KENT SOSYOLOJİSİ - Ünite 6: Kentsel Yoksulluk Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 6: Kentsel Yoksulluk
Yoksulluk Kavramı
Yoksulluğun tanımı genel olarak;
- Mutlak yoksulluk,
- Göreli yoksulluk,
- İnsani yoksulluk ve
- Toplumsal dışlanma kavramları etrafında tanımlanabilir.
Yoksulluk Tanımları
Mutlak yoksulluk birey, aile ve toplumsal grupların gıda, barınma, giysi gibi temel biyolojik ihtiyaçlarını karşılayabilecek asgari gelir ve tüketim düzeyinin altında kalması olarak tanımlanabilir. Temel biyolojik ihtiyaçlara eğitim (okuryazarlık), sağlık (yaşam beklentisi), kamusal hizmet alanında (güvenilir suya erişim, vb.) yer alan temel ihtiyaçlarda eklenerek mutlak yoksulluk tanımı genişletilmiştir.
Göreli yoksulluk geçinebilmek için içinde bulunulan toplumun ortalama yaşam standardının altında bir gelir ve tüketime sahip olmasıdır.
İnsani yoksulluk kavramı, kişinin var olan kapasitesini geliştirebilmesi ve kullanabilmesi için fırsatlara erişimidir.
Toplumsal dışlanma, Avrupa’da 1980’den sonra sosyal politika ve akademik tartışmalarda yoksulluk yerine kullanılan bir kavramdır. Yoksulluk basitçe maddi ve parasal bir sorun olarak gelir yoksulluğu olarak görülürken, dışlanma gelir yoksulluğu dışında geçinme, istihdam, kazanç, mülkiyet, konut, asgari tüketim, eğitim, vatandaşlık gibi yoksunluk durumlarını da anlatmaktadır.
Yoksulluk Ölçümü
Yoksulluğu ölçmenin en temel amaçlarından bir tanesi yoksul kişiyi tanımlayabilmek ve böylece hedefe uygun müdahaleler geliştirebilmektir.
Yoksulluk çözümlemesinde kullanılabilecek verileri toplamak için birkaç veri toplama tekniği mevcuttur. Bunlar şöyle sıralanabilir:
- Nüfus sayımı,
- Hane halkı anketleri,
- Milli gelir hesapları,
- Yaşam standardı ölçüm anketleri,
- Nüfus ve sağlık araştırması,
- İstihdam anketleri,
- Nitel ve katılımcı yoksulluk analizleri.
Yoksulluğun Nedenleri Yoksulluğa ilişkin dört temel yaklaşım, iki ana tema üzerinden ele alınabilir:
- Birincisi, yoksulluğun bireysel mi yoksa yapısal faktörlerden mi kaynaklandığı tartışması;
- Diğeri, yoksulluğun belli sebeplerin yan ürünü mü yoksa sistemin mi özsel/içsel özelliği olduğu tartışmasıdır.
Bireysel Nedenler
Yoksulluğu bireysel özelliklerle açıklayan yaklaşım, aile yaşamı, toplumsal ilişkilerin biçimi, hayata karşı alınan kaderci ya da umutsuz tutum gibi nedenleri temel alır.
Yoksulluk Kültürü Yaklaşımı
Yoksulluğun nedenlerini açıklamakta bireysel özelliklere vurgu yapan yoksulluk kültürü yaklaşımı özellikle muhafazakâr kesim tarafından “kurbanı suçlayan” bir yaklaşım biçimine dönüştürülmüştür.
Lewis’e göre, aşağı tabakadaki yerleşim yerlerinde bireysel davranış özellikleri, aile yaşamı, değerler sistemi, para harcama şekli, çalışmaya karşı tutum ve toplumsal ilişkilere kadar pek çok alanda köy, kent hatta ulus farklılıklarının da üstüne çıkan evrensel özellikler bulunmaktadır.
Lewis “La Vida” (İşte Hayat), “Sançez’in Çocukları” ve “Beş Aile” adlı çalışmalarında yoksulluk kültürünün özelliklerini şu alt kategorilerle açıklamıştır:
- Bireysel özellikler,
- Aile içi ilişkiler,
- Kentle bütünleşme,
- Ekonomik özellikler,
- Toplumsal ve psikolojik özellikler.
