KENT SOSYOLOJİSİ - Ünite 5: Göç Kavramı ve Kuramları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Göç Kavramı ve Kuramları

Giriş

Göç, en basit anlamda, belirli bir hedef doğrultusunda ya da belirli bir hedef olmaksızın herhangi bir yere yönelen coğrafi insan hareketlerdir şeklinde tanımlanabilir. Göç olgusunda etkili olan temel bir nokta hareket olgusudur.

Göç Kavramı

Göçe dair kavram ve tanımlara geçmeden önce, göç için kullanılan kır/kent ve yapı/fail ikilikleri üzerinde kısaca duralım. Bu ikiliklerden birincisi kır-kent ayrımıdır. Klasik göç kuramları göçü farklı iki toplumsal form üzerinden tanımlamaktadır. Bunun temel nedeni, modern sanayi toplumunun kurulmaya başlamasıyla birlikte kırdan kente doğru yaşanan yoğun insan hareketidir. Bir diğer ikilik yapı-fail ilişkisidir. Yapı-fail ilişkisi sosyoloji literatüründe farklı şekillerde ifade edilse de sosyoloji için tarihsel ve sürekli tartışılan bir ilişkidir. Bu ilişki birinin diğerini mutlak olarak ve sürekli belirlediği bir ilişki değildir. Yapı failin yani bireyin eylemini belirlerken bazen de birey yapıyı belirleyebilmektedir.

Göç kavramını tanımlamak zordur, Çünkü her bir göç ve göç dalgası, gerek nedenleri gerek içeriği gerekse de gerçekleşme ve yaşanma şekliyle birbirinden farklı ve biriciktir. Göç olgusunu tanımlarken ilk bakmamız gereken noktalar, nüfus (göçmen ya da potansiyel göçmen), coğrafya (hedef ya da kaynak yer, bölge, ülke) ve harekettir (göç eylemi).

Göçün Tanımı

İlk görüş, hareketi dolayımsız, cismin özüne ait bir süreç olarak değerlendirerek, boşluğa bırakılan bir taşın yere düşmesini taşın içindeki düşme potansiyeliyle açıklama yoluna gitmektedir. İkinci görüş, hareket ve cismin birbirinden ayrı şeyler olduğunu savunarak bir cismin hareket etmesi için, o cisme dışarıdan bir etkide bulunulması gerektiğini savunmaktadır. Harekete dair bu iki farklı yaklaşımı kullanan Çelebi, hareketin sosyal boyutunu anlamak için toplumsal eylem kuramlarına, özellikle de iki klasik sosyolog Weber ve Parsons’ın toplumsal eylem anlayışlarına bakılması gerektiğini vurgulamaktadır (Çelebi, 1997:292–293). Çünkü hareketin sosyal boyutu olan göç olgusunun iki temel belirleyeni vardır; göçmen (yani birey) ve yapıdır (yani bireyi göçe yönlendiren etkenler).

