LOBİCİLİK VE HALKLA İLİŞKİLER - Ünite 8: Halkla İlişkiler ve Lobicilikte Etik Boyutlar Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 8: Halkla İlişkiler ve Lobicilikte Etik Boyutlar

Giriş

Küresel gelişmelerin stratejik iletişim yönetimini daha gerekli hale getirdiği açıktır. Ekonomi-politik işbirlikleri artık sosyal ve kültürel bağlantıları da gerekli görmektedir. Bu nedenle, 21. Yüzyıl yeni dünya düzeninde gerek ulusal gerekse de uluslararası ilişkilerde ‘iletişim yönetimi’ çok daha önemli konuma gelmiştir. 1990’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla iki kutuplu dünya sisteminin çok kutuplu biçime dönüştüğü görülmektedir.

Ülkelerin ekonomik ve siyasal değerlerinin yanında kendi sosyal ve kültürel değerlerini de çok daha iyi tanımak ve tanıtmakla ilgili sorumlulukları artmıştır. Bu durum, bu yüzyılda hem halkla ilişkiler hem de lobicilik faaliyetlerini çok daha önemli bir boyuta taşımaktadır. Dolayısıyla, dünyada söz sahibi olmak isteyen ülkeler stratejik iletişim yönetiminde etkili olmak durumundadırlar.

Siyasal karar mekanizmalarını etkileme yönetimi olarak lobicilik, halkla ilişkiler disiplininin iletişim ve medya yönetimi altyapısından hareket etmek durumundadır. Bilindiği üzere, günümüzün açık toplum yapısı ikili ilişkilerde etiksel çerçeveyi ön plana çekmiştir. Dolayısıyla, halkla ilişkiler tabanlı tanımladığımız lobicilik disiplininde de amaca ulaşmak adına etik kodlardan hareket etmek sine qua non bir durumdur. Uzun vadeli ülke markası yaratarak oluşturulacak değerler çerçevesinde yürütülen lobiler hedeflerine çok daha güçlü bir şekilde ulaşabilecektir. Dünyada ‘insani gelişim indeksi’ de ancak bu kesişimle olması gereken düzeylere yükselebilecektir.

Etik Olgusunun Kavramsal Açılımı

Etik kavramının öncelikle sözlük anlamını vermek gerekirse, kavramı töre bilimi ya da ahlak bilimi olarak tanımlamak olasıdır. Aslında etik ahlakla ilgilidir, ahlakın temellerini irdeler. Bir başka ifadeyle, bir ahlak felsefesidir. Bu anlamda da inceleme alanı, insanın davranış ve eylemlerinin temelleridir.

Kavram olarak ‘Etik’ Yunanca “ethos’’ sözcüğünden gelir. Karakter ya da alışkanlık anlamları içermektedir. Daha çok “ahlak üzerine düşünebilme etkinliği” olarak kabul edilmektedir.

Bugün etik, ağırlıklı olarak iş hayatı içerisindeki davranış biçimleri üzerinde çalışan bir disiplin olarak görülmektedir. Ahlak ise, daha çok sosyal hayatla ilgilidir. Sosyal hayat içerisindeki ilişkileri düzenleyen bir yapıyı taşımaktadır. Bu nedenle, etik ilkelerle ilgilidir, belli bir duruma ilişkin değerleri ifade eder. Ahlak ise davranışlarla ilgilidir, dolayısıyla ilkeleri hayata geçirme tarzı olarak görülür. Bir anlamda etik, neyin yapılması gerektiğini ifade eder. Etik ile hangi eylemin iyi olduğu anlaşılmaktadır. Bu da ahlak fenomeni üzerine ayrıntılı düşünmeyi gerektirir, dolayısıyla etik için ahlak felsefesi ifadesi de kullanılabilir. Belli başlı normları ya da kuralları, aşağıda belirtileceği üzere ‘normatif etik’ belirler. Eylemlerimizde iyi davranışlarda bulunabilmeyi sağlayacak kurallar da “uygulamalı (pratik) etik” tarafından ortaya konulur. Ahlak Arapça ‘hulk’ sözcüğünün çoğulu olarak kullanılmaktadır. Hulk ise; huy, adet, alışkanlık, yaradılış, insanın ruhsal-zihinselmanevi halleri anlamlarına gelmektedir. İngilizce’de ahlak ‘ moral, morality’ sözcükleri ile ifade edilir. Köken olarak ‘ adet, alışkanlık, karakter’ anlamlarını veren ‘mos (çoğulu mores)’ sözcüğüne dayanmaktadır.

