KENT SOSYOLOJİSİ - Ünite 9: Türkiye’nin Kentleşme Deneyimi: 1923-2000 Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 9: Türkiye’nin Kentleşme Deneyimi: 1923-2000

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, ulus-devlet olma sürecinde modernleşme ve çağdaşlaşma projesini ifade etmektedir. Tekeli’ye (1998) göre, “böyle bir modernite projesi, gerçekte bir kentsel gelişme projesidir. Bu projenin başarısı, büyük ölçüde başarılı bir kentsel gelişmenin gerçekleştirilmiş olmasına bağlıdır.”

Bilgin (1998), modernleşme sürecinin evrensel olarak yerleşmeler ve imar süreci üzerinde üç temel iz bıraktığını vurgulamaktadır. Bu izlerden;

  • Birincisi, “modern dünyanın yeni kurumsal örgütlenmesinin ve kamusal yaşamın gereksinimlerini karşılayan yeni kamu yapılarının” inşa edilmesidir.
  • İkinci olarak “insanların, ulaşım araçlarının, pis ve temiz suyun, elektriğin, haber ve bilginin düzenli ve kesintisiz dolaşımını sağlayacak”, genişleyebilme kapasitesine sahip bir dolaşım şebekesinin kurulması gerekmektedir. Bu şebekenin kurulması, yolların, kent-içi ulaşım sistemlerinin, çeşitli altyapı ve üstyapı kanallarının inşasını kapsamaktadır.
  • Üçüncüsü ise modern toplumlarda, geleneksel ikamet ve barınma anlayışını köklü bir biçimde değiştiren konut inşaatlarının gerçekleşmesidir.

Erken Cumhuriyet Dönemi: 1923-1950

Ulus Devlet Olma Sürecinde Mekânsal Stratejiler

29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle başlayan ulus-devlet inşa süreci, bir modernleşme projesi olarak kentsel gelişimin gerçekleştirilmesine dayanmaktadır. Bu dönemde ülke düzeyinde uygulanması amaçlanan mekânsal stratejiler üç önemli unsur içermektedir. Bunlar;

  • Ankara’nın başkent seçilmesi,
  • Ülke çapında demiryolu ağlarının inşa edilmesi,
  • Anadolu kentlerinde fabrikaların kurulmasıdır.

Ankara’nın Başkent Seçilmesi: Ankara, 13 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti ilan edilmiştir. Cumhuriyet’in ulusal başkenti olarak Ankara’nın seçilmesi, belirli nedenlere dayanmakta ve önemli amaçlar içermektedir. İstanbul yerine Ankara’nın başkent seçilme nedenleri arasında kentin coğrafi ve siyasi özellikleri önemli bir rol oynamaktadır. Bununla birlikte Ankara’nın tarihsel, toplumsal ve kültürel nitelikleri de kentin başkent olarak seçilmesinde etkili olmuştur.

Ülkenin Demiryolu Ağlarının İnşası: 1927 yılında demiryollarının inşa edilmesi ve işletilmesi amacıyla bütün yurdu kapsayan Devlet Demiryolları ve Limanları İdaresi Umumiyesi kurulmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında sermaye birikiminin çok az olması nedeniyle ulaşım altyapısının geliştirilmesi devlet tarafından üstlenilmiş ve demiryolu ağının geliştirilmesi amacıyla büyük altyapı yatırımları yapılmıştır. Bu amaç doğrultusunda öncelikli olarak doğu bölgelerine ulaşımın sağlanması hedeflenmiştir.

Anadolu Kentlerinde Fabrikaların Kurulması: 1929 ekonomik krizi sonrasında devletçilik politikası gelişmiş ve bunun sonucu olarak sanayi planları uygulanmaya başlanmıştır. Bu dönemde devlet tarafından yapılan ekonomik yatırımlarda Anadolu’ya ağırlık verilmiş ve kamu yatırımlarının mümkün olduğu kadar eşit bir şekilde Anadolu’ya dağıtılması amaçlanmıştır. Bu sanayi planlarına yönelik olarak fabrikaların yapılması öngörülmüş ve fabrikaların kurulması için demiryolu güzergâhı üzerindeki küçük Anadolu kentleri seçilmiştir.

