KÜLTÜREL MİRAS YÖNETİMİ - Bölüm 4: Kültürel Miras Yönetimi ve Müzecilik Özeti :

PAYLAŞ:

Bölüm 4: Kültürel Miras Yönetimi ve Müzecilik

Giriş

Kimliğimizle, kültürümüzle, tarihimizle ilgili somut ve soyut değerlerin tümü olan kültürel miras, insanların tarih boyunca biriktirdikleri deneyimlerin ve geleneklerin devamlılığını sağlayan değerlerdir. Kültürel miraslar hem ekonomik hem de sosyal yaşamda güçlü bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla söz konusu bu durum koruma kavramını beraberinde getirmektedir. Koruma kavramı, kültürel mirasın anlaşılmasındaki, tarihinin ve anlamının bilinmesi, malzemelerinin korunmasının sağlanması, gerektiği gibi muhafaza edilmesi, restore edilmesi ve geliştirilmesi ile ilgili olan tüm çabalar olarak tanımlanmaktadır.

Kültürel mirasın günümüz toplumuna ve gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için koruma, kullanma, yorumlama, bilgilendirme ve sunuma kadar farklı uzmanlık alanlarını bir araya getiren çalışmalar yapılması gerekmektedir. Kültürel miras yönetimi bu çalışmaların bir sistematik çerçevede ele alınmasını konu edinmektedir (Aksoy ve Enlil, 2012).

Kültürel Miras Kavramı

İlk dönemlerde kültürel mirasın tanımlanmasında eserin “tarihi, estetik” özelliklerine odaklanılırken daha sonraki süreçte “tarihi kentsel peyzaj” kavramı gelişmiştir. Kültürel mirasın değeri erken dönemde “ulusal gurur ve birlik kaynağı” iken bu tanım yerini “yerel ve bölgesel kimlik, mekânsal kalite, ekonomik refah ve sosyal uyumun kaynağı” gibi kavramlara bırakmıştır (Dinçer, 2012).

Kültürel miras, insanın binlerce yıllık yaşam tecrübesinin, aklının ve yaratıcılığının bugüne ulaşmayı başarmış kalıntılarıdır. Niteliği bakımında, somut ve somut olmayan; somut olanı ise taşınır ve taşınmaz diye kategorilere ayrılan kültürel miras bazen bir arkeolojik sit, bazen Ortaçağ’dan kalma bir şehir, bazen eski bir kilim, bazen de bir ritüel olarak karşımıza çıkar (Pulhan, 2009).

Kültür

Kültürel miras kavramının kökenini oluşturan “kültür”, çok geniş bir anlama sahiptir. İnsanın ortaya çıkmasıyla birlikte yaptığı, düşündüğü, ifade ettiği, tüm yaşamını kapsayan, kendine özgü bütün eylemleri içermesi de bunun en önemli nedenidir (Kurtar, 2012). Modern öncesi dönemlerde, kültür gerçek yaşam dünyasındaki eyleme ve doğa ile etkileşime atıfta bulunurdu. Modern çağa yaklaşıldığında kültür kavramı zihnin işlenmesini, daha sonra da insanoğlunun işlenmesini ifade etmek için kullanılmıştır (Soini ve Dessein, 2019).

Etimolojik açıdan kültür cultura’dan gelmektedir. Latince’de cultura;sürmek, ekip biçmek, işlemek, inşa etmek anlamında kullanılmıştır. Kültür; insanın var olmasıyla birlikte meydana gelen dünyayı algıma biçimi, onu değiştirmesi, dönüştürmesi, kendi yaşamına mal etmesi, elde ettiği anlamı yaşantısına karşılık gelen her şeye aktarmasıdır. Kültür kelimesinin günümüzdeki anlamı ilk kez 17.yüzyılda Samuel Pufendorf tarafından kullanılmıştır. Pufendorf ’a göre kültür doğaya karşıt ve belli bir toplumsal bağlam içinde ortaya çıkan tüm insan esaslarıdır (ICCROM, 1990; Şentürk, 2012). Kültür kavramına ilk kez 1750’li yıllarda “insanın yaşama tarzı” anlamı yüklenmiştir. Dolayısıyla kültür insan hayatında maddi ve manevi tüm yaşam pratiklerini içeren dinamik bir kavramdır ve yaşama dair her ne varsa tümünü kapsayan inançlar ve değerlerdir (Nişancı, 2012).

