KENT SOSYOLOJİSİ - Ünite 12: Kentsel Dönüşüm Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 12: Kentsel Dönüşüm

Giriş

Dünya üzerinde gerek kentlerin sayısı gerekse kentli nüfus her geçen gün artmaktadır. Artık, kent toplumları hâkim hale gelmiştir. 2030 yılında dünya nüfusunun yüzde 60’nın kentlerde yaşayacağı tahmin edilmektedir (UN/Habitat, 2004). Bu durum aynı zamanda kentlere ait sorunların da giderek artması anlamına gelmektedir. Nüfus büyüklüğü ile ülkeleri andıran mega kentlerin sayısı artmaktadır. Bu durum sosyal sorunların yanı sıra ciddi mekânsal sorunlara da neden olmaktadır. Mevcut ekonomik ve çevresel kaynakların giderek yetersiz hale gelmesi, konut sorunlarının büyümesi, kentsel alt yapı ve çevrenin eskimesi-kullanılamaz olması gibi bir dizi sorun yeni yöntemlerle çözülmeye çalışılmaktadır. Bu yöntem ve politikalardan biri de kentsel dönüşümdür.

Kentsel Dönüşüm ve Kavramsal Tartışma

Kentsel dönüşüm kavramı kentsel yeniden yapılanmaların tarihselliğine göre farklı uygulama programlarının “şemsiye” kavramı olmuştur. Bu kavram, “kentsel sorunların çözümünü sağlayan ve değişime uğrayan bir bölgenin ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel koşullarına kalıcı bir çözüm sağlamaya çalışan kapsamlı bir vizyon ve eylem” olarak tanımlanmaktadır (S.Thomas, 2003’tan Aktaran Turok, 2004:25). Bir başka tanım ise kentsel dönüşümün, kentsel bozulma süreçlerini daha iyi anlama ihtiyacından doğduğunu belirterek, gerçekleştirilecek dönüşümü, elde edilecek sonuçlar üzerine kurulan bir uzlaşma olarak tanımlar. Gerek yaygın tanımlarda gerekse eleştirel yaklaşımlarda, bir kentsel alanda yitirilen ekonomik ve mekânsal etkinliğin yeniden kazanılması açısından kentsel dönüşümün önemi veya yetersizlikleri üzerinde durulmaktadır (Lichfield, 1992; aktaran Akkar, 2006:29-38). Farklı tanımlarda ortak olarak görülen vurgu, bir kentsel alanda yitirilen ekonomik etkinliğin yeniden kazanılması sosyal sorunların iyileştirilmesi üzerinedir (Roberts ve Skyes, 2000:10-13).

Son yarım yüzyılın kentsel yeniden yapılanmalarına bakıldığında, kullanılan dönüşüm programları kendi içinde mekânsal ve sosyal kriterlere göre ayrıştırılarak farklı isimler almıştır. Buna göre 1950’li yıllarda bir yeniden inşa politikası uygulanırken, bunu takip eden 1960’lı yıllarda yeniden canlandırma; 1970’lerde yenileme ve 1980’lerde yeniden geliştirme uygulamaları ön plandadır. Belirtilen her bir kentsel uygulamanın dönemlere ayrılmasındaki kriterler ise şöyle belirtilmektedir: Strateji ve uyum, anahtar aktörler ve yükleniciler, mekânsal düzey ve faaliyet, ekonomik odak, sosyal içerik, fiziksel önem ve çevresel yaklaşımdır.

Kentsel dönüşümle birlikte anılan ama farklılıklar taşıyan önemli bir olgu da soylulaştırmadır. İngilizce’de gentrification olarak kavramlaşan soylulaştırma olgusu Batı toplumları açısından sanayisizleşmeyi izleyen bir politika olarak, 1960 sonlarında izleri görülen kentsel bir yeniden yapılanmadır (Şen, 2006).

Soylulaştırma, eski kent merkezlerinin özellikle yeni orta sınıf tarafından yeniden keşfedilmesi ve kent merkezinde yaşayan işçi sınıfı ile diğer kent yoksullarının yerinden edilmesidir.

