MALİYE POLİTİKASI II - Ünite 1: Maliye Politikasının Teorik Temelleri Özeti :

PAYLAŞ:

Ünite 1: Maliye Politikasının Teorik Temelleri

Geleneksel İktisadi Yaklaşımlarda Devletin Ekonomideki Rolü

Devletin ekonomi üzerindeki rolüne ilişkin görüşler tarih boyunca büyük farklılık ve değişim göstermiştir.

Merkantilizm

Merchant (Tüccar) kelimesinden türeyen Merkantilizm, kapitalist sistem öncesinde uygulama alanı bulmuştur. Merkantilizmde temel amaç ülkedeki altın ya da gümüş miktarını artırmaktır.

Ortaçağ’ın sonu ile Yakınçağ’ın başlangıcı (1500-1800) arasındaki dönemde Batı Avrupa Ülkelerinde ciddi sosyoekonomik değişimler yaşanmıştır. Derebeyliğin çöküşü ile Rönesans, Reform ve Coğrafi Keşifler gibi gelişmelerin ivme kazandırdığı bu süreçte, feodal sistem yerine mutlak merkezî devlet anlayışı benimsenmiştir.

Devletin sosyal refahı ve ülke zenginliğini artırabilmesi için aşırı müdahalesine izin veren bu sistem Merkantilizm olarak adlandırılmaktadır. Bu anlayışa göre toplumsal zenginliğin kaynağı sahip olunan altın ya da gümüş gibi kıymetli madenlerdir. Bu nedenle toplumun kıymetli madenlere sahip olması ve söz konusu değerlerin stoklanarak biriktirilmesi gerekir. Dünyadaki toplam kıymetli maden varlığının sabit olduğunu benimseyen Merkantilizme göre bir ülkenin altın ya da gümüş stoğunun artması ancak diğer ülkelerin sahip olduğu rezervlerin azalması ile gerçekleşebilir. Bu durum ise dış ticaret ile mümkün olabilecektir. Üretilen nihai ürünlerin diğer ülkelere ihracı hâlinde altın ve gümüş miktarı artacak, tersine diğer ülkelerden ürün ithal edilmesi hâlinde ise kıymetli maden varlığı azalacaktır.

Dış ticarette korumacılık olarak değerlendirilen bu politikaların uygulanması devletin her alana müdahalesini gerektirmekte, her bakımdan güçlü bir merkezî otoriteyi zorunlu kılmaktadır.

Fizyokrasi

18. yüzyılda Fransa’da gelişen Fizyokrasi, doğal haklara sahip bireylerden oluşan toplumların tabii kanunla yönetilmesi gerektiği görüşündedir. Fizyokratlara göre zenginliğin kaynağı kıymetli madenler ya da mübadele değil doğanın kendisidir. Ekonomik hayattaki tek üretken sektör ise tarımdır. Ekonomideki yegâne verimli faaliyet alanı tarımsal etkinlikler olduğu için vergi de sadece bu sektörden alınmalıdır.

Fizyokrasiye göre devlet ekonomik hayata hiçbir şekilde müdahale etmemelidir. Nihayetinde ekonomik faaliyetler de evrenin doğal bir parçası olup, doğal düzene göre işlemektedir. Söz konusu doğal düzene müdahale ise faaliyetlerin aksamasına ve etkinsizliğe neden olacaktır. Bu kapsamda devletin temel fonksiyonu güvenlik ve adalet hizmetlerinin sağlanmasıdır. Merkantilizmin yoğun müdahaleciliğine tepki olarak değerlendirilebilecek “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” (Laissez faire, laissezpasser) şeklindeki meşhur slogan Fizyokratlara aittir.

Klasik İktisadi Düşünce

Teknolojik yeniliklerin, üretim ve sermaye birikimi sürecinde yaşanan gelişmelerin ve Fizyokratlara ait söylemlerin de etkileriyle 1800’lü yıllarda Liberal İktisadi Düşünce doğmuştur.

