MALİYE POLİTİKASI - Ünite 2: Maliye Politikası ve Ekonomik İstikrar Özeti :
PAYLAŞ:Ünite 2: Maliye Politikası ve Ekonomik İstikrar
Keynesyen Yaklaşım ve Mal Piyasasında Denge
1930’larda etkili olan ekonomik bunalıma kadar kabul gören klasik ekonomik yaklaşıma göre piyasa dinamikleri dengeyi kendiliğinden sağlar.
Keynesyen yaklaşıma göre, piyasa ekonomisinin kendiliğinden milyonlarca kişi ve firmayı kontrol ederek toplam talebi, tam istihdamı ve denge gelirini eşanlı olarak sağlayacak düzeye çıkarması istisnai bir durumdur. Bu yüzden de toplam talebi kontrol edecek bilinçli politikalar geliştirilmedikçe, bir ekonomideki istikrarı garanti altına almak mümkün değildir. Toplam talebin temel unsurlarından birisi mal ve hizmet alımına yönelen kamu harcamalarıdır. Bu harcamalar ve bu harcamaların finansmanını sağlayan vergilerdeki değişiklikler milli gelir düzeyini doğrudan etkiler.
Mal ve Hizmet Alımına Yönelen Kamu Harcamaları ve Harcama Çarpanı
Basit Keynesyen milli gelir modelinde gayri safi milli hasılanın parasal değeri (Y), bir ekonomideki toplam mal ve hizmet talebinin parasal değerine eşittir. Bir ekonomide üretilen mal ve hizmetler, ya hane halkı tarafından tüketim amacıyla (C) ya da firmalar tarafından yatırım amacıyla (I) satın alınır. Kamu sektörü de bu mal ve hizmetleri kamu hizmeti vermek ve ya kamu yatırımı yapmak amacıyla satın alır (G). Dışa kapalı bir ekonomide;
Y = C + I 0 + G 0 ile ifade edilir.
Formülde C, I ve G otonom (diğer faktörlerden bağımsız) olduğu varsayılmaktadır. Tüketim, kullanılabilir kişisel gelirin bir fonksiyonu olarak;
C = C 0 + c Y d
Y d = Y – T 0 ile ifade edilir.
Formüldeki;
- C 0 otonom tüketimi,
- c marjinal tüketim eğilimini ve
- Y d ise kullanılabilir kişisel geliri gösterir.
Marjinal tüketim eğilimi, kullanılabilir kişisel gelirdeki değişikliğin tüketim miktarında meydana getirdiği değişikliktir ve 0 < c < 1 aralığında olduğu varsayılmaktadır.
Aşağıdaki eşitlikte parasal gayri safi milli hasılanın (Y) denge değeri verilmiştir:
Kamu harcamaları çarpanı , kamu harcamalarında meydana gelen değişikliğin her düzeyinde meydana getirdiği değişikliği ölçmek için kullanılan katsayıdır ve yukarıda verilen eşitlikte 1/(1–c) kamu harcamaları çarpanı olarak adlandırılır.
Buna göre, mal ve hizmet alımına yönelen kamu harcamalarındaki ( ? G 0 ) bir değişikliğin gayri safi milli hasılanın denge değerinde yaratacağı bir değişiklik şöyle ifade edilecektir:
Örneğin, c=0.8 ise yani ortalama bir birey gelirinin %80’ini harcıyorsa G’deki TL’lik bir artış, Y’de 5 TL’lık bir artış meydana getirecektir.
Transfer Harcamalarının Çarpan Etkisi
Kamu harcamaları mal ve hizmet alımına yönelen harcamalar olup gerçek (reel) harcamalar olarak adlandırılır. Transfer harcamaları, yapıldıkları anda mal ve hizmet alımına yönelmeyip bireysel gelir üzerinden talebe dönüşür, transfer harcamaları kullanılabilir geliri artırır.
Y
d
= (Y + Tr
0
) – T
0
eşitliği,
C = C
0
+c Y
d
eşitliğinde yerine konup çözüldüğünde aşağıdaki ifade elde edilir:
Aşağıdaki eşitlikteki c/(1 – c) ifadesi transfer harcamaları çarpanıdır.
Transfer harcamaları çarpanı, transfer harcamalarındaki bir değişikliğin gelir düzeyinde yarattığı değişmeyi gösteren katsayıdır. Buna göre, c=0.8 iken, transfer harcamalarında meydana gelen TL’lik artış, milli hasılanın denge değerini 4 TL kadar arttırır.
