MALİYE POLİTİKASI - Ünite 1: Maliye Politikası: Kavramlar, Etkinliği ve Sınırları Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Maliye Politikası: Kavramlar, Etkinliği ve Sınırları

Kısa Tarihsel Süreç

Ekonomi, bir bilim dalı olarak oluşum aşamasında dönemin hâkim bilim alanları olan biyoloji ve astronomiden etkilenerek denge kavramı üzerine inşa edilmiştir. 1929 Büyük Buhranı’na dek piyasanın işleyişinde fazla bir sorunla karşılaşılmamış, ekonomilerde gerek iç denge gerekse dış denge korunabilmiştir. Büyük Buhran’ın oluşturduğu olumsuz ekonomik koşullar ve o döneme dek görülmemiş yaygın işsizlik sorunları ekonomistleri, ekonominin işleyiş süreci içinde sistemin denge sağlamada yeterli mekanizmalara sahip olduğu kanaatinden uzaklaştırarak, kamusal müdahale araçları ile iradi denge oluşturma fikrine yöneltmiştir. Böylece Keynes’in 1936 tarihli İstihdam, Para ve Faizin Genel Teorisi adlı eserinde oluşturulmuş görüşler üzerinde yükselen yeni bir ekonomi teori ve politika alanı açılmış oldu. Bu süreçte ekonominin makro işleyişini analiz eden ve ekonomide dengenin sağlanması amacıyla iradi müdahaleye yer veren makroekonomi alanı ve bu alanın iradi müdahale aracı olarak maliye politikası, ekonomi ve maliye yazınında özel yerini aldı.

Dar anlamda maliye politikası; devletin bütçe kanalından yaptığı harcama artışının milli gelir ve istihdam üzerindeki yükseltici etkisidir. Geniş anlamda maliye politikası ise devletin vergi ve harcama araçları ve kamu teşebbüsleri ile giriştiği ekonomik faaliyetlerdir.

Küreselleşme olarak tanımlanan sermayenin tüm yerküreye yayılması döneminde, kamusal müdahalenin şekli ve boyutları da değişiklik göstermiştir. 2008 ortalarında başlayan krizde bir kez daha devletin ekonomilere yoğun müdahalesi gündeme gelmiş bulunmaktadır.

Klasik Yaklaşım

Ekonomide iç denge kavramı fiyat istikrarı ve istihdam üzerine; dış denge kavramı ise cari denge olguları üzerine oturtulur. Klasik ve neo-klasik dönem ekonomistleri, dönem koşullarına da dayandırdıkları varsayımlarla, sistemin işleyişinin otomatik dengeye yönelik olduğunu savunmuş, bundan dolayı ekonomiye devletin dışsal müdahalelerinin yerinde ve yararlı olmayacağı sonucuna ulaşmışlardır.

Klasik dönem ekonomi anlayışında piyasa varsayımı esastı ve tüm piyasalarda tam rekabete yakın işleyiş koşullarının varlığı ileri sürülmüştür. İhtisaslaşmanın henüz oluşmadığı ve emek piyasalarında örgütlülüğün ortaya çıkmadığı klasik dönemde fiyatlar yolu ile hem ürün hem de faktör piyasalarında denge sağlanabilirdi. Günümüzde klasik dünyada, hiçbir devlet müdahalesine gerek kalmadan piyasaların iç ve dış ekonomik dengeyi sağlamada başarı olacağı savunulmuş, sistem de bu yönde çalışmıştır.

Klasik dönem ekonomisi nispi fiyatlar mekanizmasına dayandırılmıştır. Klasiklere göre paranın iki işlevi vardır:

  • Birinci işlevi ürün ve faktör piyasalarında değişim aracı olması,
  • İkinci işlevi ise servet biriktirme aracı olmasıdır.