Adam Smith, Thomas Malthus, Jean Baptiste Say, David Ricardo ve John Stuart Mill gibi filozofların düşünsel temelleri üzerinde şekillenen Klasik İktisadi Düşünce, özellikle 1700’lü yılların sonunda yaşanan teknik (Sanayi Devrimi) ve politik (Fransız İhtilali) gelişmelerin de etkileriyle 1929 yılına kadar geçecek süreçte uygulanacak politikaların temel belirleyicisi olmuştur.

Sanayi Devrimi ile birlikte tarıma dayalı geleneksel toplum hızla sanayi tipi üretim yapan topluma dönüşmüştür. Bu dönüşüm ekonomik sistemde üretim tekniğine sahip girişimci kapitalist sınıf ile emeğiyle üretim sürecine dâhil olan işçi sınıfın çıkmasını beraberinde getirmiştir.

Klasik Liberal Düşünceye göre bütün piyasalarda tam rekabet koşulları geçerlidir. Yani çok sayıda üretici ve tüketicinin olduğu, üretim ve tüketim süreçlerinin serbestçe yapıldığı, üretilen tüm ürünlerin tekdüze olduğu (Homojenlik), süreçte rol üstlenen aktörlerin mal ya da hizmetler ile ilgili tam bilgiye sahip olduğu (Şeffaflık) bir piyasa mekanizması söz konusudur. Ayrıca piyasa mekanizmasınca tahsis edilen ücret, faiz ve fiyatlar tam esnektir. Böylesine bir sistemin işlediği ekonomi doğal olarak tam istihdamda ve dengededir.

Liberallere göre ekonomideki her türlü istikrarsızlık geçicidir. Herhangi bir dengesizlik ortaya çıktığında piyasalar kendiliğinden söz konusu sorunu gidereceklerdir. Bu nedenle devletin ekonomik hayata müdahalesi gereksizdir. Çünkü devletin kendisi bir istikrarsızlık kaynağıdır. Devlet faaliyetleri temel hizmetlerle sınırlı tutulmalıdır. Devlet dış ve iç güvenliği sağlamalı, dış ilişkilerde ülkeyi temsil etmeli ve sadece sağlık, eğitim gibi zorunlu hizmetleri vermelidir. Ayrıca devlet bütçesi mümkün olduğu kadar küçük ve denk olmalıdır.

Klasiklere göre ekonomide ortaya çıkacak olası istikrarsızlıklarda para politikası araçları kullanılmalıdır. Maliye politikası araçları ise hiçbir şekilde kullanılmamalıdır. Bu nedenle klasik iktisadi görüşte maliye politikasından söz edilmemektedir.

Neoklasik İktisadi Yaklaşım

Sanayi Devrimi’nin çalışma hayatı, yaşam koşulları ve kıt kaynakların kullanımı sürecinde oluşturduğu etkiler pek çok sorunu beraberinde getirmiş, ekonomik yapının işleyişi ile ilgili tartışmalara neden olmuştur. 1850’li yıllarda sanayileşme sürecini yaşayan ekonomilerde karşılaşılan sorunları çözebilmek amacıyla birtakım sosyal programlar hayata geçirilmiş, çeşitli siyasal gelişmeler yaşanmıştır. Böylesine bir ortamda fayda-maliyet, değer, kısmi ve genel denge, marjinalite gibi kavramlar ile iktisadi yaşamın mikroekonomik temellerini inceleyen Neoklasik Yaklaşım, ekonomik ilişkileri matematiksel kurallar çerçevesinde modellemeye gayret etmiştir.

