KÜLTÜR SOSYOLOJİSİ - Ünite 12: Küreselleşme Sürecinde Kültür Karşılaşmaları ve Yeni Bileşimler Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 12: Küreselleşme Sürecinde Kültür Karşılaşmaları ve Yeni Bileşimler

Giriş

Bu bölümde, kültür olgusu, küreselleşmeyle olan ilişkisi bağlamında incelenecektir.

Küreselleşmenin Standartlaştırıcı Eğilimi

Küreselleşme, öncelikle ekonomik temelli bir olgu olarak ele alınmalıdır. Böylece bu ekonomik dönüşümün kültürel, toplumsal ve siyasal etkileri daha iyi çözümlenebilir. Küreselleşme ile dünya ekonomisi arasında fark vardır. Küresel ekonomiyi, dünya ekonomisinden ayıran şey, iletişim ve ulaştırma teknolojilerinin gelişmesiyle parça başına üretimin dünya ölçeğinde yapılıyor olmasıdır.

Küresel ekonominin zaman içinde geçirdiği evrimi özetlemek gerekli görülmektedir. 19. yüzyıl, Batı Avrupa’da sanayi kapitalizminin ulusal ölçekte hızla geliştiği bir dönemdir. Sanayi kapitalizmi, ekonominin sınai üretim ve bu üretimden gelen kâr üzerine temellendiği bir biçimi vurgular. Sanayi kapitalizminde işçi ve işveren arasındaki ilişkinin doğası, kârlılığa ve işçinin olabildiğince sömürülmesine dayanır. Karl Marx’a göre, sömürü bu şekilde devam ettiği taktirde kapitalizm, doğası gereği bir kriz içine girecektir.

19. yüzyılda kapitalizmin ulus devlet ölçekli sınaî bir üretim biçimi olarak böyle büyük bir kriz içine girmesi pekâlâ olasıydı. Fakat Karl Marx’ın bir 19. yüzyıl düşünürü olarak öngöremediği şey, kapitalizmin ulus devletin sınırlarını aşarak daha esnek bir üretim biçimini benimseyerek, doğası gereği var olan bu krizi atlatabilme kapasitesiydi. 19. yüzyılın sonlarından itibaren, kapitalizm, ulusal pazarın sınırlarından çıkmaya ve sömürgecilik süreciyle eş zamanlı olarak dünyaya yayılmaya başlamıştır.

Emperyalist aşamada, dünyanın tamamı, kapitalist ekonomi için bir pazar olarak görülmeye başlanmıştır. Rudolf Hilferding ve Rosa Luxemburg gibi düşünürler, kapitalizmin doğasında bir dönüşüm olduğunu fark etmişler ve bu dönüşümü çözümlemeye çalışmışlardır. Burada söz konusu olan, kapitalizme dönemsel krizlerinden çıkma olanağı veren yaşamsal bir özellik olan esnekliktir. Finans kapitalizmi olarak da adlandırılan bu yeni ekonomide, artık üretilen metânın doğası değişmiştir. Finans kapitalizmi, kapitalist üretim biçiminin 20. yüzyılın başları itibariyle gelişmiş olan bu safhasında üretim, kaynağını sanayiden değil, varsayımsal değerlerin işlenmesi olan finansal hareketlilikten alır.

Ekonominin artı değerini oluşturan üretimin nesnesi, sanayi kapitalizminde olduğu gibi somut metâ üretimi olmaktan çok, esnek pazarın koşullarına uyum sağlayan varsayımsal bir üretimdir. Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden itibaren, bir ülkenin zenginlik göstergesinin, altın rezerviyle doğru orantılı olması esası ortadan kalkmıştır. 1930’lu yıllardan itibaren dünya ekonomisinde görünürlük kazanan Fordist üretim biçimi de kapitalizmin 1929 Buhranı olarak adlandırılan krizi atlatmasında önemli bir yaklaşımdır. Fordizm de denilen bu üretim biçimi, Henry Ford tarafından 1908 yılından itibaren kullanılmaya başlayan bir çalışma organizasyonudur. 1973 Petrol Kriziyle birlikte yerini daha esnek bir organizasyon olan neo-liberalizme bırakmıştır.