Yüzlerce farklı kültür tanımı üç kategoride sınıflandırılmıştır (Edles, 2002; Gökalp, 2010):

  • Kültürün estetik tanımları ya da yüksek kültür olarak kültür
  • Kültürün antropolojik tanımları ya da bütün bir yaşam tarzı olarak kültür
  • Paylaşılan anlam sistemleri olarak kültür

Kültürel Miras

Kültürel miras, bir toplumun üyelerine ortak geçmişlerini anlatan, aralarındaki dayanışma ve birlik duygularını güçlendiren, geçmişten günümüze kalan somut ve somut olmayan değerlerdir. 1972 yılında imzalanan Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi ’nde koruma altına alınması gereken kültür mirasının kültürel ve doğal miras olarak iki başlık altında incelenir (Metin Basat, 2013). Kültürel ve doğal değerlerin yaşatılması için gerekli işbirliğini sağlamak amacıyla kurulmuş olan uluslararası kurum olan UNESCO’nun kültürel miras tanımı anıtlar, yapı toplulukları ve sit alanlarını kapsamaktadır (Göksu, 2010).

Fiziksel ve biyolojik oluşumlardan veya bu tür oluşum topluluklarından oluşan doğal anıtlar, jeolojik fizyografik oluşumlar, hayvan ve bitki türlerinin yetiştiği alanlar ve doğal sitler, doğal miras başlığı altında yer alır (Metin Basat, 2013).

Somut Kültürel Miras

Somut kültürel miras iki gruba ayrılmaktadır:

  • Taşınabilir Miras
  • Taşınamaz Miras

Taşınır Kültürel Miras; Tarih öncesi ve tarihi devirlere ait, jeoloji, antropoloji, prehistorya, arkeoloji ve sanat tarihi açılarından belge değeri taşıyan ve ait oldukları dönemin sosyal, kültürel, teknik ve ilmi özellikleri ile seviyesini yansıtan her türlü (taşınır nitelikteki) kültür ve tabiat varlığı taşınır kültür varlığıdır. Taşınır kültür varlıkları yapıldıkları maddelere göre de iki ana sınıfa ayrılır.

  • Organik Maddeler: bitki, hayvan ve insan kaynaklıdır.
  • İnorganik Maddeler: taş, metal ve toprak kaynaklıdır.

Taşınmaz Kültürel Miras; anıtlar, arkeolojik sitler, yapı toplulukları olarak sınıflandırılır;

  • Anıtlar: Tarih, sanat ve bilim açısından insanlığın evrensel değeri olarak kabul edilen; mimari çalışmalar, heykel ve resim çalışmaları, arkeolojik nitelikteki unsur ve yapılar, yazıtlar, mağara ve eleman bileşimleridir.
  • Yapı Toplulukları: Mimari özellikleri uyumlulukları veya arazi üzerindeki yerleri nedeniyle; tarih, sanat veya bilim açısından insanlığın evrensel değeri olarak kabul edilen, ayrı ya da birleşik yapı topluluklarıdır.
  • Sitler: Tarihî, estetik, etnolojik ya da antropolojik açıdan insanlığın evrensel değeri olarak kabul edilen, insan ürünü eserler veya doğa ve insanın ortak eserleri ve arkeolojik sitleri kapsayan alanlardır.