Otonom Vergiler ve Denk Bütçe Çarpanı
Vergi çarpanı , vergilerde meydana gelen değişikliğin gelir düzeyinde yarattığı değişmeyi ölçen katsayıdır.
Aşağıdaki eşitlikteki vergi çarpanı dır.
Örneğin, c=0.8 ise T’deki TL’lik artış, Y’de 4 TL’lik bir azalış meydana getirecektir.
Vergi çarpanının önündeki negatif işaret, kamu harcamaları toplam talebi arttırırken, vergiler hane halkının kullanılabilir gelirini azaltarak taleplerini düşürür. Ayrıca vergi çarpanı mutlak değer olarak kamu harcamaları çarpanından daha düşüktür.
Denk bütçe çarpanı, eşit miktardaki vergi artışı ile finanse edilen kamu harcamalarının gelir düzeyinde, artan kamu harcamalarına eşit miktarda bir artış yaratması durumudur.
Sonuç denk bütçe çarpanı olarak adlandırılır. Denk bütçe çarpanının geçerli olması belli varsayımlara dayanır. Kamu harcamalarının tamamının mal ve hizmet alımına yöneldiği, kamu harcamalarından yararlananların marjinal tüketim eğilimi ile vergileri ödeyenlerin marjinal tüketim eğilimlerinin aynı olması ve kamu harcamalarında meydana gelen artışın özel kesiminkini etkilememesidir.
Gelire Bağlı Vergiler
Basit Keynesyen modelde vergilerin otonom olduğu varsayılmaktadır. Bununla beraber önemli bir kısmı gelirle bağlantılıdır ve aşağıdaki şekilde ifade edilir:
T = T 0 + tY
Eşitlikteki T, toplam vergi gelirleri, T 0 , otonom vergiler ve t, nispi vergi oranıdır. Kullanılabilir gelir, aşağıdaki biçiminde ifade edilir:
Y d = (Y + Tr 0 ) – T 0 – tY = (1 – t) Y + Tr 0 – T 0
Konuyla ilgili olarak Sayfa 34’deki 14 ve Sayfa 35’deki 15, 16 nolu formüller (eşitlikler) ve verilen örnek incelenebilir.
Maliye Politikası ve Açık Ekonomi
Keynesyen modelde ekonominin dışa kapalı olduğu varsayımı vardı. Ama günümüzde ülkeler başka ülkelerle ihracat ve ithalat yaparlar, bu da açık ekonomi anlamına gelmektedir. Keynesyen modele ihracat ve ithalatı dahil ettiğimizde gayri safi yurt içi hasılanın parasal değeri aşağıdaki şekilde olacaktır:
Y = C + I + G + (X 0 – M)
İthalat M = mY olup eşitlikteki m, marjinal ithalat eğilimidir.
Marjinal ithalat eğilimi, gelir düzeyinde meydana gelen değişikliğin ithalat miktarında meydana getirdiği değişikliktir.
Ekonomilerin daha fazla dışa açılması ile beraber uzmanlaşma artmakta ve ülkeler dış ticaret üzerinden daha fazla zenginleşebilmektedirler. Ancak, dışa açık ekonomilerde maliye politikasının etkinliği azalmaktadır.
Mal ve Para Piyasalarındaki Eşanlı Denge: ISLM Modeli
Basit Keynesyen model çerçevesinde yapılan mal piyasası analizinde yatırımların otonom olduğu varsayıldı. Halbuki, yatırımların bir kısmı faiz oranı ile doğrudan ilişkilidir. Faiz oranları düşük iken, yatırımcıların kredi alarak yatırım yapma eğilimi daha yüksekken tersi durumda ise yatırım eğilimi azalmaktadır. Bu yüzden faizin bir fonksiyonu olan değişkenin yanında mal piyasasına para piyasası da eklenmelidir.
Değişken Yatırımlar ve Mal Piyasası: IS Eğrisi
Otonom yatırımlar değişken yatırımların bir fonksiyonu olarak I = I 0 – ir şeklinde ifade edilir. Eşitlikte sıfır faiz oranındaki yatırım miktarı I 0 , faiz oranı r ve yatırımların faiz oranından etkilenme katsayısı ise negatif değer alan i ile gösterilmektedir.
Eşitliği, faizlerin yatırımlar üzerindeki olumsuz etkisi göz önüne alındığında faiz oranının pozitif bir değer olmasında yatırımlarda ir kadar bir azalma olduğunu gösterir.