Etik, ahlak felsefesi olarak da betimlenmektedir. Toplumsal ilişkilerdeki normları, değerleri, doğru yanlış ya da iyi-kötü gibi ahlaki perspektifle inceleyen bir felsefe disiplinidir.

İ. Kant, felsefede bilgi kuramını ortaya atmıştır. Alman felsefesinin kendinden sonraki dönemlerini etkileyen önemli bir düşünürdür. Hatta Alman felsefesinin kurucu isimleri arasında sayılmaktadır. Kant her zaman ‘bilgi’ üzerinden hareket etmiştir. Bu nedenle, bugüne kadar elde edilen bilginin yapı ve sınırları Kant’ın yapıtlarında en fazla durduğu konuları oluşturmuştur.

Etik kavramına yönelik tartışmaların felsefi boyutu oldukça eski tarihlere dayanmaktadır. Ancak iş ahlakı boyutuyla etik tartışmalara yeni başlandığı söylenebilir. Aslında yine de antik Yunanda da zanaatkarın işini doğru şekilde nasıl yapması gerektiği konusunda kimi yargıların oluşturulmuş olduğundan söz edile bilinir. Aynı zamanda bizim kültürümüzde de özellikle Osmanlı Döneminde ortaya çıkan ‘Ahilik’in temel görevi iş yapma ahlakına ilişkin kurallar geliştirmek olmuştur. Bir başka perspektiften, Batı dünyasında da kapitalizmin gelişmesi protestan etiğine bağlanmıştır. Özellikle Max Weber’e göre, protestan etiği, çalışma ortamlarının etiğe dayalı gelişiminde baş rol oynamıştır. Dolayısıyla bu açılım, tarihsel perspektifte ‘doğru nedir’ arayışının yanında, ‘doğru iş nasıl yapılır’ sorgulamasının da yapıldığını göstermektedir. Ancak yine de meslek etiğinin sistematik bir şekilde günümüz çalışma hayatında ele alınmaya başlandığı söylenebilir.

Halkla İlişkilerde Etik Tartışmaları

Halkla ilişkiler mesleğinde ahlaki amaç toplumsal uyum olarak ifade edilir. Halkla ilişkilerde etiksel açılım müşterilere en fazla yararı sağlamak üzerine kuruludur. Müşteriye hizmet bir anlamda tüm topluma hizmet olarak görülmekte, bu iki olgu arasındaki korelasyon ‘koşut’ olarak kabul edilmektedir. Bu şekilde öngörülen denge durumunun da halkla ilişkilerde iki ayrı felsefi yaklaşımı belirginleştirdiği ifade edilmektedir.

Meslekteki ilk felsefi yaklaşıma göre, halkla ilişkiler uygulayıcısı savunduğu ilke ya da ilkeler uğruna çaba sarf eden olarak görülmektedir. İkinci felsefi yaklaşıma bakıldığında ise, halkla ilişkiler uygulayıcısının belli bir hedef uğruna kiralanan bir mecra olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır. Liberal anlayışın öngördüğü ideal çerçeveye göre, halkla ilişkiler uygulayıcısı sadece müşterisine değil, aynı zamanda topluma da hizmet eden konumda olmalıdır. Öyle ki bugün hedeflenen de esasında yukarıda belirtilen söz konusu iki felsefi yaklaşımın bileşkesinin sağlayacağı dengeye ulaşmaktır. Halkla ilişkiler belli amaçlarla kamuoyunu etkileme adına iletişim stratejileri geliştirip uygulayan tarafta yer almaktadır. Dolayısıyla, söz konusu amacın hedef kitlesinden önce müşterisinin hedeflerini ön planda dikkate almak durumundadır Halkla ilişkilerde etik, “sosyal sorumluluk, kriz yönetimi ve sorunların yönetiminin ardındaki dürtü ve aralarındaki ilişki, örgütün bekası için mücadele ve kamu çıkarı için duyulan endişe arasında yer alan temel gerilimi meydana çıkarmak için tartışılmaktadır”.