Orhan Hançerlioğlu Toplumbilim Sözlüğü’nde göçü, “Bir yerden başka bir yere gitme” (Hançerlioğlu, 1986:158) olarak tanımlamaktadır. Özer Ozankaya ise Toplumbilim Terimleri Sözlüğü’nde, göç ve göç çeşitlerini şöyle tanımlamaktadır: “Göç: Bireylerin ya da toplumsal kümelerin yerleşmek üzere bir yerden başka bir yere gitmeleri. Dışagöç: Bir ülkedeki kimi bireylerin ya da toplumsal kümelerin başka bir ülkeye göç etmeleri. İçegöç: Bir ülkeye başka ülkelerden bireylerin ya da toplumsal kümelerin gelip yerleşmesi. İçgöç: Bir ülke sınırları içerisinde bireylerin ya da toplumsal kümelerin bir yerden başka bir yere gidip yerleşmeleri” (Ozankaya, 1980). Enver Özkalp ise, göçü tanımlayarak ikiye ayırmaktadır: “Üçüncü temel demografik süreç ise insanların bir coğrafik bölgeden diğer bir bölgeye olan hareketliliğini ifade eden göç olgusudur. Genelde iki tür göç söz konusudur. Grup göçü, bireysel veya aile göçü” (Özkalp, 1995:209). Fichter göçü tanımlamak için sosyal hareketliliği temel almış ve buradan hareketle bir tanımlamaya gitmiştir. Her türlü fiziksel hareketin göç olarak algılanabileceğini özellikle vurgulamaktadır. Göçleri, gönüllü ve zorla olmak üzere de ikiye ayırarak bireysel süreçleri biraz daha öne çıkarmaktadır. Fichter ortaya koymaya çalıştığı bu ikili tanımlama içerisinde şöyle bir göç tanımı yapmaktadır: “En genel yorumuyla hareketlilik kişilerin zamanda, fizik mekânda veya sosyal yapılardaki her tür devinimine veya göçüne işaret eder” (Fichter, 1996:154). Marshall Sosyoloji Sözlüğü’nde sosyolojik göç araştırmaları başlığı altında göçü şöyle tanımlamaktadır: “Göç (az veya çok) bireylerin ya da grupların sembolik veya siyasal sınırların ötesine, yeni yerleşim alanlarına ve toplumlara doğru kalıcı hareketini içerir. Sosyolojik göç araştırmaları çeşit çeşittir ve genelde akrabalık, toplumsal ağlar ya da iktisadi gelişme gibi konulara yönelik incelemeler gibi daha büyük problemlerin parçasını oluşturur” (Marshall, 1999:685). Cemal Yalçın Göç Sosyolojisi adlı kitabında göçe dair ortak noktalardan hareketle bir tanım yapmaya çalışmaktadır: “Göç, ekonomik, siyasi, ekolojik veya bireysel nedenlerle, bir yerden başka bir yere yapılan ve kısa, orta veya uzun vadeli geriye dönüş veya sürekli, yerleşim hedefi güden coğrafik, toplumsal ve kültürel bir yer değiştirme hareketidir” (Yalçın, 2004:13).

Jackson’a göre göç, fiziksel temelli bir hareketle ikamet yerini ve diğer birçok faktörü de değiştirmeyi başarmaktır. Fakat Jackson, bu fiziksel olarak adlandırdığı hareketin yanına, göçün bir toplumdan başka bir topluma doğru olduğunu ekleyerek ve iki ayrı toplum çerçevesinde tarihselliği de tanımının içine koyarak, göçün sosyal boyutuna da önemli bir vurgu yapmaktadır (Jackson, 1986:2). Faist çalışmasını göçmenlik ve göçmen ağları üzerine kurmakta ve göçmen ağlarının içeriğini araştırmaktadır. Faist göçü nerede ve nasıl gördüğü bağlamında tanımlamakta ve bu tanımı kendi araştırma zemini için işler kılmaya çalışmaktadır. “En genel şekliyle uzamsal hareket, bir mekândan diğerine, bir toplumsal veya siyasal birimden diğerine doğru aktarım olarak anlaşılabilir. Faist için göç, uluslararası boyutta bir olgudur ve Faist, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi’nin göç konusundaki yaklaşımını temel alarak şöyle bir belirlemeye gitmektedir: “Gerçekten, yaşam yerinin ulusdevletler arasında değiştirilmesi –göç alma ve göç verme- ve bir ulusdevletin alt birimleri arasındaki değişimi –iç-göç ve dış-göç- arasında bazı ayrışmalar bulmaktayız (aktaran Faist, 1985:524). En temel aşamada, kişi iç göç ile uluslararası göç arasında bir ayrıma gitmek için idari olarak belirlenmiş bölgesel birimleri kullanabilir. Faist için göçmen, belli bir zamanda yerleşmek için –ulusdevleti işaret ederek- ülke değiştiren kişi ve kişilerdir.