Kentlerin Planlanması ve Yapılı Çevrenin İnşası

Bu dönemde birçok kentte ikili bir merkez görülmektedir. Bunlardan;

  • Biri eski konut dokusuyla bütünleşen geleneksel merkez,
  • Diğeri ise yeni gelişen yönetim işlevleri ve bunlara yönelik hizmetlerin bulunduğu merkezdir.

Osmay’a (1998) göre;

  • Geleneksel kent merkezleri, hanlar ve çarşılar bölgesinde yerleşmiştir. Kentin iş merkezindeki önemli yapılar olan hanlar, bugünün büro ya da ofis binalarının işlevlerini görmektedir. Ayrıca bu geleneksel merkez ya da çarşıda, zanaat türü üretim faaliyetleri olarak ayakkabıcılar, nalbantlar demirciler, bakırcılar, marangozlar gibi küçük üreticiler ve perakende ve toptan ticaret yer almaktadır.
  • Kentin yeni yönetim merkezi ise yeni tanımlanan yönetim işlevlerini barındırması amacıyla inşa edilmiştir. “Yeni yönetim merkezi ile kentte hükümet konağı, belediye binası, demiryolu ve istasyon binası, adliye binası gibi yeni ögeler eklenmiştir” ve bu bölgelerde yeni tür hizmetler, bankalar, oteller ve dükkânlar oluşmaktadır. Bu dönemde kentteki yapılaşma ve altyapı kamu denetiminde gerçekleşmiş ve demiryolu ağının ulaştığı kentlerdeki tren istasyonları da kent merkezlerinin önemli bir ögesi olmuşlardır.

Erken Cumhuriyet Dönemi’nde kamusal iradenin, özellikle de devletin girişimleri, modernleşmeyi kentlerde yapılı çevre içinde temsil etmektedir.

Kentlerde kamu yapılarının bir bölümü, devlet kurumlarını ve sosyal hizmet işlevlerini kapsamakta diğer bölümü ise piyasa kurumlarını içermektedir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında kentlerin inşa faaliyetlerinde yönetim ve kamu binalarına öncelik verilmiş, bununla birlikte yeni yollar açılmış ancak yeni konut yapımı yeterli düzeyde olamamıştır. Bu dönemde konut yapımına ihtiyaç olmasına rağmen konut inşa faaliyetleri açısından bir durgunluk dönemi yaşanmıştır. Bu durgunluğun en önemli  nedenleri arasında uzun yıllar savaşmış bir ülkenin sınırlı kaynaklarının bulunması ve bu kaynakların zorunlu olarak daha öncelikli alanlarda kullanılması yer almaktadır.

Konut ihtiyacını karşılamak amacıyla kooperatifler kurulmuş, işçi ve memur konutlarının yapımına önem verilmiştir.

Göç ve Hızlı Kentleşme Dönemi: 1950-1960

Siyasal ve Ekonomik Arka Plan

1946 yılında çok partili sisteme geçilmiş ve 1950 yılındaki seçimlerde Demokrat Parti iktidara gelmiştir. Bu anlamda Cumhuriyet rejimi, önemli siyasal ve ekonomik dönüşümler yaşadığı yeni bir döneme girmiştir.

Ülke ekonomisinin dış ticarete yönelik büyüme modeline geçtiği bu dönemde, 1954 ve 1961 yılları arasında Demokrat Parti, genel anlamda devlet yatırımları tarafından gerçekleştirilen tüketim maddelerinin düşen ithalini dengelemeyi amaçlayan ithal ikameci ekonomi politikaları uygulamaya başlamıştır. Bu anlamda, Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisine eklemlenmesine bağlı olarak ülkeye dış yardım, kredi ve yabancı sermaye girişi başlamıştır. Ancak bu yabancı yardım ve krediler, ülkede enflasyona ve dışa bağımlılığa yol açmıştır.