IS eğrisiyle ilgili olarak Sayfa 37’deki Şekil 2.1 incelenebilir.
IS Eğrisi, planlanan harcamalarla üretim düzeyinin eşit olduğu denge noktalarında gelir ile faiz oranı arasındaki ilişkiyi gösteren eğridir.
ifadesi faiz oranı (r) cinsinden çözüldüğünde;
ve
elde edilir.
Buna göre, faiz oranı ile denge gelir düzeyi arasındaki ilişki hem otonom harcamaların miktarından (A), hem de çarpanın değerinden (?) etkilenmektedir. Otonom harcamalardaki değişme eğrinin pozisyonunu etkilerken, çarpanın değeri ise eğrinin eğimini etkilemektedir.
Para Arzı ve Para Piyasası: LM Eğrisi
Denge gelir düzeyinin bir başka belirleyicisi para piyasasıdır. Para arz ve talebi dikkate alınarak faiz oranı ve denge gelir düzeyi arasındaki ilişki LM eğrisi ile açıklanmaktadır. LM eğrisi , para arzı ile para talebinin eşit olduğu denge noktalarında gelir ile faiz oranı arasındaki ilişkiyi gösteren eğridir.
M d = aY – br eşitliğindeki a, para talebinin gelire duyarlılığını, b ise para talebinin faize olan duyarlılığını, M d para talebini, Y geliri ve r faiz oranını ifade etmektedir.
LM eğrisiyle ilgili olarak Sayfa 38’deki Şekil 2.2 incelenebilir.
Maliye ve Para Politikalarının Nispî Etkinliği
Ekonomik istikrarın devamlılığı için maliye ya da para politikaları uygulanır. Hangisinin daha etkili olduğuna para talebine ve faiz oranlarına bakılarak karar verilir.
Kapalı Ekonomide Maliye ve Para Politikaları
Harcamalardaki değişiklikle uygulanacak maliye politikası IS eğrisi içerisinde temsil edilmektedir. Kamu harcamalarındaki bir artış IS eğrisini sağa hareket ettirerek faiz oranı ve gelir düzeyini arttırmaktadır. Bu harcama artışının faiz oranına ve gelire ne kadar yansıyacağı IS ve LM eğrilerinin eğimine bağlıdır.
Örneğin, harcama artışı gelir düzeyini arttırırken, işlem güdüsüyle para talebi artar (gelir ile para talebi arasındaki pozitif ilişki). Para talebinin artması faiz oranını arttırır (para arzı sabit iken talebinin artması faiz oranını arttırır). Faiz oranının artması yatırım talebini düşürür (faiz oranı ile yatırımlar arasındaki negatif ilişki). Yatırım talebinin azalması gelir düzeyini düşürür. Böylece kamu harcamalarının artması, özel sektör yatırım harcamalarını azaltmaktadır (dışlama etkisi).
Maliye ve para politikasının beraber uygulandığı durumda fiyat düzeyinin sabit olduğu varsayılmaktadır. Ancak, para arzındaki artışlar fiyat düzeyini (enflasyonu) arttırarak faizlerin yükselmesine neden olabilir. Klasiklerin savunduğu aşırı uçta nötr para varsayımı geçerlidir ve para arzındaki artışın tamamı uzun dönemde fiyat artışlarına yansımaktadır.
Nötr para , para arzındaki bir artışın, reel değişkenleri etkilemeden, tamamının fiyat artışlarına yansımasıdır.
Açık Ekonomide Maliye ve Para Politikaları
Açık ekonomide maliye ve para politikalarının etkisi, uygulanan döviz kuru sistemine göre farklılık gösterir. Sabit döviz kuru sisteminde, yerli paranın yabancı paralar karşısındaki değeri önceden belirlenmiştir ve gereği halinde Merkez Bankası bu belirlenmiş kur üzerinden döviz alım satımı yapar.
Sabit döviz kuru sistemi , belirlenmiş bir kur üzerinden merkez bankasının döviz alım satımı yapmasıdır.
Esnek döviz kuru sistemi , döviz kurunun, döviz arz ve talebine bağlı olarak piyasada belirlenmesidir.
Esnek döviz kuru sisteminde ise artan kamu harcamaları nedeniyle milli gelir artacak ve ithalat talebinin artması sonucu dövize olan talep artacağından, döviz kuru yükselecek ve ithalata olan talep yurt içine dönecektir. Bu durumda, ithalata yönelecek talep yurt içine döndüğünden ve döviz rezervlerinde bir değişme olmadığından maliye politikası daha etkili olmaktadır.
