KLASİK SOSYOLOJİ TARİHİ - Ünite 3: Klasik Sosyolojide Temel Yaklaşımlar I: Karl Marx Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 3: Klasik Sosyolojide Temel Yaklaşımlar I: Karl Marx
Giriş
Bu ünitede sosyolojinin literatürde modern toplum, endüstri toplumu, modern kapitalizm ve sair isimlerle tanımlanan oluşum halindeki toplumu analiz etmeye yönelik bağımsız bir disiplin olarak gelişmesine önemli katkıları olan düşünürlerden Karl Marx’ın bahsi geçen yeni toplum tipine dair ekonomik, siyasal ve kültürel analizleri onun temel çalışmaları, teorik yaklaşımı ve yöntemi ele alınarak incelenecektir.
Karl Marx (1818-1883)
Karl Marx kavramlar ve yöntem açısından özgün bir toplum teorisi ile geleneksel toplumdan modern topluma geçişi analiz ederek hem klasik hem de modern sosyoloji üzerinde önemli bir etki bırakmıştır. Tarihsel materyalist teorinin kurucusu olarak anılan Marx teorisini klasik Alman felsefesindeki diyalektiği materyalist felsefe ile birleştirerek, İngiliz iktisat teorisindeki emek-değer tartışmalarından artı değer teorisini geliştirerek ve Fransız politik teorisinden sınıf mücadelesi ve sosyalizm analizini oluşturarak inşa etmiştir.
Tarihsel Materyalist Yaklaşım ve Yöntemi
Tarihsel gelişim sürecinin anlaşılması ve açıklanması için Marx’ın geliştirdiği tarihsel materyalizm Hegel’in idealist bir biçimde kullandığı diyalektik kavramına dayanmakla birlikte, Marx bu kavrama materyalist bir içerik kazandırmıştır. Hegel evrendeki olay ve olguların anlaşılmasını sağlayan diyalektik değişme sürecinin birbirleriyle kopmaz bir biçimde ilişkili dört yasasını şu şekilde sıralamıştır:
- Bütünlük yasası
- Çelişme yasası
- Hareket yasası
- Nitel değişme yasası
Marx bu yasaları kabul etmekle birlikte, Hegel’in diyalektiğinin esasını teşkil eden maddenin düşünceden doğması tezini tersine çevirerek, düşüncenin maddeden doğduğunu ileri sürmüş ve bunun en önemli nedeni olarak hareketin ve gelişmenin öncelikle maddeden kaynaklandığını savunmuştur.
İnsanların kendilerini ve toplumlarını maddi olan toplumsal emek aracılığı ile ürettiklerini düşünen Marx’a göre, ihtiyaçlarını karşılamak üzere üretmek zorunda olan insanların doğaya karşı verdikleri mücadele tarihsel materyalizmin ilk hareket noktası ve diyalektik sürecin ilk çelişkisidir.
Tarihsel materyalizme göre toplumun evrimini ve gelişimini belirleyen yasalara uygun bir biçimde, tıpkı doğadaki hareketin nicelden nitele doğru bir dönüşüme yol açması gibi, toplumun evrimine, gelişimine ve/veya değişimine toplumu meydana getiren sınıflar arasındaki diyalektik çelişkiler yol açmaktadır.
Toplum Analizi
Marx toplum analizinde kullandığı materyalist tarih anlayışı aracılığıyla birbirine sıkıca bağlı kurumlar arasındaki ilişkileri, toplumsal yapıların iç içe geçişini ve bu sayede sürekli bir değişim vuku bulduğunu göstererek bireyler üstü toplumsal koşullar bağlamında bir toplumsal yapı ve toplumsal değişim analizinin teorisi olan toplumsal materyalizmi açıklamıştır. Buna göre,
- İnsan kendisinin ve toplumun, yani toplumsal hayatın yeniden üretimi için tarihsel olarak belirlenmiş ve kaçınılmaz olan ve aynı zamanda üretim güçlerinin gelişmesinin belirli bir aşamasıyla ilgili üretim ilişkileri içinde emeği ile çalışarak üretmek mecburiyetindedir.
- Toplum üretim için gerekli üretim araçlarını kapsayan üretim güçleri ile üretim güçlerinin mülkiyet ilişkilerini içeren üretim ilişkilerinden oluşan altyapısına ve hukuki, siyasi müesseselerini, ideoloji ve felsefesini ihtiva eden üstyapısına bakarak anlaşılmalıdır. Son tahlilde, altyapı üstyapıyı belirlemektedir.