Meslek olarak halkla ilişkilerin ‘sorumluluk etiği’ geliştirmesi, öncelikle bu etiği içselleştirmesi, ardından da gerekenleri hayata geçirebilecek performansını kurumsal düzlemde sergileyebilmesi mesleğe olan güvenin kamuoyunda güçlenmesine büyük fırsat yaratacaktır. Bu nedenle, halkla ilişkiler uygulayıcıları kendi kurumsal yapıları için öngördükleri etiksel standartları, temsil etme görevi üstlendikleri kurumlara da aynı şekilde sağlamanın çabası içerisinde bulunmalıdır. Hiç şüphe yok ki bu çabanın güvenilirliğini inşa edecek en sağlam zemini oluşturmaya hizmet edeceği açıktır.

Halkla İlişkiler Mesleğinin Etik Kodları

Halkla ilişkiler alanında meslek örgütleri etik kodlar geliştirmek için gereken çabayı sarf etmişlerdir. Ancak tarihsel olarak çok eskilere gitmek kolay değildir. Bu alanda etik davranışlara ilişkin kodlamanın 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra artarak devam ettiği görülmektedir. Amerika Halkla İlişkiler Derneği bu çalışmaların öncülüğünü üstlenmiştir. Dernek tarafından yazılan etik kodlar ilk 1950 yılında kamuoyuna sunulmuştur. Söz konusu kodların oluşturulmasına dönemin büyük kuruluşlarının destek verdiği bilinmektedir. Daha sonra da periyodik olarak belli sürelerle gözden geçirilmiştir. Herhangi bir değişim ya da gelişime ilişkin olarak yenilenme söz konusu olduğunda da revize edilmiştir.

Halkla ilişkiler mesleğinin düzenleyici kuralları ise Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği (IPRA) tarafından yapılandırılmıştır. Bu amaçla, 1961 yılında Venedik’te toplanan dernek üyeleri kendileri ile ilgili oldukça bağlayıcı kararlara varabilmişlerdir. Bu detaylı, etkili ve yönlendirimli kararların içeriği ana hatlarıyla şu şekilde organize edilmiştir:

  • Profesyonel bütünlüğü sağlayan kurallar,
  • Müşteriye yönelik kurallar,
  • Halka ve basına yönelik davranış kuralları,
  • Meslektaşlara yönelik kurallar.

IPRA’ya göre halkla ilişkiler, örgütler arası iş birliğini, anlayışı ve ilişkilerde sürekliliği sağlayacak yakınlığı gerçekleştirmeyi hedefleyen faaliyetler bütünüdür.

Halkla İlişkiler Enstitüsü (IPR) de uluslararası etik kurallar çerçevesinde kabul gören mesleki kurallar ortaya koymuştur. Ahlak Kuralları olarak adlandırılan bu kuralları 9 Nisan 1986 tarihinde yeninden düzenleyerek yayımlamıştır. Söz konusu kurallar şu temel etik değerleri kapsamaktadır;

  • Halkla ilişkilerci tüm paydaşlara yönelik dürüst olmalıdır,
  • Halkla ilişkilerci mesleki en yüksek standartları kullanmalıdır,
  • Basını yanlış bilgilendirmemelidir,
  • Şirket gizliliğine saygı duymalıdır,
  • Çalışma hayatında asla rüşvetle iş yapmamalıdır.

Halkla İlişkilerde Etiksel Karar Verme Modelleri

Halkla ilişkilerciler çalışmaları sırasında sık sık etiksel karar verme durumlarıyla karşı karşıya gelmektedirler. Bu tür durumlar söz konusu olduğunda hızlı ve uygun kararlar vermeleri gerektiği için alanın yukarıda geliştirilen çeşitli etik kodlarına başvururlar. Bu bağlamda, meslekte etiksel karar verme sürecini açıklamaya dair kimi modeller geliştirilmiştir. En sıklıkla izlenen modeller:

  • Avukatlık modeli,
  • Sorumlu savunma modeli,
  • Aydınlanmış bencillik modeli,
  • İki yönlü iletişim modeli ve
  • Toplumsal sorumluluk modelidir.