Ekonomi politikalarındaki değişim, uygulanan kalkınma stratejilerini de değişmiştir. Buna bağlı olarak yatırım alanlarının farklılaştığı görülmektedir. Erken Cumhuriyet Dönemi’nde sanayi yatırımlarına öncelik verilirken, Demokrat Parti döneminde tarımın gelişmesi hedeflenmiştir. 1950-1960 döneminde kalkınma stratejileri doğrultusunda yatırımlar, tarımın gelişmesi, karayolu ve kent arterlerinin yapılması üzerinde yoğunlaşmıştır.

Yatırımların ağır sanayi yerine daha küçük sanayiye yapılması ile kentte tüccarlar, kırsal alanda ise büyük toprak ağaları bu politikalardan yarar sağlamışlardır. Yabancı kredinin çoğunun tarımsal makinelere harcanması, ‘Traktör yılları’ diye adlandırılan 1950’lerin başında, büyük toprak ağalarının tarımsal üretimin kontrolünü ele almasına ve küçük toprak sahiplerinin topraksız kalmasına yol açmıştır. Tarımsal üretim sürecinde görülen değişim, topraksız köylülerin sanayide açılan iş alanlarında çalışma amacıyla kent merkezlerine kitlesel göçüne sebep olmuştur.

Göç Süreci ve Kentleşme

1950’li yıllarda başlayan kırdan kente doğru yaşanan yoğun göçle birlikte Türkiye’de büyük bir nüfus hareketliliği ortaya çıkmıştır. Özellikle İstanbul’un nüfusu, 1950 ve 1960 yılları arasındaki dönemde iki katına yakın bir oranda artarak 1960 yılında 1.800.000’e ulaşmıştır. İstanbul’un tarihi ve doğal potansiyeli ile sanayi yatırımları için en elverişli durumda olması ve bu nedenle fabrikaların açılması, bu kente göçü hızlandıran en önemli faktörler arasında yer almaktadır. 1960 yılında Türkiye’deki iç göçün %11’ini İstanbul almaktadır. Kentteki bu işgücünü içine alan en büyük faaliyet alanı ise İstanbul’un imar çalışmaları olmuştur.

Bu yıllarda nüfus oranının artmasına bağlı olarak kentlerin büyüme oranı da artış göstermiştir. Kırdan kente yoğun bir şekilde göç edenler, kentte iki önemli ve ana sorunla karşılaşmışlardır. Bunlardan;

  • Biri büyük kentlerde çarpıcı bir biçimde artışa geçen taleple ortaya çıkan konut sorunu,
  • Diğeri ise kentteki iş imkânlarının yetersiz kalmasıyla oluşan istihdam sorunudur.

Köyden kente göç eden gruplar, kendi imkânlarıyla barınma ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla çoğunlukla hazine toprakları üzerinde gecekondular yapmaya başlamışlardır. Bu durumda kentlerin etrafında elverişsiz koşullarda, sağlıksız ve altyapıdan yoksun gecekondu yerleşim bölgeleri oluşmaya başlamıştır.

Hızlı kentleşme süreciyle birlikte gecekonduların inşasının yanı sıra kentlerde apartmanlaşma da hızlanmış ve bütün Türkiye’de yaygınlık göstermeye başlamıştır. Sey (1998), apartmanlaşma sürecini hızlandıran iki önemli unsurun;

  • ‘Yap-sat’ usulü ve
  • ‘Kat mülkiyeti’nin yasallaşması olduğunu belirtmekte ve bu sürecin arkasındaki hâkim düşüncenin, kentsel rantı artırmak olduğunu ifade etmektedir.

Kat mülkiyeti, tek parsel üzerinde birden fazla kişinin bir araya gelerek gerçekleştirdikleri apartmanlarda, bir kat sahibi olmaları anlamına gelmektedir.

Bu dönemde kentlerin hızlı büyümesi ve geniş alanlara yayılmasıyla birlikte kamu tarafından inşa edilen kent-içi ulaşım altyapısının yetersiz kaldığı görülmektedir. Özellikle kent merkezi ve çevre konut alanları arasında ulaşım ihtiyacına karşılık olarak toplu taşım sistemiyle hizmet verilememiştir. Bu durum kentlerde enformel bir toplu taşıma, ulaşım ağının gelişmesine yol açmıştır. 1950-1960 yılları arasında küçük girişimciler, kentin ulaşım ihtiyacını karşılamaya yönelik olarak ‘dolmuş’ çözümünü bulmuşlar ve dolmuşlar, kitleleri kent merkezine ulaştırmak bakımından en etkili ulaşım biçimi olmuştur.