1929 ekonomik krizini tetikleyen etken, üretilmiş sanayi mallarını satın alacak bir tüketici kitlesinin olmayışıydı. Ford’a özgü olan durum, onun böyle bir kitle üretimi yapıyor olmasıydı. Ford, Taylorist modeli benimsemiştir. Taylorist model (Taylorizm) bilimsel, rasyonel bir çalışma yöntemi bulmak için yola çıkan Frederick Winslow Taylor’ın (1856-1915) geliştirdiği bir iş organizasyonu biçimidir.

Bugünkü anlamıyla küreselleşme olgusunun ortaya çıkışı, sanayi kapitalizminden sanayi-sonrası kapitalizme geçiş döneminde, fordist üretim biçiminin 1973 petrol kriziyle yerini daha akışkan neoliberal ekonomik politikalara bırakmasıyla gerçekleşmiştir.

Kültür endüstrisi, 20. yüzyılın ilk yarısında Frankfurt Okulu düşünürlerinden Max Horkheimer ve Theodor W. Adorno tarafından Marksist altyapı-üstyapı ilişkilerine referansla kavramsallaştırılmış bir olgudur. Kavram, geniş anlamıyla kültür ürünlerinin endüstrileşmesi, ekonomik kârlılık esasıyla yaratılması, sanayileşmeyle birlikte kültür ve sanat ürünlerinin metâlaşması olgusunun altını çizer. Ancak kavram, yalnızca kültür ürünlerinin metâlaşması üzerinde durmaz, bir metâ haline dönüşen yalnızca kültür ürünleri değil, toplumsal ilişkilerin, kültürel pratiklerin bizzat kendisidir. Asıl olan, en çok sayıda kişinin bu ürünleri satın alması olduğundan, bu ürünler genel, ortak bir beğeni ya da inşa edilmiş popülerlik standardına uyum sağlamak zorundadırlar.

Kültür ürününün mümkün olduğunca en geniş kitleye ulaşması hedeflendiğinden, önceden tasarlanır ve bir yönlendirme içerir. Gündelik olanın, kültür endüstrisi tarafından işlenip pazarlanması durumu, bildik olanın bize sunulmasıdır. Kültür endüstrisinin ürünleri, ister müzik, resim, ister tiyatro ya da edebiyat olsun, her biri aynı sistemin ürünleridirler; bireye aynı mesajı iletirler. Bu açıdan bakıldığında, kültür endüstrisi, ortak bir kültür yaratan bütünleşik bir sistemdir. Ancak, kültür endüstrisi kavramı, kitle kültürü kavramsallaştırmasından ciddi ölçüde ayrılır. Çünkü kitle kültürü ifadesi, kültürün öznesinin kitle olduğu vurgusunu yaparken kültür endüstrisi terimi, kitlenin bu üretime katkısı olmadığını vurgular.

Görüldüğü gibi, kültür endüstrisi kavramı, altyapının (ekonomi), üst yapıyı (örneğin kültür) belirlediği Marksist analizden yola çıkarak, kültür üretimi üzerinde durmuş ve dönüşen ekonomik yapının kültür ürünlerini nasıl etkilediğini sorgulamaya çalışmıştır. Ekonomide küreselleşme olgusu, aynı zamanda kültür ürünlerinin de küreselleşmesine yol açmış ve ortak beğeni standardını küresel bir düzleme taşımıştır.

Küreselleşme, aynı zamanda standartlaşmış kültür ürünlerinin dünya ölçeğinde yaygınlaşmasına, bu sayede ortak bir yeme-içme, giyinme, eğlenme, kısacası ortak bir beğeninin oluşmasına zemin hazırlar. Bu olguya en iyi örnek, tüketim yazınında da kavramsallaştırılmış olan McDonald’s zincir restoranlarıdır. Popüler kültür, o toplumda yaşayan bireylerin oluşturduğu ortak bir yapma/bilme düzleminin ifadesi olmaktan çok, bizzat kültür endüstrisi tarafından işlenen kültürel ürünler bütünü olarak görülebilir. Popüler kültürün ortaya çıkışı, belli teknolojilerin ortaya çıkışıyla eş zamanlıdır. Popüler kültür ürünleri, teknoloji yardımıyla geniş kitlelere ulaşması amaçlanan ürünlerdir.