Neoklasik Yaklaşıma göre, Klasik Liberal Düşüncenin referans aldığı tam rekabet koşulları altında piyasa mekanizmasının işleyişi, kaynakların tam kullanımını ve tam istihdamı sağlaması, ekonomide arzın kendi talebini oluşturması (Say Yasası) gibi varsayımlar geçerlidir. Ne var ki tam rekabet koşullarından çeşitli nedenlerle sapmalar olabilir. Bu gibi durumlarda ise piyasa mekanizması etkin bir şekilde işlemeyecektir. Piyasa başarısızlıkları (Kamusal malların varlığı, dışsallıklar, doğal tekeller, asimetrik bilgi, eksik rekabet piyasaları gibi nedenlerle piyasa mekanizmasının etkin çalışamaması) ise devletin ekonomiye müdahalesini ve belirleyici bir aktör olarak rol almasına neden olmaktadır. Dolayısıyla Neoklasik Yaklaşıma göre ekonominin mikro temellerinde ortaya çıkan aksaklıkların giderilmesi kamu müdahalesini gerekli kılmaktadır.

Neo-klasik iktisatçıların tabiriyle piyasa başarısızlıkları, ekonomiye kamusal müdahalenin en önemli sebepleri arasında yer almaktadır. Söz konusu başarısızlıkları gidermek için piyasa sistemine müdahale eden devlet;

  • Sosyal malların üretimi,
  • Dışsallıkların (Bir ekonomik birimin, başka bir ekonomik birimi yapmış olduğu aktivite sonucunda piyasa mekanizması haricinde olumlu ya da olumsuz yönde etkilemesi) önlenmesi ve
  • Piyasa aksaklıklarının giderilmesi noktasında birtakım roller üstlenmelidir.

Müdahaleci Devlet Anlayışı ve Maliye Politikasının Doğuşu: Keynesyen Yaklaşım

1929 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan ardından başta Avrupa olmak üzere dünyanın diğer ülkelerini de olumsuz etkileyen ekonomik kriz Dünya Ekonomik Bunalımı veya Büyük Buhran olarak anılmaktadır. Büyük Buhran olarak tarihe geçen iktisadi krize karşı hâkim klasik iktisadi yaklaşımın çözüm üretememesi Keynesyen İktisadi Yaklaşımın gelişmesini sağlamıştır.

Keynesyen Yaklaşım her şeyden önce arz yanlı bir anlayışa sahip Klasik Yaklaşımın aksine iktisadi yaşamın talep yanına odaklanmakta, bu alana gerçekleştirilecek müdahaleler ile ekonomik istikrarsızlıkların giderilebileceğini savunmaktadır.

Keynesyen Yaklaşıma göre ekonomik yaşamda yaygın olarak eksik rekabet piyasalarıyla karşılaşılmaktadır. Ayrıca ücret ve fiyatlar esnek olmayıp yapışkan yani katıdır. Bu yaklaşıma göre ücret ve fiyatlar artma yönünde esnek iken azalma yönünde esnek değildir. Dolayısıyla piyasa mekanizması gösterge değerlerin belirlenmesi sürecinde tek yönlü çalışmaktadır. Bu durum Keynesyen Yaklaşımın, klasiklerin temel argümanı olan uzun vadede de olsa ekonominin kendi kendine dengeye yöneleceği ve tam istihdamı sağlayacağı savını bir iddia olarak kabul etmesine ve reddetmesine neden olmaktadır. Nihayetinde ekonomi eksik istihdam koşullarında da dengeye gelebilmektedir. Kaldı ki Keynesyen Yaklaşıma göre ekonomide tam istihdam durumu tesadüfi olup genel olarak tam istihdamdan sapma hâli geçerlidir.

Keynesyen Yaklaşımda istihdam seviyesi efektif talebe bağlıdır. Efektif talep ise tüketim ve yatırım harcamalarınca belirlenmektedir. Eksik istihdam düzeyinde de denge oluşmasının nedeni efektif talep (Tam istihdamın sağlanmasına yönelik olarak kamu talebi ile destekli toplam talep miktarı) yetersizliğidir.

Keynesyen Yaklaşıma göre böyle bir ortamda klasiklerin savunduğu gibi ekonominin kendi kendine tam istihdama ulaşması imkânsızdır. Bu nedenle ekonomide efektif talebin etkilenebilmesi ve istihdam düzeyinin yükseltilebilmesi için yararlanılabilecek en etkili enstrüman kamu harcamalarıdır.