1950-1960 yılları arasında ulaşımın sağlanmasında, taşıt trafiğine öncelik verilmesiyle büyük kentlerde motorlu araçlar kullanımında önemli bir artış görülmüştür. Bu artışla birlikte kent-içi trafiğinde de sorunlar görülmeye başlanmıştır. Özellikle büyük kentlerin tarihi kent merkezlerinde trafiğin yoğunlaşması ve artan motorlu araçların yol açtığı sıkışıklık, “merkezi iş alanı içinde karmaşa ve kirlenme yaratmıştır”.

Planlı Kalkınma Dönemi: 1960-1980

Siyasal ve Ekonomik Arka Plan

Toplumsal ve siyasal anlamda 27 Mayıs 1960 Darbesi ile yeni bir dönem başlamıştır. 1961 Anayasası yürürlüğe girmiş ve demokrasinin ve devletin niteliğinde önemli değişiklikler yaratmıştır.

Hızlı kentleşme bu dönemde de sürmüş, ancak önceki dönemden farklı olarak kentleşmenin bir ölçüde de olsa yavaşlamasını sağlayan önemli etkenlerden biri, dışa göçün başlaması olmuştur.

1960’lı yıllarda Batı Avrupa ülkelerine başlayan dış göç, sonraki yıllarda Avrupa dışı ülkelere de yönelmiştir.

Kentlerde Konut Yapısı

Konut üretiminde 1950’li yıllarda başlayan gecekondu ve yapsatçılık 1960 sonrasında da bütün hızıyla devam etmiştir. Ancak 1970’lerde, düşük gelirliler için konut sorununa çözüm olarak görülen gecekondu artık çözüm olmaktan çıkmış, bununla birlikte yapsat usulü konut üretimi de yavaşlamıştır. Arsa maliyetlerinin çok fazla artmasıyla yapsatçılık yalnızca üst gelir grubunun konut ihtiyacına çözüm niteliği taşımıştır. Bu dönemde büyük kentlerde devam eden apartmanlaşma süreci ise 1970’lerde çok daireli tek bloktan, büyük ölçekli konut üretimine doğru gelişmeye başlamıştır.

1960’lı yıllarda gecekondulaşma ve yapsatçı sürece alternatif olarak toplu konut projeleri, kooperatifler ve belediyeler aracılığıyla konut sorununa çözümler aranmıştır.

Bu yıllarda, kentlerin hızlı gelişim sürecinde gecekondu ve apartman şeklinde farklı yerleşim alanlarında ortaya çıkan farklı konut biçimleri, kent dokusunda ikili bir yapının oluşmasına yol açmıştır. Bunlardan;

  • Biri modernite projesine uygun koşullarda gelişen bölgeler,
  • Diğeri ise kendiliğinden gelişen gecekondu bölgeleri olarak birbirinden ayrılmış ve farklı sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır.

Köyden kente göç edenler gecekondu mahallelerinde kendi toplumsal ilişki ağlarını, akrabalık ve hemşehrilik bağlarına yönelik olarak kurmuşlardır.

1960-1980 döneminde, gecekondu mahallerinde yaşayanlar kentin siyasal ve ekonomik yaşamında etkili olmuşlardır.

1970’lerin ikinci yarısında, artık denetimleri altındaki kentlere yönelik bir stratejileri vardı. Bu strateji, iktidarın siyasal merkezden yerel birimlere aktarılması, temsiliyet kanalının kitlelere öncelikle de gecekondularda yaşayanlara açılması, birlikte tüketim araçlarının kolektifleştirilmesi, diğer bir deyişle, kullanım değerinin değişim değeri karşısında öncelik kazanmasını içeriyordu (Şengül, 2001).

