KENTSEL VE ÇEVRESEL KORUMA - Ünite 1: Kentsel Koruma Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Kentsel Koruma

Giriş

Çağdaş anlamdaki “koruma” 18. yüzyılda güçlenmekle birlikte asıl gelişimini 19. yüzyıl başlarında İtalyan Mimar Viollet-Le-Duc’ün restorasyon çalışmaları ile göstermektedir. Korumanın bir disiplin hâline gelmesi ise II. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde koruma anlayışı tek bir eserin, tek bir yapının, tek bir anıtın korunmasından, anıtın bulunduğu çevre ile veya tarihsel çevrenin bir bütün olarak korunması boyutuna kadar bir değişim göstermiştir. Bugün koruma olgusu akademik düzlemde tartışılıp üzerinde çalışılan bir disiplin hâline gelmiştir.

Kentsel Korumanın Gelişim Süreci

19. yüzyılın başlarından itibaren bir disiplin olarak gelişimini sürdüren “koruma” yıllar boyu anıtların ve anıtsal nitelikli tek yapıların korunması üzerinde yoğunlaşmıştır. II. Dünya Savaşı’nda büyük ölçüde tahrip olan, yıkılan kentler “koruma anlayışı”nın da değişimine yol açmıştır. 1930’lu yılların başına kadar koruma anlayışı, sadece anıtsal yapıların restore edilerek yaşatılmasını kapsamıştır. 1931 yılında İtalya’da anıt eserlerin restorasyonu konusunda ilkeler belirlemek üzere toplanan Eski Eserler Yüksek Kurulu’nun 11 maddeden oluşan “Restorasyon Kartası (Carta Del Restaura)”, anıt eserlerin çevresi ile birlikte ele alınması gerektiği ifade etmekte ve “koruma” olgusu tek yapı ölçeğinden kentsel ölçeğe geçiş sürecinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bu konu 1964 yılı Mayıs ayında Venedik’te toplanan “İkinci Uluslararası Tarihi Anıtlar Mimar ve Teknisyenleri Kongresi”nde gündeme gelmiş ve alınan kararlarla olumlu yönde somut adımlar atılmıştır. Toplantı sonuçlarının biraraya getirildiği belge olan “Venedik Tüzüğü” günümüz koruma anlayışının temeli olarak kabul edilmektedir. Venedik Tüzüğü 1. maddesinde tarihi anıt şu şekilde tanımlanmaktadır;

“Tarihi anıt kavramı sadece mimari eseri içine almaz, bunun yanında belli bir uygarlığın, önemli gelişmenin, tarihi bir olayın tanıklığını yapan kentsel ya da kırsal bir yerleşmeyi kapsar. Bu kavram yalnız büyük sanat eserlerini değil, ayrıca zamanla kültürel anlam kazanmış basit eserleri de kapsar.”

Günümüzde de artık Dünya Mirasının Korunması tüm dünya devletlerinin önemli bir görevi olarak kabul edilmektedir. Koruma artık sadece estetik kaygılarla yapılan bir restorasyon uğraşı değildir. Doğal ve kültürel mirasın korunması kentsel ölçekte sosyal, ekonomik ve fiziksel boyutları olan bütüncül bir planlama anlayışı ile ele alınmalıdır. Korunması gerekli tarihî bölgelerin sadece fiziksel açıdan ihya edilmesi “korumak” için yeterli değildir. Özgün işlevi ve bölgeye ait sosyal yapı ile birlikte fizik mekânın ihya edilmesi gereklidir.

