KLASİK SOSYOLOJİ TARİHİ - Ünite 5: Klasik Sosyolojide Temel Yaklaşımlar-III: Max Weber Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 5: Klasik Sosyolojide Temel Yaklaşımlar-III: Max Weber

Giriş

Max Weber, konu, alan ve yöntem noktasındaki çalışmalarıyla sosyolojinin toplumsal yaşamın analizine yönelik bağımsız bir disiplin olarak gelişimine en çok katkıda bulunan üç kilometre taşından biridir.

Max Weber (1864-1920)

Sosyolojinin üç büyük kurucusundan biri olarak çalışmalarıyla hala günümüz sosyologları için yol gösterici olan Max Weber, Almanya/Erfurt doğumludur. Ülkenin Heidelberg, Berlin ve Göttingen gibi önemli üniversitelerinde çalışmış ve Protestan Ahlakı ve Kapitalizm Ruhu, Ekonomi ve Toplum: Yorumlayıcı Sosyolojinin Bir Taslağı ile Sosyal Bilimlerin Yöntemi gibi günümüzde de önemini koruyan eserlere imza atmıştır.

Doğa bilimleri ile kültür bilimleri arasında kesin bir ayrım yapan Alman felsefi geleneğinde yetişmiş olmasıyla ikisi arasında bir fark görmeyen Durkheim, dolayısıyla onun pozitivizminden, eserlerinde sunduğu rasyonelleşme /akılcılaşmayla da temelde bir kapitalizm teorisi yaratan Marx’dan ayrılan Weber’e göre sosyolojinin konusu toplumsal eylemlerin analizidir. Bir başka deyişle bu disiplin, temelde bireylerin toplumsal davranışları ile bu davranışların içerdiği anlamları incelemelidir. Bu itibarla Weber, toplumu bireylerden bağımsız, nesnelere benzeyen bir gerçeklik olarak ele alan pozitivizmi bireyleri öne çıkararak tam tersine çevirmiştir.

Weber’de Sosyolojik Yöntem

Sosyolojinin Konusu

Weber, toplumu tıpkı bir nesneymiş gibi gözlem ve deney benzeri tekniklerle incelemeye çalışan pozitivizmin aksine insanı, başkalarının düşünce ve tepkilerine göre hareket eden kültürel ve düşünen bir varlık olarak anlamaya çalışan yorumlayıcı yaklaşımı benimsemiştir. Bu itibarla onun için sosyoloji, toplumsal eylemleri yorumlayarak anlamaya ve yine bu eylemleri kendi süreç ve etkileri açısından nedensel olarak açıklamaya çalışan bilim dalıdır. Ancak onun için sosyolojinin çalışma nesnesi her türlü insan eylemi değil, içgüdüsel nitelik taşımayan toplumsal eylemlerdir. Bir eylemin toplumsal olabilmesi için ise bireyin bu eyleme yüklediği anlamın mutlaka diğerlerinin geçmiş, şimdi veya gelecekteki davranışları ile ilişkili olması, hatta onları içermesi veya onlar tarafından içerilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte, ona göre, toplumsal gerçekliğin üç düzeyi vardır;

  • İlk ve temel düzey: Toplumsal eylemler
  • İkinci düzey: Bu toplumsal eylemlerle ilintili toplumsal ilişkiler
  • Üçüncü düzey: Süreç içinde oluşan toplumsal oluşumlar

Weber, sosyolojinin bilim statüsü kazabilmesi için hem amprik hem de anlamcı olması gerektiği düşüncesindedir. Ampirik olarak ele alınabilecek nesne ise gözleme uygun olan insanın toplumsal eylemidir. Bunun dışında devlet, sendika, okul gibi kurumları, güzellik, iyilik, doğruluk gibi değerler, trafik kuralları gibi yasal yaptırımları, sosyalizm, kapitalizm, monarşi ve oligarşi gibi politik rejimleri somut ve gözlemlenebilir birer nesne olarak ele almak olanaklı değildir. Bir başka deyişle ampirik olarak ele alınabilecek, esas olan, insan eylemidir ki bu da tek başına fiziksel bir hareket, yani kendisine yön veren norm, değer, ilke, ekonomik düzey ya da siyasal rejimden bağımsız değildir.