Popüler kültür ürünü olan pop müziğin de temel özelliği, dinleyiciye bildik olanı tekrarlıyor olmasıdır. Popüler müzikte belirli seslerin belirli aralıklarla tekrarlanması, aynı zamanda müziğin basitleşmesi, fakat daha da önemlisi standartlaşması anlamına gelir. Bu standartlaşma piyasa açısından üretilecek olan pop müzik ürününün öngörülmesi ve bu sebeple kolay pazarlanması demektir. Eğer ses kaydediliyorsa müzik, yalnızca o anda icra edilen bir eser olma özelliğini kaybeder. Bu anlamda çalgıların ve sanatçının sesi artık kodlanmış, belirli efekt ve filtrelerle dönüştürülmüş bir piyasa ürününe dönüşmüştür. Bu durum sanat eserinin üretilmesi sürecini kökten bir şekilde değişikliğe uğratmıştır.

Tekrarlanabilirlik özelliği, sanatçının ve eserinin şimdide ortaya konmasından kaynağını alan, biricikliğini anlamsızlaştırmış, müzik kaydedilebildiği için metâlaştırılan ve hatta mükemmelleştirilmiş bir nesneye dönüşmüştür. Mükemmelleşme, mükemmelleştirme iddiası, sanatçının emeğini görünmez kılarak, emeği anlamsızlaştırır. Çünkü ne kadar kusursuz olursa olsun, bir insan emeği sonunda ortaya çıkmış eser, piyasa için o kadar da kusursuz değildir.

Bir popüler kültür ürününün pazarlama ve dağıtım aşamalarıyla kârlılık sağlaması için, yapım aşamasında, ona müdahale edilmesi gerekmektedir. Yapım, pazarlama, dağıtım aşamalarından oluşan bir bütünleşik medya, bugün sanat eserini ve sanatçıyı kapitalist üretim biçiminin içine çekmiş, müziği pazarlanabilir bir kültürel metâya çevirmiştir.

Gösteri programları, diziler, yarışmalar gibi televizyon programları da tıpkı pop müzik gibi izleyiciye yönelik, popüler kültür üretimleridir. Bu gibi yayınların en önemli özelliği, izleyiciyi ekrana bağlayabilme kapasitesidir.

Bu durumda, bir yayının başarısı, kaç kişi tarafından takip edildiğiyle doğru orantılıdır. Başarı ölçütüyle izleyici sayısı arasında kurulan doğrudan ilişki, yayının içeriğini belirlemesi açısından, konumuz gereği önemlidir. İzleyici sayısının önemli olması, televizyon kanallarının, finansal anlamda reklâm verenler tarafından desteklenmesiyle ilgilidir.

Reklâm kuşakları bugün, ciddi ölçüde televizyon programlarının biçim ve içeriğini belirlemektedir. Aynı zamanda küreselleşme bağlamında, dünyanın çeşitli yerlerinde reklâm getirisi kanıtlanmış belirli program biçimlerine, kısmen yerel içerikler eklenerek, farklı ülkelerde yayınlanmaya başlaması, bu olgunun bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır.

Diziler başta olmak üzere, televizyon programlarının diğer ayırt edici özelliği de görsellik tekniklerini kullanarak, bir çeşit dizisellik inşa ediyor olmalarıdır. Küresel düzlemde dünyayı kuşatan üretimde esneklik ilkesi, bizleri zamansallığın sekteye uğradığı parçalı bir gerçeklilikle karşı karşıya bırakmıştır.