Keynes’e göre şiddetli bir ekonomik durgunluğun yaşandığı bir ortamda yatırımlar faize karşı duyarsız hâle gelecek ve insanlar veri bir faiz oranında sahip oldukları tüm kaynakları nakit olarak ellerinde tutmaya başlayacaktır. Böyle bir ortamda para politikası etkinsiz, maliye politikası ise tam etkindir. Dolayısıyla devlet maliye politikasını (kamu harcamaları ve vergiler) kullanarak ekonomik istikrarı sağlayabilecektir.

Neoliberal Yaklaşımlar ve Devlet Müdahaleciliğinin Eleştirisi

Keynesyen Yaklaşımın 2. Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde pek çok ülkede izlenen politikaya yön verdiği söylenebilir. Ne var ki 1960’lı yıllara gelindiğinde bu kez artan enflasyon ile verimlilik ve iktisadi büyüme ivmesinde yaşanan yavaşlama ekonomik yaşamın öncelikli problemleri hâline gelmiş, söz konusu problemlere çözüm arayışında Keynesyen Yaklaşımın politika önerileri tartışılmaya, hatta eleştirilmeye başlanmıştır.

Monetarizm

1976 yılında Milton Friedman ile anılan Monetarist Yaklaşım bahsedilen dönemde Keynesyen Yaklaşımı eleştiren ve tepki gösterenlerin başında gelmektedir.

Monetarizm’e göre güncel problemlerin üstesinden gelinebilmesi için yoğun devlet müdahaleciliği yerine serbest piyasa ekonomisinin işleyişine dayalı bir ekonomik yapının inşası gerekmektedir. Bu yaklaşımda fiyatlar ve ücretlerin görece esnek olduğu kabul edilmekte ve piyasa ekonomisinin istikrarlı olduğu ileri sürülmektedir. Yaşanan istikrarsızlıkların özellikle de enflasyon probleminin altında yatan temel neden ise para arzındaki düzensiz dalgalanmalardandır.

Monetaristlere göre genel olarak piyasa mekanizması doğası gereği istikrarlıdır. Bu kapsamda devletin ekonomik hayata yapacağı müdahaleler kaynakların kullanımı ve dağılımı ile gelirin bölüşümünü olumsuz etkilemekte, beklenmeyen parasal değişmeler ise konjonktürel dalgalanmalara neden olmaktadır.

Monetaristlere göre enflasyonsuz ve istikrarlı bir ekonomi için sıkı para politikası uygulanmalıdır. Yine devlet faaliyetlerinin istikrarsızlığı beslememesi denk bütçe politikası uygulanmasına bağlıdır. Bir ekonomide para arzı üretim artışıyla aynı oranda gerçekleştirilmeli böylece ekonominin ihtiyacından fazla para piyasalara sürülmemelidir (Kurala dayalı para politikası).

Monetarizm genel olarak özel sektörün ve piyasa mekanizmasının istikrarlı bir yapıya sahip olduğunu ileri sürmektedir. Bu bağlamda genel ekonominin dengeden sapmasına neden olan sorunlar piyasa kaynaklı değil piyasaya yapılan kamusal müdahalelerdir. Özellikle denk olmayan kamu bütçesi ve herhangi bir kurala bağlı olmayan parasal genişleme bu nedenlerin başında gelmektedir. Bu yüzden kamusal faaliyet alanı sınırlandırılmalıdır.

Monetaristlere göre devletin temel görevleri başta iç ve dış güvenliğin sağlanması ile adaletin sağlanması ve korunması gibi temel kamusal ihtiyaçların giderilmesi olmak üzere istikrarlı bir parasal sisteminin oluşturulması ve rekabetçi piyasa mekanizmasının güçlendirilmesidir. İstikrarlı parasal sistemin özü ise para arzının sabit ve öngörülebilir bir artışa izin veren bir para politikasından oluşmaktadır.