Somut Olmayan Kültürel Miras

Somut olmayan kültürel miras, toplulukların, grupların ve kimi durumlarda bireylerin, kültürel miraslarının bir parçası olarak tanımladıkları uygulamalar, temsiller, anlatımlar, bilgiler, beceriler ve bunlara ilişkin araçlar, gereçler ve kültürel mekanlar anlamına gelir. Somut olmayan kültürel miras, kültürel çeşitliliğin temel biçimini meydana getirir. Somut olmayan kültürel miras:

  • Dilin somut olmayan kültürel mirasın aktarılmasında bir araç ve işlevi gördüğü sözlü anlatımlar ve sözlü gelenekler,
  • Gösteri sanatları,
  • Toplumsal uygulamalar, ritüeller ve festivaller,
  • Halk bilgisi, evren ve doğa ile ilgili uygulamalar,
  • El sanatları geleneğinden oluşmaktadır.

Kültürel Mirası Koruma Anlayışı

Koruma kavramı, ICOMOS 94’de kültürel mirasın anlaşılmasındaki, tarihin ve anlamının bilinmesi, malzemelerinin korunmasının sağlanması, gerektiği gibi muhafaza edilmesi, restore edilmesi ve geliştirilmesi ile ilgili olan tüm çabalar olarak tanımlanmıştır. Kültürel mirası koruma anlayışı uluslararası düzeyde gelişmiş ve hükümetler uluslararası pek çok anlaşmada taraf ülke olarak imzalamışlardır. Ülkemiz de kültür ve kültürel mirasın korunması konusunda üye olduğu UNESCO Avrupa Konseyinin (COE) yedi önemli anlaşmasını imzalamıştır (Erbay, 2016). Korumanın asıl amacı doğal ve tarihi zenginliklerin korunarak hayatta kalmalarının sağlanması, bu sayede gelecek kuşaklara teslim edilerek kültürel mirasın sürekliliğinin sağlanmasıdır. Korunacak varlıklar ve korumanın amacına göre farklı yaklaşımlar olabilir. Zeren Gülersoy (1981) söz konusu değerler ve amaçları şöyle sıralamıştır:

  • Geçmişin anımsanması için tarihsel belgelerin güvence altına alınması
  • İnsanlığın yaratabileceği tüm kaynakların korunması
  • Sanat yapıtlarının güvenliğinin sağlanması
  • İçinde bulunan ve korunacak değerler taşıyan çevredeki olumsuz değişimlerin denetlenmesi
  • Sosyal ve geleneksel yaşam biçiminde oluşabilecek değişim ve tahriplerin önlenmesi
  • Kültürel kavramların gelenek, görenek ve düşüncelerin sürdürülmesi

Dünya’da Kültürel Miras’ın Korunması

Dünya’da ilk koruma anlayışı yönetimlerin ve dinin de etkisi ile yönetim binaları ve daha çok dinsel yapılarda söz konusu olmuştur. 19. yüzyılın başlarında ise mimari eserleri korumaya yönelik ilk yasalar hazırlanmıştır. Sanayi Devriminin etkisi ile çevre ve doğal çevrenin yok olma tehdidi ile karşı karşıya kalması tarihi çevreye olan ilgiyi de arttırmıştır. 1931 yılında Atina’ da “1. Uluslararası Tarihsel Anıtların Korunması ile ilgili Mimarlar ve Teknisyenleri Kongresi” sonrası ulusların üzerinde anlaştığı, korumanın yöntemlerinin belirlenmesini amaçlayan bir sözleşme taslağı hazırlanmıştır. Böylelikle koruma konularında ilk ciddi girişim olarak nitelenen Atina Tüzüğü ortaya çıkmıştır. Kültür mirasını koruma çalışmalarının uluslararası alanda kurumsallaşması I. Dünya Savaşı yıllarında başlamış ancak ortak adımların atılması II. Dünya Savaşı sonlarını bulmuştur. Dünya genelinde bugünkü koruma anlayışının gelişmesine yönelik birçok çalışma yürütülmüştür. UNESCO söz konusu bu çalışmalarda önemli görevler üstlenmiştir.