Refah Sisteminin Yan Ürünü Olarak Yoksulluk
Yoksulluğun toplumsal sistemin bir yan ürün olduğu görüşü Liberal Reformistler tarafından olduğu kadar muhafazakârlar tarafından da benimsenmiştir. Murray, bu programların insanları yoksulluktan kurtulmak için stratejiler üretme konusunda sorumsuz hale getirdiği ve insanların yoksulluklarını sürdürmelerini teşvik edici etkisi olduğunu ileri sürer. Çözüm ise sosyal programları ortadan kaldırarak yoksulların çalışmaya başlamalarını ve sorumluluk almaları ve böylece kendilerini yoksulluktan kurtarmalarını sağlamak olmalıdır.
Toplumsal Sistemin/Kapitalizmin Sonucu Olarak Yoksulluk
Yoksulluğu açıklamakta bir diğer yaklaşım, toplumsal sistemin yarattığı sonuçlar üzerinde durur. Buna göre, yoksulluk tesadüfî bir şey değildir, çağdaş kapitalizmde yoksulluk sınıf sömürüsüne dayanır. Bu yaklaşım biçimine göre, yoksulluğun son derece önemli politik uygulamaları vardır. Bu yaklaşımın en önemli versiyonu Marksist gelenek olarak tanımlanan ve yoksulluk çağdaş kapitalizmde sınıf sömürüsü temeline dayanmaktadır.
Baskı, bir grubun meşru olmayan yollardan kaynaklara ulaşıp diğer grupları dışladığında ortaya çıkar. Sömürü ise diğerlerinin emeğinin ürünlerine sahip çıkmak demektir. Sınıf analizi sömürü ve baskı ilişkilerini içerdiği ölçüde, güçlü aktörlerin çıkarları diğerlerinin yoksunluk içinde bulunmasına neden olmaktadır. Yoksulluk, çıkar ve iktidarın bu mantığının spesifik bir sonucudur.
Sınıf, sömürü ve yoksulluk kavramlarının analizi, yoksulluk problemini iki alt soruna bölmektedir:
- Sömürü ilişkileri içinde oluşan yoksulluk ve
- Baskının yarattığı yoksulluk.
Birincisi, çağdaş politik söylemde çalışan yoksullar, diğeri ise sınıf-altı olarak tanımlanmaktadır.
Sınıf-Altı: Bireyin Suçu mu? Yapıların Sonucu mu?
Sınıf-altı, ekonomik anlamda baskı altında olan ancak sürekli olarak bir sınıf sistemi içinde sömürülmeyen bir toplumsal aktörler kategorisi olarak tanımlanabilir. Burada temel nokta, bazı insanların verimli kullanılabilir işgücü olmamasıdır.
Alcock’a göre, sınıf-altını ortaya çıkaran dört temel neden;
- İşsizlikteki artış,
- Sınıf bölünmelerinin artması,
- Yükselen yaşam standartlarından yoksulların dışlanması ve
- Başkalarını düşünmekten kendi çıkarlarını düşünmeye doğru tutum değişikliğidir.
Kentsel Yoksulluk
Dünya nüfusunun giderek artan bir şekilde kentlerde yaşaması kent yoksulluğu olgusunun ortaya çıkmasına neden olan bir etken iken, küreselleşmenin çok boyutlu etkileri diğer önemli nedeni oluşturmaktadır. Özellikle, kent yoksulluğu olgusu gelişmiş ülkelerde de bir sorun olmasına karşın, özellikle azgelişmiş ülkelerin kentlerinde yaşanan yoksulluğun niceliği, şiddeti ve derinliği gelişmiş ülkelerden önemli farklılıklar göstermektedir. Bu bağlamda, kentsel işgücü piyasasından, eğitim ve sağlık olanaklarından, temiz içme ve kullanma suyundan yararlanma olanaklarına kavuşamayan bir kent yoksulu profili ortaya çıkmaktadır.