Fiyat düzeyindeki değişiklikler sabit ve esnek döviz kuru sistemlerinde farklı etkiler yaratabilir. Sabit döviz kuru sisteminde artan fiyatlar ihracatı azaltırken, ithalatı arttırır ve yurtdışına döviz çıkışını hızlandırır. Esnek döviz kurunda ise fiyat artışı ithalat talebini ve dolayısıyla döviz talebini arttırır. Bu durumda döviz kuru yükselir ve ihracat artar.
Toplam Talep-Toplam Arz Modeli
Gerçek dünyada reel gelir ve fiyat düzeyi dalgalanmalar gösterir. Fiyat düzeyini dikkate alan model ise toplam talep-toplam arz modelidir. Toplam talep-toplam arz modeli, ekonominin zaman içerisinde büyüme çizgisinden neden saptığını açıklamak için önemli bir araçtır. Toplam talep-toplam arz modeli kullanılarak ekonomik dalgalanmaları, enflasyona ve işsizliğe karşı uygulanabilecek maliye ve para politikalarını analiz etmek mümkündür.
Toplam Talep Eğrisi
Toplam talep eğrisi, bir ekonomide mal ve para piyasalarının eşanlı olarak dengede olduğu fiyat düzeyi ve çıktı miktarı bileşimlerini gösterir. Toplam talep eğrisi negatif eğilimlidir. Aşağı doğru eğilimli olduğu konusunda;
- Refah etkisi,
- Uluslararası etki ve
- Faiz etkisi olmak üzere üç açıklama vardır.
Refah etkisi, fiyat düzeyinin düşmesiyle para ve diğer varlıkları elinde tutan bireylerin kendilerini daha zengin hissederek daha fazla harcama yapacaklarını ifade eder. Uluslararası etki, yurt içi fiyatlarla diğer ülke fiyatlarının nispi değişimlerine ilişkindir. Faiz etkisi ise para arzının değişmediği varsayımı altında fiyat düzeyinin düşmesi halinde reel para arzının artmasıyla ilgilidir.
Reel para arzının artması sonucu faiz oranları düşeceğinden, yatırım harcamaları ve dolayısıyla toplam talep artacaktır. Örneğin, devletin harcamaları arttırarak bir maliye politikası uyguladığı durumda, kamu harcamalarının (G) artması sonucunda IS eğrisi sağa kayacak ve daha yüksek bir faiz ve gelir düzeyinde yeni denge oluşacaktır. Reel para miktarı değişmezken, toplam talep eğrisi de maliye politikası çarpanına bağlı olarak sağa kayacaktır
Toplam Arz Eğrisi
Toplam arz eğrisi , verili her fiyat düzeyinde firmaların arz etmek istedikleri toplam çıktı miktarını gösterir. Normal bir ekonomik işleyişte arz eğrisi pozitif eğimlidir. Çünkü, çıktı artarken istihdam artacağından iş gücü maliyetleri artmakta, çıktı miktarının artması ise fiyat düzeyindeki artışla beraber gerçekleşmektedir. Keynesyen durumda toplam arz eğrisi yatay eksene paralel iken, klasik durumda toplam arz eğrisi dikey eksene paraleldir.
Keynesyen Toplam Arz Eğrisi
Keynesyen toplam arz eğrisinin yatay eksene paralel olması, mevcut fiyat düzeyinde talep edilen bütün malların firmalar tarafından arz edileceği anlamına gelir. Diğer bir deyişle arz edilen mal miktarındaki artış fiyatları arttırmamaktadır. Çünkü, Keynes’e göre ücret ve fiyatlar katı olduğundan, durgunluk döneminde işsizlik kalıcı olmaktadır. Sonuç olarak Keynesyen arz eğrisinin geçerli olması (yatay eksene paralel olması) durumunda toplam talepteki bir artış fiyat düzeyini etkilemeden üretimi ve istihdamı arttırmaktadır.
Klasik Toplam Arz Eğrisi
Klasik arz eğrisinin yatay eksene dik olması, fiyat düzeyi ne olursa olsun, aynı miktarda mal üretileceği anlamına gelir. Diğer bir deyişle, talep artışı arz düzeyini etkilemeden sadece fiyatları arttırmaktadır. Buradaki varsayım, ekonominin tam istihdam düzeyinde olması ve tam istihdamın devam ettirilmesi için fiyat düzeyi ve üretim maliyetinin aynı oranda değişmesidir.