Türkiye’de Kültürel Miras’ın Korunması

Tarih boyunca çok çeşitli kültür ve uygarlıkların birleşme ve çatışma noktasında yer alan ve bugün de bu özelliğini koruyan Anadolu ve Trakya, üzerinde birçok halkın bugüne bıraktığı kültür mirasını taşımaktadır. Ülkemiz sınırları içinde yer alan bu mirasın köklerinde Hitit, Likya, Karya, Frig gibi eski Anadolu kültürleri, Orta Asya, İran, Arap etkileri ile Selçuklu ve Osmanlı kaynakları bulunmaktadır (Dağıstan Özdemir, 2005). Türkiye’de koruma eğilimi Avrupa’da ortaya çıkan modernizm akımının ve Sanayi Devriminin 1840’lı yıllarda Osmanlı Devletini de etkisine almasıyla başlamıştır (Basmacı 2017).

Osmanlı Dönemi

Osmanlı Devleti’nde 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra Kadı’nın yönlendiriciliğinde gelişen kentsel düzen görülmeye başlamıştır. 1855’te ilk belediye kurumu olan “Şehremaneti” nin kuruluşu, 1864 yılında imar kurullarını belirleyen uygulamanın devreye girmesi ve 1869, 1874 ve 1884 tarihli Asar-ı Atika Nizamnameleri (Eski Eserler Tüzükleri) ile yasal düzenlemeler yapılmıştır (Basmacı, 2017; Dağıstan Özdemir, 2005). Üçüncü yani 1884 tarihli Asar-ı Atika nizamnamesinde Yunan ve Roma kalıntılarını kapsayan eski eser tanımı, sanat değeri olan yapı, heykel gibi mimarlık ürünlerini de içine alacak şekilde genişletilmiştir. Ayrıca Türk İslam sanatın da korunmaya alınması kabul edilmiştir (Ayrancı, 2007; Kaderli, 2014).

Cumhuriyet Dönemi

Tarihi-kültürel ve anıtsal değer taşıyan eserlerin ve bu eserlerin planlarının yapılmasıyla koruma anlayışının gelişmesi Atatürk döneminde ortaya çıkmıştır. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilan edilmesiyle kentsel koruma için yeni ve çağdaş fikirler ortaya atılmış, 1930’lu yıllardan itibaren de koruma anlayışı ülkemizde güçlenmiştir. Türkiye’de 1950’li yıllardan sonra artan nüfus ve kırdan kente göçler neticesinde özellikle tarihi ve kültürel değerlere sahip şehirlerde plansız yapılaşmalar meydana gelmeye başlamış ve dolayısıyla da 1960’larda da devletin tarih ve kültür değeri olan eserleri korumakla yükümlü tutulması çabaları görülmüştür Söz konusu durum restorasyon çalışmalarının yapılmasını da gerekli kılmıştır. 1970’li yıllardan sonra kültürel miras niteliğindeki alanların koruma altına alınması gündeme gelmiş, koruma kavramı anayasal düzenlemelerde ve kalkınma planlarında yer edinmeye başlamıştır (Ayrancı, 2007; Sargın ve Dinç, 2017; Kaderli, 2014).

Türkiye, birçok Avrupa Konseyi ve UNESCO kararını onaylamış; Venedik Tüzüğü(1964), Dünya Kültürel ve Doğal Mirası Koruma Sözleşmesi (1972), Avrupa Mimari Mirası Koruma Sözleşmesi (1985), Avrupa Arkeoloji Mirasının Korunması Sözleşmesi’ni (1992) taraf olarak iç hukuk belgesi hâline getirmiştir.