Dizilerde yaşanan olaylar ve karakterler, bireylerin gündelik yaşamından esinlenerek kurgulanırlar. Ancak; bu esinlenme, gündelik yaşamda karşılaşılan olayların ve verilen tepkilerin çeşitliliğini tam olarak yansıtmadığından, yalnızca belirli davranış biçimleri üzerinde durur. Bu duruma bir başka örnek de haber programlarıdır. Bir toplumda haber değeri taşıyan gelişmeler, bizlere sevindirici ya da üzücü, yatıştırıcı ya da korkutucu olmaları üzerinden aktarılır. Asıl olan, televizyonun bu haberleri nasıl dönüştürdüğü, iyiyi nasıl daha iyi, korkuncu nasıl daha korkunç hale getirdiğidir.

Gerçekliğin yeniden inşa edilmesi, bir anlamda gerçekliğin yeniden kurgulanması sayesinde olur. Bu noktada kurgu, gündelik yaşamın gerçekliğini, onu bir açıklama çerçevesi olarak kullanma eğilimi gösteren izleyici için, gerçekten daha gerçek, alana taşır. Bu türden bir gelişmenin aracılandırılarak aktarılması onun, izleyicide yaratacağı olası etkinin, daha da büyütülmesine olanak sağlar. Nitekim daha gerçek olma iddiası, gerçeğin birebir aktarılmasının anlamsızlığına işaret ederek, yalnızca medya aracılığıyla gösterilen şeyin (gösterge) önemine vurgu yapar.

Baudrillard, günümüz toplumlarında gerçeklik algısının, fizik gerçekliğin sınırlarını aşmasına referansla, göstergenin, bir nesneyi işaret etmediği (göstermediği), fakat yalnızca kendisini gösterdiğini söyler. Bu durumda, bir nesnenin değerini belirleyen, kendisinden başka bir şeyi temsil etmeyen göstergeler arasındaki hiyerarşidir.

Sonuç olarak diziler, haberler, yarışma programlarıyla bir popüler kültür ürünü olan televizyon yayınları, pazarlanabilir olma kaygısıyla toplumsal gerçekliği daha farklı yansıtarak bireyleri, standartlaştırılmış bir takım yayınlarla karşı karşıya bırakırlar.

Sinemanın izleyiciye ulaşma kapasitesi, diğerlerinden daha az olsa da tıpkı televizyon yayınları ve pop müzik gibi, popüler kültür öğesidir. Sinema, gerek modern teknolojileri kullanması sayesinde, gerek yapımcıların, halka ilişkiler danışmanlarının talepleri doğrultusunda, izleyiciyle buluşmak için, televizyon yayınları bölümünde aktardığımız popüler kültürün özelliklerini ortaya koymaktadır.

Küreselleşmenin Diğer Yüzü: Farklılaşma, Yerelleşme, Melezleşme, Kültürel Karşılaşmalar

Teknolojinin gelişmesi ve yayılmasıyla popüler kültürün var olan bütün alanları işgal ettiği, aslında bugün, mevcut bütün kültürel ürünlerin popüler kültür ürünleri kapsamına girdiğine dair kavramsallaştırmaların haklılık payı olmakla birlikte, teknolojinin mikro ölçekli bir takım bireysel ve etkileşimsel mekanizmaların oluşmasına olanak verdiği de bir gerçektir.

Ulaşım ve iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte, dünya üzerinde farklı yerlere seyahat edebilme, farklı yerler hakkında enformasyon edinebilme kapasitemiz önemli derecede artmıştır. Böylece, dünya üzerinde yaşanan, hatta yaşanmakta olan her olayı takip etmemiz, farklı ülkelerden insanlarla iletişim halinde olmamız mümkün hale gelmiştir. Bu durum, bireysel etkileşimleri artırdığı gibi, toplumların küresel düzenle bütünleşip dünyaya açılmasına, toplumsal hareketlerin örgütlenebilmesine, farklı kimliklerin seslerini duyurabilmelerine ve yeni kültürel bileşimlerin ortaya çıkmasına olanak tanımaktadır.

