.
Ebû Hanîfe, fıkıh ilmindeki öncülüğünün yanı sıra kelâm (akaid/elfıkhu’l- ekber) ilmiyle de uğraşmış, bu ilmin temel konularını düzenleyerek ve dönemindeki inkârcı ve bid’atçılarla münakaşalar yapmış, Ehl-i Sünnet kelâmının kurulmasına zemin hazırlamıştır. O, bu tür münakaşa ve münazaralarıyla, Hz. Peygamber’den sahabeye ve sonraki nesillere intikal eden ve o dönem müslümanlarının çoğunluğunca da benimsenen itikadî esasları savunmayı gaye edinmiştir.
Ebû Hanîfe belli başlı meseleler üzerinde değişik görüşlere mensup âlimlerle yaptığı tartışmalarda İslâm ümmetinin çoğunluğu tarafından benimsenen itikadî ilkeleri ortaya koymuş ve bunları güçlü delillerle müdafaa etmiştir.
Ebû Hanîfe, itikadî tartışmalarda bulunmuş, henüz teşekkül döneminde bulunan kelâm ilminin ilk temsilcileri arasında yer almıştır. Bize kadar ulaşan ve Ebû Hanîfe’ye ait olan bazı akaid risalelerinin varlığı, onun fıkıh sisteminde re’ye ve kıyasa başvurup bir anlamda akılcılığı benimsemesi kelâmî bir perspektife sahip olduğu göstermektedir.
Akaid esaslarını belirlerken Kur’ân ve hadîsleri esas almış, kendisiyle tartıştığı kimse nassları kabul eden biriyse onunla kesin naklî delil; nassları delil saymayan biriyse kesin aklî delil kullanarak münakaşa etme yolunu seçmiştir.
Ebû Hanîfe’nin akaid alanında görüşlerinden faydalandığı kişilerin başında Hz. Ali gelmektedir.
Ebû Hanîfe’nin itikadî görüşlerinden özellikle, Ebû Yûsuf, Ebû Mutî el-Belhî ve Ebû Mukâtil es-Semerkandî gibi talebeleri tarafından yazılıp nakledilen el-Âlim ve’lmüteallim, el-Fıkhu’l-ekber, el-Fıkhu’l-ebsat, er-Risâle, el-Vasıyye adlı beş akaid risalesi aracılığıyla haberdar oluyoruz.
Ebû Hanîfe’nin akâid konularındaki görüşleri ana hatlarıyla şöyledir:
- Ulûhiyet: Allah Teâlâ her şeyin yaratıcısıdır. Her insan, mahlûkat üzerinde düşünerek Allah’ın var olduğunu idrak edebilir. Bundan dolayı dinî bir davetle karşılaşmasa bile yetişkin ve akıllı her insan, Allah’a inanmakla mükelleftir.
- Halku’l-Kur’ân: Ebû Hanîfe’ye göre Kur’ân, Allah kelâmı olup mahlûk değildir, fakat Kur’ân’ı telaffuz edişimiz ve onu yazışımız mahlûktur. Bununla birlikte Allah’ın kelâmı olan Kur’ân mahlûk değildir.
- Kader: Kâinatta meydana gelen her şey Allah’ın takdiri ve kazasına göre cereyan eder. Zira Kur’ân ve hadîslerde her şeyin yaratılmadan önce yazıldığı ve meydana gelen şeylerin bu yazıya göre gerçekleştiği açıkça belirtilmiştir.
- Peygamberlik: Peygamberlerin gösterdikleri mucizeler de haktır. Hz. Peygamberin ayın yarılması (inşikâku’l-kamer) ve mi’rac mucizesi haktır, gerçektir.
- Ahiret: Kabir azabı haktır, gerçektir. İnsanların ölümden sonra diriltilmeleri ve amellerinin tartılması haktır. Müminlerin günahları sebebiyle âhirette tâbi tutulacakları muamele ise Allah’a kalmıştır. O, dilerse affeder, dilerse azaba uğratır. Sadece peygamberlerin ve naslarda haklarında açıklama bulunan kimseler doğrudan cennete gireceklerdir. Allah Teâlâ, dilediği şekilde ve keyfiyeti bizce bilinmeyen bir tarzda müminler tarafından cennette görülecektir.