Nedensellik

Weber’e göre toplumsal eylemin açıklanabilmesi için evvela toplumu oluşturan bireyin eylemine yüklediği öznel anlama bakılmalı, bunun için de söz konusu eylemin kendi özgül yapısı ve bağlamı içerisinde ele alınarak nedenleri ortaya konulmalıdır. Bu süreç yani nedensel anlama iki aşamalıdır; birincisi, anında anlama, eylemin neden ve motifleriyle anlıksal bir analiz ile, ikincisi açıklayıcı anlama ise bir olgu, süreç ya da eylemi motiflerine dayanarak rasyonel bir biçimde anlamaktır.

Değer İlgisi ve Değer Yansızlığı

Weber’e göre bir araştırmacının bilinmeye değer olduğunu düşünerek seçtiği soru, doğrudan değerleri ve ilgisine bağlıdır. Fakat kaçınılmaz olan bu “değer ilgililiğini” “değer yansızlıktan” ayırmak gerekir. Araştırmacı konusunu “değerlerle ilişkili” seçebilir ama bu elde ettiği verilere kendi veya bir başkasının değer yargılarını dayatabileceği anlamına gelmemektedir. “Değer yansızlık” tam olarak burada devreye girerek bilim insanının konusuna değerlerinden soyutlanarak yaklaşması gerekliliğini teslim eder. Ne var ki bunun pek de mümkün olmaması Weber’i yöntemsel bir araç olan “ideal tip”i, yaratmaya itmiştir.

İdeal Tip

Weber’e göre, sosyolojik analizlerinde kullandığı bu yöntemsel araç yani ideal tip;

  • Toplumsal eylemlerin anlamlarından yola çıkılarak rasyonel yöntemle oluşturulmaktadır.
  • Bireyin toplumsal eyleminden ziyade kollektifliklere karşılık gelir.
  • Değer yargılarından soyutlanmıştır
  • Belirgin bir toplumsal olgunun tüm tipik özelliklerini özgül bir biçimde bünyesinde barındırır.
  • Ne somut gerçekliğin karşılığıdır ne de kavramsal saflığının gerçek yaşamda bir karşılığı vardır.
  • Soyut bir kurgu olarak, belirli bir toplumsal olgunun anlaşılması ve açıklanması için kullanılan bir araçtan ibarettir.

Toplumsal Eylem ve Otorite Tipleri

Toplumsal Eylem Tipleri

Weber sosyolojisinde temel çalışma nesnesi olan toplumsal eylemin geleneksel, duygusal, değere ve amaca yönelik-akılcı olmak üzere dört tipi vardır. Geleneksel motiflere dayanan eylemler, örneğin selamlaşmak veya el öpmek gibi, bireyin alışılagelmiş inançları tarafından belirlenir. Duygusal motiflere dayalı eylemler ise gelenekselden farklı olarak alışılmış günlük davranışların dışında kalan bir uyaran sonucunda oluşur. Örneğin annenin ağlamasına dayanamadığı çocuğuna tokat atması bu tip bir eylemdir. Bunlardan farklı olarak değersel-akılcı eylem tipinde kişinin seçimlerini amaçlar, amaçsal-akılcı eylemdeyse rasyonel nedenler belirler.