Castles ve Miller’e göre göç olgusu, hem göç alan hem de göç veren her iki toplumu ilgilendiren bir toplumsal eylemdir. Castles ve Millere göre çağımızdaki göç olgusunun dört temel eğilim:

  1. Göçün Küreselleşmesi: Çağımızdaki göç olgusuna etkisi olan kaynak sahalar, yani göç veren bölgeler çeşitlenmektedir. Buna bağlı olarak da göç alan ülkeler çok farklı kültürel geçmişe sahip olan göçmenleri almaktadırlar.
  2. Göçün Hızlanması: Günümüzdeki göç hacminin büyümesi beraberinde ülkelerin göç politikalarında değişime neden olmuştur.
  3. Göçün Farklılaşması: Çağımızda göç alan ülkeler sadece bir tip göçmen (örneğin konuk işçi) sorunuyla karşı karşıya değillerdir. Bu ülkeler emek göçü, mülteci, sığınmacı gibi birden fazla göç tipiyle karşı karşıyadırlar. Bu farklılaşma da, göçlerin durdurulması için ulusal ve uluslararası platformlarda mücadeleyi zorlayıcı bir etkendir.
  4. Göçün Kadınlaşması: Geçmişe göre karşılaştırıldığında çağımızda kadınlar, özellikle de emek göçü açısından, çok daha fazla bir şekilde göç eyleminin içerisinde yer almaktadırlar (Castles ve Miller, 2008:12).

Göç Kuramları

Ravenstein’ın Göç Kanunları

  1. Göç ve mesafe: Göçmenlerin büyük çoğunluğu sadece kısa mesafeli bir yere göç ederler. Bu kısa mesafeli göç, gidilen yerde göç dalgaları yaratan bir etkiye sahiptir. Ortaya çıkan bu göç dalgaları daha fazla göçmeni içine alabilecek olan büyük sanayi ve ticaret merkezlerine doğru yönelme eğilimindedir. Büyük merkezlere doğru yönelen göçün boyutlarını belirleyen de, bu gelişen sanayi kentlerindeki yerli nüfusun yoğunluğudur
  2. Göç ve basamakları: Kentin çevresel alanındaki kırsal bölgede meydana gelen seyrelme, uzak bölgelerden gelen göçmenlerce doldurulmaktadır. Uzak bölgelerden gelen göçmenlerin kendi yaşadıkları yerde yarattıkları seyrelme de, o bölgelere daha yakın yerlerden gelenlerle doldurulacaktır. Her bir basamak kente yakınlaştıkça ve kentin avantajları diğer göçmenler tarafından algılandıkça, göç tüm ülkeye yayılacak ve ülkenin her yerinde hissedilecektir. Yani Ravenstein’a göre göç olgusunun bir boyutu, basamaklı bir şekilde seyrelen ve boşalan yerlerin yakın bölgelerden gelen göçmenlerce doldurulmasıyla oluşan dalgalardır.
  3. Yayılma ve emme süreci: Göç olgusunda yayılma ve emme süreci birbirini destekler konumdadır ve bu süreçler birbiriyle el ele yürümektedirler. Yayılma ve emme sürecini benzer kılan temel nokta, ulaşılmak istenilen amaçtır. Yani yayılma ve emme süreçlerinde bir amaç birlikteliği vardır. Ravenstein’a göre göç, kendi başına amaç olamaz, bireyler sadece göç etmek istedikleri için yer değiştirmezler. Göçmenler için amaç, kentte gelişen ekonomik ve ticari faaliyetin getirisinden pay almaktır. Kentin getirisinden pay alma isteği ya da daha iyi yaşama arzusu, yayılma sürecini desteklemektedir. Yeni ve hızlı bir şekilde gelişmekte olan sanayinin ihtiyaç duyduğu işgücü göçle karşılanmakta ve böylece gelen göç, kentsel sanayi merkezlerince emilmektedir
  4. Göç zincirleri: Ravenstein için göç, bir bölümüyle zincirleme ve bir kez başladığında ardı ardına devam eden bir süreçtir.
  5. Doğrudan göç: Ravenstein ilk dört kanunda basamaklı ve zincirleme bir göçten bahsetmektedir. Fakat Ravenstein’ın beşinci kanunu doğrudan, uzun mesafeli ve basamaksız bir göç türüdür. Ravenstein ortaya koyduğu ilk beş göç kanunu, temelde iki göç modeli anlatmaktadır. İlk modelde, göç basamaklı bir şekilde, kısa mesafeli ve zincirleme olarak sanayi ve ticaret merkezlerine doğru gerçekleşmekte; ikinci modelde ise göç basamaksız, uzun mesafeli ve dolaysız olarak ticaret ve sanayi merkezlerine yönelmektedir. Bu göç modelleri çerçevesinde ortaya çıkan ortak nokta; göçün ticaretin ve sanayinin geliştiği büyük kentlere doğru olduğudur.
  6. Kır kent yerleşimcileri farkı: Ravenstein’a göre kentte yerleşik olarak yaşayanlar, kırsal kesimde yerleşik olarak yaşayanlardan daha az göç etme eğilimindedirler. Kente yönelen göçler, kentte yaşayan yerleşikleri çok fazla yerinden oynatmamaktadır.
  7. Kadın erkek farkı: Ravenstein’ın son göç kanunu cinsiyete aittir. Bu kanuna göre kadınlar, erkeklere oranla daha fazla göç etme eğilimindedirler. Ravenstein 1889 yılında yayınladığı ikinci makalesinde, kadınların iç göçler ve kısa mesafeli göçlerde erkeklerden daha fazla göç eğiliminde olduğunu tekrarlamış ve bir ekleme yapmıştır: Erkekler uzun mesafeli ve yurtdışı göçlere, daha fazla katılmakta ve daha yüksek bir göç eğilimi taşımaktadırlar (Yalçın, 2004:25).