İletişim teknolojilerinin gelişmesi ve kitlelerin erişimine açık hale gelmesiyle bugün, insanların birbirleriyle olan etkileşimleri giderek artmaktadır. Özellikle internet kullanımının yaygınlaşması bireyin, kendi talepleri ve arzuları doğrultusunda yeni insanlarla tanışmasına, farklı etkinlikler içine dâhil olabilmesine, dünyayı kendisi gibi anlamlandıran diğerleriyle karşılaşmasına ve bunun sonucunda, kendisine yeni toplumsallaşma alanları kurmasına olanak sağlamaktadır. Bu yeni toplumsal alanlar ve yeni toplumsallıklar bireyi, içinde yaşamaktan hoşnut olmadığı, içinde yaşamayı eleştirdiği ya da içinde olmanın onu tatmin etmediği fizik gerçekliğin dışında, bir sanal gerçeklik ortamına taşımaktadır.

Sanal ortamda söz konusu olan zaman anlıktır; şimdiki zamanda yaşanır ve tamamen bireyin kendi zaman algısıyla kurulur. Böylece bireyin yaşamındaki fiziksel engeller ve zamansal uzaklıklar ortadan kalkar. Bu sayede birey, ulus-devletin sınırlarını aşarak, kendi isteği ve amaçları doğrultusunda, yeni cemaatsel grupların içine girme olanağına sahip olur.

Mesafelerin sıfırlanması, ulaşım araçlarının gelişmiş olmasının bir sonucu olmanın yanında, küresel ölçekte örülmüş bilgisayar ağlarıyla mümkündür. Günümüzde, sanal ortamda, bireysel ve etkileşimsel karşılaşmaları mümkün kılan en etkili mecralar sosyal ağlar, bloglar ve forumlardır. Bu mecraların en önemli özelliği, kurulmasına olanak sağladığı iletişimin karşılıklı oluşudur. Sanal ortamda kurulan bir toplumsallık, fizik ortamda kurulan aile bağları, arkadaşlık, komşuluk gibi toplumsallıklara kıyasla görece daha kolay yapılıp bozulabilen bir yapıya sahiptir. Bu açıdan da bireyin, kurduğu karşılıklı ilişkide, daha esnek davranmasını mümkün kılar.

İletişim teknolojilerinin gelişmesi ve kullanımlarının yaygınlaşması, bireyler ya da gruplar arasındaki etkileşimin artmasını sağlamaktan öte, aynı zamanda kimlik oluşumunu ve stratejilerini de teşvik eder. Bu sayede radyo, televizyon, internet gibi iletişim araçları, seslendikleri kitlenin toplu halde düşünmesine ve örgütlenmesine ön ayak olan bir mecra haline dönüşür.

Bugün sosyal ağların, toplumsal hareketlerin örgütlenmesinde televizyondan daha etkili olduğunu gözlemlemekteyiz. Bu açıdan sosyal ağlar, gün geçtikçe bireylerin toplumsal ve siyasal olaylara tepki vermesini kolaylaştıran, hatta toplumsal hareketlerin bizzat bu ağlar sayesinde örgütlenebildiği ortamlar haline gelmişlerdir.

Tüm teknolojik ilerlemeler, kapitalizmin dönüşümü, devletin merkezi rolünü kaybetmesi, küresellik deneyimi, günümüz toplumlarında bireylerin kendi kimlik inşa süreçlerindeki taleplerini dile getirmelerini teşvik etmektedir. Küreselleşme deneyiminin mümkün kıldığı bu kimlik inşa sürecinde aynı zamanda Etzioni’nin vurguladığı direnen kimlik kavramsallaştırması, günümüz toplumlarını anlamada çok önemlidir. Buna göre direnen kimlik, toplulukların ve cemaatlerin ortaya çıkmasını mümkün kılar. Böylelikle bu cemaatler mevcut kurumsal, geleneksel, ideolojik baskılara karşı direniş gösterirler. Eş zamanlı olarak direnen kimlikler, küresel ekonominin yayılması ve yerel ekonomileri içine katmaya başlamasıyla küreselleşmeye karşı bir araya gelen yerel grupların tepkilerini de içerir.