Bugün, Türkiye’de kültür ve tabiat varlıklarının her türlü araştırmasının, korunmasının ve yönetiminin kurallarını belirleyen düzenleme 1983 yılında Kabul edilen 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’dur. Bu yasaya 2004 yılında, 5226 sayılı yeni kanun ile, kültürel miras yönetimi ve finansmanı konularında dünyadaki yeni açılımları yansıtan değişikler yapılmıştır (Ünal, 2014). Türkiye’de Kültürel Mirasın korunmasından sorumlu kurumlar şöyle sıralanabilir;

  • Turizm ve Kültür Bakanlığı
  • Vakıflar Genel Müdürlüğü
  • Yerel Yönetimler
  • Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
  • Sivil Örgütler

Kültürel mirasın anlamı, korunması ve topluma yararlı hâle gelmesi için faaliyet gösteren uluslararası örgütler bulunmaktadır. Aşağıda Türkiye’nin üyesi olduğu ya da kültür varlıkları alanında işbirliği, çeşitli projeler yaptığı örgütler yer almaktadır;

  • UNESCO (United Nations Educational Scientific and Cultural Organization-Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu)
  • Avrupa Konseyi (Council of Europe)
  • ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler KonseyiInternational Council of Monuments and Sites)
  • ICCROM (Kültür Varlıklarının Korunması ve Onarım Çalışmaları Uluslararası MerkeziInternational Centre for Study of the Preservations and Restoration of Cultural Property)
  • ICOM (Uluslararası Müzeler KonseyiInternational Council of Museum)
  • WMF (Dünya Anıtlar Fonu-The World Monuments)
  • Getty Koruma Enstitüsü-Getty Conservation Institute
  • Ağa Han Kültür Vakfı-Aga Khan Trust for Culture
  • Bizim Avrupamız-Europe Nostra

Kültürel Miras Yönetimi

Kültürel Miras Yönetimi (KMY), kültürel mirasımızın korunması, iyileştirilmesi ve geliştirilmesi açısından giderek önem kazanmaktadır. Kültürel miras yönetiminin anlaşılabilmesi için “yönetim” ve “örgüt” kavramlarının da bilinmesi gerekmektedir. Yönetim, belirli amaçlara ulaşmak için işbölümü yapmış bireylerin etkinlikleri olarak tanımlanabilir. Bugün modern yaşamın önemli aktörlerinden biri haline gelmiş olan Örgütler toplumların ihtiyacı olan mal ve hizmetleri üretip dağıtırlar. Örgütler belirlenmiş amaçların başarılması için bilinçli şekilde oluşturulmuş yapılardır.

Kültürel miras yönetiminde amaç, yasal ve kurumsal çerçevenin bütün olarak değerlendirilmesi, uygulamaya yönelik çalışmaların belirlenmesi, etkin bir koruma ve yaşatma için paydaşların görev ve sorumluluklarının tespiti ile planlanacak projelere bilgi ve finansal altyapısının sağlanması, alanın en iyi şekilde korunması ve yaşatılması için yönetsel sistemin oluşturulmasıdır (Öksüz Kuşçuoğlu ve Taş, 2017). Bu değerlerin yönetiminde üç aşama bulunur (Ünver, 2006; Orbaşlı, 2000; Lockwood vd., 2006; Kurtar, 2012):

1. Aşama: Kanıtların Toplanması ve Analizi-Miras Değerlerinin Tanımlanması

  • Sit/yer/peyzaj ve bileşenlerinin tanımlanması
  • Bir yerdeki grup ya da insanların ilgisini/ bilgisini sınıflamak
  • Bir yer ile ilgili olarak tarih, belgesel, sözel ve fiziksel yeterli ve anlaşılabilir ölçüde bilgi toplamak ve kaydetmek
  • Öneminin anlaşılması için miras değerinin açıklanması

2. Aşama: Politikaların Geliştirilmesi

  • Miras değerleri ve tanımlanmasında meydana gelen zorlukların belirlenmesi
  • Yerin geleceğini etkileyecek diğer faktörler hakkında bilgi toplamak
  • Politikaların geliştirilmesi

3.Aşama: Politikaların Uygulanması ve Yönetimin İzlenmesi

  • Politikaların uygulamaya konulması için yönetim planının hazırlanması
  • Yönetilen alan ile yönetim planının uygun olması
  • Denetleme ve izleme

Dünya’da Kültürel Miras Yönetimi

Kültürel miras değerinin korunması ve bu korumanın sürdürülebilir bir değer taşıması adına dünyanın birçok farklı yerinde sözleşmeler yapılmıştır. En önemlileri arasında;

  • Atina sözleşmesi (1931),
  • Venedik tüzüğü (1964),
  • Avrupa Konseyi-La Haye ve Avrupa Kültürel Sözleşmesi (1954),
  • UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi (1972) yer almaktadır.