İtme Çekme Kuramı

İtme çekme kuramının temel özelliği göçü, göçmene göre önceleyen bir kuram olmasıdır. Bu çerçevede Lee ilk olarak göçlerin karakteristik temel ortak özelliklerini ortaya koymaya çalışmış ve bunun için de göçe ait itici ve çekici faktörleri saptamış, analizine temel oluşturacak dört ana faktör belirlemiştir. Bunlar,

  1. Yaşanan yerle ilgili faktörler,
  2. Gidilmesi düşünülen yerle ilgili faktörler,
  3. İşe karışan engeller,
  4. Bireysel faktörlerdir (Yalçın, 2004:30).

Lee’nin kendi kuramına ait olarak belirlediği bu faktörler, itme çekme kuramının temel işleyişini ve bileşenlerini oluşturmaktadır.

Yaşanan Yer- Engeller- Göç Edilecek Yer

Lee’nin kuramda vurguladığı bir boyut göçün belirleyenleridir. Lee göçün belirleyenleri olarak iki boyut ortaya koymaktadır. Bu belirleyenlerden ilki, kişisel (mikro) faktörler, diğeri ise kişisel olmayan (makro) faktörlerdir. Kişisel farklılıklara ve kişinin içinde bulunduğu durumsal bağlamları temel alan mikro faktörler; göçün İtme-çekme faktörleri zaman, mekân ve kişiye göre değişen, hatta aynı kişi için zaman farklılığına bağlı olarak değişebilecek olan faktörlerdir. dikkat İtmeçekme faktörleri ve bu faktörlerin çağımızdaki göç olgusuna etkisi hala devam etmektedir. dikkat Mikromakro ilişkisi, sosyolojideki temel ve tarihsel konulardan bir tanesidir. dikkat 114 Göç Kavramı ve Kuramları beraberinde getireceği hukuksal ve sosyal belirsizlik, göç mesafesi, ulaşım için ödenecek bedel ve ulaşım imkânları gibi çeşitli etmenlerdir. Göçü engelleyen makro faktörler ise, katı göç kanunları, ırk ya da ulusal kimliğe gönderme yapan göç sistemleri, göç için fiziksel uygunluk ve sağlamlık kontrolleri gibi göçmenlerin karşılaşabileceği daha üst düzeydeki faktörlerdir (Todaro, 1976:17–18). Lee’nin itme çekme kuramı çerçevesinde, özellikle üzerinde durduğu bir diğer nokta da, yaşanan yer ile göç edilecek hedef yer arasında bulunan engelleyici faktörlerdir.

Petersen’in Beş Göç Tipi

Petersen bireysel ve sınıfsal farklılıkları da gözeterek, beş göç tipi oluşturmuştur.