Değerlerin parasal değişime uğrarken reel ilişkilerde değişim yaşanmaması, tüm ürün ve faktör fiyatlarının aynı yön ve şiddette değişime uğradığı anlamında homojenite varsayımına dayandırılmıştır. Para tabanının genişletilmesi genel fiyat artışına, yani enflasyona neden olurken, faktörler ve ürünler arasındaki değişim oranı değişmediğinden nispi fiyat değişiklikleri yaratmamakta ve ekonomik dengeler üzerinde etkili olmamaktadır. Klasik dönemin bu görüşü, parasal sektör ve reel sektör ayırımı şeklinde ikili yapı (dikotomik yapı) olarak bilinir. Ekonomide para tabanının genişletilmesi, homojenite varsayımı doğrultusunda reel fiyatlarda bir değişikliğe yol açmaması yanında, bireylerin para rezervlerine giden para miktarı ile piyasada kullanıma sunulan para miktarı arasındaki reel değerleri de korur. Tüm fiyat ve gelirlerin aynı yön ve şiddette hareket etmesi enflasyonun kaynak ve gelir dağılımı üzerindeki bozucu etki algılamasını ortadan kaldırmaktadır.

Klasik ve neo-klasik ekonomi temsilcilerince ekonomiye herhangi bir dış müdahalenin, ücret esnekliğini bozacağından, sistemin etkin çalışmasını engelleyeceği ileri sürülmüştür. Klasik ve neo-klasikler, John Baptise Say tarafından kavramsallaştırılan ve Say Yasası olarak bilinen “Her arz kendi talebini yaratır” görüşüne dayalı olarak ekonomide arz ve talep dengesizliğinin oluşmayacağı görüşüne bağlı kalmışlardır.

Klasik görüşe göre, ekonomilerin büyüyebilmesinin koşulu tasarruftur. Şöyle ki, ekonomik dengenin sağlanması açısından yatırımın tasarrufa eşit olması gerekmektedir. Denkliği de faiz oranı sağlar. Klasik dönemde iç istikrar alanında karşılaşılan en büyük güçlük “zorunlu kötülük” olarak algılanan devletin devreye alınmasında ortaya çıkmıştır. Bütçe hacmi küçük tutularak zorunlu kamusal hizmetlerin görülmesine rağmen ekonomiye dış müdahalenin asgari boyutta tutulabileceği düşünülmüştür. Klasiklerin önerdiği şekli ile ekonomide nispi fiyatları bozmayacak, dolayısıyla ekonomik birimlerin kararlarını etkilemeyecek vergilere tarafsız vergiler anlamında nötr vergiler adı verilir. Nötr vergiye en tipik örnek baş vergisidir.

Klasik dönemde, dolaylı vergilerin piyasada nispi fiyatları bozarak, kaynak dağılımı bozukluğuna yol açacağı ileri sürülmüştür. Kamu gelir sistemi içinde borçlanma konusu da klasiklerce ilke olarak reddedilmiştir. Bunun nedeni, nispi fiyatların bozulmaması ve ekonomik dengenin sarsılmaması endişesi, ikinci nedeni de borçlanmanın nesiller arasında kaynak dağılımını bozacağı düşüncesidir. Klasik görüşe göre dış dengede otomatik düzenleyici faktör, o dönemlerde paranın, altın ya da gümüş veya bunların karışımından oluşan değerli madenlere bağlanmış olmasıdır. İthalat yapan ekonomide değerli maden stokları gerilemiş olduğundan para tabanı daralacak, buna karşın ihracat yapan ekonomide maden stokları yükselmiş olduğundan para tabanı genişlemiş olacaktır. Klasik dönemde devlet sadece küçük ve denk bütçe ile kamu hizmetlerini yerine getiren bir tür bekçi devlet ya da jandarma devlet işlevi ile sınırlı tutulmuştur. Ancak, 1929 Büyük Buhranı ile artık klasiklerin savunduğu devletin ekonomiye uzak durması görüşü geçerliliğini yitirmeye yüz tutmaya başlamıştır.

Klasik yaklaşım iki nedenden önemlidir:

  • Kapitalist sistemi en saf hali ve ekonomik aktörlerin karşılıklı rol ve işleyişleri ile ele almasından;
  • Birde son dönemde diğer akımlara ilham kaynağı olmasından dolayıdır.