Yeni Klasik Yaklaşım

Devletin mali araçlar ile ekonomiye müdahale etmesinin reel etki oluşturmayacağını ve yaşanan problemlere çözüm üretmeyeceğini ileri süren bir diğer yaklaşım Monetarist Yaklaşımın içinden çıkmış Yeni Klasik Yaklaşımdır.

1970’lerin sonuna doğru ortaya çıkan bu akım, müdahaleci devlet anlayışına ve Keynesyen Yaklaşıma ciddi eleştiriler getirmiştir. En önemli eleştirisi Keynesyen Yaklaşımın türettiği makroiktisat teorisinin mikroekonomik temellerden yoksun olmasıdır. Bu yaklaşım, tıpkı Liberal Yaklaşımın da benimsediği gibi rekabetçi piyasaların kendiliğinden dengeye geleceği varsayımıdır.

Rasyonel Beklentiler Hipotezi bu yaklaşımın adeta özünü oluşturmaktadır. Rasyonel Beklentiler, bireylerin beklentilerini ve tahminlerini rasyonel şekilde ekonomik değişkenlere ilişkin tüm bilgileri kullanarak şekillendirmesidir.

Nitekim Keynesyen Yaklaşıma göre bireylerin beklentilerinde yanılgılar olabilirken, Monetarist Yaklaşıma göre bireyler geçmişin verilerini ya da tecrübelerini referans alarak geleceğe ilişkin uyarlamacı bir beklenti içerisinde olabilmektedir (Uyumcu Beklentiler). Yeni Klasik Yaklaşıma göre ise bireyler beklentilerini rasyonel şekilde ekonomik değişkenlere ilişkin tüm bilgileri kullanarak şekillendirmektedir. Dolayısıyla kişilerin bugünkü davranışlarını belirleyen, gelecekle ilgili beklentilerdir. Kişiler bu beklentilerinde rasyoneldir. Yeni Klasiklerce geliştirilen Rasyonel Beklentiler Hipotezi bireylerin beklentilerinde ve kararlarında hata yapmayacaklarını değil, aynı türden bir hatayı yinelemeyeceklerini ileri sürmektedir.

Yeni Klasik Yaklaşıma göre ekonomik istikrarsızlıklar, birey ve firmaların fiyat ve ücretler ile ilgili ön göremedikleri hatalardan kaynaklanmaktadır. Ne var ki tesadüfi olan bu hatalar devletin aktif politikalar yerine öngörülebilir, şeffaf ve istikrarlı politikalar izlemesi hâlinde minimal seviyeye indirgenebilecektir.

Arz Yanlı İktisat

1970’li yıllarda karşı karşıya kalınan stagflasyon problemi, artan enflasyon ve eşanlı olarak yaşanan durgunluğa karşı Keynesyen Yaklaşımın önerdiği talep yanlı politikaların yetersiz kalmasını beraberinde getirmiştir. Bu kapsamda ekonomik yapının arz yönü itibarıyla tekrar değerlendirilmesi ve önem kazanması Arz Yanlı Yaklaşımın ortaya çıkış sürecini açıklamaktadır.

1980’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde Ronald Reagan başkanlığındaki yönetimin de ilgi gösterdiği Arz Yanlı Yaklaşım, genel itibarıyla ekonomik sistemdeki devlet müdahalelerin azaltılması, kamusal faaliyetlerin ve kamu ekonomisinin daraltılması, özel sektöre ve üretime ağırlık verilmesi, rekabetçi piyasa mekanizmasının ve teknolojik yeniliklerin geliştirilmesi gibi temel prensiplere dayanmaktadır.