Yeni Kentsel Yoksulluk
Castells ve Henderson’un kavramsallaştırmasıyla “işgücünün aşırı sömürüsünün” ortaya çıktığı yeni bir dönemi anlatır. 1980 sonrası kullanılmaya başlayan yeni kent yoksulları çalışan yoksulları içermektedir. Çalışan yoksullar kavramı ise kötü çalışma koşullarında emeklerini kullanan, düşük ya da düzensiz ücret kazanan, sosyal güvenlik sisteminin dışında kalan toplumsal kesimi anlatmak için kullanılmaktadır.
Kent Yoksulluğu ve Boyutları
Kent yoksulluğu kavramı üzerinde bir görüş birliği olmamasına karşın;
- Ekonomik ve
- Antropolojik olmak üzere birbirini tamamlayıcı iki yaklaşım biçimi vardır.
Geleneksel ekonomik temelli yaklaşım, yoksul grupları ortak bir maddi refah endeksi altında kategorileştirmeye karşı çıkar. Yaşam beklentisi, bebek ölümleri, beslenme, gıdaya harcanan bütçenin hane halkı toplam bütçesine oranı, okuryazarlık, okullaşma oranları, sağlık klinikleri ya da içme suyuna erişimi, gibi bir dizi sosyal göstergeleri içeren gelir ya da tüketim örüntülerini kullanır. Antropolojik yaklaşım ise üçüncü dünya ülkelerinde yoksulluğun tanımının yerel düzeydeki değişimlerini ve maddi olmayan yoksunluk ve toplumsal farklılaşma dinamiklerini de göz önüne alarak yoksulluk tanımını genişletirler.
Kentleşme kendini kent nüfusunun belirgin oranda yükselen yoksulluğuyla ortaya koymaktadır.
Kent Yoksulluğunun Boyutları
Gelir
Gelir düzeyine ilişkin yoksulluk tanımlaması, kişinin temel ihtiyaçlarını karşılayamaması ve hizmetlerden yararlanabilmesi için gerekli paraya sahip olmamasıdır. Kentsel ekonomi insanlara bir taraftan büyüme ve istihdam yaratılması konusunda pek çok olanaklar sunarken diğer taraftan da, düşük ücretler, işsizlik, sosyal güvenlik olanaklarından uzak olmak, olumsuz çalışma koşulları gibi sorunları da içinde barındırmaktadır.
İktisadi krizlerin gerçek gelirler üzerine olumsuz etkisi, eğitim, sağlık, altyapı, ulaşım gibi kamu hizmetlerinin kent yoksullarına ulaşmasındaki yetersizlikler, küçük işletmeler üzerinde düzenleyici kısıtlamalar, krediye ulaşım olanaklarının sınırlandırılması; kayıt dışı çalışmanın sürdürülmesine ve buna bağlı olarak da işçilerin savunmasızlık durumları ve mağduriyetlerini arttırmasına neden olmaktadır.
Gelir yetersizliğinin yoksulluğun yeniden üretimindeki en önemli etkileri şöyle sıralanabilir:
- Bir ev ya da arazi gibi bir mülke sahip olamamanın getirdiği fiziki sermaye varlıklarının olmayışı;
- Sağlıksız içme ve kullanma suyu ve sağlığı bozacak kötü barınma koşulları gibi yeterli nitelik ve nicelikte kamu hizmetlerine ulaşamama;
- Eğitimsiz ve sağlıksız olmanın getirdiği stress, iyi beslenememe eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşamamanın sonucu olarak niteliksiz insan sermayesi;
- Aile içi şiddet ve suç gibi nedenlerin yol açtığı düşük toplumsal sermaye.
Sağlık
Kentsel yoksulluğun sağlık boyutuna bakıldığına karşımıza şunlar çıkmaktadır: Son derece kalabalık ve sağlıksız yaşam koşullar ve konutlarda sürdürülen hayatlar.