Avukatlık Modeli

Model Barney ve Black tarafından geliştirilmiştir. Halkla ilişkiler mesleğinde söylemin rolüne, ikna edici iletişime vurgu yapmak için planlanmıştır. Yazarlara göre halkla ilişkiler uygulamasında gazetecilik mesleğinin özellikleri yanında avukatlığın da etkili olduğu görülmektedir. Kamuoyu ya da hedef kitle ile iletişimde gazeteciler gibi nesnel olabilmeyi başarmak gerekir. Aynı zamanda halkla ilişkiler mesleğinin tanıtma rolü ikna edici iletişimi gerekli kılmaktadır. Bu bir anlamda hukukçunun davasını savunurken kullandığı ikna edici iletişimdir. Dolayısıyla halkla ilişkiler uygulamacılarının da tıpkı bir avukat gibi savundukları konuyu argümanlara dayalı olarak anlatabilmeleri daha ikna edici olmaktadır. Bu nedenle, Barney ve Black’e göre halkla ilişkiler uygulayıcılarının rolü bir hukukçunun rolüne benzemektedir.

Halkla ilişkilerciler ile avukatların çalıştıkları ortamların birbirine benzemediği ileri sürülerek bu modele eleştirel de yaklaşılmaktadır. Adaleti temsil etmek üzere kurulan ‘hukuk mahkemesi’ nde çalışan avukatlar ile ‘kamuoyu jürisi’ önünde çalışan halkla ilişkilercilerin ortamlarının eşit tutulamayacağı ifade edilerek model eleştirilmektedir. Kamuoyunda bir mesajı dengeleyecek karşıt argümanların varlığının her zaman garanti edilemeyeceği belirtilmektedir. Bu nedenle, halkla ilişkiler uygulayıcılarının faaliyetlerinde salt müşteri odaklı değil mutlaka kamu yararını da gözetmelerinin önemi üzerinde durulmaktadır.

Sorumlu Savunma Modeli

Sorumlu savunma modeli Fitzpatrick ve Gauthier tarafından ortaya atılmıştır. Bu model ‘mesleki sorumluluk modeli’ olarak da tanınmaktadır. Fitzpatrick ve Gauthier’ye göre etik ilkelere göre hareket edildiğinde ahlaki olana da ulaşılır. Bu şekilde iyi bir davranış modeli de ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla, erdemli olan eylemler gerekli ahlaki altyapıyı da beraberinde getirmiş olacaklardır. Modele göre, bu durum da doğru eylem alışkanlığı yaratacak bir mekanizmanın işleyişini sağlayacaktır. Bu model mesleki sorumluluğun etik davranışın garantisi olduğunu savunmaktadır. Bu nedenle, halkla ilişkiler uygulayıcılarının mesleki sorumluluk anlayışı içerisinde çalışmaları gerektiği vurgulanmaktadır. Halkla ilişkilerin müşteri örgütlerini savunma rolleri toplumsal açıdan bir çatışma konusuna dönüşebilme olasılığı taşıdığı için, bu tür durumlarda etik ilkelere göre hareket etmek büyük önem taşıyacaktır.

Fitzpatrick ve Gauthier modellerinde halkla ilişkiler uygulayıcılarını mesleki profesyonellik içerisinde tanımlayarak, bu profesyonel tutum içinde ‘ sorumlu savunma’ nın ‘zarardan kaçınma, insanlara saygı ve adil dağıtım’ olmak üzere üç ayrı temel unsura dayandığını ifade etmektedirler.

Aydınlanmış Bencillik Modeli

Mesleki sorumluluk modeline benzer nitelikler taşıyan bu model Baker tarafından geliştirilmiştir. Baker 2002 yılında geliştirdiği bu modelde, etik davranış ile kazanç potansiyeli arasında doğru korelasyon olduğunu savunmaktadır. Etik davranışın pazar payını artırıcı rolüne vurgu yapılmaktadır. Rekabete dayalı pazarda üstünlük elde edebilmenin yolunun etik biçimde davranmaktan geçtiği üzerinde durulmaktadır. Müşteri örgütlerinin etik biçimde hareket etmelerinin pazar payını uzun vadede daha da artıracağı düşüncesinden hareket edilmektedir.

Aydınlanmış bencillik modeli etik açıdan doğru olanın finansal gücü de artıracağı görüşünü savunmaktadır. Bu model müşteri örgütlerinin yararını önceler. Müşteri örgütlerinin kazanımının kamusal kazanıma da yol açtığı düşüncesindedir. Klasik fayda kuramcılarına göre, bir eylemin tüm kamulara katkıları ayrı ayrı ele alınıp hesaplanır iken, aydınlanmış bencillik modelinde odak noktası müşteri örgütünün faydası olmaktadır. Burada önemli olan durum, müşteri odaklı faydanın etik temele dayandırılıyor olmasıdır. Dolayısıyla bu şekildeki odaklanmanın çevre unsurlara da aynı şekilde katkılı olacağı öngörülmektedir.