Kültürel mirasın yönetimi ile ilgili her ülkenin yasal çerçevesi o ülkenin kültür politikalarına bağlı olarak gelişmiştir. Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde dört faklı kültür modeli bulunmaktadır. Birincisi: Merkezi Sistem/ Kültür Bakanlığı Modeli ’dir. Fransa ve İtalya gibi ülkelerde görülen söz konusu modelde, kültür politikası devletin merkezi bir birimi olan Kültür Bakanlığı’ndan alınır ve ona bağlı kurumlarca uygulanır. İkincisi: Federal/Yerel Makamlar Modeli ’dir. Merkezi birimin yetkisinin azaldığı ya da tamamen kaybolduğu görülen bu modelde, yasal güç bölgesel yönetimlerdedir. Avusturya ve Almanya bu model için iyi birere örnektir. Üçüncüsü: Minimalist Model’dir. Amerika Birleşik Devletleri’nde uygulanan söz konusu modelde, kültür işleriyle ilgilenen bir hükümet organı bulunmaz. Eyaletlerde bu iş için birimler oluşturulmuştur. Gereken finasman sponsorluk ve bağışlar gibi yollardan sağlanır. Dördüncüsü: Tam Devlet Kontrolü Modeli ’dir. Eski SSCB ve Doğu Bloku ülkelerinde uygulanmış olan bu model günümüzde yerini diğer modellere bırakmıştır. Sanatsal üretimin ve sergilenmesinin devlet tarafından kontrol edildiği bu model dolayısıyla katı bir devletçilik anlayışının olduğu ülkelerde görülmüştür (Weber, 2003; Ayaz Akdemir, 2019).

Türkiye’de Kültürel Miras Yönetimi

Türkiye’de ilk kez 1869’da çıkarılan Asar-ı Attika Nizamnamesi öncesi tarihi eserler ile ilgili hiçbir yasal düzenleme bulunmaz. Eski eserler hukukuna dair ilgili en köklü ve önemli değişiklik ise 1884 yılında Osman Hamdi Bey Müze-i Hümayunun müdürü iken II. .Asar-ı Atika Nizamnamesinin eksiklerinin giderilmesinde yer alan 3. maddesindeki “eski eserler mülkiyetinin kayıtsız devlete ait olması prensibi”dir.

Türkiye’de kültürel miras yönetiminin en önemli figürü devletin kamu yönetimidir. Kamu yönetimi işlevsel olarak, “kamu politikalarının uygulanması süreci” ve yapısal olarak işlevleri anayasalarla belirlenmiş kamu örgütlerinin yönetimidir. Dolayısıyla Türkiye’de kültürel miras yönetimindeki temel aktör devlettir. Ülkemizde 2000’li yılların sonunda kültürel çeşitlilik söyleminin öne çıkmasıyla beraber, 2010’lı yıllardan sonra kültürel mirasla ilgili eğitim çalışmaları başlatılmıştır. 2000’li yılların sonunda kültürel çeşitlilik söyleminin öne çıkmasıyla beraber, 2010’lı yıllardan sonra kültürel mirasla ilgili eğitim çalışmaları başlatılmıştır.