Kişilerin sağlıklı bir yaşam sürmelerini engelleyebilecek yönetim politikalarına ilişkin nedenlere bakıldığında ise şunlar sıralanabilir: Arsa ve konut düzenlemelerinin, sağlıklı konutların satın alınabilmesini engellemesi ve bunu sonucu olarak da kent yoksullarının çevre felaketi riski yüksek ve kirlenmiş alanlarda konut edinmek zorunda kalmaları, su ve kanalizasyon, katı atık bertarafı gibi hastalık taşıyıcısı faktörlerin kontrol edilmediği, çevre ve sağlığa ilişkin kötü çevre politikası uygulamaları ve kamu hizmetlerinin yetersizliği, çalışanların iş güvenliğinden yoksun olmaları, aileler ve gençler için güvenlik ağları ve sosyal destek sistemlerinin yetersizliği.
Kent yoksullarının sağlık olanaklarına ulaşamamasının etkilerine bakıldığında ise;
- Kişini bir iş sahibi olamaması,
- Yeterli gelir elde edememesi,
- Niteliksiz eğitim ve sağlık sorunları nedeniyle çocukların öğrenme güçlükleri çekmesi,
- Düşük kilolu çocuklar, aile içi eşitsiz besin dağılımı, kişinin sağlığı için gerekli vitamin ve mineralleri alamamasının beslenme sonuçlarını etkilemesi,
- Bu konuda en savunmasız durumda olanların kadınlar ve çocuklar olması,
- Ülkelerin gelişmişlik düzeyinin beslenmeyi belirlemesi, örneğin, azgelişmiş ülkelerin en yoksul hanelerindeki çocukların en zengin hanelerindeki çocuklardan iki kat daha düşük kilolu olması, olarak sıralanabilir.
Eğitim
Yoksulluğun bir kısır döngü içinde yeniden üretilmesinde önemli etkenlerden birini oluşturan eğitim boyutuna bakıldığında ise, kent yoksulları açısından, hızla büyüyen kentlerde okul sayısındaki yetersizlikler eğitime ulaşmanın önündeki önemli kısıtlardan biri olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, okul masraflarının karşılamaması, okula düzenli devamın sağlamaması yoksulluğun hem nedeni hem de sonucu olarak önemli unsurları oluşturmaktadır.
Yönetim politikalarının eğitim boyutuyla yoksulluğun sürmesinde ele alınabilecek önemli eksiklikleri ise kamu otoritelerinin uygun derslik ve yeterli sayıda okul sağlayacak kapasitede olmaması, ailenin yaşadığı ekonomik sıkıntılara karşın çocuğun okula devamını sağlayacak güvenlik ağlarının eksikliği ve toplu taşıma araçlarının yetersizliği sıralanabilir.
Eğitim olanaklarına ulaşamamanın kent yoksulluğu üzerine etkileri ise;
- Düzenli ve sürekli bir iş sahibi olamamak;
- Çocuk işçiliği,
- Sokakta yaşayan çocuklar,
- Okul çağındaki gençler için yapıcı aktivite eksikliği ve bunun gençler arasında suça yatkınlığı arttırması,
- Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yeniden üretilmesi,
- Okula devam ve okulda kalma süresinin düşük olmasının getirdiği kalitesiz eğitimin geleceğin niteliksiz işgücünü yaratması, olarak sıralanabilir.
Güvenlik
Yoksulluğun güvenlik boyutu;
- Gayrimenkul güvenliği ve
- Kişisel güvenlik olmak üzere iki başlık altında ele alınmaktadır.
Yoksullara gayrimenkul güvenliğinin sağlanamamış olmasının en başta gelen etkileri fiziki sermayeden yoksun kalmaları, iş ve güvenlik bağlarını sağlayan toplumsal ve enformel ilişki ağlarının zarar görmesi ve güvende oldukları duygularını yitirmeleri olmaktadır. Güvenliğin diğer bir boyutunu oluşturan kişisel güvenliklerinin sağlanamadığı durumlarda ise, fiziksel ve zihinsel sağlığı kaybetme ve buna bağlı olarak kazançlarının düşmesi, mülklerinin zarar görmesi ya da kaybetmeleri sonucu kendilerini korumaları ve sağlıklı kalabilmelerinin maliyetlerinin artması, aile birliğinin bozulması ve toplumsal izolasyon gibi sonuçlarla ortaya çıkan toplumsal sermayelerini kaybetmeleri söz konusu olabilmektedir.