  • İlkel (primitive) göçler: Bu göçler doğal çevrenin yarattığı itme etkisiyle oluşan göçlerdir. Petersen, göçebe toplulukların dönemlik göçlerini de bu göç tipi içerisinde tanımlamaktadır. Fakat asıl üzerinde durduğu konu, kuraklık, kötü hava şartları gibi çevrenin yarattığı fiziksel zorluklardan kaynaklanan ve bu sebeplerle yaşanan toplu göçlerdir.
  • Zoraki (forced) ve yönlendirilen (impelled) göçler: Petersen, ilk göç tipinde ayırt edici özellik olarak doğanın yarattığı baskıyı kullanırken; ikinci göç tipi olan zoraki göç ve üçüncü göç tipi olan yönlendirilen göçte, sosyal durumun yarattığı baskıyı ayırt edici bir özellik olarak kullanmaktadır. Petersen’a göre, sosyal bir baskıya rağmen bireyler ya da bir toplumun göç etmede bir karar mekanizması kullanabilmesi ve bu karar mekanizmasının işletme gücünü ellerinde bulundurması yönlendirilen göç anlamına gelmektedir. Ancak, potansiyel göçmenler, göç kararı üzerinde herhangi bir inisiyatife sahip olmaması zoraki göçe karşılık gelmektedir
  • Serbest (free) göç: Yukarıdaki göç tiplerinin serbest göçten farkı, temel bir belirleyenin varlığıdır. Oysaki serbest göç tipinde kişiler, topluluklar ve toplumlar üzerine uygulanan her hangi bir zorlayıcı durum ve itici bir güç yoktur. Petersen’in tipleştirdiği serbest göçte, göçmen kesin ve kararlı bir şekilde kendi göç kararını vermekte ve buna göre hareket etmektedir. Bu göç tipi büyük kitlesel göçleri değil, bireysel tercihlerle ilerleyen kişisel göçleri tanımlamaktadır.
  • Kitlesel (mass) göç : Petersen’e göre dünyadaki göçün üçüncü basamağı olan bu göç tipi, teknolojik gelişmeye paralel ilerleyen bir durumu ifade etmektedir. Petersen dünyadaki ulaşım yollarının ve imkânlarının gelişmesiyle, göçün kitlesel bir duruma geldiğini ifade etmektedir. Bu göç tipinin en belirgin ve diğer göçlerden ayrılan özelliği, göçün kolektif bir olgu hâline gelmesidir. Bir diğer ifadeyle, teknolojik gelişme ve öncü göçmenlerin kurdukları göçmen ağları, yeni göçmenleri göçe cesaretlendirmiş ve kitlesel göçü yaratmıştır (Petersen, 1958:259–263).

Kesişen Fırsatlar Kuramı

Bu kurama genel olarak bakıldığında, mikroya yönelik, göç konusunda bireylerin kararları ve bu kararlara iten sebepler üzerine yoğunlaşan ve sosyal aktör olarak göçmeni ön plana çıkaran bir kuram olduğu söylenebilir. 1940 yılında Stouffer ilk kez kesişen fırsatlar (intervening opportunities) kuramından bahsetmiştir. Kurama göre, göç olgusunda önemli olan noktalar, göç edilecek mesafe, göç edilecek yerdeki imkânlar ve bu imkânların miktarıdır. Fakat Stouffer oluşturduğu kuramda, bu üç önemli faktörden mesafeyi analiz nesnesi olarak diğer faktörlerin önüne koymaktadır. Stouffer’a göre, göç çalışmalarında çekim etkisi üzerinde daha fazla durulmalıdır. İki farklı merkezdeki çekim etkileri, göç edilecek yerle çekim merkezi arasındaki mesafe dikkate alınarak analiz yapılmalıdır (Stouffer, 1940:846). Göç edilecek yerdeki iş imkânlarının çokluğu ve göç mesafesinin kısalığı, o çekim merkezine göç eden kişilerin sayısını artıran faktörlerdir (Jansen, 1970:11). Kesişen fırsatlar kuramına göre, göç edilmesi düşünülen iki merkez varsa ve bu merkezlerdeki fırsatlar eşitse, göçmenler yakın olan merkeze doğru göç edeceklerdir. İç göçlerin oluşmasında, “daha yüksek gelir, kentin kırsal kesime göre daha iyi ve rahat yerleşme olanağı” (Tatlıdil, 1993:60) vermesi etkili olmaktadır.