Kültür ekonomisi, özellikle gelişmiş ülkelerde turizmin, daha çok da kültür turizminin de etkisiyle kentlerin kültürel ekonomik yapılarının çözümlenmesi temelinde gelişmiştir. Kültür ekonomisi ya da kültürel ekonomi gibi terimler özellikle son çeyrek asırda belirginleşmeye başlamıştır. Buda görsel-işitsel medya, bilişim, kayıt ve dijital teknolojiler ve turizm gibi farklı kültür endüstrileri ve sektörlerindeki yaşamı dönüştüren hızlı ve köklü değişimlerin etkisi büyüktür. Dünyada ve dolayısıyla Türkiye’de kültür ekonomisi kapsamında pek çok ürün, hizmet, faaliyet, kurum, aktör ve sistem dahil edilmekte ve değerlendirilmektedir. Türk dünyasında kültürel bellekten hareketle geliştirilecek olan kültür endüstrileri, sürdürülebilir kalkınma ve hızlı ekonomik gelişmenin temel dinamiği olarak değerlendirilmelidir (Özdemir, 2019).

Kültürel Miras ve Müzecilik

Kültürel mirasın korunması ve sunulmasında modern çağın en önemli aracı müzelerdir. Müzecilik başlı başına bir disiplin hâline geldiğinde insanlığın çok değerli eserleri yok olmaktan kurtarılmıştır. Kültürel mirasın korunması ve insanlığın bilgisine sunulması aynı zamanda yeni gelişmelere yol açacak birikimin yeni nesillere aktarılmasını sağlayacaktır. Müzeler bunu sağlamakta önemli görevler üstlenmiştir. Dolayısıyla müzeler öncelikle insanlığın tarih serüveninde yarattığı başarıları sergileme ve görme merkezleridir ve bir ülkenin kültürel mirasının zenginlik göstergesidir.

Dünya’da Müzecilik

Müzeler kültürel mirasın öğrenildiği yerlerdir. Kültürel değerlere sahip bir bütünü çeşitli araçlarla korumak, incelemek, değerlendirmek ve özellikle halkın estetik beğenisinin yükselmesi ve eğitimi için sergilemek amacıyla kamu yararına çalışan, sanata, bilime, tarihe, sağlığa, teknolojiye ait koleksiyonları bulunan kurumlardır (Şahan, 2005). Müzeler içerikleri, birikimleri, mekânsal konumlarıyla toplumsal belleğin de bir gösterim alanıdır. Müzeler, tüzel kişilere, devlete, yerel topluluklara, sanayi şirketlerine, derneklere, vakıflara vb. idarelere ait olabilir. Tüzel kişiler özel kişilerin aksine ölümsüzdür ya da en azından normal insan hayatından daha uzun süre yaşarlar. Bu nedenle müzeler kuşaklar boyu varlıklarını sürdürüp sadece bir kişinin değil farklı kökenlerden gelen farklı zevklere ve farklı ilgilere sahip insanların topladığı çeşitli malzemelerle zenginleşir (Pomian, 2000).

Müze, Avrupa’da mevcut koleksiyonların ziyarete açılmasıyla ortaya çıkan bir kurumdur. Tarihsel olarak ele alındığında koleksiyonların ilk örneklerinin Antik Yunan ve Roma’da oluşmaya başladığı söylenebilirse de müze koleksiyonlarının oluşumu için esas zemini Rönesans hümanizmi sağlamıştır. 17. yüzyıl koleksiyonculuğu müzeciliğe geçiş açısından önemli bir dönemdir (Mardan,1999; Özkasım 2013). 16.ve özellikle 17. yüzyılda koleksiyonculuğa artan ilgi, kişisel koleksiyonları oluşturulmuştur.