Korunması Gerekli Doğal ve Kültürel Varlıklar

Koruma, neyin korunacağının belirlenmesi ile başlamaktadır. Venedik Tüzüğü’nde tanımlanan “genişletilmiş” anıt kavramı 1976 yılında UNESCO tarafından farklı bir şekilde tekrar ele alınarak, kültürel geleneklerle ilgili bütün maddi varlıkları kapsayacak şekilde “kültürel varlık” (cultural property) deyimi ortaya atılmıştır. Bu kavram değişik uygarlıkların sanat anlayışı, bilim ve teknik düzeyi, sosyal yaşam hakkında somut veriler sağlayan ve korunmalarında toplumsal yarar görülen eşya ve yapıtları kapsamaktadır. Estetik ve bilimsel açıdan değer taşıyan jeolojik oluşum” kapsamına girmektedir. “Doğal ve Kültürel varlıklar” kavramı, dünyada korunacak değerlerin tümünü ifade etmektedir. Ülkemizde de UNESCO sözleşmesi temel alınarak, taşınır ve taşınmaz doğal ve kültürel varlıklar tanımlaması kabul görmektedir. Taşınır Kültür Varlıkları; Resim Heykel, ikona, seramik kaplar, çini, cam, metal, deri eşya, dokumalar, mobilya, mücevher, sikke, el yazması kitap gibi taşınabilir sanat eserleri ve belgeler müzelerde ya da özel koleksiyonlarda saklanmaktadır. Taşınmaz Kültür Varlıkları; Anıtlar ve sitler olarak ikiye ayrılmaktadır.

Anıtlar; Taşınmaz kültür varlıkları tek yapı ya da yapı gruplarından oluşmaktadır. Tek yapıdan daha geniş sınırlara doğru gelişirken anıt kavramı yerini sit kavramına bırakmaktadır.

“Doğal anıtlar”, peri bacaları, kanyonlar, mağaralar gibi jeolojik oluşumların, şelale, krater gölü gibi su ögelerinin çevreye kattığı özel, olağan dışı biçim ve mekân zenginlikleri; ya da o yere özellik kazandıran, peyzajın vazgeçilmez ögeleri olan asırlık çınar, selvi vb. yetişkin ağaçlar ve seçkin ender ağaç türlerinden oluşan ormanlar olmaktadır.

Sitler; Korunacak özellikleri bulunan doğal, ya da insan yapısı ya da ikisinin ortak ürünü olan alanlara “sit” denilmektedir. özelliklerine göre sitler doğal, tarihî, arkeolojik ve kentsel olarak sınırlandırılmaktadır.

  • Doğal sit; doğal oluşumları ya da insan eliyle yapılan düzenlemeler sonucu korunacak değere sahip olan doğa parçalarıdır.
  • Tarihî sit; önemli bir tarihî olayla ilgili olan ya da önemli tarihî olayların geçtiği yerler tarihî sit alanlarıdır.
  • Arkeolojik sit; tarih öncesinden Sanayi Devrimi sonrasına kadarki döneme ait kalıntıların bulunduğu alanlardır.
  • Kentsel sit; eski kentlerin uyumlu düzenini, mimari bütünlüğünü, donatılarını koruyabilmiş sokaklar, mahalleler, alanlar “kentsel sit” olarak tanımlanmaktadır.

Koruma Kriterleri

Bize geçmişten miras kalan kültür ve tabiat varlıklarının tümünün gelecek kuşaklara aktarılması, başka bir deyişle tümünün korunması olası değildir. Çünkü ülkelerin tüm ekonomik kaynaklarını “koruma” amaçlı olarak ayırmaları imkânsızdır.

Kentsel Koruma Yöntem ve Teknikleri

Tek yapı ölçeğinde veya kentsel ölçekteki eserlerin korunması, bakımının ve onarımının yapılarak yaşatılması için eserin eskiliği, özgünlüğü, yıpranmışlığı, işlevselliği gibi değerlendirmeler doğrultusunda farklı yöntemler uygulamaktadır.

Bina Ölçeğinde Koruma Teknikleri

Genellikle tek bir yapı için “esaslı onarım” (restoration) başlığı altında toplanan yöntem ve teknikleri ise aşağıdaki kavramlar tanımlamaktadır,

Sağlamlaştırma (consolidation); yapının malzemesinin, taşıyıcı sisteminin ve üzerine oturduğu zeminin sağlamlaştırılmasıdır.