Merkez Çevre Kuramı

Bu kuram, Merkez Çevre kuramı ya da Bağımlılık Okulu olarak da adlandırılmaktadır ve Samir Amin, Immanuel Wallerstein, Andre Gunder Frank gibi düşünürler kuramın geliştirilmesinde etkili olmuşlardır. Kurama göre dünya, merkez ve çevre olmak üzere ikiye ayrılmış ve bu ikili dünya birbirine ekonomik temelde bağımlı olarak var olabilmektedir, merkez çevre kuramının modern dünyadaki temel işleyişi, kapitalizm ve ulus-devlet temellidir. Merkez çevre kuramı sadece bir göç kuramı değil, dünyada yaşanan sosyal bütünlüğü anlayıp algılamaya çalışan bir kuramdır. Wallerstein merkez ve çevre arasındaki ilişkiyi ekonomik temelli ve kapitalist ilişkiler bağlamında tanımlamaktadır. Bu kurama göre kapitalist ilişkiler hem ülke içinde, hem de ülke dışına doğru uluslararası göç hareketine neden olmaktadır.

Göç Sistemleri Kuramı

Göç sistemleri kuramına göre göç, iki ülke arasında göçten önce mevcut olan bir ilişkiden kaynaklanmaktadır. Göç sistemleri kuramına göre mikro yapılar, göçmenlerin kendi aralarında göç ve yerleşim sorunlarıyla baş edebilmek için geliştirdikleri enformel sosyal ağlardır. Gelişen bu yapıyı ve bu ilişkileri tanımlamak için, literatürde daha önceleri göç zinciri kavramı kullanılmaktaydı. Göç zinciri kavramı sadece göçe ait bir durumu açıklarken, ağ kavramı göçmenliğe ait bir durumu da açıklamakta ve göçmenler arasındaki ilişkiler sistemine atıfta bulunmaktadır. Göç sistemleri kuramına göre, mikro yapıların dayandığı temel nokta ortaya çıkan sosyal ağlarıdır. Bu sosyal ağların oluşmasını sağlayan ve aynı zamanda göçmen ağlarının taşıdığı temel değerler “kültürel sermaye” ve “sosyal sermaye” olarak ifade edilmektedir.

Faist göç sistemleri kuramının üç ana niteliğinden söz etmekte ve bunları da şöyle sıralamaktadır:

  1. Göç sistemlerinin, hareketlerin ortaya çıktığı bağlamları oluşturduklarını ve bu sistemlerin kalmak ya da gitmek tavırlarında etkili olduğunu varsaymaktadır. Temel olarak bir göç sitemi birbirine insan akışı ve karşı-insan akışlarıyla bağlı iki ya da daha fazla mekân –genelde ulusdevlet- içerirler.
  2. Göç sistemleri kuramı göç sistemlerindeki süreçler üzerine yoğunlaşmaktadır. Hareket birdefalık bir olay değildir, aksine zaman içinde bir olaylar silsilesini barındıran aktif bir süreçtir (Boyd, 1989:641). Göç hareketleri dinamikleri kuramlaştırılması, hareketin çizgisel, tek yönlü, itici ve çekici, neden-sonuç hareketi olduğu hususundan; göçün içindeki bir parçada görülen değişimin bütün sistemleri etkilediği, döngüsel, birbirine bağlı, gelişim anlamında karmaşık ve kendi kendini değiştiren sistemler üzerine vurguda bulunan düşüncelere yönelmektedir (Magobunje 1970:4).
  3. Ulus-devletler arasındaki ekonomik eşitsizlikler ve göç alan ülkelerin kabul etme siyasaları gibi önemli etmenler bağlamında bireyler, hane halkları ve aileler kalış veya gidiş alternatifleri – çıkış, fikirlerini ifade etme ve in situ adaptasyonun çeşitli biçimleri- ile başa çıkmak amacıyla stratejiler geliştirirler.