Otorite Tipleri

Weber’e göre insanları itaate zorlayabilmeyi ifade eden iktidarın meşru ve gayrımeşru, iki tipi vardır. Bunlardan rızaya dayanan yani meşru olanını otorite olarak tanımlamaktadır. İdeal tipteki otorite ve örgüt biçimlerini de bu bağlamda şekillendirir. Bunlardan ilki, geleneksel otorite, kaynağını geleneklerden alan otoriteyi ifade eder. Geleneklerin onayıyla kabul gören lider, burada, keyfi ve kişisel uygulamalara başvurabilen bir efendi konumundadır. Karizmatik otoritede bundan farklı olarak lider gücünü gelenekten değil kişisel özellikleri, kutsallığı veya kahramanlığından alır. Yani burada kaynak, karizmatik otoritenin olağanüstü özelliklerine olan inanç ve bağlılıktır. Yasal-ussal otorite ise meşruluğunu akılcı ilkelere göre oluşturulmuş yasalardan alır. Dolayısıyla burada kişinin itaat etmesini sağlayan lidere değil kanunların üstünlüğüne duyduğu inançtır.

Rasyonelleşme ve Bürokrasi

Toplumsal aktörlerin, kişisel bağlam dışında, çevrelerindeki dünya üzerinde denetim sağlamak veya varolanı sağlamlaştırmak için bilgiye daha çok başvurmaları şeklinde özetlenebilecek rasyonelleşme Weber sosyolojisinin merkezinde yer alır. Bu kavramı çalışmalarında farklı anlam ve biçimlerde kullanan Weber için rasyonelleşmenin, özellikle de formel rasyonalitenin en tipik örneğini bürokrasi oluşturur. Bürokratik rasyonelleşme ise yasal-ussal otorite ile ilişkilidir. Dolayısıyla o, “ideal bürokrasi” anlayışını bu otorite tipi üzerinden geliştirmiştir.

Weber’e göre iktidar ve otorite ilişkileri tarihsel süreç içinde toplumun bürokratikleşmesine neden olmuştur. Modern toplumda ise bu, gücünü yasalardan alan bir egemenlik biçimi olarak her biri uzmanlık gerektiren bir işlevi yerine getiren çok sayıda birey arasındaki işbirliğinin sürekli örgütlenmesidir ve birden altıya sıralı bir işleyiş düzenine sahiptir.

Weber, bürokrasiyi ideal bir yönetim aracı olarak görmesine ve birçok açıdan takdir etmesine rağmen yapı içinde bulunup gücü elinde barındıranların aynı zamanda onun kendisini yönetmesi veya tüm özelliklerine egemen olan rasyonelleşmenin bireysel özgürlükler için bir tehdit oluşturması gibi buna ilişkin çekinceleri de yok değildi.

Protestan Ahlakı ve Kapitalizm

Weber, Avrupa’da kapitalizmin gelişimini ele aldığı, en önemli eseri Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı çalışmasında, dinsel faktörlerin ekonomik bir düzleme biçimi olarak kapitalizmin oluşum ve gelişimi üzerindeki etkilerini incelemektedir. Bu itibarla sosyolojik anlamacı yöntemini kapitalizmin tarihi gelişimini açıklamak için de kullanır. Eserinde ilk olarak bu ekonomik sistemin tarihsel kavramsallaşmasını istatistiksel analizler temelinde tekrar kurar ve Avrupa’da bazı mezheplerin diğerlerine göre daha fazla servet, iş ve sermayeye ve de daha yüksek eğitime sahip olduklarını farkeder. Daha sonra, ikinci olarak, söz konusu Protestanlık olan bu mezhebin ahlak anlayışı ile kapitalizminki arasında önemli bir ilişki olup olmadığını analiz ederek bu sistemin bir yaşam biçimi olarak kurulmasında Protestan ahlakı yani ahlaki motiflerinin aracılık ettiği kanısına varır.

Weber, kapitalizmin tarihsel oluşumunu açıklarken yaptığı istatistikler ve Protestan ahlakı ile kapitalizm arasında kurduğu ilişkinin yanı sıra karşılaştırmalı yönteme başvurarak kapitalizmin Batı toplumlarına özgü bir olgu olduğunu da ortaya koymaya çalışmıştır. Zira diğer inanışlar dolayısıyla toplumlar kapitalizmin gelişimini sağlayan Protestanlıktakine benzer motif ve motivasyonlara sahip değillerdir. Üstelik kapitalizm, ekonomik olarak, oluşum ve gelişimini sağlayan bir dizi özgül ve rasyol değerin ürünüdür.