Yerelliklerin açığa çıkması tüketim alışkanlıklarını da dönüştürmüştür. Bugün yeme-içme, giyinme, barınma ihtiyaçlarının küresel standartların dışına çıkıp yerel kültürlerin etkisi altına girdiğini görmekteyiz. Görüldüğü gibi, küreselleşmenin yerel kültürlerin üzerindeki olumsuz etkileri, yerelliklerin açığa çıkması sonucunu doğurmuştur. Yerelliklerin açığa çıkışı, kimi zaman dışlanan kimliklerin direniş göstererek mevcut sistemde yer edinmelerine olanak sağlarken kimi zaman, unutulmuş yerel kültür pratiklerinin yeniden ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Standartlaştırıcı Güçlerle Direniş Güçlerinin Eklemlenmesi Olarak Küresel Kültür Bileşimleri

Küreselleşme ve kültür arasındaki ilişkiyi anlayabilmemiz için, bu iki olguyu birden eşzamanlı olarak göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Küreselleşme, ne yalnızca kültürel öğelerin standartlaşmasına, ne de yalnızca özgürleştirici bir kültür pratiğinin doğmasına neden olur. Tam tersine küreselleşme, bir yandan ekonominin standartlaşmasıyla kültür olgularının da standartlaşmasına neden olurken aynı zamanda, özgürlüklerin artmasına olanak verir. Ancak, yine de bu iki durumu, birbirinden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Standartlaştırıcı güçlerle direniş güçlerinin iç içe geçmesi, birbirine eklemlenmesi ve sonuç olarak, birbirlerini dönüştürmesi söz konusudur. Kısacası küreselleşme, bu iki olgunun sürekli çatışma halinde olmasına sebebiyet verir.

Zygmunt Bauman’a göre küreselleşme, toplumlar arasındaki kültürel ilişkileri güçlendirse bile, küresel kaynaklara erişimin, her zaman eşitsiz bir biçimde gerçekleştiğini ifade eder; çünkü küreselleşmenin diğer yüzü dışlanmadır. Zamansal ve mekânsal uzaklığın göreceli olarak ortadan kalkmış olması, toplumsal eşitliği getirmekten çok, toplumsal ve toplumlararası kutuplaşmaya neden olur. Böylece küreselleşme, vaat ettiği zaman ve mekân sınırlamalarından arınmış, enformasyona dilediği gibi erişebilen özgür bireylerin olduğu bir dünya yaratmaktan öte, beklenmedik küresel etkilere yol açmış, eşitsizlikleri körüklemiştir.

Küresel kaynaklara erişebilmenin toplumsal hiyerarşiler bağlamında gerçekleşmesi durumu, küresel olarak üretilen enformasyonun da yalnızca belirli bir toplumsal grubun anlayabileceği şekilde düzenlendiği anlamına gelir. Bu durumda enformasyon standart biçimler almıştır.

Öte yandan bu durum, standartlaştırılmış küresel kodların, bu kodların oluşumunda söz sahibi olamayan toplumsal gruplarca kolaylıkla kabul edileceği anlamına gelmez. Küresel kültür kodlarının dolaşımına karşı olarak, otantiklik arayışıyla yerel kültürel kodları benimsemeye yönelen bireyler, ister istemez bu yerellikleri satın alır konuma gelmişlerdir. Böylelikle ortaya çıkan durum, yerelliklerin küresel dolaşımıdır. Ekonominin küreselleşmesiyle kültürel pratiklerin, küresel olarak dolaşıma girmesi, yerellikleri ortadan kaldırmaz; tersine, yerelin küresel ekonomiye eklemlenmesi anlamına gelir. Böylelikle yerellik küreselliğin karşısında konumlanan kültürel alan olmaktan uzaklaşır, küresel ekonominin standartlarına cevap verecek şekilde yeniden biçimlenir. Görüldüğü gibi, hiçbir kültürel kod bugün, küresellikten bağımsız olarak düşünülememektedir.