Gecekondu nüfusu, kentle bütünleşebilme amacıyla kentli gibi tüketim talebi geliştirmiş, bu talebi karşılamak için arz boşluklarının olduğu noktada kendisi üretim yapıp bu boşlukları kapatmış ve gene kendisi “enformel” dağıtım kanalları kurarak arzın talebe ulaşmasını sağlamış, talebi canlı tutup pazar yüzeyini genişletebilmiştir (Şenyapılı, 1998)

Enformel sektör ; kayıt dışı sektör olarak da ifade edilen, geçici, düzensiz, sigortasız, örgütsüz, kısa zamanlı ve kendi hesabına çalışma biçimlerini içeren bir sektör olarak tanımlanmaktadır.

Kentlerin yaşadığı dönüşümü ve ortaya çıkan kent oluşumunu belirleyen önemli faktörlerden biri merkezi iş alanında yaşanan değişimlerdir.

Kent-içi Ulaşım Biçimleri

Kentin merkezi iş alanındaki değişimlerin yanı sıra 1970’li yılların sonlarında Türkiye’de otomobil üretiminin başlaması da kentin yapısında önemli değişimlerin görülmesine yol açmıştır. Bu dönemde Türkiye’de otomobil üretiminin başlamasıyla özel araba sahipliği hızla yayılmıştır. Bu durum bir taraftan kent-içi trafik sorunlarına neden olurken diğer taraftan da kent merkezlerinde yoğunluğun düşmesine ve kent dışına doğru hızlı bir yayılmanın başlamasına yol açmıştır.

Kent-içi ulaşım sorununa yönelik olarak 1970’li yıllarda büyük kentlerde göreve gelen sosyal demokrat belediye yönetimleri tarafından otobüs işletmeciliğinde önemli gelişmeler olmuştur.

1973 yılında İstanbul’da birinci boğaz köprüsü ulaşıma açılmıştır. Boğaz Köprüsü ve otoyollar ile İstanbul’un Anadolu ve Avrupa yakası arasında ve yol güzergâhında gidiş ve gelişi kolaylaştırmıştır.

Ayrıca Planlı Kalkınma Dönemi’nde (1960-1980), 1961 Anayasası’yla birlikte planlı kalkınma ilkesi kabul edilmiş ve Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulmuştur.

Neoliberal Kentleşme Dönemi: 1980-2000

Siyasal, Ekonomik ve Demografik Arka Plan

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin ardından Türkiye, toplumsal yaşamın tüm alanlarında etkili olan siyasal ve ekonomik politikaların uygulandığı bir döneme girmiştir. Bu dönemde ekonomi politikalarındaki değişim, “küreselleşen dünyaya eklemlenme” yönünde ilerlemiştir. Türkiye, neoliberal ekonomi politikalarının yürürlüğe girmesiyle bu döneme kadar uyguladığı “iç piyasaya dönük ithal ikamesiyle kalkınma modeli”ni terk etmiş ve 1980 sonrasında “dışa açık, ihracata yönelik bir kalkınma modeli” benimsemiştir.

1983 ve 1984 yıllarında çıkan yasalarla belediye yönetimi değişmiş ve büyükşehir belediyeleri kurulmuştur. Bu yasalar, belediyelerin kaynaklarının önemli ölçüde artmasını sağlarken kent imar planlarının yapımında ve onayında da belediyeler yetki sahibi olmuşlardır (Tekeli, 1998). Doğan’a (2002) göre “belediyelere tanınan imar yetkisi, kentsel rantları sermaye birikiminin yatırıldığı kârlı alanlar haline getirilmesinin araçlarından biri olmuştur.”

Demografik dönüşümün mekânsal yansıması iki düzeyde ölçülmektedir:

  • Birincisi, yerleşim birimin nüfus artışı,
  • İkincisi ise bu yerleşimin aldığı ve verdiği net göçtür.

Bu kapsamda, Türkiye’de kentleşmenin belli bir doygunluğa ulaştığı görülmektedir. 1980 sonrası “toplam göç hareketleri içinde kırsal alandan kentsel alana yönelen göçlerin önemleri azalmış, buna karşılık 1980 sonrası kentler arası göçlerin önemi artmıştır” (Tekeli, 1998). Osmay’a (1998) göre ise “kentsel yerleşim sayısının artması ve ülke içindeki göçlerin, kentler arası göçlere dönüşmesi sonucunda kentsel nüfus oranında bir artış olmuşsa da doğurganlık oranındaki düşüş, 1990’lardaki kentsel nüfus artış hızını azaltmıştır.”