Türkiye’de kavramların içeriğine ve pratikteki karşılıklarına dair süren bir karmaşa söz konudur. Kentsel dönüşüm kavramının yıkıp yeniden inşa etme mi? yoksa mevcut gerilemiş ve Köhnemiş sorun alanlarını yenilmeyi mi? kapsadığı; hatta tarihi kent alanlarına dair yaklaşımıyla Kentlerin geleceğini tehdit mi? ettiği tartışılmaktadır. Fakat bütün bunlara rağmen Türkiye’de kentsel dönüşüm adı altında konuşulan ve üzerine tartışılan konunun ilk referansı eski gecekondu alanları ile gerilemiş tarihi kent merkezlerindeki sorunları gidermek üzere gerçekleştirilen uygulamalar olmaktadır.

Kentsel Dönüşümün Tarihsel Arka Planı

Kentsel dönüşüm uygulamalarının erken dönemi, 19. yüzyılda Avrupa’da yaşanan sanayileşme ve buna bağlı olarak gerçekleşen hızlı kentleşme süreciyle başlar. Kentlere akan kırsal nüfus sanayide işçileşmiş, barınma ve sağlıklı çevrede yaşamak gibi önemli toplumsal ihtiyaçların karşılanmasında ciddi sorunlarla karşılaşmıştır. Gerek sanayinin ihtiyaçları için gerekse sanayi çalışanlarının ihtiyaçları için kentin mevcut mekânsal yapısı yetersiz kalmıştır. Yeni ulaşım araçları için gereken yolların açılması, konut alanlarının inşası, fabrika, antrepo, pazar alanları, okullar, hastaneler ve kamusal kurumlar için yeni arazi kullanımının yanı sıra eski yapıların da yıkılması gerekmiştir. Bu yıkıp yeniden yapma, kentsel dönüşümün bir türü olan kentsel yenileme programları ile gerçekleştirilmiştir. Bu amaçla kentsel planlama sistemi yeni ihtiyaçlar açısından geliştirilmiş, sosyal ve mekânsal içeriği de değişmiştir. 19. yüzyılda sanayileşme ile birlikte batı ülkelerinin büyüyen kentlerinde işçi sınıfının yaşadığı sosyal ve ekonomik çöküntü alanlarının iyileştirilme ihtiyacının gündeme gelmesi, kentsel dönüşümün temellerini oluşturmuştur. 19.yüzyılın ortalarından 1945’lere kadar olan süreçte kentlerdeki fiziksel ve toplumsal bozulmaya karşı en önemli müdahale biçimi kentsel yenileme (urban renewal) olmuştur. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupa’nın yeni sanayi kentleri modern kentlere dönüşürken çok etraflı değişimler yaşanmaktaydı:

  • Sanayinin ihtiyacı olan işgücünü ve kapitalizmin yeni sınıflarını mekânda yerleştirerek, sermaye birikim hızını tehdit eden sınıfsal isyan (çatışma) potansiyelini harekete geçirebilecek sefalet, göreceli olarak engellenmekte/ertelenmekte,
  • Hizmetler ve metaların mekândaki akışı hızlanmakta,
  • Kapitalizmin aşırı birikim kaynaklı krizlerinin aşılmasında kentsel yatırımlar sermaye birikiminin ikinci döngüsünü oluşturarak, krizi ertelenmekte,
  • Toplumsal sözleşmeye dayanan yeni ve soyut ortak kimlikler (‘vatandaş’, ‘halk’) mekânsal semboller (anıtlar, meydanlar, anıt-sembol binalara verilen isimler gibi) yoluyla somutlanarak özdeşleşme sağlanmaktadır (Kurtuluş, 2008).

İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa kentlerinde oluşan büyük yıkımlar, kentlerin yeniden inşasıyla (urban reconstruction) ilgiliydi. 1940’lardan 1960’lara kadar olan yıllarda İngiltere’deki dönüşüm pratikleri özellikle mekânsal ve fiziksel bir vurguyla aşırı kalabalık ve sağlıksız konutların iyileştirilmesi ya da yıkılarak gelişimin kent çevresine yönlendirilmesi biçimindeki bazı çözümleri içermekteydi. Fakat bu dönemin sosyal politikalara dayalı uygulamalarda kent merkezlerine sıkışıp kalan yoksullaşma, banliyölerdeki sosyal ilişkilerin zayıflaması, etnik gerilimler ve artan suç oranlarını ortadan kaldıramaması ve bu sorunları politikleştirmesi bilinen bir durumdur. İngiltere’de hızlı kentsel gelişmeyi kontrol etmenin bir aracı olarak “yeşil kuşak” (greenbelt) adı altında bir politikaya da başvurulmuştur. 1960 ve 1970’ler kentsel iyileştirme (urban revitalisation) ve kentsel yenileme (urban renewal) projelerine öncelik verilen yıllardır (Akkar, 2006). 19.yüzyıl sanayileşmesiyle büyümüş ve 20.yüzyıl ortalarında eskimeye, gerilemeye ve fonksiyon değişikliklerine uğrayan kentler açısından kentsel yenileme kurtarıcı bir politika olarak görülmüştür. Kentsel sağlıklaştırma (urban rehabilitation) girişimlerinin ilk örnekleri de bu dönemde gündeme gelmiştir. 1970’lerin ilk yarısına kadar kentsel bozulma toplumsal bir hastalık olarak görülmüştür. Fakat bunu izleyen yıllarda bu konuya yaklaşım değişmiştir. Kentsel sorunlar, yapısal ve ekonomik nedenleri göz önüne alınarak açıklanmaya başlanmıştır (Balchin ve Hull, 1987; aktaran Akkar, 2006). Bu dönem, ayrıca, devletin desantralizasyon politikaları ve daha katılımcı yaklaşımları benimsemeye başladığı yılları temsil eder. 1960’lı yılların başında kentsel sorunların kurtarıcısı olacağı düşüncesiyle konut esaslı yenile(ştir) me programları geliştirilmiştir. Bu durum, bölgede yaşayan yoksul kesimin kent çeperlerindeki yeni konut bloklarına gönderilmesini engelleyememiştir. Yenileme projeleri gayrimenkul eksenli ve prestijli projelere odaklanmıştır. Kent politikalarında sanayisizleşme, girişimci kent, dünya kenti, yerel ekonomi kavramları öne çıkmıştır. Geliştirilen politikalar ulusal nitelikli değil küresel olarak planlanmıştır. Kentler bilgi ve finans merkezi olan New York, Londra ve Tokyo gibi küresel kentler düzeyinde rekabet etmeye zorlanmışlardır. Her ülke bölgesel ve yerel merkezlere, yeni güç ve fırsat hiyerarşilerinin olduğu uluslararası sisteme uyum sağlamak için kendi küresel kentini yaratmaya çalışmıştır.

1980 dönemi kentleşmesinin sosyo-ekonomik çerçevesi şu şekilde özetlenebilir:

  • Kentsel mekân piyasa mantığı ve ihtiyaçları çerçevesinde rekabete dayalı bir büyümenin kaynağı olarak giderek daha fazla metalaşmıştır. Bu durum kent toprakları ile yapılı çevrenin, kullanım değerinden öte değişim değeri yaratmak amacıyla alınıp satılmasını doğurmuştur.
  • Özellikle 1990 sonrasında, yarışmacı kentsel gelişme anlayışının hâkim olmaya başlamasıyla gündeme gelen küresel kent, kültür başkenti vb. hiyerarşik yapılanmalar, kent merkezlerinin stratejik önemini arttırmıştır. Böylece eski kent merkezleri, tarihsel ve kültürel potansiyelleri ön plana çıkarılarak turizm ve ofis alanları olarak yenilenmiş veya yeniden yapılanmıştır. Bu süreç merkezlere yakın eski konut alanlarını da bu yatırımların parçası yapmıştır. Soylulaştırılan bu semtler veya mahalleler, yeni bir kesimin gelmesi ile yerinden etme sorununu da yaşamaya başlamıştır. Gerçekleşen değişimler sermaye birikimine dayalı yeniden yatırım ortamlarını arttırmıştır. Bu ortam aynı zamanda farklı toplumsal sınıfların ve grupların kültürlerini de etkilemiştir.
  • Yerinden etme; yoksul kentli sınıfların toplumsal sorunları ile konut sorunlarını gündeme getirmiş fakat burada daha çok konut sorunu ve yoksulluk öne çıkmıştır. Yerinden edilmeyi kolaylaştıran diğer toplumsal sorunlar ikincil kalmıştır (Şen, 2006).
  • Rekabet açısından sürekli yeni çekim merkezleri yaratmak hem beklentileri artırmakta hem de birbirine benzeyen kent modelleri arttırmak süre sonra turistler için bile cazibesi olmayan kentleri yaratmıştır. Bu durum kentlere yapılan yatırımların ekonomik değerini düşürebilmekte hatta iflaslara yol açmaktadır.