Bütünleme (reintegration); bir bölümü hasar görmüş, ya da yok olmuş yapıları ilk tasarımlarındaki bütünlüğe kavuşturacak biçimde geleneksel, ya da çağdaş malzeme kullanarak tamamlamasıdır.

Yenileme (renovation); zamanla değişen yaşam biçimi nedeniyle tarihî yapının özgün işlevini yitirmesi sonucu ilk yapılış amacından farklı bir işleve hizmet etmek için uyarlanması. Bu uygulama yapılırken yapının bütünlüğünün bozulmaması ve özgün hâline döndürülebilir olması ilkesi gözetilmelidir.

Yeniden Yapım (recontruction); yıkılmış, yok olmuş ya da çok harap durumdaki bir yapının eldeki belgelere dayanarak en özgün hâliyle yeniden inşa edilmesidir. Bir tür kopyalama olması nedeniyle ancak zorunlu durumlar için uygulanması gereken bir yöntemdir. Çünkü yeni yapı, yerine yapıldığı tarihî eserin dokusuna ve özgün malzeme ve işçiliğine sahip değildir. Tarihî yapının kütle ve mekânlarının biçimsel bir canlandırmasıdır.

Temizleme (Liberation); binanın özgün durumunu bozan, sonraki dönem eklerinin temizlenmesidir. Temizlenecek bölümlerin bilimsel araştırma yöntemleri ile tespit edilerek, uygulamanın yapıya zarar vermeden titizlikle yapılması gerekmektedir.

Arkeolojik Restorasyon (Anastylosis); Arkeolojik alanlarda, kısmen ya da tamamen yıkılmış binaların, kazı sonucu bulunan orjinal parçaların bir araya getirilerek yeniden inşa edilmesidir.

Kent Ölçeğinde Koruma Teknikleri

Kentsel koruma bağlamında ele alınan tarihî kent bölgeleri, koruma açısından belirli sorunların varolduğu alanlardır. Sorunların giderilerek bu alanların tarihî özellikleri açısından kente kazandırılması için uygulanacak yöntemi “eskime”nin niteliği belirlemektedir. Üç tür eskime vardır;

  • Fiziksel eskime; tarihî kent veya kentsel alt bölgedeki fiziki yapının (alt yapı-üst yapı) ömrünü tamamlamasıdır. Bölgede yaşayanların ve/veya kamunun çeşitli nedenlerden dolayı gerekli bakım ve onarımı yapamaması sonucunda meydana gelmektedir.
  • İşlevsel eskime; tarihî kent veya kentsel alt bölgenin, günümüz kentinin gereksinimlerine cevap verememesi durumudur. Özellikle tarihî kent merkezlerindeki konut alanlarının kullanıcıları tarafından terk edilmesi ile birlikte barınma işlevinin yerini ticaret, küçük ölçekli imalat, depolama gibi farklı işlevler almaktadır.
  • Ekonomik eskime; tarihî kent veya kentsel alt bölge çevresindeki arsa alım satım ve kira değerlerinin yüksek olmasına karşın bölgedeki yapıların fiziksel olarak eskimiş olmaları ve/veya yeni işlev yüklenememesinden dolayı alım-satım ve kira değerlerinin düşük olmasıdır.

Tarihî özellik gösteren kentin veya kentsel alt bölgenin yukarıda sınırlanan eskime türlerinden biri veya birkaçını göstermesi durumunda yapılacak müdahaleleri şu şekilde tanımlayabiliriz;

Kentsel Sağlıklaştırma (yeniden uygun hâle getirme-urban rehabilitation); eskimenin yeni başladığı, özgünlüğünü henüz kaybetmemiş olan tarihî bölgelerin özgün hâline kavuşturulması amacıyla fiziksel yapının esaslı onarımının yapılarak yeniden kullanılabilir hâle getirilmesi ve işlevini yitirmiş yapıların uygun yeni işlevlerle yeniden kullanılabilir hâle getirilmesi.