İki Yönlü İletişim Modeli

İki yönlü iletişim modeli James Grunig’in geliştirdiği bir modeldir. İki yönlü iletişimin etik davranışın en iyi yolu olduğu savunulmaktadır. Bu modelde halkla ilişkiler bir tartışma forumu olarak kabul edilmektedir. Tüm paydaşların birarada konuyu inceleyip görüş bildirdiği, tüm olabilecek farklı düşünceler üzerinden gidilerek de “ortak en iyi” nin bulunabileceği belirtilmektedir. Grunig, etik karara varılabilmesi için iş birliği içinde hareket edilmesi gerektiğini uygun görmektedir. Tüm muhataplar ile biraraya gelerek, tartışma ortamı içerisinde konunun her boyutunun açık bir şekilde görüşülmesinin en etik davranış olduğu savunulmaktadır. Bu modeldeki anahtar kavram diyalog’ tur. Etik davranışta en yüksek değere ulaşılabilmesi için karşılıklı kurulan diyalog içerisinde hareket etmenin taşıdığı önem vurgulanmaktadır.

Halkla ilişkiler müşteri örgütleri ile örgütün ilgili kamuları arasında bir köprü rolü oynamaktadır. Bu rol aracılığıyla da iki yapı arasında uzlaşının daha rahatlıkla sağlanabildiği vurgulanmaktadır. Bir anlamda bu model, kazanan-kazanan yaklaşımı ’dır.

İki yönlü iletişim modelinde müşteri odaklı savunuculuk tek yönlü düşünülmez. Halkla ilişkiler uygulayıcıları savunuculuk rolleri ile toplumsal vicdan rollerini dengelemekle sorumlu tutulurlar. Halkla ilişkiler uygulayıcılarının, müşteri örgütlerini çevre kamuların yararına ne oranda yönlendirmesi gerektiği konusunun açıkça belirtilmediği üzerinden eleştiriler getirilmektedir. Gerçekçilikten uzak, oldukça ideal bir yaklaşım olduğu, bu nedenle de uygulanabilirliğinin sorunlu olduğu ileri sürülmektedir. Özellikle, iki yönlü simetrik halkla ilişkilerin ütopik nitelik taşıdığı vurgulanmaktadır.

Toplumsal Sorumluluk Modeli

Siebert, Peterson ve Schramm’ın geliştirdiği toplumsal sorumluluk modeli, 1956 yılından bu yana bu alanda değerlendirilmektedir. Amaç halkla ilişkiler uygulamalarında ortak yarara daha fazla hizmet sağlayacak bir altyapı oluşturabilmektir. Genel kamu yararını dikkate alarak çalışmaların işlerlik kazanmasına yönelik geliştirilen bir modeldir.

Bu modelle ilişkili tutulabilecek bir başka model de ‘komünitaryenizm modeli’ dir. Benjamin Barber, Mary Ann Glendon, Harry Boyte vb. kuramcılar tarafından ortaya atılmış bir modeldir. Bu etik yaklaşımda topluma karşı yükümlülükler daha ön plana alınmıştır.

Halkla ilişkiler disiplininde toplumsal sorumluluğu örneklendirecek bir diğer model de ‘karşılıklı değerlere karşı taraf tutma modeli’ dir. Pearson tarafından 1989 yılında geliştirilmiş kuramsal bir modeldir. Halkla ilişkiler çalışanının kurumuna karşı sadakat duygusunu önemsemekle birlikte, çalışana bir uygulayıcı olarak tüm gelişmeleri müşteri örgütleriyle paylaşma yükümlülüğü getirmektedir.

Halkla İlişkilerin Etiğinin Uygulanması

Entelektüel uslamlamanın bir sonucu olarak görülen etik çerçevede, çatışmaları çözme amaçlı geliştirilen çeşitli modeller vardır. Etik karar verme sürecinde pratik şekilde etik sonuca ulaşabilmeyi planlayan bu modellerin belli başlıcaları aşağıdaki gibidir:

  • Potter Kutusu karar verme modeli,
  • McElreath modeli,
  • Sims modeli,
  • Navran karar verme modeli ve
  • Tares testidir.