- Bilinç gerçekliği değil, toplumsal gerçeklik insanların bilincini belirler. İnsanların düşünme biçimini içinde yer aldıkları toplumsal ilişkiler şekillendirir.
- Tarihin belli devrimci dönemlerinde üretim ilişkilerinin üretim güçleri ile çelişkiye düşmesi esasına dayanan toplumsal diyalektik üretim güçlerinin gelişmesiyle hükmünü icra ederek sınıflar arası mücadele anlamına gelen toplumsal çatışma sayesinde toplumsal yapının temel niteliği olan değişimi meydana getirir. Marx’ın devrim teorisinin çekirdeği olan diyalektik çelişki sayesinde yaşanan toplumsal dönüşüm tesadüfi değil, tarihi bir mecburiyettir.
- Toplumların tarihi gelişimini sınıf çatışması esasına göre açıklayan Marx, insanlığın ilk dönemi olan özel mülkiyetsiz ve dolayısıyla sınıfsız ilkel komünal toplumdan sonra sırasıyla, efendiler ve köleler sınıfından oluşan antik toplum, toprak sahipleri ve onların toprağında çalışmak zorunda olan köylüler sınıfından oluşan feodal toplumdan geçilerek burjuvazi ve işçi sınıfından oluşan kapitalist topluma gelindiğini belirttikten sonra bundan sonraki zorunlu tarihi gelişme ile yeniden sınıfsız bir topluma, yani sosyalizme varılacağını öngörmüştür.
Marx’ın toplum analizini özetlemek gerekirse, tarihsel süreçte üretim güçlerinin gelişmesiyle birlikte üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortaya çıkması neticesinde toplumlar sınıflı bir yapı halini almış ve bu yapı üretim güçlerinin mülkiyetine sahip sınıfların mülkiyetsiz sınıfları sömürüsü üzerine inşa edilmiştir. Tarih sınıfların çatışmasının tarihidir.
Sınıfsız toplumun tez özel mülkiyetin olduğu sınıflı toplumun antitez olduğu diyalektik süreç son sınıflı toplum olan kapitalist toplumda burjuvazi ile proletaryanın çatışması sonucunda gerçekleşecek devrim sayesinde sentez olan sınıfsız toplumla neticelenecek ve insanlık yabancılaşmış olduğu kendi yaratıcı doğasına tekrar kavuşarak yabancılaşmadan kurtulacaktır.
Yabancılaşma Kuramı
Marx’a göre insanın kendi kendini gerçekleştiren özü olan emek insanı diğer canlılardan ayıran en önemli unsur olarak dünyayı değiştirme ve biçimlendirme kapasitesi olmakla birlikte, aynı zamanda insanın emek sayesinde doğa ile mücadelesinin sonucunda yarattığı güçlerin egemenliği altına girmesi demek olan yabancılaşmayla da sonuçlanan bir sürecin ana unsurudur
Maddi ve ekonomik temellere dayanan ve sadece zihinsel değil, aynı zamanda günlük hayattaki faaliyetlerinde gerçekleşen bir durum olan yabancılaşmayı analiz eden Marx’ın yabancılaşma teorisinde dört çeşit yabancılaşmadan bahsedilir:
- İnsanın üretici etkinliklerine yabancılaşması
- İnsanın ürettiği ürüne yabancılaşması
- İnsanın birlikte çalıştığı işçilere yabancılaşması
- İnsanın insani potansiyeline yabancılaşması
Birinci tür yabancılaşma insanın başkası için üretmesiyle gerçekleşmekte ve üretimi yapan işçi kendisine ücret ödeyen kapitalist için çalışmakta; ikinci tür yabancılaşmada işçi ürettiği ürünün bilgisine ve kendisine sahip olamamakta; üçüncü tür yabancılaşmada işçiler işbirliği yapmaksızın ve dolayısıyla birbirlerinden soyutlanarak görevlerini yerine getirmekte; ve dördüncü tür yabancılaşmada işçiler diğer insanlarla ve doğayla ilişkilerinden koparılarak insani özellikler azalmaktadır. Bu yabancılaşma çeşitleri, yani insanın kendine, bir tür olarak varlığına ve başkalarına yabancılaşması kapitalist pazar ve kapitalist toplumsal sistem tarafından yaratılmaktadır. Kapitalist üretim süreci baskıcı ve zorlayıcı bir içeriğe sahiptir çünkü insana özgü olan çalışma, başka bir deyişle insanın özünü oluşturan emeğin insanın yeteneklerini ortaya çıkarmasına engel olmaktadır.