Keynesyen Yaklaşım

1929 Büyük Buhran yıllarındaki ekonomik yapılar yakından incelendiğinde borsa işlemlerinin olağanüstü gelişmiş olduğu bir sürece girmiş olduğu görülür. ABD’nin batı kıyılarında ön ödeme sistemi ile yapılan yazlık tipi evlerin bir fırtınada yıkılması sonucunda finans dünyasında yaşanan sarsıntının oluşturduğu panik havasının üretici sektöre yansıması ile piyasaların kilitlenmesi, stokların yığılması ve üretimin nerede ise durma noktasına gelmesi ile oluşmuştu. Serbest piyasa kuralı olarak bilinen “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” görüşü böylece yaşanan gerçeklerle yıkılmış oluyordu. Büyük Buhran Marksizm’in kapitalist sistemin kaçınamayacağı krizler sonucunda son bulacağı görüşünü haklı çıkarır bir görüntü sergiliyordu.

Keynes böyle bir ortamda, sistemin kurtarıcısı olarak devreye girmiş ve böylece de maliye politikası kavramı ve uygulaması, sonraki dönemlerde alternatif görüşlerle günümüze dek sürmüştür. Keynes, 1936 yılında yayınlamış olduğu İstihdam, Para ve Faizin Genel Teorisi adlı ünlü eserinde, ana fikir olarak üzerinde durduğu ilk sorun işsizliktir ve İşsizliğin çözümü toplam talebi yükseltmede rol oynayabilen kamu müdahalesinde olarak görmüştür. İkinci olarak, parasal ve reel sektörler arasındaki etkileşimi vurgulamıştır. Keynes’in önemli teorik katkısı, makroekonomiyi mikroekonomi temellerinden anlatmak değil, tam tersine, ekonominin işleyişini makroekonomi temelinden açıklamak olmuştur. Ona göre, tasarruf yolu ile milli gelirin büyütülmesi doğru bir görüş olmayıp, yatırımların yükseltilmesi ile milli gelirin yükseltilip, böylece elde edilen yüksek gelirden yüksek tasarruf potansiyeli sağlamak sistemin işleyiş dinamikleri açısından daha doğru bir yaklaşımdır. faiz oranı yanında yatırımların marjinal etkinliğinin de dikkate alınması gerektiği ileri sürülmüştür.

Keynes’in makroekonomi alanında diğer önemli katkısı da toplam talebin toplam arza eşit olduğu denge koşulunda ekonomide tam istihdam düzeyinin sağlanamıyor olmasını işaret etmesidir. Keynes’e göre devletin ekonomiye müdahalesi sistemin işleyişini bozmayıp tersine tam istihdamı sağlayıcı durumdadır. Tam istihdamın sağlanmasına yönelik olarak kamu talebi ile destekli toplam talebe efektif talep denir. Efektif talep tam istihdamı sağlayıp özel ile kamunun yatırım ve tüketim harcamalarının toplamı anlamına gelir.

O döneme kadar paranın işlem aracı ve servet aracı olarak iki işlevi varken birde spekülatif işlev görevi de yüklenmiştir. Paranın spekülatif işlevi, paranın da diğer metalar gibi kendi değişim değeri olan bir meta olarak algılanmasını ve işleme sokulması demektir.

Spekülatif para talebinin para arzı ile kesiştiği noktada piyasa faiz oranının belirlendiği şeklindeki Keynesyen görüş, dönemin parasal ve borsa işlevlerini açıklamada geçerli teorik yapıyı oluşturmuştur. Piyasa faiz oranı, para talebinin sabit olduğu koşulda para arzının yükseltilmesi sonucunda da yükselir. Borsada işlem gören kâğıtların değeri faiz oranı ile ters ilişki içinde değişir.