Kentsel Yenileme (urban Renewal-urban renovation); Fiziksel, işlevsel ve ekonomik eskime düzeyi kentsel sağlıklaştırma gerektiren alanlardan daha yüksek olduğu durumlardır. Böyle bir sürece girmiş tarihî kentsel alanlarda eskimeye neden olan faktörlerin ortadan kaldırılması yoluyla alanın tekrar yaşamaya başlaması sürecidir. Kentsel yenileme gerek fiziksel gerekse işlevsel olarak alanın bütünüyle veya büyük oranda yeniden düzenlenmesi ve değiştirilmesini beraberinde getirmektedir. Bu uygulama genellikle tarihî bölgenin korunmaya değer yapı stoğunun yitirildiği ve işlevini büyük oranda kaybettiği alt bölgeler için kabul görmektedir.

Kentsel Yeniden Canlandırma-Yeniden Geliştirme (urban revitalization-urban regeneration); kentsel yeniden canlandırma ve yeniden geliştirme kavramları işlevini yitirerek köhneleşme sürecine girmiş ve yapı stoğu olarak değerli alanların özgün fonksiyonundan farklı bir fonksiyonla işlevlendirilerek kente kazandırılma sürecidir. Küreselleşme süreciyle birlikte ortaya çıkmıştır. Gelişmiş ülkelerdeki sanayisizleşme süreci bağlamında, eski sanayi ve liman kentlerinde liman fonksiyonunun ve bununla birlikte diğer işlevlerin kentin merkezini terk etmesi sonucu işlevini yitiren liman ve sanayi alanlarının genellikle turizm, rekreasyon odaklı işlevlerle kente kazandırılması sürecidir. Bu süreçte mevcut yapı stoğunun özgün ve özellikli olanları esaslı onarım sürecinden geçirilerek yeni işlevine uyarlanmaktadır.

Kentsel Yeniden Üretim-Kentsel Dönüşüm; tarihsel özelliğini yitirmiş eski kent mekânlarının farklı fonksiyonlar ve farklı kullanıcılar için yeniden üretilmesi sürecidir.