Din Teorisi
Marx dini ilkel toplumlarda insanların anlayamadıkları olaylar karşısında kendi ürettikleri, gerçek bir temeli olmayan mistik açıklamalar ve fikirler olarak değerlendirir ve din açıklamasını insanların kendi ürettikleri fikirleri zaman içinde kaynağı başka bir yerde arayarak bağımsız, yabancı ve dışsal bir güç olarak telakki etmelerinden dolayı yabancılaşma teorisi kapsamında temellendirir.
Marx’a göre, dinin önemli bir özelliği sınıflı toplumlarda egemen sınıfın imtiyazlı sınıf konumunu ve hâkimiyetini meşrulaştırma aracı olmasıdır. Eşitsizlik, adaletsizlik ve insanların çektiği acılar normaldir ve bunlara katlanmak gerekir çünkü din böyle buyurmaktadır. Marx dinin tarihsel bir olgu olduğunu ve onu var eden sosyal koşullar ortadan kalkınca kaybolacağını iddia etmiştir.
Kapitalizm Analizi
Tarihi süreçte son çelişkili üretim biçimi olan kapitalizmi analiz eden Marx, klasik iktisatçıları eleştirerek, görünenin değil arkasındaki toplumsal ilişkilerin araştırılması gerektiğini ve böyle yapıldığı takdirde kapitalist sistemin kendine özgü işleyiş yasalarının keşfedilebileceğini ileri sürmüş ve kapitalizmin kendine özgü özel üretimin en yüksek seviyeye ulaştığı, yani her şeyin alınıp satılabilen birer meta haline gelmesi sebebiyle bir fiyata sahip olduğu ve özünün artı-değer (kâr) yaratma ve yaratılan artı-değeri sürekli çoğaltmadan oluştuğu bir sistem olduğunu keşfetmiştir
İnsan toplumunun temelini maddi malların üretimi olarak gören Marx için ihtiyacı karşılamak üzere üretilen mallar özünde bir kullanım değeridir. Meta ise hem kullanım değerine hem de değiş-tokuş edilebilme özelliğine, yani değişim değerine sahip bir üründür. Marx’a göre iki değişim türü vardır: Bunlardan ilki, eşitlik esasına dayanan ve ihtiyaç duyulan bir mala karşılık sahip olunan başka bir malın verilerek gerçekleştirilen maldan mala giden değişim; ikincisi ise, malın değişiminde paranın kullanıldığı maldan geçen para ile değişim olarak tanımlanan ve değişim sonunda başlangıçta sahip olunandan fazlasına sahip olunmasının amaçlandığı değişimdir. Bununla birlikte, özel meta üretim sistemi olan kapitalizmin temel koşulunu üretim araçlarının özel mülkiyeti ve işgücünün metalaşması oluşturmaktadır.
İşgücünü insanın bedeninde ve kişiliğinde var olan fiziksel ve ruhsal yeteneklerin tümü olarak tanımlayan Marx, üreticinin hem üretim sürecinde kendi işgücünü kullandığı hem de üretim araçlarına sahip olduğu basit meta üretiminden farklı olarak kapitalist üretim biçiminde işgücünün de metaya dönüştüğünü, mülksüzleşen işçinin işgücünden başka satacak bir şeyinin olmadığını ve kapitalistin özgür ücretli haline gelen işçinin ürününe el koymak suretiyle maddi malları üreten işgücü üzerinden yaratılan artı-değere (kâr) de el koyarak kazanılan parayı sermayeye dönüştürebildiğini anlatmaktadır.
Hem kullanım değeri hem de artı-değer üretme süreci olmak üzere ikili özelliğe sahip olan kapitalist üretim süreci işçilerin sömürülmesi yoluyla sürekli artı-değer yaratmak üzerine kurulmuştur. Artı-değerin nasıl yaratıldığını anlamak için işgücünün değerinin, yani ücretin nasıl belirlendiğine bakmak gerekir.
Herhangi bir malın değeri gibi ölçülen işgücü değeri, işgücünün sistemin sürekliliği için her zaman yeniden üretilmesinin gerekliliğinden ötürü işçinin ve varsa ailesinin geçimini sağlamaya yetecek mal ve hizmetlerin miktarına denk düşer.