Klasik görüşte yatırımları teşvik edebilmek için faiz oranının düşürülmesi gerekmektedir. Bu amaca yönelik olarak para arzının artırılması faiz oranını düşürür, fakat bir noktadan sonra bireyler nakit tutmayı tercih ederek para tabanının genişlemesine rağmen faiz oranının daha fazla düşmesini engelleyebilir. Keynes’in “mutlak nakit tercihi” olarak ifade ettiği, ancak teoride, Robertson’un tanımı ile likidite tuzağı olarak bilinen bu nokta, para politikasının etki alanının bittiği yerdir. Likidite tuzağının bulunmadığı ve para talebinin faiz esnekliğinin yüksek olduğu alanlarda para tabanının genişletilmesi yoluyla faiz oranının düşürülebildiği koşulda da yatırım taleplerinin faiz karşısında esnekliği çok düşük veya sıfır olabildiğinden yatırımlar yapılmayabilir.

Keynes borsaların işlevlerini öne çıkarmış olmakla beraber, her koşulda borsa işlemlerini benimsememektedir. Keynes’in ana görüşü tam istihdamı sağlayacak efektif talebi yüksek düzeyde tutmak olduğundan, toplumda gelir dağılımını olabildiğince düzeltici sosyal politikalar uygulamak Keynes politikalarına uygun düşüyordu.

Ekonomide Keynes’in önemi sadece maliye politikasının temellerini atarak, ekonomilere makro açıdan yaklaşımın önemini göstermekten ibaret olmamıştır. Keynes, ekonomilerin işleyiş mekanizmalarını bir bütünsellik içinde modelleyerek, kantitatif araştırma yapanlara altyapı hazırlamıştır.

Monetarist Yaklaşım

Monetarist (parasalcı) olarak anılan bu görüş mensupları Keynes’in ekonomiye aktif müdahale fikrinin yanlış olduğunu, Keynesyen görüşe tam ters olarak, müdahalenin olmadığı durumda ekonominin kendi dengesini sağlayacağı fikrini savunmuşlardır. Monetaristler, ekonomik istikrarın sağlanabilmesi açısından para arzının üretim artışı ile sabit oranda tutulması gerektiği fikrini ileri atmışlardır. Üretim artışına koşut olarak para arzı devamlı olarak belirli bir oranda artırılabileceği gibi, işsizlikle mücadele açısından hassas ayar (fine tuning) mekanizması olarak da kullanılabilir. Konuyla ilgili olarak Sayfa 12’deki örnek ve formül incelenebilir.

Monetaristler Keynes’in önlemlerinin sadece kısa dönemde işe yarayacağını öne sürmüşlerdir. Ekonominin doğal dengesinden ancak kısa dönemde sapabileceği, uzun dönemde daima doğal dengesinde kalacağı görüşü Milton Friedman tarafından ileri sürülen doğal işsizlik ile açıklanmıştır. Doğal işsizlik , emek verimlilik artışının sıfır ve ortalama reel ücret haddinin sabit olduğu, sonuçta fiyat düzeyinin de sabit kalabildiği koşuldaki işsizlik oranıdır. Friedman’a göre doğal işsizlik, emek verimlilik artışının sıfır ve ortalama reel ücret haddinin sabit olduğu, sonuçta fiyat düzeyinin de sabit kalabildiği koşuldaki işsizlik oranı olarak tanımlanır. Friedman doğal işsizlik oranı düzeyinde fiyat artışlarına karşı duyarsız Phillips eğrisi tanımlamasını geliştirmiştir. Friedman’ın tanımlamasına göre, Phillips eğrisi uzun dönemde negatif eğimli değil, doğal işsizlik oranında dikey görünümündedir

İşçiler ücretlerinin geçmiş dönem enfasyon oranına göre ayarlanmasını talep ederken, yükselen enflasyon ortamında reel olarak geri plana düşerler. İşçilerin enflasyon karşısında reel ücret düzeyi ile ilgili net algılama yapamaması para yansıması olarak nitelenir.