Savunmasızlık
Savunmasızlık (vulnerability) kavramı Latince kökenli olup “yaralanmak”, refah içindeki durumunu kaybetmek anlamına gelmekte olup farklı bağlamlarda anlamı da değişebilmektedir. İnsani gelişme bağlamında, insani gelişme olanaklarını kaybetme olasılığını ifade etmektedir. İnsani gelişmenin ani şoklar ya da bireysel kazalarla pek çok risk tehditleri taşıması ülkelerin ve kişilerin savunmasız olduğu anlamına gelmektedir.
Savunmasızlık, yoksullukla eşanlamlı değildir ve emniyette olmamayı, risk, şok ya da stres altında savunmasız olmayı kolay yara alabilir olmayı ya da yüksek duyarlılık oranını ifade eder. Kent çalışmaları bağlamında savunmasızlık, insanların, hanelerin ve toplulukların değişen koşullara karşın refah içinde olmaları anlamını taşımaktadır.
Asian Development Bank, savunmasızlığı beş alt kategoride incelemektedir:
- Çevresel riskler: Kuraklık, sel ya da haşereler.
- Piyasa Riskleri: Fiyat dalgalanması, ücret değişkenliği ve işsizlik.
- Siyasi Riskler: Sübvansiyon veya fiyatlardaki değişiklikler, gelir transferleri ve iç kargaşa. Toplumsal riskler: Topluluk desteği ve yetkilerindeki azalma.
- Sağlık riskleri: Hastalıklar nedeniyle çalışamaz duruma gelmek.
Güçlendirme
Güçlendirme (empowerment) en temelde, kişinin yaşamını belirleyebilme ve kendi tercihlerini yapabilme gücünün bulunmasını ifade eder.
Kent yoksullarının güçlendirilmesi konusundaki eksikliklerin en önemli etkileri şöyle sıralanabilir:
- Kent hizmetlerine erişimde yetersizlikler;
- İzole edilmişlik ve güçsüzlük duygularının yaşanması;
- Toplumsal şiddet ve suça eğilimin artması;
- Zamanın ve paranın etkin bir biçimde kullanılamaması sonucu örneğin rüşvet ödeme gibi alternatif yolların denenmeye çalışılması;
- Önemli planlama kararlarına vatandaş olarak katılamaması;
- Yerel yönetim kararları ve hizmetler hakkında bilgiye ulaşamama.
Friedman yoksulların güçlendirmesi konusunda şu temel ilkelerin gerçekleştirilmesi gerektiğini ifade etmektedir:
- Yoksullara, ulaşım, okul, telefon, spor tesisleri, ibadet yerleri vb., güvenli bir yaşam alanı sağlanması;
- Günlük yaşamı sürdürebilmek için gerekli olan çalışma zamanı dışında da kişiye zaman kalması;
- Aile, arkadaşlar, komşular vb. toplumsal ilişki ağlarına sahip olmaları;
- Sivil toplum örgütlerinin varlığı, toplumun ortak çıkarları için güçbirliği oluşturulması ve mücadele etmesi;
- Bilgi ve yetenek kazanma olanaklarının sağlanması. Sadece formel eğitimi değil hane ekonomisini güçlendirmek için yararlı bilgi ve yeteneklerin kazanılması.
Eşitsizlik, Kutuplaşma ve Toplumsal Dışlanma
Eşitsizlik, zenginliğin (gelir, varlıkların) farklı bireylerce, toplumsal gruplarca sahiplenilmesi, bu sahiplenmede bireyler, gruplar arasında gözlenen göreli farklılıklarla ilgili bir kavramdır. Eşitsizlikler arttıkça kutuplaşma meydana gelmekte ve eşitsizlikler daha da büyümektedir.