Bu yaklaşıma göre yüksek enflasyonun altında yatan temel etken, derin bütçe açıkları ve kamusal harcamalar ile bütçe açığını finanse edebilmek için kurgulanan vergi sisteminin, yatırımlar ve üretim üzerinde oluşturduğu negatif etkilerdir. Bu nedenle enflasyonla mücadele sürecinde kamu harcamaları azaltılmalı, denk bütçe politikası uygulanmalı, yatırımlar ile üretimleri teşvik edebilmek için yüksek vergi yükü azaltılmalıdır. Ayrıca bireyleri verimli faaliyetlere yönelmekten alıkoyan ve gelirlerini düşük göstermeye iten transfer harcamaları düşürülmelidir. Para arzındaki artış reel üretimi olumsuz etkilemeyecek sabit bir oran olarak belirlenmeli, izlenecek vergi politikası ile yatırım ve tasarruflar teşvik edilmelidir. Böylece üretim ve istihdamın da artması sağlanacaktır.

Kamu Tercihi Teorisi ve Anayasal İktisat

Kamu Tercihi Teorisi politik sürecin iktisadi analizidir. Bu teori ile devletin işleyişinde zamanla ortaya çıkan başarısızlıklar, devleti yönetenlerin ve yönetilenlerin kişisel çıkarları doğrultusunda karar vermelerine dayandırılmaktadır.

Kamu Tercihi Teorisinde “üretici”, “tüketici”, “arz”, “talep” ve “fiyat mekanizması” gibi temel ekonomik terimler yerini “seçmen”, “siyasetçi”, “bürokrat” ve “oy mekanizması” gibi kavramlara bırakmaktadır. Bu sayede politik sürecin aktörleri aktif olarak iktisadi birer birim şeklinde belirlenerek ekonomik analize dâhil edilmektedir.

Kamu Tercihi Teorisi, özellikle 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’ndan sonra kabul görmeye başlayan ve ekonomik istikrarsızlıkların sebebini oluşturan piyasa başarısızlıkları yerine, kamu ekonomisinin başarısızlığı kavramına odaklanmaktadır.

Kamu Tercihi Teorisine göre iktisadi olarak siyasal karar alma süreci incelenirken üç varsayım yapılmaktadır. Bunlar:

  • Metodolojik Bireyselcilik,
  • Rasyonalite ve Maximand,
  • Politik Mübadele

Metodolojik bireyselcilik varsayımına göre ekonomide alınmış ve alınacak olan her türlü karar kişisel tercihleri yansıtır. Dolayısıyla ekonomik hayatta asıl belirleyici olan birey ve bireyin tercihleridir.

Rasyonalite ve maksimand ilkesine göre kamu ekonomisinde toplumsal faydanın maksimizasyonu yerine, bireylerin politik süreçte yine kişisel faydalarını maksimum düzeye eriştirecek şekilde hareket edeceği kabul edilmektedir. Yani toplumdaki bireyler kamu ekonomisinde karar alırken tıpkı özel ekonomide karar alıyorlarmış gibi bireysel fayda maksimizasyonunu hedef alarak rasyonel ve bencil şekilde hareket etmektedirler.

Politik mübadele sürecine göre siyasal karar alma mekanizmasında yer alan aktörler, özellikle kendi çıkarları doğrultusunda bir politik mübadele süreci oluşturarak, fiyat mekanizmasına benzer bir siyasi mekanizma kurmuşlardır. Oluşturulan bu mekanizma, seçmenler ile politikacılar arasında bir çıkar ticareti sağlamaktadır.

Kamu Tercihi Teorisine göre devletin millî ekonomi içerisinde büyümesi ile eş zamanlı olarak ortaya çıkan problemler bütününün engellenebilmesi için siyasi karar alma sürecinin kurallara bağlı bir şekilde tekrardan dizayn edilmesi mutlak suretle gereklidir.

Devletin Ekonomiye Müdahalesini Öngören Diğer Yaklaşımlar

Yeni Keynesyen ve Post Keynesyen Yaklaşımlar

Yeni Keynesyen Yaklaşım, mikro ölçekte firmaların fiyat ve kârlarını belirleme süreci, tüketicilerin refahlarını arttırma gayretleri ve bu eylemlerin makroekonomik ölçekte yol açabileceği yansımaları araştırma konusu edinmektedir. Dolayısıyla bu yaklaşım, makroekonomik dengesizliklerin mikroekonomik nedenlerini ele alır.

