KÜLTÜR SOSYOLOJİSİ - Ünite 8: Sanatın Üretimi Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 8: Sanatın Üretimi
Giriş
Sanatçı ve ürettiği sanat yapıtı yaşadığı dönemdeki iktidar ilişkileri, gündelik yaşam, ekonomik ilişkiler ve hakim ideolojiden tamamıyla bağımsız değildir. Örneğin 20. yüzyılın başından itibaren beliren piyasacı yaşam biçimi sanatın eleştirisinin odağında olmuş 1960’lardan sonra ise sanat popüler kültürü kutsayan bir özelliğe bürünmüştür.
Kolektif Üretim Alanı Olarak Sanat Etkinliği
Sanat kavramı günümüzde çok geniş bir estetik üretim alanını kapsar. Belirli bir mekâna, çoğu kez gündelik yaşama dair nesnelerin özel olarak yerleştirilmesiyle oluşan, mekânın olanaklarını kullanan, izleyicinin katılımıyla anlam kazanan “yerleştirme” ya da “vücut sanatı” da bu alanın içindedir. Bu durum sanatın sıradanlaşması ve herhangi bir nesnenin sanatın konusu olması bakımından “sanatın sonu mu?” tartışmasını gündeme getirmiştir. Aslında bu durum bugünün parçalı, çoğulcu ve küresel dünyasının koşullarının bir sonucudur.
Sanat ve yaşam arasındaki çok eski ilişkinin bizzat sanat dünyası tarafından yeniden kurulması olarak değerlendirilen bu durum aslında Rönesans ya da 18. yüzyıldan önceki durumun yeniden canlanması olarak görülür. Şöyle ki; Rönesans, sanatın bağımsız estetik odluğu anlayışının miladı olarak kabul edilir.
Rönesans’tan önceki 2 bin yıl boyunca sanatçı ve zanaatkar arasında kesin bir ayrım bulunmamaktadır. Sanat eseri de daha çok işlevselliği ile ön plana çıkmıştır. Örneğin tablolar duvarları dekore etmek, müzik eserleri sarayı memnun etmek ya da bir dini tören için üretilmiş olabilir. Dolayısıyla bugün yaşayan eserlere yüklenen değerler üretildikleri dönemde onlara yüklenen değerlerden farklı olabilir.
Aslında sanat, insanların avcılık toplayıcılık yaparak yaşadıkları dönemden başlayarak gündelik yaşamla ilişkilidir. Özellikle dini faaliyet ya da avcılık gibi yaşamsal faaliyetlerde korkular, duygular ve inançlar sanat aracılığı ile ifade edilmiştir ve bu etkinliklerin yaşamı kolaylaştıracağına (bereket, korunma vb. şekillerde) inanılmıştır.
Sanatın (özellikle müzik ve dansın) kolektif yaşamın bir ürünü olması da bu döneme dayanmaktadır. Ortaçağda hatta Rönesans döneminin başında bile heykel ve resim gibi eserler bile bir kişinin eseri olmaktan çok bir atölye ya da loncada usta ve çırakların birlikte ortaya çıkardığı eserler gibi görünmektedir.
Toplumbilimci Howard S. Becker’e göre sanatın kolektifliği sadece topluca yapılan üretimlerde değil bireysel etkinlikler olarak görülen resim, edebiyat gibi alanlarda da yaşamaktadır. Örneğin bir roman üretilirken editör, yayınevi, matbaacı, dağıtıcı, okur, eleştirmen gibi kalabalık bir insan grubunun emeğiyle üretilir. Ayrıca sanat ürününün üretilmesi için gerekli olan teknolojinin geliştirilmesi, sanatsal kavramların üretilmesi, icracıların yetişmesi gibi, daha uzun bir vadede gerçekleşen süreçler de aynı kolektif üretimin öğeleridir.
Siyasi ve ekonomik güç ilişkilerinin sanat üretimine etkisi bağlamında sanat, tarih boyunca ekonomik ve siyasal güç odakları, soylu ya da aristokrat sınıflar ya da kilise gibi kurumlardan destek almıştır ve sanatçılar bu desteklerle yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Sanat üretimi ise belirli bir refah düzeyinin sağlandığı toplumlarda daha fazla olmuştur. Antik Yunan’da ve Rönesans İtalyası’nda tacirlerin sanata verdiği destek bunun örneğidir.