Keynesyen görüşe göre ileri sürülmüş olan vergi indiriminin tüketim harcamalarını yükselterek milli geliri artıracağı tezi de monetaristlerce, devamlı gelir ya da yaşam boyu gelir kavramı ile reddedilmiştir.

Monetaristlerin Keynesyen maliye politikasına karşı geliştirdikleri diğer bir itiraz da devlet eli ile yapılan yatırımların piyasa faiz oranı üzerindeki yükseltici etkisi nedeniyle özel yatırımlarda caydırıcı etki yapmasıdır.

Dışlama etkisi; genişletici maliye politikası uygulanması sonucunda faiz oranının yükselmesine bağlı olarak özel yatırım harcamalarının azalması durumudur. Dışlama etkisi, kamu yatırımlarının borçlanma piyasasında faiz oranını yükselterek, marjinal getirisi, yükselen faiz oranının altında kalan firmaların piyasadan çekilmesi ile ortaya çıkarak, kamu yatırımlarının tam çarpan etkisi oluşumunu engeller.

Son Dönem Yaklaşımları

Ekonominin mikro temellerini araştırmaya yönelik talep yanlı görüşlerden bazıları; Yeni Klasik görüşler, Yeni Keynesyen görüşler ve Post Keynesyen görüşlerdir. Son dönemlerde neo-liberal akımla talep yanlı politikaların karşıtı olarak arz yanlı politikalar da teori alanında ve uygulamada yerini almıştır.

Yeni Klasik Akım

Robert Lucas, Frederic Miskin ve Edward Prescott gibi isimlerin temsil ettiği yeni klasik akım taraftarlarına göre, fiyat ve ücretlerin tam esnek varsayımı altında toplam arz fonksiyonu çeşitli nedenlere dayalı olarak oluşan şoklardan etkilenir. Şoklar, ekonomik aktörlerin yetersiz bilgiye sahip olmalarından kaynaklanıyor olabileceği gibi, teknolojik gelişmelerden de ileri gelebilir.

Yeni klasik akım taraftarlarının en temel varsayımına göre ekonomik birimler çıkarlarını ençoklaştırıcı yönde davranış gösterirler. Bu amaca yönelik olarak bireyler tüm bilgilere ulaşmayı ve kararlarını bu bilgilere göre almayı hedeflerler. Rasyonel beklentiler; kişilerin ekonomik değişkenlere ilişkin tüm bilgileri kullanarak yaptıkları beklentilerdir. Yeni klasik akım taraftarlarına göre bireyler davranışlarını rasyonel beklenti ile oluşturdukları kararlarla gerçekleştirirler.

Bireylerin yararlarını ençoklaştırıcı davranış doğrultusunda tüm bilgilere ulaşarak yaptıkları rasyonel beklenti sonucunda aldıkları kararların piyasadaki sonuçları tüm piyasaların dengeye gelmesin yol açar.

Toplam arz fonksiyonunun dalgalanmalarına neden olan diğer faktör olarak da teknolojik gelişmelerin ekonomilerde yarattığı şoklar ileri sürülmektedir. Schumpeter yaklaşımı bağlamında geliştirilen bu görüşte, teknolojik gelişmenin ekonomi içinde massedilebilmesine dek toplam arz fonksiyonunda ve istihdamda şoklar yaşanabilir.

Yeni klasik akımcılara göre, ekonomik aktörler bilgi sahibi olup çıkarları doğrultusunda rasyonel beklentilerle karar verdiklerinden kamu müdahalesine gerek yoktur, aksine kamunun ekonomiye aktif müdahalesi ekonomik dalgalanmalara ve istihdam sorununa neden olabilir.

Yeni Keynesyen Akım

Keynesyen akımın başlıca temsilcileri G. Mankiw, J.Yellen, G. Akerlof, D. Carlton ve J. Stiglitz gibi ünlü isimlerdir. Bu akımın temel dayanağı ücretler ve fiyatların katılığı ve yaşanan şoklar karşısında bu katılığın oluşturduğu dalgalanmalardır. Görüşe göre, bir talep şoku karşısında ücret ve fiyat katılığı kârları yükselterek üretimi ve istihdamı kamçılayacaktır. Bu yaklaşıma göre, yükselen enflasyonlarda ücretler fiyat artışlarını geriden izleyici bir katılık gösterir.