Potter Kutusu Modeli

Etik karar verme modeli olarak Potter Kutusu Modeli Ralp Potter tarafından geliştirilmiştir. Model, 4 aşamadan oluşmaktadır:

  • Durumun tanımlanması,
  • Değerlerin belirlenmesi,
  • İlkelerin seçilmesi ve
  • Paydaşlara bağlılığın seçilmesi.

Bu modelle halkla ilişkiler uygulayıcıları öncelikle yoğunlaşmaları gereken kamuları belirlerler. Ve bu kamularla iletişimde öne çıkarılacak değerleri saptayarak süreç içerisinde uyulacak ilkeleri belirlerler. Tüm bu sürece devamlılık kazandıran da paydaşlara bağlılıktır.

McElreath Modeli

McElreath modeli hem teleolojik hem de deontolojik anlayışa dayanan bir etik karar modelidir. Bu model, halkla ilişkiler uygulayıcısını hem eylemi hem de söz konusu eylemin sonuçlarını dikkate almaya yönlendirir. Dolayısıyla, uygulayıcının içinde bulunduğu ortamların yarattığı eylemliliğin nedenleriyle birlikte sonuçlarını da göz önünde bulundurmasını sağlar. Bir anlamda, bu yaklaşım, etik çelişkileri çözebilmek için gereklidir. Sonuçta, sübjektif de olsa, bireysel kararı ve bu karara dönük eylemi kapsar.

Sims Modeli

Ronald Sims tarafından gündeme getirilmiş bir etik karar verme modelidir. Halkla ilişkiler uygulayıcısına pratik şekilde etik çelişkiden çıkabilmenin yolunu göstermeye çalışmaktadır. Bu bağlamda Sims’in ilk önerisi halkla ilişkilercinin kendisini ikilemde bırakan durumları tespit etmesidir. İhtimal dâhilinde olan tüm çelişkisel durumların belirlenmesini gerekli kılar.

Bunun için de öncelikle karşılaşılabilecek tüm olayların listelenmesi istenir. Daha sonra bu listede yer alan olayların ‘ yasal’ , ‘ doğru’ , ‘ yararlı’ değişkenlerine göre klasifikasyonunun yapılması gerekmektedir. Bu şekilde ortaya çıkacak seçeneklerden halkla ilişkiler uygulayıcısının hangisini seçmesi gerektiği konusunda kararını verdirecek olan etik düşünce, olay kamuya -aile, yakın çevre, genel çevre- yansıdığında ne hissedeceği olacaktır. Bu nedenle, model karara gitmeden önce sıkı kontrollerin yapılmasını şart koşar.

Navran Modeli

Bu modelde Potter Kutusu’ndan daha ayrıntılı bir şemayla karşılaşılmaktadır. Frank J. Navran tarafından geliştirilen bu modelde ulaşılmaya çalışılan, insanların doğal karar verme sürecini yansıtacak bir model geliştirmektir. Bu amaçla, karar verme süreci altı aşamalı olarak çözümlenir:

  • Sorunu Tanımla,
  • Var Olan Seçenekleri Belirle,
  • Seçenekleri Değerlendir,
  • Karar Ver,
  • Kararı Uygula,
  • Kararı Değerlendir.

Navran’a göre karar verme aşamasında aşağıdaki şekilde açılımı bulunan PLUS filtre dizisine göre hareket edilir:

  • P (Policies)–Örgütümün politikaları, prosedürleri ve ana hatlarına uygun mu?
  • L (Legal)–Hukuk alanı içinde mi?
  • U (Universal)–Örgütümün değerlerine, ilkelerine uygun mu?
  • S (Self)–Neyin doğru ve adil olduğu konusundaki kişisel tanımıma uygun mu?

Tares Testi

Tares testinde amaç halkla ilişkiler uygulayıcılarının kampanya sürecinde dikkate almaları gereken etik çerçeveyi belirlemektir. Kamuoyunu ikna ederek stratejik olarak belirlenmiş amaçlara yönlendirmeyi hedefleyen halkla ilişkiler kampanya sürecinde etik beklentiler ortaya konmuş olur.

Sherry Baker ve David Martinson tarafından geliştirilmiş olan bu test birbiriyle ilişkili beş ayrı etik unsur aracılığıyla gerçekleştirilmektedir:

  • Truthfulness-İletinin Doğruluğu,
  • Authenticity-İkna Edicinin Dürüstlüğü,
  • Respect-İkna Edilenlere Saygı,
  • Equity-İkna Edici Çekiciliğin Adaleti,
  • Social Responsibility-Ortak İyi İçin Toplumsal Sorumluluk.