Kültürel Stratejiler, Soylulaştırma ve Katılım

Kentsel dönüşüm ve yenilenme süreci, sanayi kentinden sonra ortaya çıkan kentlerin eşitsizlik, suç, köhneme, çevresel kirlenme, eski sektörlerin gerilemesi gibi olumsuz durumlardan kaçışı ve kente yeniden dönüşü gösteren bir süreç olarak da görülmüştür. Kente dair bu yeni yönelim kentlerin bir tema parkı olarak üretilmesine de yol açmıştır (Zukin, 1991; aktaran; Ward, 2003). Sonuç olarak, yenilenmeler arttıkça kent içinden kaçış yerine tüketimin öneminden kent yaşamının inşasına doğru bir yönelim olarak kent içine geri dönüş artmıştır (Ward, 2003). Bu durum da soylulaştırma için gerekli koşulları hazırlamıştır. Soylulaştırma, genel anlamı itibariyle eski kent merkezleri ile tarihi niteliği olan kentsel alanların mekânsal ve sınıfsal değişimini ifade eder. Soylulaştırma süreci, bu alanlardaki eskimiş veya köhnemiş mekânların yenilenmesi veya bazı durumlarda yıkılıp yeniden yapılmasını da içerir.

Neil Smith (1996) ise soylulaştırmanın oluşum nedenlerini ve sonuçlarını şöyle açıklar:

  • Banliyöleşme ve rant farkının ortaya çıkması;
  • İleri kapitalist ülkelerdeki sanayisizleşme ve beyaz yakalı istihdamın büyümesi;
  • Mekânın merkezileşmesi ve aynı zamanda sermayenin merkezsizleşmesi.
  • Kâr oranlarının düşüşü ve sermayenin döngüsel hareketi.
  • Tüketim biçimlerindeki değişme ile demografik değişmeler soylulaştırmanın nedenleri ve sonuçlarıdır.

Kentsel dönüşümde katılım özellikle son 20–25 yıl içinde bir yönetim sorunu olmaktan uzaklaşıp “yönetişim” gibi yeni bir kavramla ele alınmaktadır. Bu kavrama göre, iyi bir kentsel yönetişimin sahip olması gereken ilkeler şunlardır:

  • Etkilik,
  • Eşitlik,
  • Katılım,
  • Halkın sürece katılması
  • Güvenlik ilkesidir (Thornley, 2005).

Türkiye’de Kentsel Dönüşüm

1980 sonrası İstanbul’u küresel kent yapma yönündeki çabalar (Öktem, 2005) günümüz kentsel dönüşüm politikaları için bir zemin hazırlamıştır. 1984’te üç büyük kentte belediye başkanlıklarını ANAP kazanmıştır. ANAP yönetimi döneminde İstanbul’da Tarlabaşı Bulvarı, Gökkafes, Park Otel, Boğazın yapılaşmaya açılması, kentsel dönüşümün ekonomik stratejiyle birleşmesinin kritik aşamasını yansıtan projelerdir (Gürsel, 1990) 1989 Murat Karayalçın döneminde ise Dikmen ve Portakal Çiçeği Vadisi projelerinin kamu-özel işbirliği ile gecekondu alanından lüks konut ve ofis alanına dönüştürülmesi gibi büyük proje örnekleri ise dönemin niteliğini vermesi açısından hatırlanabilir. Kıyıları yapılaşmaya1 açan Turizm Yasası ve gecekonduların giderek ranta bağlı ekonomiden pay almak üzerinden çok katlı yapılara dönüşmeye başlaması; yeni kent yoksullarının ise artarak kent merkezinin gerilemiş bazı alanlarında sıkışıp kalması2 kentsel gelişmenin yönü açısından incelenmesi gerekli konulardır (Şen, 2008).