Bu yaklaşımca geliştirilen modellerde genel olarak bireylerin rasyonel beklentiler ile karar alacakları kabul edilirken, piyasa mekanizmasının fiyat ve ücretlerin yapışkanlığından dolayı ağır ve yavaş ayarlanacağı varsayılmaktadır. Bu kapsamda Yeni Keynesyen Yaklaşım piyasaların temizlenemeyeceğini ileri sürmektedir. Bunun nedeni ise mikro ölçekte gerçekleştirilen analizlere göre eksik rekabet piyasalarının varlığı, asimetrik bilgi, fiyat ile ücretlerin yapışkan ve katı olması gibi faktörlerdir.

Keynesyen politikaların 1970’lerde yaşanan stagflasyonu çözmede yetersiz kalması ve bu arada klasik ekonomi görüşünün yeniden canlanması Keynesyen görüş içinde birbirinden farklı akımların doğmasına neden olmuştur. Post Keynesyen Yaklaşım, Keynesyen Yaklaşımın farklı yönlerini ele alan ve Keynesyen görüşe farklı yorumlar getiren yaklaşımlardan bir diğeridir.

Post Keynesyen Yaklaşım, Enflasyon ve stagflasyonun nedenleri, gelirin paylaşımı, ekonomik büyüme ile konjonktürel dalgalanmalar ve iktisadi hayattaki belirsizlikleri araştırma konusu yapmaktadır.

Post Keynesyen Yaklaşıma göre ekonomik büyüme ve gelir dağılımının temel belirleyicisi yatırımlardır. Nitekim toplam ve sektörel talep düzeyindeki değişiklikler NeoKlasik Yaklaşımın savunduğu gibi fiyatlardaki değişiklikler sonucunda değil yatırımlardan elde edilen gelirdeki değişim ile şekillenmektedir. Post Keynesyen Yaklaşım yatırımların kaynağı olarak firmaların karlarını görmektedir.

Post Keynesyen Yaklaşıma göre enflasyonun nedeni firmaların kâr etme güdülerindeki değişimler ve gelir bölüşüm mücadelesidir. Nitekim bir tarafta oligopolistik firmaların diğer tarafta emek faktörünü temsil eden güçlü sendikaların olduğu bir sistemde meydana gelecek dışsal şok maliyetlerin artmasına neden olacaktır. Maliyetlerdeki artış nedeniyle karından vazgeçmek istemeyen firmalar bu şoku fiyatlara yansıtacaktır. Fiyat artışı ise güçlü sendikaların ücretlerde artış talebini beraberinde getirmektedir. Böylece kısır bir döngünün içine girilmektedir.

Bu kısır döngünün kırılması için gelirler politikası ile ücret ve fiyat kontrolleri gibi heterodoks politikalara başvurulabilir. Ayrıca devlet sahip olduğu mali araçlar ile gelir dağılımında adaleti tesis edebilme ve belirsizlikleri önleme açısından rol ya da roller üstlenmelidir.

Yapısalcı Yaklaşım

Yapısalcı Yaklaşım, 1950’li yıllarda özellikle gelişmekte olan ülkelerin karşı karşıya kaldıkları sorunlara odaklanmıştır. Enflasyon, eksik istihdam, makul bir büyüme ivmesi yakalanamaması, yetersiz kalkınma ve gelir dağılımının adaletsiz yapısı gibi problemlerin ülkelerin yapısal sorunlarından kaynaklı olduğunu ileri sürmektedir. Bu yaklaşıma göre, devletin öncelikle bahsedilen problemleri giderecek şekilde ekonomik hayatta aktif rol alması gerekmektedir. Devlet, sanayileşmeyi ve modernizasyonu sağlayacak tedbirler almalı, ekonomik kurumların olgunlaşmasını sağlayacak reformları hayata geçirmeli ve ekonomik kalkınma sürecinde merkezî roller üstlenmelidir.