Burjuvazi sınıfı ya da din kurumunun desteği ile ayakta kalan sanat üretimi bunun sonucu olarak bu destekçilerin beklentilerini karşılamak durumundaydı. Bu beklentilere uygun hareket etmeyen sanat üretimi ise istisna olarak kalmıştır.
Sanat üretiminin bu patronaj sisteminden bağımsızlaşması ise kapitalizmin gelişmesi ve ortaya çıkan yeni kentsoylu sınıfın yeni bir pazar oluşturmasıyla başlamıştır. Ancak, tek bir patrona daha az bağımlılık duyan 19. yy. sanatçısı bu defa da piyasanın beklentileri ile sınırlanmak durumunda kalmış ve tam bir bağımsızlık elde edememiştir.
Pierre Bourdieu’ya göre 19. yüzyılın ikinci yarısında, sanatçı önceki dönemlerden farklı olarak tacir ve sanayicilere iki araçla bağımlı hale getirilmiştir: Birincisi, sanatçı üzerinde dolaylı olarak etkili olan piyasa ilişkileridir (örneğin yazarlar için satış rakamları ve sanatçıya sağlanan yeni iş olanakları). Diğeri ise özellikle burjuva ev sahiplerinin düzenlediği salon toplantıları aracılığıyla sanatçılar ve yüksek sosyetenin kimi kesimleri arasında kurulan kalıcı ilişkilerdir. Siyasi iktidar sahipleri ise bu ilişkiler aracılığıyla kendi dünya görüşlerini sanatçıya benimsetmeyi amaçlamışlardır.
Günümüzde sanat destekçileri: 20. yüzyıldan itibaren ise tarih boyunca sanat ve ekonomik-ideolojik güç odakları arasında kurulmuş olan ilişkileri reddeden pek çok sanatsal girişim ortaya çıkmış ancak bu girişimlerin büyük bir kısmı daha sonra sanat piyasasına dahil olmuştur. Sonuç olarak günümüzde sanat üretimi hem piyasaya hem de maddi destekçilere oldukça bağımlıdır. Bu bağımlılığı kullanan destekçiler ve piyasa sanatçının yaratıcılığı ve yönelimleri üzerinde etkide bulunmaktadırlar.
Günümüzde devletler de kültürlerinin ve geleneklerin tanıtılmasının yanısıra, sanat endüstrisinin de devamını sağlamak amacıyla sanatsal üretime (maddi, yer sağlama vb.) destek vermektedirler. Ancak bu destek de devletin belirlediği çerçeveye uyan sanatçı ve sanatsal üretim için geçerlidir.
1980’li yıllardan itibaren devletlerin küçülmesi ve özelleştirmeler sonucunda devletin terk ettiği bu destek alanı şirketlerin egemenliğine girmiştir. Devlet de şirketleri sanata destek vermeye teşvik etmekte ve vergi muafiyeti gibi olanaklarla ödüllendirmektedir.
Şirketlerin sanata verdiği destek ise sağladığı reklam ve saygınlık aracılığı ile şirketlerin bir yatırım aracı işlevi görmektedir. Şirketler de devlet gibi bu desteğin karşılığında sanatsal üretim üzerinde belirleyici olmak istemektedirler.
Sanat Üretiminde Kültür Endüstrisinin Gücü ve Önemi
20. yüzyılın ilk yarısında, Frankfurt Okulu düşünürleri, Theodor Adorno ve Max Horkheimer kapitalist üretim ilişkilerinin, kültürü bir endüstri, kültür ürünlerin ise metâ haline getirdiğini öne süren eleştirel bir yaklaşım ortaya koyarlar. Bunun sonucunda sanat, içinden çıktığı kapitalist sistemin, hem ekonomik, hem de düşünsel düzeyde kendini yeniden üretebilmesinin aracı haline gelmektedir.