İlişkiler Ağı (Network) Kuramı

İlişkiler ağı kuramının göçü, göçmen ve göçmenlik üzerinden anlamaya ve analiz etmeye fırsat verdiği için diğer göç kuram ve modellerinden farklıdır. İlişkiler ağı kuramının temelini; göçmenlerin göç ettikleri ülkede, aynı zamanda göç alan ülke ile göç veren ülke arasında da kurdukları sosyal ağların varlığı ve bu ağların süre giden karşılıklı göçler üzerine olan etkisi oluşturmaktadır. Bu ağlar, hemen her tür sosyal temele ve değişkene bağlı olarak kurulmuş, güçlü ve zayıf ağlar olabilir. Göçmen ilişkiler ağı, geldikleri ülke ile yeni yerleştikleri ülkelerde eski göçmenler, yeni göçmenler ve göçmen olmayan kişiler arasında ortak köken, soydaşlık ve dostluk bağlarından oluşan kişiler arası bağlantılardır (AbadanUnat, 2002, s.18) Ağ kuramına göç iki ülke arasında öncül göçmenler aracılığıyla kurulmaktadır. Kurulan bu ağ zaman içerisinde ekonomik ve siyasi ilişkileri kapsayacak kadar karmaşık bir hale dönüşebilir. göçmen ağlarıyla birlikte geliştirilen bazı değerler, göçmenleri ve göçmen ailelerini de etkilemektedir. Yaşanan bu etkilerden bir tanesi de, göçle gelinen ülkede göçmen ailelerinin ataerkil yapısında belli kırılmaların gözlenmesidir. Daha önce belirtildiği üzere, küreselleşme sürecinin işgücü üzerindeki etkilerinden bir tanesi de, ucuz işgücüne olan aşırı taleptir. Bu talebin yarattığı sonuç ise kadınların ve çocukların çalışma hayatının içerisine itilmesidir. Göçmen ağının göçmenler üzerindeki bir diğer etkisi ise kendi grubunun içine kapanmadır. Ağın varlığı sayesinde tüm ihtiyaçlarını kendi grubu içerisinde karşılayan yeni göçmen kişiler, daha çok kendi grubunun içine kapanmakta ve göç ettiği ülkedeki halkla temastan kaçınmaktadır.

Jeff Crisp uluslararası göçmen ağlarının birçok etkisini ve işleyişini dört ayrı kısımda incelemektedir. Crisp’e göre uluslararası göçmen ağlarının ilk etkisi bilgiye yöneliktir. Var olan göçmen ilişkiler ağının ikici etkisi, potansiyel göçmenin ülkesinden ayrılıp hedef ülkeye gitme maliyetini karşılama ve bu maliyeti en aza indirmeye odaklıdır. Crisp’e göre uluslararası göçmen ağının üçüncü etkisi, illegal göçü artırma ve illegal göçün organizasyonuna zemin hazırlamaktır. Göçmen ilişkiler ağı bir ülkeden diğerine göç edecek olan kaçak göçmenler için gerekli olan alt yapı organizasyonunu yapmaktadır. Ağın son etkisi ise varılan ülkedeki desteğe yöneliktir. Kurulan ağ göçmenlerin ilk geldikleri dönemdeki geçimlerini sağlamakta ve yeni gelenleri bu bağlamda desteklemektedir (Crisp, 1999:6–7). Fakat Crisp’in göz ardı ettiği nokta, gerek yasal gerekse de yasal olmayan göçlerin sürekliliğinin göçmen ilişkiler ağını güçlendirmesi ve genişletmesidir.

Ağ Kuramının güçlü yönü göç olgusunu sadece yapısal faktörler üzerinden değil, göçmen bireyin bireysel etkileri üzerinden de anlamaya çalışmasıdır.