18. yüzyılda koleksiyonların özelliklerine göre değerlendirilmesine, arşivlenmesine ve sunumuna başlanması müzeciliğe geçiş açısından önemlidir. 19. yüzyılın sonunda doğal bilim koleksiyonları üniversiteler için önemli öğretim kaynaklarını oluşturmuş, aynı şekilde arkeolojik ve etnolojik koleksiyonlar da önem kazanmıştır (Erbay, 1999). 19. yüzyılda, millî duyguların ve ileri kültür düzeyinin ifadesi olan devlet müzelerinin yanında, yerel müzeler de kurulmaya başlamıştır. İleride etnografya müzeleri olarak anılacak olan bu müzelerin amacı, toplumlara kendi kültürlerinin tarihini ve sürekliliğini göstermek, âdet ve törenlerin kaybolmamasını sağlamaktır (Mardan, 1999). 20. yüzyıl başlarında sanat konusunda özelleşmiş müzeler artmıştır. Bu dönemin en önemli müzeleri, köklübir geçmişi bulunmaması dolayısıyla da çağdaş sanatsal yaklaşımlara yönelen Amerika Birleşik Devletleri’nde kurulmuştur.

Türkiye’de Müzecilik

Türkiye’de ilk müzecilik çalışmaları 19. yüzyılın ortalarına doğru Osmanlı’da başlayan Batılılaşma süreci içinde yer bulmuştur. 1846 yılında, Tophane-i Amire Müfliri (Askerî Mektepler Nazırı) Ahmed Fethi Paşa, eski silahları toplayarak İstanbul’da Aya İrini Kilisesi’nde Mecmua-ı Esliha-ı Atika ve Mecmua-ı Asar-ı Atika adıyla ilk müzeyi kurmuştur (Sezgin ve Karaman, 2009). 1869 yılında Mecmua-ı Asar-ı Atika’da yer alan eski eser koleksiyonuna Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) adı verilerek Osmanlı İmparatorluğunun ilk müzesi kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde, içindeki eşyalarla müzeye dönüştürülen Topkapı Sarayı 1924’te açılmıştır. Türkiye’de ilk bilimsel kazıları başlatan Osman Hamdi Bey, Adıyaman Nemrut Dağı, Lübnan’da Sayda (Sidon) Krallar Mezarı, Muğla-Lagina kazılarını yürütmüştür.

Cumhuriyetin ilanından sonra, Türk müzeciliğinde yapıcı bir dönem başlamıştır. Müzecilik, özellikle Atatürk’ün ilgisiyle, Cumhuriyet döneminde büyük önem kazanmıştır. Atatürk’ün emri ile bir yandan yeni müzeler kurulmuş bir yandan da bazı tarihsel anıt ve yapılar müze olarak kabul edilmiştir. Yine bu dönemde, müzecilik ayrı bir bilim dalı olarak ortaya çıkmıştır . 1928 yılında Ankara’da Etnografya Müzesi hizmete girerken Bursa, Adana, Manisa, İzmir, Kayseri, Afyon, Antalya, Bergama, Edirne gibi şehirlerde müzeler kurulmuş ya da var olanlar geliştirilmiştir (Sezgin ve Karamaman, 2009; Demirel Gökalp 2010). 1950’li yıllarda UNESCO ve ICOM’a üye olunması Türkiye’de çağdaş müzeciliğin gelişmesi açısından önemli bir adımdır. 1960’lı yıllarda da müzeler açılmaya devam etmiş ve tek tip plana sahip yeni müze binaları yapılmıştır. Türkiye’de 1980’li yılların başından itibaren özel müzelerin kurulmaya başladığı görülmektedir. 14 Ekim 1980 tarihinde İstanbul’da kurulan Sadberk Hanım Müzesi ülkemizde kurulan ilk müzedir Türkiye’de interaktif müzeciliğe ilk örnek 1994 yılında İstanbul’da, Rahmi M. Koç Müzesi ve Kültür Vakfı tarafından Haliç’te kurulan Sanayi Müzesi olmuştur. 2004 yılında açıla İstanbul Modern Sanat Müzesi Türkiye’nin çağdaş sanat çalışmalarını uluslararası düzeyde yansıtan merkez olması önemlidir. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren çağdaş düzeye ulaşan modern Türkiye’yi yansıtan müzecilik çalışmaları gerçekleştirilmiştir.