Türkiye’de Kentsel Koruma

1923 yılında Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte uygar bir topluma dayalı bir ulus devlet yaratılmasını hedefleyen bir kültür politikası doğrultusunda kurumsallaşma çalışmaları başlamıştır. Bu bağlamda, Osmanlı öncesine dayanan tarihsel mirasın araştırılması çalışmaları da yapılmıştır. Osmanlı Devletinden devralınan vakıflar ise 1936’dan sonra yeni kurulan Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredilmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında kültürel varlıkların korunması ile ilgili kurumlar Maarif Vekaleti ve Vakıf Evkaf ve Şerriye Vekaletidir. Ancak her iki bakanlığın da bu dönemde tarihî eserlerin korunması ile ilgili olarak önemli bir çalışması bulunmamaktadır. 1930’lu yıllarda eski eserler konusunda görevlendirilen bir komisyonun konuya ilişkin kaygılarının yer aldığı bir rapor, 1933 yılında ulusal bir Anıtlar Koruma Kurulu oluşturulmasını sağlamıştır. Bu kurulun yaptığı çalışmalar sonucunda ise 3500 tane tarihî eseri kayıt altına alan anıt fişleri hazırlanmıştır. 1950’li yıllarda Osmanlı Eserlerine olan ilginin artması ile birlikte bu eserlerin onarımına kaynak sağlamak amacıyla 1954 yılında “Vakıflar Bankası” kurulmuştur. 1951 yılında ise 5805 sayılı yasa ile yalnızca mimari ve tarihî anıtların korunması, bakımı, onarımı ve restorasyon işlerinde uygulanacak ilkeleri belirlemek, bilimsel görüş vermek ve sorunlara çözüm üretmek amacıyla Gayrimenkul ve Eski Eserler Anıtlar Yüksek Kurulu (GEEAYK) oluşturulmuştur. GEEAYK sadece eski eserlerle ilgili olarak, uzmanların görev aldığı özerk bir kurum olması açısından, ülkemizdeki “koruma” anlayışının gelişim sürecinde önemli bir aşamadır. Dünyada ise “Venedik Tüzüğü” (1964) kabul edilmiş ve “koruma” alanında yeni bir anlayış egemen olmaya başlamıştır. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu da 1967 tarihînde Venedik Tüzüğü’nü kabul etmiştir. “Venedik Tüzüğü” nün kabul edilmesiyle birlikte ülkemiz de, Tarihî eserlerin çevresiyle birlikte ele alınması gerektiğini, estetik, etnolojik veya antropolojik açıdan istisnai düzeyde evrensel bir değere sahip olan arkeolojik sitlerin de dahil olduğu, insan tasarımı eserlerin veya doğayla insanın birlikte yarattığı eserlerin bulunduğu alanlar olarak tanımladığı “sit alanı” kavramını, Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi’nin (ICOMOS) Venedik Tüzüğü kapsamında, uzmanlar ile yerel yönetim ve sivil toplum temsilcilerinden bir üst kurul oluşturulmasını ve kentlerdeki koruma çalışmalarının bu üst örgüte bağlanarak projelendirilmesi gerektiği, ilkelerini kabul etmiş olmaktadır. Ancak bu kabuller uygulamaya yansıtılamamıştır. 1980’li yıllar ülkemizin yasal sisteminin yeniden yapılandırıldığı yıllardır. Bu döneme kadar merkezde toplanan yetkiler ve merkezden yönetilen uygulamalar terk edilerek, yerel yönetimlerin yetkilendirildiği bir süreç başlamıştır. Bu süreç koşutunda 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu, 1985 yılında yürürlüğe giren 3194 sayılı plan yapma, yaptırma ve onama yetkilerini yerel yönetimlere devreden İmar Kanunu’nu birlikte değerlendirmek gerekmektedir. 2004 yılındaki değişikliklerle “kentsel koruma” amacına yönelik kaynak yaratımları sağlanmış ve uygulamaya yönelik olarak yerel yönetimlere yetkilendirmeler yapılmıştır. Bunlardan en önemlileri;

Koruma amaçlı imar planı yapımı için İller Bankası Bütçesine belediyelere aktarılmak üzere ödenek konması ve il özel idarelerinin de bu konuda bütçelerinden ödenek ayırmaları kurala bağlanmıştır,

Büyükşehir belediyeleri, valilikler ve belediyeler bünyesinde kültür varlıkları ile ilgili işlemleri ve uygulamaları yürütmek üzere uzmanların görev alacağı koruma uygulama ve denetim büroları (KUDEB) kurulması öngörülmüştür. Basit onarım izinleri ve sit alanlarındaki tescilli taşınmaz dışındaki parsellerdeki izinler bu bürolara bırakılmıştır.

Kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler, il özel idarelerine tescilli taşınmaz kültür varlıklarını kamulaştırma yetkisi verilmiştir.

Yapılanma yasağı getirilen sit alanlarındaki özel taşınmazların belediye ve il özel idarelerine ait taşınmazlarla takas edilebilmesine ve yapılanma hakları kısıtlanmış tescilli taşınmaz kültür varlıklarının, yapılanmaya açık aktarım alanı olarak ayrılmış bölgelere aktarılabilmesine olanak tanınmıştır.

Taşınmaz Kültür Varlıklarının onarımına yardım sağlanması ve katkı payı için, belediyelerin topladıkları emlak vergisinin %10’unun il özel idaresi tarafından açılan bir hesapta birikmesi ve bu kaynağın kültür varlıklarının korunması amacıyla kamulaştırma, projelendirme, planlama ve uygulamada kullanılması öngörülmüştür. Taşınmaz kültür varlığı açısından son derece zengin olan ülkemizde özellikle 2000’li yıllarda yapılan yasa değişiklikleri ve Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurullarının işlerlik kazanmasıyla önemli ölçüde kültür varlığı tescil edilerek belgelenmiştir. Bu süreçte ülkede birçok bölgede koruma amaçlı uygulama imar planları yapılmış ve uygulamaya geçirilmiştir.