Toplam Arz Eğrisinin Orta Alanı
Toplam arz eğrisinin orta alanı, ekonomi tam istihdama yaklaşırken fiyatlarla üretilen mal miktarı arasında pozitif bir ilişki olduğunu gösteren toplam arz eğrisidir.
Keynesyen ve klasik arz eğrileri bir ekonomideki aşırı uçları ifade etmektedir ve istisnai durumlardır. Arz eğrisi, belirli bir kapasiteden sonra artan marjinal maliyetler nedeniyle, genellikle pozitif eğimlidir (Toplam arz eğrisinin orta alanı). Bu durumda talepteki artışı karşılamak için firmaların iş gücü talebi artacak, bu artışın bir kısmı ücretlere ve dolayısıyla fiyatlara yansıyacaktır. Sonuç olarak talepteki artışın bir kısmı arz artışına, bir kısmı da fiyat düzeyine yansımaktadır.
Konuyla ilgili olarak Sayfa 44’deki Şekil 2.3 incelenebilir.
Değişik Arz Varsayımları Altında Maliye ve Para Politikaları
Bir ekonomide denge, toplam arz ve toplam talebin eşit olduğu, yani toplam arz ve toplam talep eğrilerinin kesiştiği noktada gerçekleşir. Keynes’in temel yaklaşımı ekonominin tam istihdamın altında olduğu, dolayısıyla kullanılmayan (atıl) bir kapasitenin mevcut olduğu varsayımına dayanmaktadır. Keynes tarafından yapılan öneri, devletin kamu harcamalarını arttırarak talebi arttırmasıdır. Kamu harcamalarının artması sonucunda talep artacağından, hedeflenen tam istihdam çıktı ve gelir düzeyine ulaşılacaktır. Çıktı düzeyindeki artış fiyatlara yansımamaktadır.
Firmalar denge fiyat düzeyinde daha fazla mal arz etmeye hazır iken, kamu harcamaları ile artan toplam talep fiyatları etkilememekte, sadece çıktı ve istihdam artmaktadır. Keynesyen varsayımlar altında para arzındaki artış da benzer bir sonuç yaratacaktır. Toplam arz eğrisi yatay ise fiyatlar değişmediğinden, para arzının artmasıyla reel para miktarı artmakta, faizler düşmekte ve buna bağlı olarak yatırımlar ve dolayısıyla toplam talep artmaktadır.
Beklentiler ve Toplam Arz Eğrisi
Toplam arz açısından önemli bir konu enflasyon beklentileridir. Firmalar ürettikleri malların fiyatlarını belirlerken ya da işçiler ücret talep ederken bu beklentileri dikkate alırlar.
Fiyat beklentilerinin toplam arzda dalgalanma yaratmasına ilişkin değişik yaklaşımlar vardır. Ücret ve fiyatların esnek olmadığını savunan Keynesyen görüşe göre, ücret ve fiyatlardaki uyumun zaman alması nedeniyle arz eğrisi pozitif eğimlidir. Friedman’ın uyumlu beklentiler modeline göre ise parasal aldanma nedeniyle yanlış bir algılama sonucu emek arz ve talebi artmakta ve fiyatlar uyarlanıncaya kadar toplam arz eğrisi pozitif olmaktadır. Çünkü, beklenen ve gerçekleşen enflasyon arasında farklılık vardır ve bu farkın ortadan kalkması (beklenen enflasyonun gerçekleşen enflasyona uyum sağlaması) zaman almaktadır.
Rasyonel beklentiler durumunda ekonomik aktörler doğru tahmin yapmakta ve beklenen enflasyon ile gerçekleşen enflasyon birbirine eşit olmaktadır. Bu görüşe göre, kısa dönemde bile talepte meydana gelen bir artış üretim ve istihdamı etkilemeyecek ve işsizlik her zaman doğal işsizlik düzeyinde kalacaktır.
Gerçek hayat kısa dönemde rasyonel beklentilerin çok da doğru olmadığını göstermektedir. Beklenen ve gerçekleşen enflasyon her zaman aynı olmayabilmektedir. Bu nedenle özellikle kısa dönemde maliye ve para politikaları üretim ve istihdam üzerinde etki yaratmaktadır. Deneyimler, toplam arz eğrisinin kısa dönemde pozitif, uzun dönemde ise dikey olduğunu göstermektedir.