Kriz Dönemlerinde Etik

Kurumsal halkla ilişkilerde en büyük iletişim hatalarından biri krizi yok saymadır. Kriz dönemlerini olağan süreçler gibi düşünmek, krizi var saymamak daha sonra onarılması çok daha güç olacak itibar kayıplarına yol açmaktadır. Krizin doğrudan kurumların o güne kadar inşa ettikleri saygınlığı, güvenilirliği ortadan kaldırmaya gücü olduğu için, bu dönemlerde kurumların ilgili kamularıyla son derece doğru ve açık iletişim politikalarıyla irtibat kurmaya çalışmaları, söz konusu krizin atlatılmasında en gerekli koşulu oluşturmaktadır.

Krize yol açan kaynaklar kurum içi olabileceği gibi kurum dışı da olabilmektedir. Halkla ilişkiler politikaları krize yol açan etmenlere göre yeniden gözden geçirilip uygulamaya geçilmelidir. Krize yol açan sorunları tekrar denetim altına alabilmek ve çözebilmek için etkili iletişim yönetimi planlamasına gitmek gerekmektedir. Halkla ilişkiler uygulayıcılarının bu çerçeveyi sağlayacak bir kriz yönetimi planını önceden hazırlamış olmaları çok daha rasyonel fayda sağlayacaktır. Kriz sürecinde medya ile ilişkiler en hassas noktalardandır. Bu süreci atlatırken medyaya verilen bilgilerin kamuoyundaki tüm kuşkuları ortadan kaldırabilecek içerikte olmasına büyük özen gösterilmelidir. Bu amaçla, medyaya bilgi akışının açık ve doğru olması sağlanmalıdır.

Lobicilik Faaliyetlerinde Etik Kurallar

Lobicilik, siyasal aktörleri etkileyerek savunulan bir fikrin, bir tutumun, bir davranışın ya da bir davanın lehinde yasama süreçlerinin işlemesine çaba sarf eden bir iletişim disiplinidir. Yasal olarak bir değişime odaklanıldığı için hukuksal alt yapı da gerektirmektedir.

Lobicilik ikna edici iletişime dayanan bir meslek dalıdır. İknanın nasıl işlediğinin anlaşılması lobicilik açısından oldukça önemlidir. Meslek dalı olarak lobicilikte stratejik halkla ilişkilerin faal kullanıldığı görülür. Halkla ilişkiler odaklı bir çalışma alanı olduğu için temelinde ikna edici iletişimi de görmek mümkün olmaktadır. Lobici ikna süreci içerisinde sonuç almaya odaklı hareket etmek durumundadır.

İkna çoğunlukla olumsuz çağrışımlar yapan propagandayla karıştırılmaktadır. Oysa propagandada tek yönlü bir iletişim süreci işletilmektedir. Amaç, belli bir periyodla enformasyonu hedef kitlelere aktarıp bilinçle birlikte bilinçaltını da etkilemeye çalışarak var olanı pekiştirmek ya da gerekli davranış değişikliklerine ulaşabilmektir. Lobicilik ise öncelikle yöneldiği siyasal aktörlerle doğrudan iletişime geçmeyi hedefler. Karşılıklı ilgili konu ya da konuları müzakere ederek sonuca ulaşmaya çalışılır. En sağlam argümanlarla konuyla ilgili haklılık siyasal aktörlere aktarılarak, böylelikle Parlamentoda alınacak ilgili kararın lehte olmasına çaba sarf edilir.

Bu anlamda, teknik olarak ikna sanatına dayandırdığımız lobicilikte retorik gücün önemi vurgulanmalıdır. Retorik kavramının ilk geçtiği yapıt Platon’un ‘Gorgias’ diyaloğudur.

Aristoteles, bir fikrin savunulması ya da yanlışlanması için iknada üç tür kanıtsal mekanizmadan söz etmiştir. İlk olarak kaynağın güvenilirliğini sağlayan, Ethos, fiziksel çekicilik ile birlikte kaynağın inanılırlığını sağlayan yaş, cinsiyet, eğitim durumu, gelir durumu, hitabet gücü, uzmanlığı, karizması, liderlik yeteneği vb. özellikleri kapsamaktadır. İkinci kanıt duygusal çekicilik olarak tanımlanan ‘Pathos’ dur. Bu kanıtı iknacının taşıdığı sağduyu, bilgelik, dürüstlük, cömertlik, cesaret, hoşgörü vb. erdemlerin yarattığı duygu durumları yaratmaktadır. Son sırada belirtilmesi gereken kanıtlama türü ise mantıksal çekicilik olarak adlandırılan ‘ Logos ’tur. Hedef kitlenin konuyu bilişsel anlamda nasıl değerlendireceğini öngörerek ifadeleri dinleyicilerin uslamlamasını dikkate alarak oluşturmak anlamına gelmektedir.