Ücret katılığı, ücretlerin işçi sendikaları tarafından belirlenmesidir. Çünkü işçi sendikaları tarafından ücretler yüksek belirlenirken talepler yüzünden kısa sürede değiştirilemez. Ücret katılığına neden olan diğer bir neden ise işçilerin iş verimliliğini yüksek düzeyde tutmaya yönelik olarak piyasa düzeyinden yüksek ücret belirlenmesidir. Ücret ve fiyat katılığının bir diğer nedeni de katalog fiyatı olarak bilinen, piyasada fiyat değişmelerinin belirli eşiği aşmadığı sürece fiyatların sabit düzeyde tutulduğu durumdur.

Post Keynesyen Akım

Ekonomik dalgalanmaları açıklamaya çalışan son dönem akımlar arasında yer alan post Keynesyen akım bireylerin ve firmaların rasyonel davranış kalıplarını dışladıklarından ekonomistler arasında fazla rağbet görmemişlerdir. Post Keynesyen görüşte, kredi kurumlarının işleyişi ve kredi sınırlamalarının iş çevrimlerinin oluşumundaki rolleri öne çıkartılmıştır.

Neo-liberal Akım

Herbert Stein tarafından ortaya atılan arz-yanlı görüşlerin maliye politikası bağlamındaki önemi, Keynesyen talep yanlı görüşlere karşıt olarak, üretim ve istihdamın arz fonksiyonu üzerindeki faktörler tarafından belirlendiği savıdır. Tasarrufların oluşturulup yatırıma dönüştürülmesi aşamasında sağlanacak vergi avantajının ise iş hacmini artırması nedeniyle kamu gelirlerini azaltmayacağı, tam tersine, yükselteceği ileri sürülmüştür. Laffer eğrisi olarak bilinen fonksiyonda, belirli aralıkta vergi oranları ile faktör arzı arasında ters yönlü ilişki olduğu ileri sürülmüştü. Neo liberal açısından maliye politikalarını uygulama aracı olarak arz yanlı ekonomi politikalarının temeli vergi ve benzeri kamu yükümlülüklerinin üretim faktörleri üzerindeki olumsuz etkilerinin öne çıkarılması ve bu yükümlülüklerin hafifletilmesi görüşü doğrultusunda olmuştur.

Maliye Politikasının Amaçları

Maliye politikasının amacı ekonomide iç ve dış dengenin sağlanmasıdır.

İç Ekonomik Dengenin Sağlanması

Statik ve dinamik olarak iki alt bölüme ayrılır:

  • İç istikrar alanı statik olarak fiyat istikrarı ve istihdam konularını kapsar. Fiyat istikrarı konusu, ekonominin enflasyonist ve deflasyonist eğilimlerden uzak tutulmasını sağlayan maliye politikası önlemlerini kapsar. Fiyat istikrarında bütçedeki denge göz önüne alınır. Denk bütçe uygulaması çarpan katsayısı ile ekonomide genişletici etki yaratıyor olmakla beraber, fiyat istikrarının sağlanması açısından asgari gereklilik olarak görülür. Keynesyen Y = C + I + G eşitliğinde parasal gelir düzeyinin ayarlanmasında kamunun elindeki en etkili iradi seçeneğin G şıkkı olduğudur. Maliye politikasının diğer ekonomik amacı olan istihdam konusu da yine kamu harcamaları ve bütçe denkliği konusu ile ilgili görülür. Kamunun yatırım veya diğer harcamalar yoluyla gerçekleştirilen açık bütçe politikasının ve harcama artışının istihdam üzerindeki etkisi Philips eğrisi ile açıklanır.
  • Maliye politikasının dinamik amacı arasında ise gelişmiş ekonomilerde ekonomik büyüme, gelişmekte olan ekonomilerde ise ekonomik kalkınma amaçları yer almaktadır.