İşçinin üretim sürecinde harcadığı belli bir zamana denk düşen ücreti, patron tarafından zorunlu iş süresi ile artı-iş süresinin toplamına denk gelen bir işgünü için satın alınan işçinin yalnızca zorunlu iş süresine karşılık ödenen miktara tekabül etmekte ve geri kalan artı-iş süresince harcanan emeğin karşılığı ödenmemektedir. Artı-değer bu karşılıksız emeğin ürettiği ve patron tarafından el konulup sömürülen değerdir. Sömürü oranı işçiye verilen ücret ile artı-değerin ilişkisi tarafından belirlenir ve kapitalist bu oranı arttırmak için şu iki yola başvurur:
- Çalışma süresini uzatmak
- Çalışma süresini değiştirmeksizin emek verimliliğinin arttırılması
Emek verimliliğinin arttırılmasında etkili olan teknoloji kullanımı, kendi değerine denk düşen zorunlu çalışma süresini azaltmaktadır. Bu kapitalizmin çelişkili yapısından kaynaklanmaktadır.
Bir toplumsal yapıyı içinden zayıflatan gerilimleri ifade çelişki kavramını Marx kapitalizm temelinde sisteme dair çelişki ve toplumsal çelişkiler şeklinde iki türlü kullanmıştır. Artı-değeri sürekli arttırma üzerine kurulu olan kapitalizmde kârların düşme eğilimi ücretlerin düşmesine, ücretlerin düşmesi ise alım gücünün azalmasına yol açarak sistemin özünde yer alan çelişkiyi oluşturur. Toplumsal çelişki ise sınıflar arasındaki çatışmadan doğar ve sisteme dair çelişkiyle ilişkilidir. Bu çelişkiyi anlamanın yolu Marx’ın sınıf teorisine bakmaktan geçer.
Sınıf Kuramı
Geliştirdiği sınıf teorisinde özellikle endüstriyel kapitalizmin sınıf yapısıyla ilgilenen Marx üretim araçlarına sahip olup olmamalarına göre belirlediği ve emek, sermaye ve toprak sahipleri olmak üzere üç temel türünü tespit ettiği sınıfların kaynaklarını sırasıyla ücret/gelir, kâr ve toprak rantı olarak ifade etmiştir. Marx’a göre, kapitalist toplumda temel çatışma işçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasında gerçekleşen ve sınıf meselesinde belirleyici sınıf karşıtlığı ve bağımlılığına dayanan bir form almıştır.
Marx’ın sınıf teorisinde üretim sürecindeki ve üretim araçlarıyla ilişkileri sınıfların nesnel konumlarını belirlemekte ve bu konum “ kendinde sınıf ” olarak adlandırılmaktadır. İşçi sınıfı kendi öznel çıkarlarının bilincine varıp, sınıfsal örgütlenmesini bu çıkarlara göre düzenleyerek çıkarlarının peşinde koşmaya başladığında ise “ kendisi için sınıf ” haline gelmektedir.
Ancak işçi sınıfının kapitalizmin çelişkilerini anlaması ve sınıf bilincine ulaşmasının önünde bazı esaslı engeller bulunmaktadır.
- Sınıf içi bölünme ve çelişkiler; sınıf içinde ayrıcalıklı konumda olma, yaş cinsiyet, ırk gibi faktörler nedeniyle sınıf bütünleşmesi, dayanışması ve siyasi mücadele gerçekleştirilememektedir.
- Mülk sahibi ve mülksüz “orta sınıf”ın burjuvazinin egemenlik anlayışı ve siyasi ideolojisi ile bütünleşmesi; bu sınıflar sınıf atlama çabası ve rekabet nedeniyle sınıfsal çıkarlardan uzaklaşmaktadır.
- Burjuvazinin zihinsel üretim araçlarını elinde bulundurması; egemen sınıf emekçilerin zihinleri, bilinçleri ve kültürel değerleri üzerinde sosyal kontrol kurmaktadır.
- İşçilerim üretim sürecindeki üretici konumları ve kimliklerinden uzaklaştırılmaları; işçilerin kendi ürettikleri metalar karşısında tüketici kimlikleri ön plana çıkarılmaktadır.
Bunlar ve sair nedenlerle işçi sınıfı bilinci gerçekliği kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda kavramaz. Kendi gerçekliğini tersine çevrilmiş biçimde kavrayan bu bilince Marx “ yanlış bilinç ” demiştir.
Sonuç
Tarihi materyalizm anlayışı çerçevesinde bir kapitalizm analizcisi olan ve sosyoloji biliminin gelişmesine büyük katkılar sunmuş olan Karl Marx görünen ardındaki gerçekliği açığa çıkarmaya çalıştığı ve bugün adına eleştirel denilen sosyal bilim metodu ile ortaya koyduğu eserleri ile klasik dönem sosyolojisindeki en önemli düşünürlerden biridir.