Yerleşim Yapısındaki Değişimler

Bu dönemdeki gelişmeler Tekeli’ye (1998) göre, ülkenin yerleşim yapısında da önemli değişikliklerin gerçekleşmesine yol açmıştır. Bunlardan;

  • İlki, İstanbul kentindeki değişimler,
  • İkincisi turizm yatırımları, dinlenme faaliyetlerinin gelişimi ve seracılıkla birlikte gelen kıyılaşma ve
  • Üçüncüsü ise Anadolu kentlerindeki sanayilerin dış pazar ilişkisinin gelişmesi olarak sıralanabilir.

Bu dönemde Türkiye’nin yerleşim yapısı değişirken, yeni yatırımların odağı haline gelen özellikle büyük kentlerde, kent merkezleri önemli ölçüde dönüşmekte, kentlerin konut yapısı, kent içi ulaşım biçimleri de değişmektedir.

Kent Merkezleri ve Konut Yapısı

Osmay (1998) kentlerde iki eğilim görüldüğünü belirtmektedir. Bunlardan;

  • Biri merkezileşme,
  • Diğeri ise merkez dışına yayılma eğilimidir.

Metropoliten kentlerde iş alanları sayıca artarken üretici hizmetlerin kent merkezlerinde yoğunlaşmakta, tüketici hizmetleri ise büyük kentlerin dışına çıkmaktadır.

Kentin yapılı çevre yatırımlarında önemli ölçüde özel sermaye yer almıştır. 1990’lı yıllarla birlikte ulusal ve uluslararası büyük şirketler tarafından inşa edilmeye başlayan alışveriş merkezleri, beş yıldızlı oteller, ofis binaları gibi büyük yapılar, özel sermayenin öncelikli yatırım alanları olmuştur.

Kent merkezlerinde yoğunlaşan faaliyetler, kentin dışına doğru genişlemeye başlamıştır. Bu genişleme sürecinde ana ve çevre yollarının yapılması kadar toplu konut uygulamaları da etkili olmuştur.

Sey’e (1998) göre, bu dönemde Türkiye’de “site” adıyla yeni bir toplu konut biçimi ortaya çıkmıştır: “Önce kent içindeki büyük boş alanlarda ve koruluklarda yer alan bu siteler, giderek kentin çevresindeki yeşil alanları kullanmaya” başlamışlardır.

“Zengin gettoları” olarak adlandırılabilecek bu yeni konut alanlarının temel özelliği “sağlıksız, güvenli olmayan ve kirli” kentin içinde ve çevresinde kalarak kendisini soyutlamasıdır” (Şengül, 2001). Mekânsal eşitsizlik 1980 sonrası kentleşme sürecinin en önemli sonuçlarından biri olmuştur.

Bu dönemde gecekondunun niteliği de değişmiştir. 1985 yılında kapsamlı bir yasa ile imar ve gecekondu affı çıkarılmıştır. Bu yasaya bağlı olarak gecekondu alanları hızla çok katlı ve düşük standartlı apartmanlaşmaya başlamıştır.

Kent-içi Ulaşım Biçimleri

1980 sonrası dönemde kentlerin sınırlarının genişlemesi ve nüfusun artması, kent içi ulaşım hizmetinin sağlanmasında sıkıntılara neden olmuştur. 1982 yılında özel halk otobüslerine ruhsat verilerek belediye otobüsleriyle birlikte toplu taşıma hizmet kapasitesinin artırılmasına çalışılmıştır.

1985 yılı toplu taşımacılıkta yeni bir dönemin başlangıcı olmuş ve belediyelerin Ankara, Konya, İstanbul gibi kentlerde metro ve hafif raylı kent içi ulaşım sistemlerini gerçekleştirme çalışmalarına başladıkları görülmüştür. Aynı zamanda özel araba kullanımının yaygınlaşması, artan trafik sıkışıklığını gündeme getirmiştir.