Kutuplaşma ise gelir ya da zenginlik dağılımı tablosunda en üstte ve en altta bulunan kesimlerin, orta kesimden daha hızlı büyüyerek orta kesimi daralttığı, nüfusun iki aşırı ucu arasındaki toplumsal farklılıkları keskinleştirdiği özgül bir eşitsizlik sürecidir
Toplumsal dışlanma , dezavantajlı grup üyelerinin yaşam koşullarının iyileştirilmesinin önlenmesi olarak tanımlanabilir. Bu dezavantajlı konum da toplumsal eşitsizliklerin kuşaklar boyunca sürdürülmesine yol açmaktadır. Son yıllarda, eşitsizlik, toplumsal dışlanma ve gettolaşma (ghetto-isation) süreci ile mekânsal anlamda daha da görünür olmaya başlamıştır.
Kentin işgücü pazarından dışlanmak, düşük ücretler, kötü çalışma koşulları ve sosyal güvenlik kapsamı dışında kalmak, eğitim, sağlık olanaklarına yeterince ulaşamama, insanca tüketim sınırlarının altında kalma sonucu olarak, ortaya çıkan bir tutum ve davranış biçimi dizgesi olarak marjinalleşme, düşük gelir gruplu nüfusun politikaya düşük katılımı, kaderci, geleceğe ilişkin umutsuz bir bakış açısıyla oluşturulan bir yaşam biçiminin aynı zamanda kuşaktan kuşağa aktarılması nedeniyle yoksulluk kısır döngüsüne de yol açmaktadır.
Göreli yoksunluk (relative deprivation) kavramı toplumsal dışlanma, eşitsizlik ve kutuplaşma kavramlarıyla yakından ilişkilidir. Göreli yoksunluk yaşayan bir kişinin objektif olarak yoksun olması gerekli değildir, daha genel anlamda, kişi yoksunluğunu kanıtlayacak bir şey bulunmamaktadır. Göreli yoksunluk, kişinin, bazı diğer kişi ya da grupların hayali durumlarını kendi durumuyla karşılaştırmasıyla ortaya çıkan yoksunluk duygusu anlamına da gelir. Göreli yoksunluğun;
- Büyüklüğü,
- Sıklığı veya
- Derecesi referans grubuna göre değişebilir.
Göreli yoksunluk büyüklüğü, arzu edilen durum ile kişinin bunu ne kadar arzu ettiği arasındaki farkın genişliği ile ölçülür. Göreli yoksunluğun sıklığı bir grubun bunu hissetme oranıdır. Derecesi ise bunun hissedilme yoğunluğudur. Beklentilerin gerçekleşmemesi göreli yoksunluk duygusunu artırır.
Türkiye’de Kentsel Yoksulluk
Türkiye’de yoksulluk ve eşitsizlik, 1980 sonrası yeniden yapılanma ve bu yapılanmayı destekleyen yeni liberal politikaların uygulanması sonucunda tekrarlanan krizler ile birlikte derinleşmiştir. Özellikle devletin kamu hizmetlerine yönelik harcamalarını daraltması, işsizlik, reel gelirlerin düşmesi, iş gücü piyasalarının esnekleşmesi yoksulluğu derinleştiren etkenler arasındadır. 1990 sonrası yeni kentsel yoksulluk kavramı yoksulluk çalışmalarının temel analiz kavramı haline gelmiştir.
Bu anlamda göç ve yeni kentsel yoksulluk arasında önemli bir ilişki vardır. Kentsel yoksulluk ile göç arasındaki bu ilişki iki yönlü olarak ele alınmaktadır:
- İlki, azgelişmiş ülkelerde kentsel yoksulluğun çıkmasında göç önemli bir nedendir.
- İkincisi, kentsel yoksulluk olgusundan en fazla etkilenen kesimin göçmenlerin olmasıdır.
Türkiye’de 1980 sonrası kente göç eden kesimin önemli bir kısmı kentin yeni yoksullarına dönüşmüştür.
Toplumsal dışlanma riski taşıyan, kenarda kalan, özellikle ekonomik ilişkiler bakımından dışarıda kalan yeni yoksulların toplumla bütünleşmesine engel olan risk ve zorluklardan biri de ekonominin yapısal koşullarıdır.
Türkiye’de 1980 sonrası kentsel yoksulluğun en önemli göstergelerinden biri yaşamını yardıma bağlı sürdüren bir toplumsal kesimin oluşmasıdır.