- İman-Amel İlişkisi: Ebû Hanîfe’ye bir insanda imanın gerçekleşmesi için onun şüpheden arınmış kesin bilgiye sahip olmasının yanı sıra bu bilginin doğruluğunu kesin olarak tasdik etmesi ve bu kararını sözlü olarak açıklaması gerekir. İman için bunların hiçbiri tek başına yeterli değildir. Aksi halde kalben tasdik etmedikleri halde inandıklarını söyleyen münafıkların ve Hz. Muhammed’in gerçek peygamber olduğunu bilmelerine rağmen nübüvvetini tasdik etmeyen Ehl-i kitap’ın mümin sayılması gerekir.
- Tekfîr: Ebu Hanîfe’ye göre insanların kendi beyanları, ibadet şekilleri ve dinî alâmet sayılan kıyafetleri tekfir sebebi olabilir. Mümin olduğunu söylese de, ilâhî sıfatlan inkâr eden veya bunları yaratıkların sıfatlarına benzeten, kadere inanmayan, Kur’an’da açıkça belirtilen hükümleri kabul etmeyen, günah işlemeyi helâl sayan ve Kur’an’ın bir harfini bile inkâr eden kimse tekfir edilir.
- İmamet: Ebû Hanîfe’ye göre devlet başkanı, müminlerin bir araya gelip istişarede bulunmaları yoluyla seçilmelidir.
Hasan-ı Basrî
Hasan-ı Basrî (ö. 110/728), 21/642 yılında Medine’de doğdu. Babası ve annesi azatlı köle idiler. Bu yüzden mevâlîden sayılır. Annesi Hz. Peygamber’in eşi Ümmü Seleme’nin azatlısı ve hizmetkârıydı. Ümmü Seleme onunla yakından ilgilendi ve iyi yetişmesi için her türlü imkânı sağladı.
Pek çok sahabeden ilim almakla birlikte en çok Enes b. Malik’ten istifade etmiştir. Talebeleri arasında Eyyûb esSahtiyânî, Katâde b. Diâme, Amr b. Ubeyd. Vâsıl b. Atâ, Malik b. Dinar gibi âlimler bulunmaktadır.
Hasan-ı Basrî’nin itikadî görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür:
- Ulûhiyyet: Allah Teâlâ’nın kemal sıfatları vardır, onlarla nitelendir. Allah Teâlâ ahirette müminler tarafından görülecektir.
- Kader: Hasan-ı Basrî, Emevî idaresinin, siyasî iktidar ve icraatlarını meşrulaştırmak için bunların ilâhî irade doğrultusunda gerçekleştiğini iddia etmeleri karşısında öğrencileriyle birlikte mücadele vererek kulların kendi iradeleriyle yapmış olduğu fiillerin ilâhî takdirin zorlayıcı tesiri altında gerçekleşmediğini savunmuştur.
- Peygamberlik: Kadınlardan peygamber gönderilmemiştir. Hz. Peygamber’in isrâ ve mi’racı bedenen değil ruhen gerçekleşmiştir.
- Âhiret: Hz. İsa, kıyametin kopmasından önce canlı olarak bulunduğu gökten inecek ve herkes ona iman edecektir. Kalbinde iman bulunup da günahlarının cezasını çekmek üzere cehenneme giren kimseler ilâhî şefaat sayesinde oradan çıkacaklardır. Ergenlik çağına girmeden ölen kâfir çocukları cehenneme girmeyecektir.
- İman-Amel İlişkisi: Hasan-ı Basrî, gerçek imanın kişiyi dinin buyruklarına itaat etmeye sevk ettiğini belirtmektedir. Amelsiz imanın bir değeri yoktur. Bu sebeple iman artar ve eksilir.