Kentsel dönüşüme dair yasal süreç 2004 yılında “Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu”3 ile başlamıştır Oysa yasal sürecin başlayabilmesinin koşulları bu tarihten önce fiili olarak oluşmuştu. Bu konu en fazla İstanbul üzerinden gündeme gelmiştir. Büyükşehir Belediyesi Mesken ve Gecekondu Müdürlüğü tarafından İstanbul’da “Kentsel Dönüşüm Projesi”ne onay verildiğine dair haberler yapıldı ve bazı yerlerin isimleri verildi. Armutlu, Sarıgöl ve Gazi Mahallesi’nde 1500 gecekondunun yıkımından bahsedilmiştir. Mesken ve Gecekondu Müdürlüğü’nün 2003 yılında yaptığı araştırmaya göre, kent genelinde toplam 85 bin 423 gecekondu bulunduğu bilgisi ile bu girişimin kapsamlı olacağı duyurulmaktaydı4 (4 www.yapitr.com: 26.7.2004; Okuma tarihi; 8 Eylül 2008). Kısacası Türkiye’de kentsel dönüşüm sürecinin Mesken ve Gecekondu Müdürlüğü ile başlayan kurumsal dönem de değişmiştir. Önce Kentsel Dönüşüm Müdürlüğü sonra TOKİ gibi daha merkezi politika üreten ve yetkileri olağanüstü arttırılmış bir kurum kentsel dönüşümün merkezinde yer almıştır (Şen, 2008).

Türkiye’de ekonomik ve yönetim rasyoneli böyle bir arka plana dayanan dönüşüm projeleri için aşağıdaki genellemeleri yapmak mümkündür:

  • Yerel yönetimler, proje ilanı yapılan yereldeki katılım sürecine dair problemleri çözmek için önemli bir role sahiptir.
  • Yatırımcı grupları, kentsel dönüşüm projelerini üstlenirken pozisyonunu, finansal göstergeler ile kamunun sorumluluk alanı arasında belirlemektedir.
  • Kentsel dönüşüm 2005 yılı itibariyle Türkiye metropollerinin eski merkezi alanları ile gecekondu alanlarında arsa üreterek yapılaşmaya gitmek gibi bir rasyoneli izlemiştir.
  • Her türlü kentsel dönüşüm projesinin, yatırımcının kârlılığı üzerinden belirlenmesi esası, konuyu daha çok ekonomik istikrar ve iyimserlik beklentisine endekslemiştir.
  • Şehircilik ve Çevre Bakanlığı’nın kurulması ve dönüşüm projelerinin merkezi olarak belirlenmesi konusu ile piyasa aktörleri arasında bir çelişki değil, uyum süreci yaşanmaktadır.
  • İstanbul’da uygulanan Sulukule, Ayazma ve Tarlabaşı gibi soylulaştırma sonuçlarını doğuran kentsel dönüşüm ve yenileme projeleri yaşayanların yerinden edilmesi ile sonuçlanmıştır. Sosyolojik açıdan yerinden edilenlerin nerede yaşamaya başladığı; sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan ne tür koşullarda yaşamakta olduğuna dair sorular önem taşımaktadır.
  • Kentsel dönüşüm politikasının bir boyutu da yerel yönetimler açısından yerel politika alanı açmasıdır.
  • Dönüşüm projeleri, Tarlabaşı Yenileme Projesi örneğinde görüldüğü gibi yerleşim biriminin organik dokusunu mekânsal ve sosyal olarak bütünüyle değiştirebilmektedir
  • Kentsel dönüşüm konusu öncelikle eski ve fonksiyonunu yitirmiş kentsel alanlar için gündeme gelmesine rağmen; projelerin uygulanma aşamasında konuya dair katılım, kentsel hareketler ve direniş, yoksulluk ve göç gibi disiplinler arası çalışmaların konusu olan kavramlar ile de çalışılmaya başlanmıştır.
  • Yerel ve merkezi yönetimler afet, risk alanları gibi sorun alanları üzerinden yeniden yapılaşmayı kapsayan kentsel dönüşüm bir yatırım sektörü olarak gelişirken; diğer taraftan yaşayanların, proje uygulamaları sürecinde ve sonucunda yaşadıkları toplumsal sorunlarda ön plana çıkmıştır.