Dış Ekonomik Dengenin Sağlanması

Dış ekonomiden sağlanan kazançların dış ekonomilere yapılan ödemelere eşit olmasıdır. Cari denge içinde ithalat ve ihracat hareketlerini kapsayan ticaret dengesi ile sermaye hareketlerinin de kapsadığı para hareketleri bulunur.

Maliye Politikasının Araçları

Kamu bütçesi çerçevesinde kamu harcama ve gelir kalemleri ve bu kalemler arasındaki denge ya da dengesizlik koşulları yoluyla sağlanır. Kamu gelir sistemi araçları olan vergi ve borçlanma hem miktar hem de nitelikleri itibariyle ekonomilerde mikro ve makro düzeylerde etkili olur.

Vergiler, türlerine göre, gelir ve ikame etkileri ile faktör arzı üzerinde etkili olabilir. Vergilerin gelir etkisi üretim faktörü arzını yükseltme yönünde etki oluştururken, ikame etkisi faktörlerin sektörler arasında dağılımını değiştirebilir. Kamu borçları ekonomide toplam harcamalar yoluyla toplam talep, faiz etkisi ile toplam arz üzerinde etkilidir.

Maliye politikasının çok önemli bir aracı da kuruluşlar eli ile yapılan otonom yatırımlardır. Yatırımlar yatırımın getirisi ile faiz oranı arasında ilişki kurmadan kamusal kararlar doğrultusunda iradi olarak yapılan harcamalardır.

Maliye Politikasının Etkinliği ve Sınırları

Maliye politikasının ekonomi üzerindeki toplam gelir ve istihdam düzeyini etkilediğinden bu etkinin nasıl belirleneceği önem kazanmaktadır.

Maliye Politikasının Etkinliği

Maliye politikası araçlarının milli gelir üzerindeki etkileri ile milli gelirdeki değişimlerin maliye politikası araçları üzerindeki etkilerinin karşıtlığı nedeniyle karmaşık bir konudur. Vergiler bütçe fazlası yaratma eğilimde iken kamu harcamaları ise bütçe açığı oluşturma eğilimindedir. Tam istihdam bütçe fazlası, tam istihdam koşulunda otomatik olarak oluşan bütçe fazlası olup, aşağıdaki formülle gösterilir:

TİBF = T – G – TR

Formülde T vergi gelirini, G kamu cari ve yatırım harcamalarını; TR ise transfer harcamalarını göstermektedir. T ifadesini Y* tam istihdam gelir düzeyini göstermek üzere, t Y* şeklinde yazılırsa, formül;

TİBF = tY* – G – TR olur ve tam istihdam bütçe fazlası ile olağan dönem bütçe fazlası;

TİBF – BF = t (Y* – Y) şeklinde gösterilir.

Bu formülün sonucuna bütçe devresel bileşkesi denir.

Bütçe devresel bileşkesinin fazla verdiği durumlarda yükselen vergi gelirleri gelir artış hızı önünde engel oluşturarak artış hızının gerilemesine neden olur. Bütçe devresel bileşkesinde görülen fazlanın ekonomide gelir artışını frenleme etkisine mali sürüklenme denir.

Maliye Politikasının Sınırları

Maliye politikası mutlak fiyat artışları veya azalışları üzerinde etkili olabilecek araçlar barındırdığı halde, bir veya birkaç sektörde görülebilen fiyat artış veya azalışlarına, yani nispi fiyat değişmelerine karşı selektif araçlara sahip bulunmamaktadır.

Maliye politikasının uygulanmasında karşılaşılan ve siyasi yönü ile aşılması oldukça güç olan bir diğer sorun da deflasyonist dönemlerde uygulamaya koyulan maliye politikası önlemlerinin siyasi olarak olumlu karşılanıyor olmasına karşın, enflasyonist dönemlerde alınabilecek daraltıcı politika önlemlerinin siyasi olarak sevimli olmama durumudur.