Tabakalaşma Teorisi

Marx’tan sonra en önemli sınıf teorilerinden biri de Weber tarafından geliştirilmiştir. Fakat Weber toplumsal tabakalaşma teorisini ondan farklı olarak sınıf, statü ve parti şeklinde tanımladığı çok boyutlu bir tabaka üzerinden inşa eder.

Sınıf

Marx gibi sınıf kavramını kullanan Weber, bunu ondan oldukça farklı bir şekilde tanımlar. Marx’ta sınıf, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olup olmama şeklinde özetlenebilecek kritere göre belirlenirken Weber’in tabakalaşma teorisinde mülkiyetin yanı sıra mülkiyet dışında kalan eğitim, beceri, bilgi ve benzer bireyler tarafından piyasaya sunulan çeşitli nitelikteki ekonomik faktörlere göre konumlanır. Bir başka deyişle Marx’ın sınıfı, üretim araçlarının mülkiyeti karşındaki durumuyla, onunki ise piyasanın konumuyla eşdeğerdir.

Weber’e göre sınıflar temelde, ekonomik kaymalar üzerinde tasarruf hakkına sahip olup olamamalarına göre ayırılırlar. Yani mülkiyet ve mülksüzlük bütün sınıf konumlarının temel katagorisidir. Bunun ardından Weber, olumlu ve olumsuz ayrıcalıklı sınıflar şeklinde ikinci bir ayırıma gider. Olumlu ayrıcalıklı sınıflar, mülkiyetçi veya mülk sahipleri ile kazanç veya ticari olanlar şeklinde iki alt tipten oluşurken olumsuz ayrıcalıklı sınıflar ise özgür olmayanlar, sınıftan çıkarılanlar, yoksullar, nitelikli, yarınitelikli ve niteliksiz işçiler şeklinde farklılaşmaktadır.

Bunların yanında bir de iki sınıf tipleri arasında orta bir sınıf bulunmaktadır ki bunlar köylüler, zanaatkarlar, serbest meslek sahipleri, kamu veya özel sektör çalışanı memurlar ile beceri sahibi işçilerden oluşmaktadır.

Statü

Weber’in toplumsal tabakalaşma teorisinin unsurlarından biri de statü kavramıdır. Bu ise birey veya gruplara başkalarınca yüklenen toplumsal saygınlık ve itibarı ifade etmektedir ki buna sahip olan kişi veya gurubun giyim, kuşam, barınma, tüketim şekli ve konuşma şekli gibi yaşam tarzını dahi belirler. Dolayısıyla ekonomik güç genellikle aynı zamanda toplumsal statüyü de beraberinde getirmektedir.

Parti

Weber’in toplumsal tabakalaşma teorisinde yer alan son kavram ise partidir. Ortak amaçları olan insanların bir araya gelmesiyle oluşan bu yapı, sahibi olduğu güçle toplumu düzenlemeye çalışır.

Sonuç

Tüm bu çalışmalarıyla Weber, Marx ve Durkheim gibi, sosyolojinin bir sosyal bilim olarak gelişimine büyük katkılar sağlamıştır. Ancak seleflerinden farklı olarak sosyolojik araştırmanın merkezine toplumsal eylemi yerleştirdiği yorumlayıcı yaklaşımı benimsemiştir. Bu yaklaşımıyla toplumu bir nesneymiş gibi inceleyen pozitivizmin aksine anlama yöntemi ile bu sürecin en doğru şekilde sonuçlanmasını sağlayacak ideal tip aracının kullanılması gerekliliğini savunmuştur. Bu kavramların inşasıyla sosyoloji başta olmak üzere sosyal bilimlere büyük katkıda bulunmuştur.