Lobicilik, etkili iletişim stratejileri aracılığıyla karar mercilerini yönlendirmeyi hedefleyen bir iletişim disiplinidir. Siyasal aktörleri etkileyerek mevcut durumun korunmasına ya da yasal değişimin sağlanmasına odaklanılmaktadır. Lobiciliğin uluslararası boyutu sayesinde dış kamularda da ülke adına lobi yürütülmektedir. Bugünün global dünyasında uluslararası lobiciliğin gerekliliğinin arttığı açıktır. Ülkelerarası dış politikadaki artan öneminden dolayı lobicilik çalışmalarının halkla ilişkiler niteliği de daha görünür hale gelmektedir. Doğrudan karar vericilere ulaşabilmenin yanında, ülkenin çeşitli kamularını etkileyerek karar vericileri dolaylı şekilde de yönlendirebilmeleri olası olduğu için lobicilikte tanıtımın kapsamı genişletilmiştir.

Lobicilikte Yasal Düzenlemeler

Dünya genelinde Amerika Birleşik Devletleri lobicilik mesleğinin icrasında en fazla deneyime sahip ülkedir.

ABD’de lobiciliğin bir meslek dalı olarak yasal düzenlemeleri mevcuttur, bu konuda da ABD ilk olma özelliğini taşımaktadır. Bu anlamda, yasal düzlemde ticari sicil kaydı bulunan çok sayıda lobi şirketine sahiptir.

Jean Meynaud Politikada Baskı Grupları adlı yapıtında lobilerin kullandığı yöntemleri baskı teknikleri olarak ele alıp, beş ayrı skalada kategorize etmeyi tercih etmiştir. Meynaud’ya göre lobi şirketlerinin kullandıkları baskı yöntemleri şu şekildedir:

  • İnandırmaya çalışır,
  • Tehdit eder,
  • Parayı kullanır,
  • Hükûmetin icraatlarını baltalar ve
  • Doğrudan eylemler yapar.

Meynaud’nun ortaya koyduğu, inandırmaya çalışmanın dışındaki diğer baskı yöntemleri son derece sorunludur. Ki bu çalışmada da lobilerin yasal düzlemdeki yöntemi olarak sadece ikna çalışmaları üzerinde durulmuştur. Diğer yöntemler yasal düzlemin dışında olduğu için dikkate alınmamıştır. Lobicilik ilk ve kapsamlı yasal düzenlemelerine sahip ülke olarak ABD’de de olduğu gibi diğer dünya ülkelerinde de meşruiyetini sağlayacak yasal zeminden hareket etmekle yükümlüdür.

Türkiye’ye gelince ise lobicilik hâlâ yasal bir düzenlemeye tabi değildir. Cumhuriyetin başlangıcından bugüne kadar Türkiye’nin yürüttüğü aktif bir lobi çalışmasından da söz etmek güçtür. Bu nedenle, dünyada koordineli, etkili bir Türk lobisine rastlanıldığını söyleyebilmek kolay değildir. Ancak, Prof. Dr. Tayyar Arı Türk lobisi ile ilgili bir sınıflandırma yaparak bu alanda belli bir tipoloji yaratmaya çalışmıştır. İlk olarak yabancı temsilci lobilerden söz etmiştir. Bu grup Türkiye adına hem kültürel hem de siyasal amaçlı lobi faaliyetleri yürütmektedir. İkinci gruba Türk-Amerikan derneklerini yerleştirmiştir. Bu grup da ilki gibi gerek kültürel gerekse de siyasal amaçlı faaliyet gösterebilmektedir. Üçüncü ve son sırada saydığı ise Türk-Amerikan iş dünyasıdır. Arı’ya göre bu grup da ticari -tecimsel- amaçlı lobi yapmaktadır. Türkiye adına yürütülen bu faaliyetler için ağırlıklı olarak ABD’deki uzman lobi şirketleri tercih edilmektedir.