Örneğin sinema ve müzik, popüler birer sanat olarak insanların günlük rutinlerinden uzaklaşmaları için sahte bir kaçış yolu sunar. Ancak, asıl işlevleri insanları sonraki iş gününe hazırlanmak ve boş zamanların nasıl değerlendirileceğini belirlemektir.
İtalyan düşünür Gramsci’ye göre ise kapitalizm gücünü sadece ekonomik üretimden almaz ve toplumun üzerinde her alanda bir hegemonyaya sahiptir. Üretim araçlarına egemen olmak ve kaba kuvvet sergilemenin yanısıra aile ve din gibi kurumlar ve ikna yoluyla da topluma değer aşılaması yapılır ve kültür endüstrisi de benzer bir işleve sahiptir.
Adorno’ya göre kültür endüstrisi, sanatın başka bir toplum özleminin bir parçası olan eleştiri yapabilme özelliğine saldırır ve ne yüksek sanatın yararlılığını, ne halk sanatının içinde taşıdığı isyancı direniş olanağını barındıran ticari bir ürün ortaya koyar. Kültür endüstrisi sözde bir kültürdür ve sanat eserini metalaştırır.
Frankfurt okulu için endüstri sözcüğü üretim sürecinin endüstriyelleşmesini değil, kültürel bir ürünün standartlaşmasını, dağıtım tekniklerinin rasyonelleştirilmesini anlatmak amacıyla kullanılmıştır. Buradaki üretim sanatçı ve alımlayıcı arasında gerçekleşmez. Ayrıca ihtiyaçlar gerçek değildir ve yaratılmıştır.
Popüler müzik bu standartlaşmanın en güzel örneği ni ortaya koyar. Bütün girişimler pek çok bakımdan (sözler, ezgiler vb.) birbirine benzer.
Adorno “Popüler Müzik Üzerine” adlı makalesinde üç tespitte bulunur:
- İlk olarak popüler müzik standartlaşmıştır. Bu standartlaşma dinleyiciyi de farkında olmadığı halde tek tipleştirmektedir.
- İkinci olarak sürekli tekrar öğesini kullanan popüler müzik, dinleyiciyi pasif bir konuma iterek, yaratıcılıktan uzaklaştırır ve farklı bir dünya tahayyülünü olanaksız kılar.
- Son olarak popüler müzik tüketicileri sosyopsikolojik işlevi doğrultusunda müzikteki tekrar ve ritim unsurlarının etkisiyle gündelik yaşamın düzenine, fiziksel olarak uyum sağlamalarını kolaylaştırır.
Sanat eseri günümüzde teknolojinin gelişmiş olanakları kullanılarak yeniden üretilebilir ya da kopyalanabilir. Ancak Walter Benjamin’e göre bu gerçekleştirilse de yeniden üretim, sanat eserinin biricikliğini ve üretildiği dönemdeki ruhu ve üretildiği dönem içindeki özelliğini yansıtamaz. Tarihsellikten kopuktur. Ancak yeniden üretim yine de sanat eserinin kutsallığını zedeleyemez. Ayrıca yeniden üretim sanat eserini güncelleştirir hem de kolektifleştirir. Bu anlamda yeniden üretim olumlu ve olumsuz özelliklere aynı anda sahiptir.
Popüler Kültür Çalışmaları
Kültürel çalışmalar 1960’lı yıllarda, Britanya’da, özellikle Birmingham Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi çevresinde gelişmeye başlayan, kültürü disiplinler arası bir bakış açısıyla inceleyen alandır.
Televizyonun 1930’lardan itibaren yaygınlaşmasının sonucunda medya çalışmaları yeni bir çalışma alanı olarak 1960’lardan itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu çalışmalar televizyon tarafından verilen mesajların egemen ideolojinin yeniden üretimine hizmet edebilecek ya da onu eleştirecek şekilde algılanabileceğini ortaya koymuştur.