Türkiye’nin Göç Deneyimi

Cumhuriyetin kuruluş döneminden sonra ülkenin yaşadığı ilk köklü değişim 1950’li yıllarda yaşanmıştır. Bu dönemin göç olgusu için temel itici güçleri tarımda makineleşme ve şehirlerde yaşanan kapitalist birikim sürecidir. Tarımda yaşanan makineleşme, toprakların miras yoluyla bölünmesi, çeşitli nedenlerle topraksızlaşma, hızlı nüfus artışı ve kırsal yoksulluğun artması kırdan kente doğru kitlesel bir göçü başlatmıştır. Ayrıca bu sürece eşlik eden kentlerdeki kapitalist birikim ve ülke içindeki ulaşım imkânlarının artmış olması bu süreci destekleyen diğer faktörler olmuştur. 50’li yıllarda başlayan kırdan kente göç süreci 70’li yılları da kapsayacak şekilde sürmüştür. Bu sürece eşlik eden bir diğer gelişme, kentlerdeki kapitalistleşme süreciyle birlikte başlayan sanayileşme hamlesi ve sanayide çalışacak olan işgücüne duyulan ihtiyaçtır. Kırda açığa çıkan işgücünün çok hızlı bir şekilde şehirlere akması 60’lı yıllardan başlayarak bir başka sorunu ortaya çıkarmıştır. Bu sorunu ‘hızlı’ ve ‘çarpık’ kentleşme olarak ifade edebiliriz 1980’lere kadar gelen bu göç süreci Özallı yıllar olarak adlandırılan, liberal piyasa ekonomisinin etkisiyle farklı bir mecraya kaymıştır. Bu yıllar ekonomide serbest piyasanın hakim olduğu, yoğun özelleştirmelerin gerçekleştiği, buna bireysel liberalleşme ve özgürlüklerin eklendiği bir dönem olmuştur. Eğitim, ulaşım, sağlık gibi sosyal hizmetlerin sunumunun kentsel alanlarda artışı, Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu bölgesinde terör sorunu ve güvelik zafiyetinin baş göstermesi, bu dönemde yaşanan kırdan kente göçün başat faktörleri olmuşlardır. Fakat bu dönemin diğer dönemden farkı göçün üç büyük ilden daha ziyade Bursa, Mersin, Adana, Gaziantep gibi diğer kentlere yönelmesidir

Ülkemizin ikinci göç deneyimi ise yoğun olarak Avrupa ülkelerine, özellikle de Almanya’ya; yaşanan dış göçtür. Türkiye’den Avrupa’ya göçün tarihsel başlangıcı II. Dünya Savaşı sonrasına, 1950’li yıllara rast gelmektedir. Buna bağlı olarak Doğu Avrupa, Balkan ülkelerinden ve Batı Afrika ülkelerinden Avrupa’nın içlerine hızlı bir göç dalgası yaşanmıştır. Yine aynı dönemde Türkiye’den göçmen işçiler Avrupa’ya geçmeye başlamışlardır. 1950’li yılların ortak özelliği bireysel girişimler sayesinde çok düşük sayıdaki göçmen işgücünün Almanya’ya gitmesidir. Çünkü bu dönem Türkiye’de seyahat yasağının olduğu ve yurtdışına çıkışların özel izine tabi olduğu yıllardır. Bu sorun 1961 anayasasıyla çözülmüş ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları seyahat etme özgürlüğünü kazanmıştır. Bu gelişmenin ardından özel iş ve işçi bulma ofislerinin açılmasıyla Türkiye’den Almanya’ya konuk işçi olarak giden kişilerin sayısı hızla artmıştır. 60’lı yılların sonunda yaşanan ekonomik kriz özellikle Almanya’yı derinden etkilemiştir. Bu gelişmeyle birlikte Almanya’da işini kaybeden Türk işçiler diğer Avrupa ülkelerine geçmişlerdir.

Burada bahsedilmesi gereken bir diğer göç meselesi de, Suriyeli göçüdür. Tarihsel perspektiften bakıldığında ülkemizin yaşadığı en önemli göç olayı Suriye’den Türkiye’ye ve Türkiye’den de Avrupa’ya doğru yönelen göç dalgasıdır. Tunus’ta üniversite mezunu olup işportacılık yapan Muhammed Bouazizi’nin Aralık 2010 da kendisini yakmasıyla başlayıp, sosyal medya üzerinden organize olan grupların yarattığı eylemlilik hali ve değişim talepleri, en genel adıyla Arap Baharı olarak adlandırılmaktadır. Bu sürecin günümüzde etkisini sürdürdüğü ülke Suriye’dir.