Kültürel Çalışmalar, kitle kültürünün ele alınışında popüler olana değer atfetmesi açısından, Frankfurt Okuluyla karşıt bir konuma yerleşir. Bu alana giren çalışmalarda kültür, yalnızca ekonomik altyapı tarafından belirlenmez; aynı zamanda, kültürün alımlayıcıları tarafından şekillendirilen, dinamik bir yapı gösterir. Kültür hem bir hegemonya hem de bir direnme aracıdır.
Popüler kültür de yüksek kültür gibi oldukça önemlidir ve alımlayıcı tercihleri yoluyla kültürel ortamı etkiler. Sanat üretimi açısındansa hem yüksek kültür, hem de popüler kültür alanında sanatçının, benzer kaygılarla ürün verdiği, amaçları, yöntemleri, rolleri açısından benzeştikleri görüşü ileri sürülür.
Özgürleştirici ve Standartlaştırıcı Güçler Arasında Sanat
Egemen güçlerin sanat üzerindeki hegemonyası sanatçıların da bu ilişkilerin dışımda kalması çabasını beraberinde getirmiştir. Sanatı bir direniş alanı olarak gören sanatçılar için internet oldukça önemlidir. Dünyaya ulaşmaktaki hız ve kapsamın yanısıra denetlenebilirliği az olduğu için internet bir özgürlük alanı olarak görülmektedir.
İnternet sanatı, interneti temel araç olarak kullanan internet ve video sanatında olduğu gibi, konusunu da kullandığı mecradan alan internet, internet kültürü, teknoloji-toplum ilişkileri gibi konuları irdeleyen kültürel üretim şeklidir. Pek çok örneği, internet kullanıcılarının müdahaleleriyle yapıtın nihai halinin değiştirilmesine açıktır.
İnternet diğer sanat alanları için de özgürleştirici bir üretim ve paylaşım alanı sunmaktadır. Bu sayede çok gelişmiş bir yeteneğe sahip olmayan ya da ayrıcalıklı olmayan kişiler de beste yapmak gibi olanaklara kavuşmaktadır. Burada kastedilen, teknolojinin sanat üretimini kolaylaştırmakta olduğu değil, geleneksel sanat yapma biçimlerinin dışında ve “bu alana dâhil olamayan kişilere” olanaklar sunmakta olduğudur.
Ayrıca internet dağıtım ve reklam maliyetlerini de ortadan kaldırır ve bu da müzik ya da görsel sanatların paylaşılmasını kolaylaştırır. Ancak yine de internet bir pazardır ve bu özelliği dolayısıyla küresel sermayenin takibi altındadır. Küresel sermaye internet tüketicilerin eğitimlerinin izlemek ve yönlendirmek amacıyla bir araç olarak kullanmaktadır.
Alt kültür, egemen kültür içinde, bazı genel kültürel normlara uyum göstermekle birlikte, kendilerine özgü davranış kalıpları geliştiren gruplardır. Bu gruplar etnik, dinsel ve cinsel azınlıkların oluşturduğu gruplar olabileceği gibi yaş grubuna dayanan bir grup da olabilir. Örneğin gençlik bir alt kültürdür.
Alt kültürlerin en önemli özelliklerinden biri egemen değerler sistemine karşı direniş göstermesidir. Bu direniş günlük eylemlerin politik olarak yorumlanması ve toplumsal faaliyetlerin bir direniş aracı olarak görülmesiyle gerçekleşir.
Müzik, alt kültürler için temel değerlerin yansıtıldığı kolektif bir tüketim alanıdır. Genelde sanatsal ve özelde de müzik anlayışları bakımından alt kültürlerin davranış biçimleri anlamsız ve uygunsuz görülüp yadırganabilir. Ancak bu davranış biçimleri egemen akımlara direnmenin bir aracıdır.
Alt kültürlerin sanatsal tepkileri erkek egemen sanat dünyasına karşı ortaya konulan başkaldırıda da kendini gösterir. Alt kültürlerin sanatsal faaliyeti olarak müzik her zaman piyasanın işleyişinin dışında kalamaz. Bu şekilde piyasaya direnebilen gruplar olduğu halde örneği rap ve punk müzikler birer alt kültür müziği olarak ortaya çıktıkları halde kapitalizm sayesinde ticarileşmiştir.